Yeni Üyelik
18.
Bölüm

10.Bölüm "Ölü"

@parla.den

Rabia durmadan elindeki a5 boyutunda ince ve saman rengi defteri kurcalıyordu. Demek ki bu etkinlikler ciddi bir planlama gerektiriyordu. Tükenmez kalemi elinde sallıyor ve düşünüyordu. Söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyor gibiydi.

“Evet. ” dedi kalemi sakince masaya bırakarak Rabia. Mayısa kadar olan takvimi renkli kalemlerle oluşturmuştu. Bize gösteriyordu. Şimdiye kadar benim olduğum 3 ama toplamda 4 toplantı yapılmıştı ve hepsi takvimde işaretliydi. Her toplantı hakkında ayrı sayfalar açtığından ve alınan kararların not edildiğinden önceden bahsetmişti.

“Bu kadar vakit harcadık.. bu kadar vaktimiz kaldı.” Takvimi gösteriyordu. 90 gündü.

“Mayıs etkinliklerinin takvimini de biz belirleyeceğiz, biliyorsunuz. O yüzden hazırlıklarımıza göre rotasyon sağlarız.” Rotasyon ne anlama geliyor olabilirdi ki? Bazen Rabia’yı anlayamıyordum.

“Hiçbir fikir çıkmayan bu 4 toplantıyı, hatta bugünü de sayıyorum.. 5 toplantıyı, haftaya telafi etmek zorundayız. Bu yüzden hepinizden bir hafta içinde..” Önündeki kağıtlardan birini kaldırıp havada salladı.

“.. bu taslağa uygun şekilde bir etkinlik sunumu hazırlamanızı istiyorum. Programın 4 saatini kaplayabilecek şeyler olmalı.” Kağıdı yerine bıraktı. Yanındaki kızı işaret etti.

“Cuma gününe kadar fikir başlıklarınızı Yasemin’e iletin. Kalan günlerinizi de detaylara harcayın.” Yasemin başını salladı ve bizlere göz gezdirdi.

Çoğunluğu benim katılamadığım, sohbet muhabbetle bütçe toplamak için kermes mi yapsak araba mi yıkasak diye tartıştığımız ve poster tasarımı beğenmeye çalıştığımız 4 boş toplantının ardından ilk defa bugün kendimi ciddi bir sürecin parçası gibi hissetmiştim. Biz ne planlarsak öğrenci ve veliler katılım gösterecekti. İçimde güzel bir fikir bulma isteği uyandı.

“Tekrar ediyorum arkadaşlar. Zaten 4 etkinlik günümüz var. İlk hafta geleneksel şeyler.. piknik, akşam yemeği ve balo. Diğer haftalardan birinde Ilgaz’ın konserini etkinliğe taşımak istedik ancak kabul etmedi.. ama yine de etkinlik günü akşamı yani cuma gecesi olacak konser. Davetli olanlara hatırlatayım.” Diyip gıcık bir gülüş attı.

“Yine de müzikten kopmak istemedik, bir müzik yarışması yapmayı ve bütçemize uygun bir DJ getirmeyi düşündük. Okul bahçesinde takılmalık bir gün olacak. Bunun detayları üzerine çalışılıyor.. yani ben çalışıyorum.” Gıcık gülümsemesi yine parladı. Kendini iş kadını sanıyordu herhalde. Babasının şirket genel kurul toplantısında konuşur gibi konuşuyordu.

“Son hafta tiyatro olacak, o kesinleşti. Size sadece bir gün kalıyor. Lütfen arkadaşlar bir günü de doldurun artık. Çıkan fikirlerden 3 tanesini uygulayabiliriz. Haftaya burda konuşup oylama yapacağız. Etkinliğin planından da fikir sahibi sorumlu olacak. Devamındaki haftalarda organizasyona geçeceğiz ve unutmayın ki son iki hafta, perşembe akşamları okulda hazırlık yapıyor olacaksınız. Bu kadar.” dedi elinin altındaki kağıtları masaya çarptığında.

“Demir, canım taslakları arkadaşlara dağıtabilir misin? Toplantı bitmiştir.” Elindeki bir tomar a4ü Demir’e verdi ve eşyalarını toparlayıp Yasemin’le çıktı. Kızın varoluş şekli gıcıktı. Ne yapsa sevimli olamazdı.

Toparlanmış çıkıyordum. Demir bana yetişti.

“Yürüyelim mi?” dedi.

“Sen arabayla gelmiyor muydun?”

“Bugün araba yok.”

“İyi, peki. Evin ne tarafta?”

“Kami sizi yemeğe davet edecek. İadei ziyaret gibi düşün. O zaman öğrenirsin. ”

“Hayır yani.. aynı tarafa mı gidiyoruz onu anlamak için sordum.”

“Ha.. evet. Yoksa deli değilim ya sabahları sizin mahalleden geçeyim okula yürümek için. ”

“Doğru.. ”

“Evinizden biraz daha ilçe dışına çıkıyorsun. Askeriyeye doğru.” Paşalar’ın dağlarına doğru askeri kışla vardı ve yakınlarında ormanın içine dağılmış müstakil evler bulunuyordu.

“Ormana doğru mu? ”

“Evet. ”

“Ama.. orası yürümek için biraz uzak ve ıssız değil mi?”

“Farkeder mi sence bana? ”

“Doğru.. Sen seversin tehlikeyi, sorunu.” Sessiz kaldı.

Evimize bir sokak ötedeki parka geldik. Havalar ısınıyordu. Çiçeklerimin zarar görmeden büyüyecek olmaları beni keyiflendirmişti.

“Havalar ısınıyor. ”dedi Demir hüzünlü bir şekilde.

“Neden üzüldün? Yazı sevmez misin? ”

“Seviyorum.. tabi. Sadece..” Duraksadı. Ne diyeceğini merak etmiştim.

“Bir şeylerin yaklaştığını belirtiyor benim için.”

“Nasıl yani?”

“Daha çok evde dururum ben. Hava ısındığında.”

“Neden?” Duraksadı.

“Nem. Nefes almak zorlaşır.”

“Paşalar’da aşırı nem olmaz. Burda çıkabilirsin.” Sessiz kaldı ve gülümsedi. İzmir ne kadar nemli olabilirdi ki dışarı çıkmaktan vazgeçirmişti? Birkaç kere İzmir’de bulunmuştum ancak.. sanırım havanın sıcak olduğu günlere denk gelmemiştim. Antalyalı olsa onu anlayabilirdim.

Evimizin önünde vedalaştık. Kapının önünde henüz içeri girmeden gitmesini izledim. Neden sürekli çok yalnızmış gibi hissediyordum? O uzaklaşırken süzüyordum. Heybetli vücudunu kırgın gösteren düşmüş omuzları mıydı?

Onu süzüp incelerken gözlerim botlarına takılmıştı. Fermuarının ucunda sallanmakta olan uğura.. Tüylerim diken diken olmuştu. Bu uğur, kuşların penceremize saldırdığı gece gelen adamdaki ve Tolga hastanede yatarken gelen adamdaki uğura benziyordu. Donakalmıştım.

***

Belki dans yarışması olabilirdi. Yok hayır, çok klişe olurdu. Yaratıcı bir şey yapmak istiyordum. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Dağıttıkları taslak kağıdına eğilmekten boynumda hafif bir sızı hissettim. Kalktım, kalemi masaya fırlattım ve yatağa uzandım. Yeni aldığım ışıklandırmayı çalıştırdım. Lacivert tavan üzerinde parıldayan yıldızları izliyordum. Son günlerde sıkıntı hissettiğimde dinlemekten hoşlandığım bir melodi çalıyordu. Söz yoktu. Gözlerimi kapattım. Düşünmeyip zihnimi dinlendirmeye ve notaları kafamın içinde dizeğe dökmeye çalışıyordum.

Ilgaz, odama daldığında yerimden fırladım. Dalmıştım. Kapıları bu kadar hızlı açmamalıydı.

"Ortam yapmışsın kardeşim." Müziği ve ışıklandırmayı kapattım. Oda karanlığa gömüldü.

"Neden kapattın?"

"Neden tıklatmadan giriyorsun?"

"Pardon.." Kapıyı ardından kapatıp girdi. Işıklandırmamı kurcalamaya başladı.

"Başka seçenek var mı? Yoksa sadece yıldızlı gece mi?"

"Galaksi var." Galaksiyi açtığında odam birden farklı tonlarda renklerle aydınlandı. Ilgaz suratında patlayan lambadan gözlerini ovuşturup masaya bıraktı.

"Güzelmiş.."

"Neden geldin?"

"N'apıyorsun demeye.." Masadaki taslağı gördü.

"Etkinlik arıyorsun. Nasıl gidiyor?"

"Pek gitmiyor.."

"Teman ne?"

"Nasıl yani?"

"Rekabetçi mi, eğlenceli mi olacak teman? Önce buna karar ver."

"Eğlenceli olmasını istiyordum."

“Eğlence." dedi ve devam etti.

"Tüh. Kazanacak bir oyun eksildi."

"Endişelenme. 20 oyundan 3 tane seçeceğiz. Benimkine sıra gelmez."

"Neden seninki üçünden biri olmasın ki?" Bilmiyordum. Sadece.. olmaz gibi geliyordu.

"Kendini geri plana atma. Zekisin sen. Bizi eğlendirecek bir şeyler bulursun. Ben dışarı çıkıyorum. Görüşürüz." Kağıdı gövdeme yapıştırıp odamdan çıktı. Saate baktım. 11'di. Gecenin bu saatinde ön kapıdan yürüyüp çıkıp gidecekti ama bana sürekli dışarı çıkma derdi. O 18 ise ben de 15 yaşımdaydım. Neyse, dedim kendi kendime. Aşırı düşünme. Bu aralar kendimi böyle telkin ediyordum. Yoksa hangi sorunu ve bilinmezliği çözmeye çalışacağıma karar veremiyordum. Kitlenip kalıyordum. Belki de zamana bırakıp kendi kendilerini çözmelerini beklemek benim için daha iyi olabilirdi.

Tekrar masanın başına döndüm. Eğlence. Ne eğlendirirdi beni? Müzik ve dans.. ancak bunu okul çapında bir aktiviteye nasıl dönüştürebilirdim? Belki de.. küçük bir dans koreografisi oluşturup videolarını yayınlayabilirdik ve.. bilemiyordum. Ara verip salonda Yıldızlar’ı izlemeye karar verdim. Kerem’in iki hafta kadar önce final yapmış olan romantik komedi dizisiydi ama ben ancak bu gece izleyebilecektim.

***

“Etkinliğin adı bu mu?” dedi Yasemin ona getirdiğim taslak kağıdına bakarak. Haklıydı. Afilli bir ad bulamamış ve ‘çiftler dans yarışması’ yazmıştım üzerine. Konsept çokta sıradan olmamasına karşın ismi insana hüsran duyduruyordu. Belki toplantıda üzerinde çalışırdık ya da belki de seçilen fikirlerden bile olmazdı diye düşünüyordum. İşime de gelirdi. Çok içime sinen ve hayal ettiğimde beni neşelendiren bir etkinlik olmadığı için organizasyonuyla uğraşmak da eziyetten fazlası değildi.

“Peki. Toplantıdan önce etkinlik planını hazırla teslim et.” deyip elindeki klasördeki bir kağıda benim ismimin yanına yazdı etkinlik ismini ve başka bir şey demeden yanımdan geçip gitti.

“Alara.” Duymuyordu beni. Yanına ulaşıp omzunu sarmaladığımda fark etti.

“Mira..” Sesi inanılmaz tatlı geliyordu ve yanakları al al olmuştu. Kime mesaj attığını görmek için uğraşıyordum ancak izin vermiyordu.

“Kerem mi yoksa!”

“Şşş, biri duyacak!” Eliyle ağzımı kapatıyordu.

“Fotoğraf atalım mı?” Sormasıyla kamerayı suratıma tutması bir oldu. İkimizin fotoğrafını atmıştı Kerem’e. Mesajlarını okuyordum.

“Çekimler nasıl gidiyor?”

“Yoğun değil henüz.”

“Setin tamamen kurulması zaman aldı. Önümüzdeki hafta daha meşgul olacağım.”

“Anladım..” yazıp masum bir emoji koymuştu Alara.

“Cumartesi geliyor musunuz? Biraz yalnızım burada. Sizinle vakit geçirmek bana da iyi gelir.”

“Geliyoruz tabii.”

Fotoğrafımız ardından yazmaya devam etti.

“Mira’ydı değil mi? İkinizi en iyi şekilde ağırlayacağım.” Gülücük koymuştu.

“Alara, ikinizi diyor. Hani biz 5 kişiyiz ya? Söylesen mi?”

“Aslında.. Diğer yakın arkadaşlarım da gelmek isteyince kıramadım.”

“Bana başka kimseden bahsetmemiştin. Kaç kişisiniz yani?”

“5.”

“Anladım. Ne kadar kalabalık o kadar eğlenceli.”

“Değil mi?” Konuşmayı kapattı Alara.

“Enesle de iddiaya girdim. Bu kalabalıkta ben nasıl tavlayacağım Kerem’i?” Morali bozulmuştu.

“Sen de onu Paşalar’a davet et. Her gün çalışacak değil ya? Pazar günü sen onu davet et. Yemeğe, oyun salonuna falan gidersiniz..”

“Çağıracağım zaten ama.. Bir çift gibi fotoğraflar almamı istedi Enes. İnanmazmış yoksa. Ya da bizimle gelip görmesi gerekirmiş.” Güldüm.

“Nasıl yani? Yine grupça mı çıkacağız ya da sizi uzaktan izleyecek miyiz? Hah, çok komik.”

“İddiayı iptal etmeliyiz bence..”

“Enes yenilgi sayar.”

“Haklısın.. Of neyse ne ya. Kazanayım ya da kaybedeyim Kerem’le vakit geçireceğiz! Asıl heyecanlı olduğum şeyi unuttum bunları düşünürken.” Yeniden yüzünde güller açmıştı.

Okuldan çıktık. Enes, Demir’in arabasının önündeydi. Yanlarına gittik.

“Selam.”

“Sonunda çıkabildiniz.” dedi Enes.

“Yasemin’i arıyordum..” dedim.

“Teslim ettin mi?” diye sordu Demir.

“Evet, sen?”

“Ettim ben de. Neden göstermedin bana?”

“Ben beğenmedim de ondan. Zaten taslağım hazır değil, sadece ismini söyledim. Sen neden göstermedin?” dedim.

“Kendi fikrim değil önerdiğim şey. Eskiden yapılmış olan bir oyunu revize ettim diyelim.” Hiç aklıma gelmemişti böyle bir şey.

“Hile yapmışsın.” Omuz silkti.

“Yaptığımı beğendim en azından.”

“İyi ya hep kendini beğen zaten.” Bana garip garip bakmıştı.

“Ben mi? Kendimi beğenmem suç değil ama.. bunu gösterecek pek bir şey yaptığımı sanmıyorum.” Neden öyle dediğimi ben de anlayamamıştım.

“Neyse. Yarın öğleden sonra çıkıyoruz. Buraya 1 saat uzaklıkta bir köyün merasındaymış set. Konumu attı bana. Demir, sana atarım. Hatta.. dur seni grubumuza alayım.” Melisa’nın gıcıklığına yapıyordu heralde. Hemen Demir’i gruba ekledi.

“Konumu da atıyorum.. Tamamdır. Evlerimizi biliyorsun zaten. Sadece bu sefer bizi kaçırmaya çalışma olur mu? Boyun eğmemek için tavlamam gereken biri var.” Demir güldü.

“Nesi bu kadar özel bu çocuğun? Sırf oyuncu diye..” Alara susturdu Demir’i ve korkutucu bakışlar attı.

“O.. Kerem. Hakkında kötü konuşmak yok.”

“Ben de öyle dedim Demir, sonra da iddiaya girdik. Unutmadın değil mi Alara?”

“Unutmadım Enes. Sevinme ama ben kazanacağım.”

“Göreceğiz.”

“Demiir. İyi akşamlar.” Yasemin el sallıyordu Demir’e. Rabia ve Ada da yanındaydı.

“Demir, Tolga nerde?” diye sordum.

“Bilmem.”

“Siz arkadaş değil miydiniz?”

“Bu aralar benimle takılmak istemiyor.” Yüzü kaskatı kesilmişti. Acaba Demir hastanede gördüğüm ve bize saldıran kişiydi ve Tolga bunu biliyor bu yüzden mi konuşmuyordu? Kuruntu yapmamalıydım.

“Ne oldu ki?”

“Tolga’ya sor. Ben de anlamadım. Sadece provalarda konuşuyor benimle. Rol gereği.”

“Neyse. Ben eve geçeyim.”

“Atlayın hepinizi bırakayım.”

“Önce yemek mi yesek?” dedi Enes.

“Melisa nerde?” dayanamadım sordum. Enes’in yanında olacağını düşünmüştüm.

“Eve gitti.” dedi Enes. Demir’i işaret etti gözleriyle. Onu görünce uzaklaşmıştı demek ki.

“Pide mi yesek?”

“Pizza istiyorum ben.” dedi Enes.

“Pide daha güzel!” Israr ediyordu Alara, dediğini yaptıracaktı.

***

“Karamelliden de alsana.” diyordu Alara. Kucağındaki su şişelerini her an düşürecekmiş gibi hissediyordum.

“Tamam aldım. Yetmez mi bunlar?”

“İyi hadi çıkalım.” Aldıklarımızı ödeyip arabaya atladık ve benzinlikten çıktık.

“Alara salar mısın artık müziği?” dedi Enes.

“Olmaz!”

“Demir abi şunu arabadan atalım ya.” Demir gülüyordu.

“Patla. Patla.” Alara kendi açtığı şarkıyla dans etmeyi bırakmadan ellerini yumruk yapmış Enes’e hareket çekiyordu.

“Bugün tam havamdayım, 7-24 ayardayım..” Şarkıya eşlik ediyordu.

“Tüm yol bunu çekeceğiz yani..” Enes kapüşonunu çekip koltuğa gömüldü.

“Su uzatır mısın Mira?” Ayağımın dibindeki poşetten Melisa’ya bir şişe uzattım.

“Bisküvi ve çikolata aldık.. Yiyebilir miyiz Demir? Dökmeden tabii.”

“Sorun yok.” dedi. Navigasyondaki kadın sağdan ikinci çıkışı takip etmemizi istiyordu.

“Karamelli çok şekerli. Yiyemeyeceğim, Alara alsana.” Bir ısırık aldığım çikolatayı Alara’ya uzattım.

Sete yaklaştık.

“Çok heyecanlıyım!” Alara kımıl kımıldı. Bir türlü Melisa’yla bana huzur vermiyordu.

“Seni kenara oturtmalıydık ya!” dedim. Rahat durmasını ima ederek.

“Ne yapayım..” Gözleri ışıldıyordu.

“Alara biraz sakin ol kızım.. Havalı ol.” dedi alaylı bir sesle Enes.

“Kimse hayranına aşık olmaz. Bence iddiayı iptal edin. ” diye ekledi Demir.

“Asla! ”dedi Alara.

“Enese kölelik yapmaya razıysan tabi.. ” diye devam etti Demir.

“Yok öyle bir şey. Kazanacağım.” Elini yumruk yapmış havada sallıyordu.

“İndir o yumruğu.” dedi Enes.

“İndirmiyorum.” Aralarında saçma bir rekabet vardı. İçimden gülmekten başka bir şey gelmiyordu.

 

Setin biraz dışına arabayı park edip indik. Setin girişindeydik. Tüm yolculuk boyunca sessizce oturan Melisa, şimdi ise kocaman gözlerini setten alamıyor ve heyecan nidaları atıyordu.

Dizi, Kurtuluş Savaşı döneminde bir köyde geçiyordu. O köyü inşa etmişlerdi. Toprak evlerle dolu bir köyün yakınına kendi setlerini kurmuşlardı. Tabii sadece sokak vardı inşa edilen yerde.. Binalar tek taraflı görünüşlerinden ibaretti. Birkaç dükkan, evin içi kurulmuş ve dizayn ediliyordu. Henüz tamamlanmamıştı. Çekime hazır olmadıkları sokağın ortasına bıraktıkları açık büfe ve birkaç karavandan belli oluyordu zaten. Biz ulaştığımızda ayrılmakta olan çok insan vardı. Çok az kişi hala seti kurmakla meşguldü.

“Alara, halan da burada mı?”

“Yok o perşembe günü gelecek.” Mesaj atıp duruyordu Alara.

“Kolay gelsin.” Enes, gördüğü herkese selam veriyordu.

“Buyrun?” dedi adam elindeki tahta parçasını bırakıp. Bu kalasla ne yapmayı planladığını merak etmiştim.

“Kolay gelsin. Biz Kerem’in misafirleriyiz. Belki haber vermiştir.” Adam garip garip bakıp bizi süzdü. Haberi yok muydu yoksa umrunda mı değildi, anlayamadım.

“Kerem’in karavanı şuradaki.” İşaret ediyordu. Başıyla hafifçe selam verip işine döndü. Karavanın kapısına dizilmiştik.

“Alara..” Alara gergin görünüyordu. Kapıyı tıklattı. Elini dirseğine attı. Kerem Gündoğdu karşımızda duruyordu. Ekranda göründüğünden daha iyiydi. Masmavi gözleri daha da parlıyordu.

“Kerem!” Melisa sarılmak için önümüze atladı. Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Enes kıs kıs gülüyordu. Kerem de gülerek geri sarıldı.

“Seni çok seviyorum. YIldızlar bittiğinde çok üzüldüm.” Melisa’nın dili çözülmüştü. Saatlerdir sesini duymadığımız kızın..

“Teşekkür ederim. Adın nedir?”

“Melisa.”

“Memnun oldum Melisa.”

“Ben de seni gördüğüm için çok mutlu oldum. Teşekkür ederiz davetin için.” Uygunsuz davranıyordu. Demir beni dürttü. Gülüyordu. Geri dürttüm ben de.

“Hoşgeldiniz. Kusura bakmayın provadan çıktım uyuyakalmışım. Kimseye de haber veremedim geleceğinizi. Umarım hoş karşılanmışsınızdır.” Mahmurluğunu henüz atamadığı belliydi.

“Davetin için teşekkür ederiz. Nasılsın görüşmeyeli?” dedi Alara.

“İyiyim, özlettin kendini Alara.. Çabuk ayrıldın İstanbuldan, tekrar görüşemedik. Lütfen buyrun içeri.” Karavana doluştuk. Pek geniş değildi ama hepimizin sığabileceği kadar koltuk ve sandalye mevcuttu. Ortada dar bir mutfak bankosu ve diğer ucunda yatak vardı.

“Arkadaşlarımı tanıtayım. Enes, Mira, Melisa ki zaten tanıştınız.. ve Demir.”

“Memnun oldum. Hepiniz hayran mısınız?” Enes’le Demir’in reddeden ani tepkisinin ardından güldük.

“Set görmek için ve kızlara eşlik etmek için geldik.” dedi Enes. Demir pek konuşmak istemiyor gibiydi. Gözlerini Kerem’e dikmiş sanki kafasının arkasında ne olduğunu görmeye çalışıyordu.

“Sevindim açıkçası. Erkek hayranlar biraz başa bela oluyor.” Güldük.

“Ne içersiniz? Ya da aç mısınız?”

“Yolda atıştırmalık yedik biraz.” dedim. Kerem Gündoğdu gözümün içine mi bakıyordu? Yutkundum. Ona bir şey söylemek, geniş bir topluluğun önünde konuşmak gibiydi.

“Seni hatırlıyorum Mira. Alara çok bahsetti. Bir de fotoğraf atmıştınız. Seni çok seviyor.” dedi Kerem. Demir’in sert bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kıskanmış olamazdı herhalde. Değil mi?

“Mira benim çocukluk arkadaşım ve şimdiye kadar hep aynı sınıflardaydık. Okul dışında da hep birlikteyiz.” Alara bana kısa bir süre sarılıp bıraktı.

“Hep çocukluk arkadaşım olsun istemiştim ama olmamıştı. Kıskandım sizi.” Gülümsedi Kerem.

“Unutmadan.. sana tatlı getirdik.” Paşalar’da gerçekten canımın çektiği tatlılar yapıp satan tek bir pastane vardı. Herkesçe çok beğenilirdi. Ne zaman gitsek kalabalık olurdu. Oradan bir şeyler almıştık.

“Çok teşekkürler, lezzetli görünüyor. Buradaki büfede sadece yemek veriyor prodüksiyon. Tatlı iyi gider. Beraber yemekten sonra yeriz.” Sessizlik oldu. Kerem bize bakıyor ve gülüyordu.

“İyi misiniz?” Güldük.

“İlk defa ünlü bir oyuncu görüyorum.” dedim sessizliğimizin sebebini açıklamaya çalışırmış gibi.

“Yakışıklı ünlü bir oyuncu.” diye düzeltti beni Melisa. Alara sessizdi.

“Kızlar.. abartmayın ben de insanım.”

“Ben de onu diyorum ama dinleyen kim.” dedi Enes. Kerem güldü. Ne güzel gülüyordu. Alara büyülenmiş gibi onu izliyordu.

“Erkekler benden pek hoşlanmıyor gibi.” Ayağa kalktı.

“Estağfurullah.” dedi Enes elini göğsüne hafifçe vururken. Bu gün ekstra kıro olmaya mı karar vermişti? Kerem ayaklandı.

“Hadi gelin. Onca yolu karavanımda oturmak için gelmediniz. Size seti gezdireyim. Belki işime hayranlık duyarsınız Enes, Demir.” Çıktık dışarı.

“Kerem, bu senin kaçıncı işin?” diye sordu Enes.

“Bu 2. dizi projem. Yıldızlar dışında sadece bir gençlik filminde oynadım.”

“Adı ne?”

“Gençlik filmi.”

“Gerçekten mi?”

“Evet.” Güldü Kerem.

“Kalite akıyor her yerinden filmin.”

“Bu dizi benim için çok önemli. Romantik komedi türü dizi, filmlerden kurtulmama yarayacak.. Hakkını verebilirsem.” Kerem’in bile endişeleri olması bizi şaşırtmıştı. Enes elini omzuna attı.

“Yıldızlar da güzel bir diziydi.” dedi Melisa sessiz ve ezilmiş bir sesle.

“Yaparsın kardeşim hiç sıkıntı etme.” Enes’in hızlı gelişen gereksiz samimiyeti güldürüyordu.

“Nasıl başladın bu işe?”

“Güzellik yarışmasını kazandım. Sonra zaten teklifler yağdı.. ama çoğu romantik komediydi işte. Ben de en popüler olabilecek olanı seçtim. Doğru da seçmişim.”

“Kerem bizi hayal kırıklığına uğratma.” dedi Alara. Öyleydi gerçekten. Sevdiğiniz bir karakteri canlandıran oyuncu dizi hakkında böyle yorumlar yapmamalıydı.

“Kızlar bunlar aramızda. Arkadaşız diye anlatıyorum bakın.” Ciddiydi. Haklıydı da. Böyle bir röportaj hayran kitlesini dağıtabilirdi.

Sohbete devam ederken sette yürüyorduk. Alet edevatların üzerine fırlatılmış bir defter gördüm. Yarın için. Senaryoydu. Biraz geride kalmıştım gruptan. Senaryoyu kurcalıyordum.

“Bak sen.” Demir sinsi sinsi yaklaşınca ödüm kopmuştu.

“Korkuttun beni.”

“Senaryoyu kaçırmışsın.”

“Bir şey kaçırmadım, şurda buldum.”

“Okuma hakkı veriyor mu yani burada bulman?” Kapattım defteri.

“İyi. Al geri koy.” Defteri eline tutuşturdum. Aldığı gibi açıp okumaya devam etti.

“Hani okumamalıydık?” Şaşkın şaşkın yüzüme baktı.

“Seni, senin etik değerlerinle yargıladım. Benim için sorun yok. Okurum.” Ne garip biri. Göz ucuyla senaryoya bakıyordum.

“Kerem hangi karakterdi?”

“Ziya olması lazım.”

“Vay.. Ziya ve Edith. Tarihi dizide oynuyor diye aşk hikayesinden kaçabileceğini sanmış.” Heyecanla defteri kaptım elinden.

“Ver bakayım. Edith mi?” Diyalogları karşılıklı okumaya ve sahneyi canlandırmaya başladık.

 

‘Edith? Gecenin bu saatinde neden evden ayrıldınız?’

‘Ziya.. Ağabeyimden haber alamıyorum. Gündüz vakti çıktı ve hala dönmedi. Birkaç parça eşyasını da almış. Onu gördün mü?’

‘Burası küçük bir köy. Bulamadıysanız başka bir yere götürülmüş olabilir.’

‘Onun için çok endişeliyim. Keşke buraya gelmek gibi bir karar almasaydık, Ziya.’

‘Kararı ağabeyiniz verdi. Ben ise sadece sizi korumakla mesulüm. Endişelerinizden sorumlu olduğumu düşünmüyorum.’

‘Biliyorum, biliyorum.. Sizi suçlamıyorum, teğmen. Benim Fransa’ya dönmem gerekiyordu ancak ağabeyimi yalnız bırakamadım.’

‘Ağabeyiniz savaş muhabiri. Dönmesini ya da işinden vazgeçmesini nasıl beklersiniz? Sizi yarın İzmir’e geri götürüp gemiye yetiştireceğim.’

‘Henüz değil.’ Edith, Ziya’nın kolunu kavrar.

‘Savaştayız, Edith. Siz de buraya bunu bilerek geldiniz. Lakin beni sorumlu tutmak istiyorsanız, son kararım budur.’ Edith Ziya’nın gözlerinin içine bakar.

‘Gitmeye hazır değilim teğmen.’

‘Savaş bitene kadar ağabeyiniz güvende olmayacak. Endişe ve tehlike altında yaşamak zorunda değilsiniz. Evinize dönün.’

‘Sadece ağabeyim değil.. Sizin için de endişeleniyorum..’

 

Kızardım. Kendimizi kaptırmış, canlandırıyorduk. Devamını okuyunca senaryoyu telaşla kapatıp bıraktım.

“İzleyeceğim bir şeye benziyor.” Gülümsedim. Demir konuşmuyor sadece bana bakıyordu. Öyle bir bakıyordu ki, içimi görmek ister gibi. Yutkundum. Beni etkiliyordu. Hiçbir şey yapmıyor ve söylemiyordu da. Oynuyordu benimle resmen.

Bakışlarımı kaçırdım. Arkadaşlarımızı aramaya koyuldum.

“Yemek yiyorlar, hadi gidelim biz de. Acıktım.” Hızlı adımlarla Melisa ve Enes’in yanında bittim.

“Keremle Alara nerede?”

“Gelirler birazdan.” dedi Melisa. Sorgulamadım. Büfeden bir tabak ayarlayıp yanlarına oturdum. Demir de geldi.

“Acıkmadın mı? Ne kadar az şey almışsın.” dedim Demir’e. 4 gözlü tabldotun sadece tek bir gözüne etli yemek doldurmuştu.

“Çok yemişim arabada.” Biri sette bizim alıp alakasız bir yere bıraktığımız senaryoyu arıyordu. Demir’le bakıştık ve susmaya devam ettik.

“Ne zaman bitecekmiş çekimler? Enes? Sen baya sohbeti koyultmuştun. Öğrenmişsindir onu da.” Gerindi Enes yemeğini bitirmişti.

“3 ay sürecekmiş buradaki. Dedim Kerem’cim. Ne zaman canın sıkılırsa, ara beni. Gel Paşalar’a.”

“Dedi gerçekten. Aynen böyle dedi ya.” Melisa’nın ses tonundan Enes’ten utanç duyduğunu anlayabiliyorduk. Melisa’yla çay almaya gittiler.

“Ben de bir lavoboya gidiyorum.” dedim ve masadan kalktım.

“Ben de gireceğim.” Peşimden ayrılmıyordu Demir.

“Alara’lar gelir, belki bizi arar. Masada kalsaydın. Enes’le Melisa da geziniyor.” Sinirini bozduğumu suratından görebiliyordum.

“Bizi küçücük sette kaybedeceklerini sanmıyorum.” Beni göz hapsine almıştı.

“Peki.” Kerem’in karavanının yanında tuvalet gördüğüme emindim. Tek kişilik seyyar bir kabindi.

“Burda bekle.” dedim Demir’e ve kabine girdim. Ellerimi yıkayıp çıktığımda çok uzağımızda olmayan karavanda patırtılar duyduk. Kerem’in karavanıydı.

“Neydi o? Sen de duydun mu?” dedim Demir’e. Karavana dikkat kesilmişti. Tuvaletin kapısını kapattı ve karavanın kapısını tıklattı. Açan olmadı.

“Kerem?” Demir, kapıyı zorladığı sıra Alara kapıyı açtı. Kırmızı gömleği ve kot eteğinin üzerine kan sıçramıştı.. yüzünde de vardı. Dehşetle bize bakıyordu.

Loading...
0%