Yeni Üyelik
41.
Bölüm

22.Bölüm "Vizyonerler"

@parla.den

Merhaba sevgili okuyucular, haftanın yeni bölümü ile karşınızdayım!

Mira'nın bakışından okuduğumuz son bölüm olan, 13. bölümdeki zaman diliminden devam ediyoruz.

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

--------------------------------------------------------------------------------------------

13.Bölümde neler oldu?

...

Henüz aradaydık ve bir oyun daha oynayacaktı Enes'in takımı. Hava da kararmıştı ancak Enes çok heyecanlıydı, onu yalnız bırakmak istememiştik.

....

"Şuradaki Melisa değil mi?" diye ekledi Enes. Hepimiz gösterdiği yöne baktık. Biriyle sarılıyordu. Yeni saç kesimi ve dövmesi ne kadar da yakışmıştı Demir'e. Boğazıma oturan şeyin inip gitmesini umarak yutkundum.

"Bu kadar belli etmeseydiniz keşke.." dedi Enes. Haklıydı. Ayrıldıklarında ikisi de onlara baktığımızı fark etmişti. Melisa da, Demir de. Melisa'yı kimin ısırdığı şimdi belli olmuştu işte.

--------------------------------------------------------------------------------------------

(Mira'nın gözünden..)

Kitaplarım ve notlarım, masamda ve yerlerde sereserpe duruyordu. Kıyafetlerimi ise toplamadığım yatağın üzerine atıp okula gitmiştim. Odama kimsenin girmesini istemediğim için Selvi teyze de toplayamıyordu.

Yatağın üzerindeki çamaşırları bir topak haline getirip, birkaç beyaz gömleğin buruş buruş durduğu sandalyemin üzerine koydum ve yatağıma oturdum. Başımı yastığa yasladım. Odam kadar zihnim de dağınıktı. Dinlenirken bir süre tavanı izledim.

Kapı çalıyordu. Saat geç olmuştu ve annem evde değildi. Kapıyı açmak istemiyordum, ancak her kim ise pes edip gitmiyordu da. Delikten bakmak için yaklaştım. Kimse görünmüyordu. Arkamı döndüğümde tıklatmaya devam etti. İçimden bir ses açmamam gerektiğini söylüyordu, ancak tıklatmayı kesmeyecek gibiydi. Kapının zincirini taktım. Sadece küçük bir aralık açıp kim olduğunu görecektim.

“Kim o?”

“Sürpriz.” Kapıyı kapatmaya çalışıyordum ama nafile. Aksine, Kerem zinciri kırıp kapıyı açmıştı. Beni öldürecekti. Kurtulduğuna seviniyorken, böylece yanıma gelmesi aklımı almıştı.

“Kerem. Ben.. istemeden oldu. Lütfen gider misin? Korkuyorum.” Kahkahayı patlattı.

“Korkuyor musun? Ne oldu? Hayalet görmüş gibisin. Halbuki hayatta olduğumu biliyorsun.”

“Kerem, ne olur git.” Geri geri kaçıyordum. Salona girdiğimde, yemek masasının önünden bir sandalyeyi çektim. Aramızda bir bariyer gibi tutuyordum.

“Alara.. Neden öyle yaptın? Beni görmeye gelmiştin. Beni sevdiğini sandım. Neden kaçmaya çalıştın benden? Neden öldürdün beni?” Acıklı acıklı gülümseyerek konuşuyordu. Ciddi miydi, dalga mı geçiyordu, hesap mı soruyordu, eziyet mi ediyordu bana, anlayamıyordum. Akli dengesi yerinde değil gibiydi.

“Öldürmedim ben seni.”

“Öldürmedin mi?” Göz bebekleri kızardı. Nefesim kesildi. Çığlık atmak istiyordum ancak atamıyordum.

“Öldürmedin mi?” Sesi kalınlaştı. Sanki dilimi yutmuştum. Hiçbir ses çıkaramıyordum. Oracıkta, aklımın başımdan uçup gideceğinden korkuyordum.

Bir pencerenin kıyısındaydım. Kendimi yarım aralık pencereden dışarı atmaya çalıştım, ancak başaramadım. Beni saçımdan tutup içeri çekti.

“Nereye? Beni bırakıp nereye gidiyorsun?”

Sonunda. Çığlığı basmıştım sonunda. Yardım için yalvarıyordum. Elini ağzıma bastırdı. Isırdım. Bir an canı yandı ve elini geri çekti ama uzun sürmedi. Hemen yine ağzımı kapattı.

“Ne kadar saldırgan bir kızmışsın sen. Böyle olduğunu bilsem seni o gün asla davet etmezdim. Sen benim hayatımı bitirdin. Beni bu canavara sen dönüştürdün.” Başımı sallıyordum. Ben ona böyle bir şey yapmamıştım. Korkudan bayılacaktım. Kimse.. kimse yardıma gelmeyecek ve ben bu gece kafayı yemiş bir yaratığın ellerinde ölüp gidecektim.

Elini çekiştiriyordum ancak milim yerinden oynatamıyordum. Beni odanın ortasına sürüdü ve yere fırlattı. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Çığrınmayı bırakmıştım. Beni susturmak için boğuyordu. Nefes almaya çalışıyordum. Ayağa kalkmak için çabalıyor, başaramıyordum.

“Beni dönüştüren vampir söylemişti kanını verirken.”

“Ya ölecek ya da vampir olarak doğacak.” Bunu birinin taklidi yapıyormuş gibi ciddi ciddi söylemişti. Sonra hüzne boğuldu.

“Bana sunduğu yaşam buydu. Şimdi ben de sana aynısını vereceğim.” dedi ve dışarı çıktı.

Telaşla uyandım. Odamdaydım. Alara değildim. Mira’ydım. Yutkundum. Sakinleşmek için bekledim. Daha iyi hissettiğimde yatakta doğruldum ve etrafa baktım. Odamdaydım ancak.. çok sessizdi. Araçların geçmeyi durdurduğu, sokak köpeklerinin havlamayı kestiği türden bir sessizlik değildi bu, sanki.. duyamıyordum. Mesela çığlığımı duyamamıştım. Konuşmayı denedim. Olmuyordu. Tekrar çığlığı bastım. Olmuyordu. Kimse de bana bakmak için odama gelmiyordu. Yatağımdan kalktım. Işığı açmaya çalışıyordum ancak çalışmıyordu. Odamın kapısını açmaya çalıştım ama kapı o kadar sertti ki açılmadı. Dışarısı ise o kadar parlaktı ki. Odam karanlık olmasa, gündüz olduğunu düşünecektim. Dışarıda ne olduğunu merak ettim. Perdemi araladım. Birden sesler yükseldi. Attığım tüm çığlıklar bana borçlanmış gibi yükseldi, yanan evlerin çıtırtısıyla karışıp kulaklarımı ve kafamın içini doldurdu.

Sıkıntıyla, ter içinde uyandım. Boynum tutulmuştu. Otururken uyuyakalmıştım. Bir rüya daha olmasını kaldıramazdım. Kendimi çimdikledim. Derin nefesler aldım. Rüyada yazılar okunamaz olur derlerdi. Kalkıp masamdaki kitaplara göz attım. Normaldi. Sonunda uyanabilmiştim. Ağlamak istiyordum ama gözlerimden yaş akmıyordu.

Aynanın karşısına dikildim. Perişandım. Kendimi toparlayamadığım gibi, zihnimi de toparlayıp baş edemiyordum. Olmayacak kabuslar görüyordum. Gerçekleşmeyeceklerdi.

Pencereyi açtım. Biraz hava değişsin istedim. Bu saçma sapan rüyaların sebebi benim dağınıklığımdı. Benim ruhumun, zihnimin ve odamın dağınıklığı. Odamı temizlemeliydim. Biraz dua etmeli ve namaz kılmalıydım.

Sakinleşmek için derin nefesler alıp veriyordum. Önce nevresimleri değiştirecektim. Yastık kılıfını söküp çıkardım. Çamaşır yığınının üzerine eklemek için arkamı döndüğümde gördüğüm rüyaların da verdiği korkuyla yerimden sıçradım. Kalbim boğazıma tırmanmıştı. Çapsız bir çığlık ağzımdan kaçıverdi.

“Korkma, benim.” dedi Demir eliyle ağzımı kapatarak. Elini yüzümde hissedince korkuyla titredim ve onu ittim. Demir de korktu benden ve geri çekildi. Mahsun mahsun suratıma bakıyordu.

“Neden bu kadar korktun?” Saçları değişmişti. En son gördüğümde kestirmişti, şimdi ise eskisi gibi uzundu.

“Korkmamam mümkün mü? Bu şekilde giremezsin buraya. Çıkar mısın?” Burası benim odamdı. Yaşadığım yer. Böyle gelip giremezdi. Onun ne olduğu cabası. Sessiz kalınca söylenmeye devam ettim.

“Sen geldiğin için çığlık atmam gerekmiyor mu zaten?” Yorganımın kılıfını sökmeye koyuldum.

Söyleniyordum, gitmesini istiyordum. Bazen, pjama yerine bile giyip uyuduğum ev kıyafetlerimle yakalanmış olmaktan da utanıyordum.

Pislik herifin tekiydi. Hem arkadaşıma hem bana yürüyordu. En azından ben öyle hissetmiştim.. Belki de hep aklındaki, Melisa’ydı. Neyse ki artık umrumda değildi. Demir umrumda değildi. Zaten bir vampirle nasıl bir arkadaşlığım olabilirdi ki? O tehlikeliydi. Uzak durmalıydım.

“Nasıl yani? Benden korkuyor musun? Benden korkman gereken hiçbir şey yok. Buna alıştık, aştık sanıyordum.” Şaşırmıştı. Birini olduğu şey için yargılayacağımı düşünmezdim hiç. Kabul etmiyordum ve bunun için kötü hissediyor olmaktan nefret ediyordum. Mideme oturmuş olan yumru benimle hemfikir olmuyordu.

“Sana zarar verecek olsam verirdim. Bana güvendiğini sanıyordum.” diye devam etti Demir. Gözlerine baktım. Yutkundum. Gözlerindeki ışık içime işliyordu. Gitmek istemediğini, benimle konuşmak istediğini yumuşacık bakışlarında görebiliyordum. Neden bu kadar kafa karıştırıcıydı?

“Git buradan.” dedim isteksizce. Gitmesini istemiyordum.

“Gitmeyeceğim. Konuşmak istiyorum seninle.” Cevap vermedim ama memnun olmuştum.

“Ne yapıyorsun?” Sessiz sessiz işime devam edince yardım etmeye karar vermişti. O kadar çelimsizdim ki, pamuk yorganı kılıfından ayırmak benim için çok uzun sürüyordu. Demir, kılıfı alıp tek harekette yorgandan çıkarttı. Kendimi tutamadım ve güldüm.

“Oh be. Sonunda güldün.” Yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Bakakaldığımı fark edince utandım. Hemen gözlerimi kaçırdım. Elindeki kılıfı aldım.

“Aysel teyzelere pamuk dövmeye de gitsene. Bunca güç kuvvet işe yarasın. Kadın çok mutlu olur, her sene abilerimi darlıyor yardım etmeleri için.” Ne anlatıyordum ben. Gülüyordu.

“Mira.. Seni çok özledim biliyor musun?” Görebiliyordum. Elimde olmadan gülümsedim. Sessiz kaldım. Beni özlemişti. Yorganı yere fırlatıp çarşafı kaldırdım.

“Ben, her şeye alışmaya çalışıyorum. Kabul etmeye uğraşıyorum ama.. sen yalan söylüyorsun bana Demir.”

“Ne yalanı? Sana her şeyi anlattım ben.”

“Hayır anlatmadığın bir şey var.” Gözlerimi gözlerine diktim.

“Benden bir şey saklanmasını ya da bana yalan söylenmesini sevmem biliyorsun.” diye ekledim.

“Bak.. Tolga’nın olayını sana anlatmak isterdim ama bu onun meselesi, onun sırrı.”

“Tolga mı?”

“Sen neden bahsediyordun?” Birden içimde merak kabardı. Ağzından kaçırdığı şey neydi? Uğraştığım şeyi bıraktım.

“Şuan benim neyden bahsettiğimin önemi kalmadı. Tolga’ya nolduğunu anlatacaksın.”

“Şey..Yani. Anlatamam.”

“Hayır, anlatacaksın kaçamazsın artık.”

“Tolga dönüşüyor.” Gözlerim yuvalarından o kadar çıkmıştı ki canım acımıştı.

“Ne demek dönüşüyor? Neye dönüşüyor?”

“Tolga.. vampire dönüşüyor. Ama onun ki çok farklı Mira. Bir sorun ve ona yardımcı olmaya çalışıyorum. Tam dönüşemiyor, geri de dönemiyor. O yüzden hastalık çekiyor. Sana verdiğim şey de onu kısa süreliğine de olsa iyileştiriyor.”

“Benim kardeşim.. vampir mi?”

“Bu yeni başladı Mira..” Derin bir nefes aldı.

“Nasıl? Bir insan vampire nasıl dönüşür?”

“Bir vampirin kanını içersin ve ölürsün.”

Rüyalarım aklıma geliyordu. Kerem ne demişti, Beni dönüştüren vampir söylemişti kanını verirken. Ya ölecek ya da vampir olarak doğacak.

Bir ölüm. Sürekli göz ardı etmeye çalıştığım. Tolga’nın öldüğü kabusum. Ilgaz’ın ellerinde hem de.

“Mira iyi misin?”

“Bu aralar seni her gördüğümde sindirmem gereken çok şey oluyor.”

“Tolga bunu yaşadı yani? Öldü.” diye ekledim.

“Yaşamış olması gerek.”

“Demir ben.. aylar önce bir rüyamda Tolga’nın öldüğünü görmüştüm. Derste hocanın kimi fırçalayıp müdüre yollayacağını görmekle, bunu görmek arasında çok fark var..” Duraksadım. Kalbim sıkışıyordu. Daha bugün gördüğüm, henüz detaylarıyla zihnimde tazecik duran rüyalarım aklıma geldi.

“Ben bunları niye görüyorum?” Annem anlatmıştı ancak inanmam için her zaman daha fazlasına maruz kalmam gerekiyordu.

“Mira?” Titriyordum. Her şey gerçek oluyordu ve Alara tehlikedeydi.

“Demir. Hani bana sürekli rüyalardan bahsediyorsun ya? Rüyalarda gerçekleri görürsün diyorsun. Bunu niye söylüyorsun?”

“Senin vizyoner olduğunu birkaç görüşmemizde anlamıştım. Sıkıntılı halinden. Tolga da senin sürekli kabuslar gördüğünden bahsedince.. taşlar yerine oturdu.”

“Vizyoner mi? Benim gibi başka insanlar da mı var?” Demir beni yatağa oturttu ve önüme oturdu.

“Bak Mira. Dünya senin bildiğin kadar değil. Dünyada çok fazla çeşitli yaratık var. Vampirler ve vizyonerler de bunlardan.”

“Dahası da mı var? Kurt adamlar?”

“Şaka yapıyorum. Biraz gevşersin sandım. Hayır kurt adamlar efsaneden ibaret. Sadece insanlar, vampirler ve vizyonerler. En azından benim bildiklerim.” Gülüyordu.

“Komik mi bu şimdi? Sen ne anlattığının farkında mısın?”

“Yüzyılı aşkın yaşayınca her şey çok sıradan gelmeye başlıyor. Sana masal anlattığımı düşüneceksin uzun süre. Rüyaların çıkmaya başladığında gör birde.” Ürperdim. O da hissetti. Gözlerimin içine baktı.

“Çoktan gerçekleşenler olmuş.” Ellerimi avuçlarının içine aldı.

“Mira, hayatın artık eskisi gibi olmayacak. Çok zorlanacaksın biliyorum. Bu yüzden.. yanından ayrılmak istemiyorum. Sana yardımcı olmak istiyorum.”

“Gördüklerimin hepsi.. gerçek mi?” Derin derin nefesler alıyordum.

“Gördüğün şeyler ya çoktan yaşandı ya da yaşanacak Mira. Hayat çizgisinde varlar.. Vizyonerler yanılmaz.”

“Alara..” Ayaklandım. Panik olmuştum.

“Alara’nın başı dertte.” Odada bir o yana bir bu yana yürüyordum.

“Mira, yavaşla başımı döndürüyorsun.”

“Kerem, Alara’ya saldırıyordu.” Telefonuma sarıldım. Alara’yı aramalıydım. Telefonu elimden aldı.

“Telefonumu geri ver. Alara’yı aramalıyım.”

“Kerem benim evimde. Mahzende. Bir şey yapacaksa bile o gece bu gece değil.”

“Mahzen? Sen nerede yaşıyorsun?”

“Dağda.. ormanın içinde.” Daha önce söylemişti ama evinde bir mahzen olduğunu tahmin edemezdim tabii ki.

“Eh sana uygun.” Gülüyordu.

“Bir gün oradan kurtulacak Kerem. Alara’yı öldürecek. Ne yapacağım ben şimdi?”

“Engel olacağız. Kaçmaması için elimden geleni yapacağım. Hala yaşanmamış olan şeyleri önleyebiliriz. Sadece çabalamazsak gördüğün gibi gerçekleşirler. Merak etme onu zincirle bağlayacağım.”

“Onu tutacağına emin misin?”

“Tutmasını sağlarım.”

“Rüyaların illa gerçekleşir dedin.”

“Vizyonerler gerçekleşmiş ve gerçekleşecek şeyleri görür dedim. Henüz gerçekleşmemiş olanlar her zaman müdahaleye açıktır. Geleceği şekillendirmede önemlisiniz yani.”

“Peki. Sana güvenmek istiyorum.”

“Bana hala güvenmiyor musun?”

“Ben seni hiç yarı yolda bırakmadım ki Mira.”

“Mira ben..” dedi Demir.

“Sen?” dedim. Duraksadı.

“Yanındayım. Hep.” dedi ve pencereye doğru ilerledi.

“Odayı kendin toparlayabilirsin değil mi?”

“Demir.” Kızıyordum. Bir şey söyleyecekti ama vazgeçmişti.

“Gidiyorum. Okulda görüşürüz.”

“Görüşürüz.” Pencereden atlayıp gitti. Rüyalarımın önlenebilir olduğunu öğrenmek beni sakinleştirmişti.

Demir’i, Melisa’yla görmüş olmak ara ara beni çıldırtıyor olsa da, fırsat bulup bunu soramamış olsam da, Demir’in yakınımda olmasından mutluluk duyuyordum. Melisa’yı sormak isterken bunun yerine vampirler ve vizyonerlerle ilgili bir dolu şey, birde Tolga’nın da bir vampire dönüşmek üzere olduğunu öğrenmeyi beklemiyordum. Yeni dünyaya alışmaya ve daha az şaşırmaya başlamıştım.

Melisa meselesi de aklımdan çıkacak gibi değildi. Melisa’yı da bir gün soracaktım.

Odamı topladıktan sonra Alara’yı aramaya karar verdim. Sesini duymak bana iyi gelecekti. Bir şeyden bahsetmeyeceksem de, onu aramalıydım.

***

“Tut elimi.” Üzerinde üniforma yoktu. Gerekte yoktu. Dilini anlıyorsam dosttur, diyordum. Elini tuttum. Bana yardım etmesine izin verdim.

“Adınız nedir?”

“Kamile.” Başım dönüyordu.

“Ahmet.” dedi boylu poslu adam, cebinden çıkardığı mendili uzatırken. Mendili aldım ancak ne için verdiğini anlayamamıştım. Elimden geri aldı ve ağzımı sildi. Mendil kanla kaplanmıştı.

“Beni takip edin.” Ormanın ortasındaydık. Buraya nasıl gelmiştim, hiçbir fikrim yoktu.

“Çadıra dönmeliyim, hastalarım beni bekliyor.” Sessizlik aniden bozuldu. Ormanın sakinlerinin kuru tıkırtılarını, bombanın sağır eden sesi ve yeri sallayan hiddeti susturdu. Halihazırda dengemi koruyamadığımdan sarsılıp yere düştüm.

“Ahmet Bey.” Elimi uzatıyordum. Çünkü kalkmayı başaramamıştım.

“Elimi bırakmayın.” dedim utana sıkıla. Tekrar ayaklandım. Bombalar, toplar hiç durmadı. Silahlar da ardından konuşmaya başladı.

“Ters yöne gidiyoruz. Cephe bu tarafta.”

“Cepheye gitmiyoruz.”

“Ancak ben hemşireyim. Hastalarım beni bekliyor.. Sahi ben nasıl ormana geldim? Beni burada mı buldunuz?” Yavaş yavaş yürüyorduk ancak durdu.

“Kamile Hanım. Sizi düşman cephesinde, esirlerin arasında buldum. Öldüresiye dövülmüştünüz. Baygındınız. Sizi kurtardım ve ormana getirdim.” Yalan söylüyordu. Benim hiçbir şeyim yoktu ki. Sadece biraz sersemdim.

“Ancak ben iyiyim. Anlamıyorum sizi..”

“Kamile. Savaş alanından uzaklaşmadan sana bir şey anlatamam.”

“Gidemem. Üzgünüm.” Elimi çektim ve kıyamete doğru yürümeye başladım.

“Henüz düşman cephesine çok yakınız. Burada ayrılamazsınız benden.”

“Bırakır mısınız beni?” Hızla içimden geçen ateş, yarıp geçtiği yerde sıcaklık bırakmıştı. Kurşun alnımın ortasında bir delik yarattı. Sürtünmenin sıcağı ve delikten esen rüzgar, tuhaf hissettirmişti. Böylece ölüyordum. Savaştan kaçan ya da belki de farklı bir taktik denemek için ormana sızan bir grup acemi askerin kurşunuyla, hayatım son buluyordu. Kendimi yere attım. Henüz ikinci kurşun atılmamıştı. Bekliyordum. Ahmet beyin de yere yığılmasını bekliyordum.

“Kalkmayacak mısınız? Yara çoktan kapandı.” Gözlerimi öyle sıkmıştım ki, fark edemedim. İyi olduğumu, ölmediğimi anlayamadım. Göz kapaklarımı serbest bıraktığımda, hiçbir acı hissetmemiştim. Korku kanımı donduruyordu.

“Ben.. vuruldum.”

“Sizi kimse öldüremez.” dedi yeni tanıştığım bu yabancı adam.

“Kamile, sen o kampta öldün. Artık senin için insanların savaşı sona erdi. Şimdi lütfen sözümü dinle ve elimi tut.” Kafam çok karışmıştı. Ölmüştüm de bir melek beni gideceğim aleme mi götürüyordu?

“Ben.. Siz melek misiniz?” Bana gülüyordu. Oysa Ahmet Bey'in upuzun sarı saçları ay ışığında parlıyor, solgun tenine canlılık katıyordu. Bir melek olduğunu söylese ona inanabilirdim.

“Hadi. Gidiyoruz buradan.” Sadece onu takip ettim. Bir anda dışarıdaki gürültüyü bastıracak kadar gürültülü hale gelen aklım beni uykumdan uyandırdı.

Odamdaydım. Yatağımda. Alışmıştım artık. Hakkında düşünecek bir rüya daha, diyordum kendi kendime. Henüz ayılamamıştım ancak unutmadan rüyamı yazmam gerekiyordu. Hem beni korkutan titretmeyen rüyalarımı deftere işlemek o kadar da keyifsiz gelmiyordu. Rüya defterimi aldım. Bir de kurşun kalem. Yatakta, yanımda duran yastığı da sırtıma alıp yazmaya başladım. Aklımı yitirmediysem ve gerçekten olan bir şeyler görüyorsam bu gece gördüğüm şey, Kamile Hanım'ın nasıl dönüştüğünün hikayesiydi. Onu vuran askerin formasını hatırlayabildiğim kadarıyla çizdim. Böylece belki hangi dönemde ve ne zaman dönüştüğünü anlayabilirdim. Bir de Ahmet bey.. Çizimlerim çok iyi değillerdi ancak bana onu hatırlatacak kadar çizmek için çabalıyordum. Çizimimi iyileştirmeliydim.

Parmağımda bir sızı hissettiğimde, kalemi bıraktım. Uzun uzun çizdiklerime ve yazdıklarıma baktım. Gözlerim pencereme takıldı. Demir vampir, diyordum durmadan kendi kendime zihnimin bir köşesinde. Yaşlanmayan, güçlü, hızlı bir canlı. Beni heyecanlandırıyordu. Bir yandan ise güneşte istediği kadar kalamayan ve insanlara zarar veren bir yaratık. Yutkundum.

Tolga’ya ne demeliydi? Şaşkınlık ve kabullenmişlik arasında dönüp duruyordum.

Kapı açıldı.

“Mira? Neden uyanıksın?” Ilgaz, belli ki koridordaki güçlü ışığa bakamadığından gözlerini kısmış ve benim gece lambamı görüp odama dalmıştı. Defteri yorganımın altına tıktım.

“Korkuttun beni. Kapı çalmaz mısın?”

“Alıştım odana dalmaya. Sürekli çığrınarak uyandığın için. Napıyorsun sen? Yine kabuslarını mı yazıyorsun? Bu gece ne gördün?” Defterimi almaya uzandı.

“Hayır bırak. İyiyim ben çık.”

“İyi tamam. Ben geri yatıyorum.” Benimle uğraşamayacak kadar uykulu görünüyordu.

“Abi.”

“Abi mi? Noldu?” Sarılmaya ihtiyacım vardı. Eski hayatım elimden kayıp gidiyordu ve Ilgaz hala o eski hayata ait olan yegane şeylerdendi.

“Sarılabilir miyim?” Konuşmadı. Yanıma geldi ve sarıldı. Ben bırakana kadar da gitmedi.

“Oldu mu? Daha iyi hissettin mi?” Başımı aşağı yukarı salladım ve gülümsedim. Başımı okşayıp odamdan çıktı.

 

Loading...
0%