Yeni Üyelik
35.
Bölüm

18.Bölüm "Direnç"

@parla.den

Merhaba sevgili okuyucular, haftanın yeni bölümü ile karşınızdayım!

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

--------------------------------------------------------------------------------------------

(Tolga'nın gözünden..)

Akın Hoca'ya topları toplamasında yardım etmiştim. Son iki topu da teslim ettikten sonra tribünlere bıraktığım sırt çantamı ve şemsiyemi kaptığım gibi spor salonundan çıkmıştım. Onun yüzünden okuldan geç çıkacaktım. Ada'yı kaçırmamış olmayı dileyerek okulun çıkış kapısına ilerliyordum.

Gülümsüyordum, çünkü oradaydı. Hemen okulun dış bahçe kapısının önündeydi. Onu gitmeden yakalamıştım.

Delice yağmur yağıyordu ve Ada'nın şemsiyesi yoktu. Belli ki yağmurun altında, birinin onu almasını bekliyordu. O kişi ben olmalıydım.

Açık durması için bir taş ile tutturulmuş binanın ağır kapısının eşiğinde dikilmiş Ilgaz'ın kırık şemsiyesini açmaya uğraşıyordum. Sabah benim şemsiyemi alıp kaçtığı için Ilgaz'a sövüyordum. Elimle düzeltiyordum ancak kopçası tutmuyor ve geri iniyordu. Havaya kaldırdığımda yarım kalıyordu. Biri beni itekleyerek geçtiğinde sıkı kavramadığım şemsiye elimden fırladı. Umarım kalan parçaların da kırılmıştır, diyordum içimden. Ilgaz hışımla yanımdan geçip gitmiş ve ben hala şemsiyeyle uğraşırken Ada'yla konuşmaya başlamıştı. Benim sağlam şemsiyemi ona tutuyordu.

Ada keyifli görünüyordu. Yutkundum. Bakışları beni rahatsız ediyordu. Sanki gözlerinin içi ışıldıyordu.. Ilgaz'a bakarken. O ışıltı bana aitti. Ona öyle bakamazdı. Kaşlarım çatılmıştı. Ilgaz konuştukça kıkırdıyor ve hafif ıslanmış saçlarıyla oynuyordu. Derin bir nefes aldım. Birlikte yürümeye başlamışlardı. Tekrar derin bir nefes aldım. Toprak kokan serin ve nemli havanın içimdeki ateşi söndürmesini umut ediyordum.

Ilgaz bırakacaktı onu gideceği yere.. Yağmurda birlikte yürüyüş yapacaklardı. Ada'nın ona bakarken gözleri gülüyordu. Ilgaz bir anlığına bana baktı. Dudakları kıvrıldı. Keyifle. Biliyordu. Onu sevdiğimi. Beni mahvetmeye çalışıyordu, her zamanki gibi. Ancak beni kıran bu değildi. Ada'nın gözleriydi. Parçalarıma ayrılıyordum.

Onlar gözden kaybolduğunda, dışarıda merdivenlerde duruyor olduğumu farkettim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Islanmaya başlamış olan saçlarımın arasından, bir yağmur damlası burnumun kıyısından akıp indi.

Sağ gözüm seyirmeye başlamıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya çabalıyordu. Olmuyordu. Onun yerine üstümden yağmurlar iniyordu. Tırnaklarımın ete battığı yumruklarımı çözüp avuç içlerime baktığımda saniyeler içinde kapanan yaraların üzerini kaplayan kanımı gördüm. Yağmur avuçlarımdan akıp giderken kanı da yıkayıp gitti. Ne ara bu kadar sıkmıştım ellerimi, farkında değildim.

Boğazıma oturan yumru dağılıp gitmemişti. Üstüne görüşüm kararmaya başlamıştı. İçimde bir şeyler kaynıyordu. Tekrar okul binasına döndüm. Yerdeki yarım şemsiyeyi aradı gözlerim. Şemsiyenin demirini kavrayıp tek hamlede iki parçaya ayırdım.

"Tolga." Demir gelmişti. Nasıl oluyor da her zaman yanımda beliriyordu? Kolumdan tutup yüzüme bakmaya çalıştığında ittim onu. İstemiyordum. Sürekli etrafımda olmasından nefret ediyordum. İtmemle okul kapısına çarpıp camı çatlatması bir oldu. Bu herhalde Demir'i fırlatarak okula verdiğim ikinci hasardı. Derin derin nefesler alıyordum. Kontrolü kaybediyordum. Yavaş yavaştı ancak gidiyordu. Yakınlarımda neden burada olduğunu bile anlayamadığım bir masa vardı. Masaya yaslandım. İyi değildim. Elim kalbimin üzerinde, atışlarını dinliyordum. Kontrolden çıkıyordu.

Demir kalkmıştı. Göz ucuyla onu izliyordum. Kırdığım şemsiyeyi çöpe attı. Kapıya bakıyordu. Yapabileceği bir şey yoktu belli ki camda bıraktığı derin çatlağa.

Duramıyordum. Beslenmeliydim. Birine ihtiyacım vardı. Birine. Gözlerimi kapattım ve kokuları içime çektim. Üst katta biri vardı.

"Tolga, iç." Demir'in elindeki tüpten yayılan koku dikkatimi çekmişti. İçtim. Biraz beslenmek, biraz kendimi sakinleştirebilmek renkleri geri getiriyordu. Derin nefesler alıp vermeye devam ediyordum.

"Sil ağzını." Çantasından bir şişe su çıkarttı. Birazıyla ağzımı temizledim. Kalanıyla ağzımın içini. Sakinleşmiştim. İlk defa bu kadar kolay sakinleşiyordum.

"Gülümse." Dedi zorla suratımda bir gülümseme yapmaya çalışırken. Ellerini ittirdim. Vampiri def etmiştim ancak.. hazmedemiyordum. Ada'nın yaptığı şeyi kabullenemiyordum. Kalbim.. kırılmıştı. İnanmıştım. Ne salaktım.

Çantamı asınıp, yağmurda ıslana ıslana yürüdüm.

***

Hafta sonuydu. Okul yoktu. Ben de Demir'e gelmiştim. Evlerine hatırı sayılır bir uzaklıkta, sık ağaçların arasında bir çayırda, yay ve oklar ile atış yapıyorduk. Başta neden bunları kullandığımızı anlayamamıştım. Sonra gücümü bir insanınkiyle sınırlayabilmeyi öğrenmem için en incelikli sporun okçuluk olduğunu söylemişlerdi.

Elime aldığım her yayın telini koparınca, Demir tekrar yay vermemişti. Biraz da sinirlenmişti. Uyguladığım kuvveti ayarlayabilmem için birçok tera bant getirmişti ve ben 12 tanesini çoktan ziyan etmiştim. Her kopup kolumda ya da suratımda patladıklarında, neden beni okçulukla terbiye etmeye çalıştıklarını daha iyi anlıyordum. Gücünü titizlikle kontrol etmen gerekiyordu.

Bir süre daha devam etmiştim ve sonunda bandı koparmamıştım. Demir'e sevinçle gülümsedim. O kadar çok uğraşmıştık ki, aferin delisi hissediyordum. Altın sarısı, sertliği en yüksek bandı bana sanki yay tutuyormuş gibi tutturup yavaşça ve onun direncini hissederek çektirdiğinde, yeterince çile çektiğimi söyleyip bandı elimden aldı.

Bir yay uzattı Demir bana. Yine acele edip oku fırlatmaya çalışırken kopardım. Bıkkınlıkla oflayıp pufladı.

"5 yayım kaldı. Lütfen, koparma artık." diyip farklı bir yayı göğsüme vurdu. Yayları sıraladığı tahtaya baktım. Kopmuş olan ipler sallanıyordu. Biraz utandım, biraz da içim sıkıldı.

"Yapamıyorum." Dedim elimdeki yayı indirerek. Fazla çekiyordum acele edip. Bana öyle gelmiyordu ancak öyleydi işte. Demir gözlerini devirdi. Tahta standdan bir yay ve ok aldı. Elindeki, bana verdiklerinden daha profesyonel bir şeye benziyordu. Oku yerleştirebileceği bir nişangahı bile vardı. Yanıma dikildi ve ağır hareketlerle yayı hafifçe asılıp bıraktı. Ok fazla uzağa gitmedi. Hemen 10 metre uzaktaki bir ağaca saplandı. Elindeki boş yayı tekrar kaldırdı ve parmaklarını tele yerleştirdi. Vücudu dik ve bana dönüktü. Yavaş, derin nefesler alıp verdi. Gözünü de hedeften ayırmadı. Yayı oldukça hafif asıldı.

"Acele etme, Tolga. Senin harika bir atıcı olmana ihtiyacımız yok. Sadece yavaş ve kontrollü olmaya odaklan. Yaya olabildiğince kibar davran." Gerdiği yayı gevşetti ve standa geri bıraktı.

"Neden sen o yayı kullanıyorsun da ben bunu kullanıyorum?"

"Senin için önemli olan bu değil. Ayrıca diğerini de koparmanı istemiyorum. Onu buralarda bulmak zor oluyor. Hadi çalışmaya devam et." Bir tane ok aldım.

"Oku bırak ve yayı asıl sadece." Onu dinlemedim. Yavaş ve kontrollü olacaktım. Demir'in vurduğu ağacı hedef almaya çalışarak oku fırlattım. Okun kulağımın yanı başından fırlayıp gitmesinin yarattığı tiz ses, duyduğum en boktan notaydı. Ardından, kopan yayın teli gözüme çarpmıştı. Kalınlığına rağmen koparıyordum işte ve hemen iyileşmeme rağmen vücuduma çarptırıp durduğum tel ve lastiklerin acısını hala hissediyordum.

Bir saati geçik süre çalıştıktan sonra, sonunda gücümü ayarlayabildiğimde atış yapmaya başladık. Demir biraz keyiflenmişti. Birkaç ağaca atış yaptıktan sonra havaya elmalar fırlatmaya başladı. Tüm duyularımı kullanarak elmaları vurmamı istiyordu ancak bir türlü yapamıyordum.

Sıkılmıştım. Konuşmuyordu da. Evden getirdiği standın yanına attığı sallanan sandalyeden beni izliyordu sadece. O da sıkılmıştı benden.

"Kami neden bizimle gelmiyor?" Sallanmaya devam etti dediğimi umursamadan ve bir elma daha fırlattı. Hedefsiz bir ok daha fırlattım.

"Nasıl bu kadar kötüsün?"Dedi bana. Olmuyordu. Gücümü biraz daha insani seviyelerde kullanmayı öğrensem de diğer duyuları kontrol etmekte hala berbattım.

"Olmuyor işte." Yayı elimde sallıyordum. Cevap vermedi. Bir süre sessiz kaldıktan ve bana boş boş baktıktan sonra konuşmayı sürdürdü.

"Vampirler gündüzleri uyurlar.. güneşten uzak dururlar yani. Kami o yüzden gelemiyor." Rüzgar ağaçları savurduğunda güneş ışınları Demirin üzerine düşüyordu.

"Daha önce okula gelmişti."

"Koruyucu giysiler ve birtakım önlemler ile.. Yapması zor ve riskli şeyler."

"Peki sen nasıl çıkıyorsun? Senin de üzerinde göremediğim koruyucu bir giysi mi var?" Gülmüş olmasına rağmen gözlerinin içinde dolanan karartıyı görebiliyordum. Cevap vermedi.

Elindeki elmayla, elimdeki oku vurdu. Yere düşen elma biraz ezilip büzülmüş, yaya çarpan yüzü kesilmişti. Ok ise fırlayıp ağaca çarparak iki parçaya ayrıldı.

"Elim.." Acımıştı.

"Kopmadı ya." Bir vampir hızıyla sandalyeden fırladı ve yay ile ok kapıp yanımda belirdi. Oku yaya yerleştirip çekti.

"Kolum.. kopsaydı ne olurdu?"

"Bilmek istemezsin." Suratı ekşimişti. Sormak istemedim ben de. Yeni bir kol mu çıkarırdım yoksa.. sonsuza kadar kolsuz bir vampir olarak mı yaşardım? En iyisi vücut parçalarımı bir arada tutmaktı.

"Bir tane fırlat." dedi bana elma kasasını göstererek. Bir tane elma alıp fırlattım havaya. Sakin ancak hızlı hareketlerle elmayı hedef alıp vurdu. Sanki bir olimpiyat okçusunun hedefine odaklanmak için ayırdığı saniyeleri saliseler içinde yaşıyordu. Böyle olmalıydım işte. Elma okla beraber uçup gitti.

"Birinin kafasına girmez umarım." diyebildim hayran hayran bakarken.

"Bizim eve git." dedi.

"Daha devam etmeyecek miyiz? Henüz çok erken. Hem ben.. hazır değilim."

"Hayır, eve git ve elmayı getir. 5 saniyen var." dedi bana, saymaya başladığında var gücümle koşmaya başladım.

Dört. Sesten hızlı değildim. Duyuyordum.

Üç. Hadi. Yapabilirdim.

İki. Elma? Nerede ki?

Bir. Daha neler. Kapıda. Elma kapıya bir süsleme gibi saplanmıştı.

Süren bitti.

Bir vızıltı. Elmayı kapıdan çekip çıkardığımda kulağımı sıyırıp geçen ve kapıya saplanan okun sesiydi. Kulağımda vızıldayan dev bir arı gibi.

"Beni öldürmeye mi çalışıyorsun?" Kahkahası yükseldi. Birkaç kilometre uzaklıktaydık ancak bağırdığımızda her şeyi net duyabiliyorduk.

"Keyif mi alıyorsun bundan?" Elimdeki elmalı oku geri fırlattım. Okla beraber koştum. Ona yetişmeye çalışıyordum ve başarıyordum da. Demir'i gördüğümde oku yakalayıp durmaya çalıştım ancak başaramayınca yuvarlanıp bir ağaca çarptım. Demir ikinci defa kahkahayı patlattı.

Tüm gün, Demir beni koşturmasına rağmen hiç yorgun hissetmiyordum. Bu işi sevmeye başlamıştım. Bitmeyen enerjim vardı. Daha güçlü, daha hızlıydım. Kendimi kontrol etmeyi de öğreniyordum. Güneşe bile çıkabiliyordum. Sanki vampir değil de.. üstün insan oluyordum.

***

Sokağı aydınlatan mor neon lambalar, hayatımda bir daha görmek istemeyeceğim kadar parlak ve rahatsız ediciydi. Kami bizi bir bara götürüyordu.

Barın kapısında dikilen görevliyi ikna edip beni içeri sokmaları onlar için hiç zor olmamıştı.

"Bu bara ilk gelişin mi?" diye sordu bana Kami. Hatta herhangi bir bara ilk girişim olacaktı.

"Evet." dedim.

"Neyse ki kimlik göstermen gerekmedi." dedi gülümseyerek.

"Ne içersin?" dedi barmene yaklaştığımızda.

"Bilmem." dedim. Gülümsedi ve saçlarını savurdu. Kendisine birkaç içki ısmarlayıp beni sodayla bırakmıştı.

"Eğlenmeye gelmedik sonuçta. Soda sana yeter." dedi kendi içkisini dikerken etrafta göz gezdirerek. Barın önündeki tabureye, bara sırtımızı vererek oturmuştuk.

"Bak bakalım etrafına. Hangisini istersin?" Hangisi, diyordu. Hayvanın hangi parçasını yemek istediğimi sorar gibi. Antrikot, kaburga.. Birini gözüme kestirip gösterdim. Demir hareketlendi. Gösterdiğim kişiyi ikna edip dışarı çıkardı.

"Git peşinden." dedi Kami. Kafasına diktiği boş bardağı bırakmış sırada içkilerinden hangisini içse diye bakıyordu. Sodamdan bir yudum aldım. Kami'nin telefonu titredi. Demir'e doğru gidiyordum ki Kami kolumu kavradı.

"Bekle." Telefonuna baktım. Demir'di.

'Ahmet geliyor. Aden de dışarıda.' Yazıyordu mesajda.

Bu insanlar da kimdi?

"Barın arkasına geç. Çabuk." Barmeni benim burada olmayışıma ikna etti ve sodayı geri uzattı. Beni neden saklıyorlardı? Barın arkasına geçmiş sessizce bekliyordum.

"Kamile." Öpücük sesleri geliyordu. Sevgililer miydi? Yoksa selamlaşırken öpüşürler miydi?

"Uzun zaman oldu. Nasılsın?"

"İyiyim Ahmet. Sen nasılsın?" dedi Kami hoşnut olmayan bir tonda. Adam Kami'nin yanına oturmuştu.

"Arkadaşım, bana da bundan." Barmen, adamın içkisini hazırlıyordu. Gerçekten ben yokmuşum gibi hareket ediyordu barmen, hatta elime basmıştı ve ani bir ses çıkarmadığım için minnettar olmuştum kendime.

"İyiyim ben de. Beni özlemiş gibi durmuyorsun." dedi adam.

"Neden özleyeyim seni?" dedi Kami soğuk ama çekingen bir ses tonuyla. Ahmet güldü. Onları dinlemek için duyularımı kontrol etmeye çalışıyordum ve başarısız bir anımda Ahmet'in kahkahaları beynimin derinliklerinde çınladı.

"Neden geldin?" dedi Kami. Soğuk bir sesle.

"Çocuğu Antalya'ya getirmeniz lazım. Bu kadar eğitim yeter." Kimden bahsettiğini anlamak için gayret ediyordum ama barın gürültüsü ve birbirine karışmış birçok atan kalbin sesi, bazı kelimeleri kaçırmama sebep oluyordu.

Bir süre hararetle konuştular, müzik durduğunda onları daha net duyabiliyordum.

"Hazır değil. Kontrol edemiyor kendini. Ayrıca çok nüfuzlu. Bırak okulu bitirsin. Sonra kimse sorgulamaz." Çocuk, bendim. Benden bahsediyordu. Antalya'da ne vardı ki? Beni kaçıracaklardı. Kami ve Demir de buna yardım ediyordu. Anlamıyordum.

"Kamile yine şefkat gösteriyorsun. Yine aynısını yaparsan bu sefer seni bırak Demir'i de koruyamam." Kami iç çekiyordu. Ahmet'in tınısı hoşuma gitmemişti. Onlar da baskı altındaydı. Kimden çekindiğini merak etmiştim.

"Bir süre buralarda olacağım. İzin ver bir akşam seni yemeğe çıkarayım." dedi Ahmet samimi bir tonda. Sevgililerdi.

"Ahmet, sonsuz hayatımın bir dakikasını dahi seninle geçirmek istemiyorum. Ne yemeğinden bahsediyorsun?" Ayrılmışlardı demek.

"Öyle mi?"

"Öyle."

Ahmet'te bir şey vardı. Tüylerimi ürperten türden.

"Peki öyleyse. Rahatsızlık verdim." Rahatsızlık verdiğini söylerken bile rahatsızlık veren bir tipti. Sesi, birçok insanın hayatı boyunca karşılaşmak istemeyeceği bir bela kadar derinden ve tehditkardı. Ayağa kalktı. İçkisini tek seferde içip bara çarpar gibi bıraktı.

"Siz çocuğu vermezseniz, ben alırım. Sen değil belli ki ama ben Demir'i koruyacağım." dedi ve çıktı bardan.

"Sen önce kendinden koru bizi it herif." Kami elindeki bardağı masaya çarptı. Kalamazdım. Burada duramazdım. Ne Kami'yle ne Demir'le yalnız kalmak istemiyordum. Barın arkasındaki kapıdan sıvıştım. Dışarı çıktım. Bir taksi bulup eve gittim.

Mira beni pencereden odama sızarken yakalamıştı ve belli ki üzerimdeki kapsülleri bulmuştu. Uyuşturucu sanmıştı.

Aynı gecede vampir dostlarımdan ve beni besleyen kapsüllerimden olmuştum. Artık ne bana yol gösterecek ve besleyecek biri vardı ne de o küçük aptal kapsüllere sahiptim.

 

Loading...
0%