50. Bölüm

26.Bölüm "Tavşan Oyunu"

parla den
parla.den

Merhaba sevgili okuyucular, haftanın yeni bölümü ile karşınızdayım!

Kitabın son 10 bölümüne giriş yapmış bulunuyoruz. Çok heyecanlıyım. 🥹

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

--------------------------------------------------------------------------------------------

 

Okul kapısının önünde Enes ve Alara ile ayaküstü konuşuyorduk.

"Hadi lütfen gelin ya." dedi Enes yalvarırcasına.

"Israr etme Enes. Çok yorgunum bugün. Yarın gidelim." dedi Alara.

Telefonumu bulmak için çantamı kurcalıyordum. Ben telaşla onu ararken o ısrarla çalmaya devam ediyordu.

"Mira ön cebe koymuştun telefonu." dedi Alara telefonumu bulup çıkarırken.

"Demir arıyor." dedi gülümseyerek.

"Hatta gelmiş. Arabası orada." dedi Enes parmakla gösterirken. Telefonu açtım.

"Seni görüyorum." dedim gülümseyerek.

"Gel hadi." Alara kulağını telefona dayamış dinliyordu. Bir yandan arabaya, Demir'e el sallıyordu.

"Bugün sadece sana ihtiyacım var." diye ekledi Demir. Kibarca Alara'yla Enes'i istemediğini belirtmek için. Alara geri çekildi. Ona baktım ve gülümsedim. Bozulmamıştı tabii ki. Nazlı nazlı trip atıyordu.

"Geliyorum." dedim ve telefonu tekrar çantamın ön gözüne tıktım.

"Sonra görüşürüz." dedim Alara'nın elini tutup sıktığımda. O da bana bir öpücük fırlatıp gülümsedi. Okulun içindeki merdivenlerden duyduğum adım sesleri Aslı'ya aitti. Dış kapıdan çıkıp yanımıza geldiğinde, onunla ve Enes'le vedalaşıp Demir'in yanına gittim. Aslı'nın nereye gittiğimi sorduğunu duyar gibiydim.

"Selam." dedi arabaya bindiğimde.

"Neden gelmedin okula? Yanımıza?" dedim.

"Bugün dışarı çıkamıyorum. Camlar güneşi engelliyor. Yoksa okula da gelemeyecektim." Arabasının camları güneş ışığını engelleyen farklı bir kaplama taşıyordu demek ki. Anlaşılan bugün güneş ışığında dolaşmak için ne yapıyorduysa, onu yapmamıştı.

"Defterini getirdim." dedi torpido gözünden çıkarıp kucağıma bırakırken, rüya defterimi.

"Okumadın değil mi?"

"Kami kurcalamayı çok istedi. Ben de öyle ama dokunmadık." Gülümsedim. Güveniyordum.

"Aden'in ise okumadığının garantisini veremem." O biliyor olmalıydı. Benim bildiğim her şeyi.

"Teşekkür ederim."

"Ne için? Seni yakalamasının sebebi benim."

"Beni yakalamasının mı?"

"Vizyoner olduğunu biliyor artık."

"Bu benim için bir sorun mu?"

"Sorun.. olabilir. Bana ve Tolga'ya yakın olduğun için.. Neyse. Seni eve bırakayım."

"Eve mi?"

"Evet. Benim de eve gitmem gerekiyor." Gülümsemesi buruktu.

"Bugün bir yerlere gitmek istemiyorsun demek."

"Söyledim ya. Dışarı çıkamam."

"Akşam çıkmayı teklif ederdin normalde." Gülümsedi.

"Çıkma teklifi mi ediyorsun bana?" Nasıl böyle anlamıştı? Şaşırmıştım. Kızarmamış olmayı diledim ve sessiz kaldım.

"Sahile gitmeyi çok isterdim seninle. Güneş batmadan önce." Gülümsemesi sönmüştü. O an dank etti. Onun hayatı böyle geçiyordu. Birkaç aydır bir insan gibi aramızda gezerken hiç farkına varamamıştım. Ancak bir vampir, gecenin yaratığıydı ve benimki gündüzü seviyordu.

"Belki gece buluşuruz." dedim ancak cevap vermedi. Gelmeyecekti.

Beni eve bıraktı ve gitti.

Yemekten sonra derse geçmeden biraz kestireyim diye uzanmıştım ancak yine uyanamayıp sabahı etmiştim. Uyandığımda defterim kucağımdaydı. Uyumadan önce defteri yanıma aldığımı hatırlamıyordum. Rüya gördüğümü de anımsamıyordum.

Doğrulurken defteri alıp komidine koydum. Tam kapanmamıştı. Arasında kalem bırakmış olmalıydım. Kalemi almak için araladım ancak düşürdüm. Eğilip aldığım şeyin kalem olmadığını ancak o zaman fark etmiştim. Korkuyla içimde bir alev yükseldi. Beni neden bu kadar gerdiğini ise anlayamamıştım. Belki de deftere koyduğum zamanı hatırlayamadığımdandı. Belki de gözüme çok tanıdık gelen bu eşyanın dışarıdan biri tarafından defterimin arasına bırakıldığından korktuğumdandı..

Üzerine bir kağıt parçası yapıştırılmıştı. Telefon numarası vardı. Kağıdı çıkarttım ve defterimin arasına koydum. Çünkü kim olduğunu tahmin edebiliyordum. Beni meraklandıran anahtarlık olmuştu.

Otoparkta bulup bir süre botumda aksesuar olarak kullandığım anahtarlığın aynısıydı ve ben onu bottan çıkartmadığıma emindim. Hemen inip ayakkabı dolabından botumu buldum. Oradaydı. Anahtarlığı söktüm ve odama çıktım.

"Günaydın Mira." dedi Ilgaz gözlerini açamamış lavaboya yöneldiğinde.

"Günaydın." Odama girip kapıyı çektim. İki anahtarlığı elimde tuttum. Aynı değillerdi. Yan yana bakana kadar tıpatıp aynı olduklarını sanmıştım ancak şekilleri farklıydı. Biri ince uzunken biri daha enliydi. İnce uzun olanın iç yüzünde küçük bir delik vardı. Kalem sandığım defterimin arasından düşendi bu. Önce bulduğumu incelediğimde ise hafif şişmanca kısmında küçücük metal bir çıkıntı vardı. Bunlar eşti. Birleştirmeye çalıştım ama olmadı. Birini ters çevirip tekrar denediğimde oturmuştu. Anahtarlık bir bütün oluşturduğunda renginde değişim olmuştu. Daha açık ve canlı bir kırmızıya dönüşmüştü. Kalın olanın ucundaki halkayı kolayca çıkardım. Tek bir anahtarlık olmuştu. Demir'e sormak ve telefon numarasını aramak arasında gidip geliyordum.

"Mira uyan." Tolga kapımı yumruklayıp geçmişti. Saat 7.45'ti. Okula hazırlanmak için fazla vaktim kalmamıştı. Anahtarlığı kitaplarımın arasına koyup elimi yüzümü yıkamak için lavaboya gittim.

***

Kantinde toplanmıştık. Rabia çoktan görev dağılımını yapmıştı. Bir aptallık edip organizasyonunu batırmamızdan korktuğu için -bize öyle söylemişti- tekrar tekrar üzerinden geçiyordu.

"...Ben oyunun kurallarını anlatmaya başlamadan siz şapkaları ve sopaları getirip yanımda hizalanacaksınız.En son tavşan ve gardiyanları gelecek." Tavşan olmaya kimseyi ikna edemediğimiz için ekipten biri okulun dışından birini bulmuştu. Kim olduğunu bilmiyorduk. Geldiğinden beri kostüm içindeydi.

Kantini dışarıdaki gürültünün benzeri kapladı. Herkes birbirine neyi nasıl yapacaklarını söyleyip duruyordu.

"Şapkalardaki kameralar hazır mı?"

"Evet."

"Peki tavşan?"

"Evet."

"Tavşancık senin görüşünü sürekli izleyeceğiz o yüzden bir ihtiyacın varsa oyun başlamadan gidersen iyi olur." Bir şey demedi ve sadece baş parmağını yukarı kaldırdı. Rabia yanındakilere dönüp tavşanın kim olduğunu sordu ancak bir cevap alamadı.

"Ben çıkıyorum. Kusursuz olun." dedi Rabia. Şans yoktu. Kusursuz olmak vardı onun için. Düzenlediğimiz kaçıncı etkinlikti, artık onu tanımıştım.

"Hadi gel şapkaları alalım." Demir'le ben avdık. Avların şapkalarını taşıyorduk. Oyuna herkes katılmak istememişti ama izlemek istiyorlardı. Neredeyse bin kişilik okulumuzdan sadece 200 kişi bir parçası olmak istemişti. 20 kişiye kadar da avcı almaya karar vermişti Rabia. 18 gönüllü avcı kolayca bulunmuştu. Boşlukları doldurmak için katılmayı düşünmemesine rağmen Rabia ve Ada da avcı olarak katılmışlardı. Tavşan bizden değildi. Bir de iki gardiyanımız vardı. Biri Tolga'ydı. Diğeri adını bilmediğim bir çocuktu. Tavşanın yakaladığı avcıları bahçeye götürmekle sorumlulardı. Oyundan çıkaracaklardı yani.

"Sen neden avcı olmadın?"

"Haksızlık olurdu. Kazanırdım." dedi Demir.

"Doğru. Bilerek yenilmen gerekirdi. Yoksa Ilgaz seni öldürürdü." Gülümsedi.

"Tam ona göre bir oyun biliyor musun? Tam Ilgaz ve Rabia'ya göre. Zaten geçmişte oyunda bir çocuğu sopayla dövmüşler diye iptal edilmiş. Umarım böyle bir şey yapmazlar." Demir şaşırdı.

"Aslında okulun buna izin vermesi garip."

"İzin vermiyor ki. Görmezden geliyor. Cömert bağışlarla. Neden her sene komitenin başında Rabia var sanıyorsun?"

"Her sene onun olduğunu bilmiyordum. Birkaç aydır buradayım sonuçta." dedi Demir. Tüm hayatım boyunca yanımdaymış gibi geliyordu oysa. Derin bir nefes aldım.

"İyi misin?"

"Evet. Heyecanlıyım."

"Eğlenceli olacak. Yine de.. canını sıkan bir şey olursa ya da kötü hissedersen bana seslen. Kulağım sende olacak." Yutkundum. Başımla onayladım.

"Hadi gidelim." Şapkaları 2 sopaya eşit şekilde geçirdi ve sopalardan birini elime tutuşturdu. Bahçe kapısının önünde diğer ekip üyeleriyle buluştuk ve beklemeye başladık.

"Arkadaşlar, burada olduğumuzu kimse bilmiyor. Değil mi?" Herkes gülüştü. Rabia tekrar sessizlik olması için bekledi, çünkü elinde mikrofon ya da herhangi bir şey yoktu. Sadece okulun duyuruları göstermek için koyduğu dev paneli görüntüleri yayınlamak için, bir de bahçedeki hoparlörleri ses için kullanacaktık. Mikrofonu açmak istememişti Rabia.

"Bu oyun yasaklı bir oyun ama o kadar heyecan dolu ki düzenleyebilmek için elimizden geleni yaptık. Hepinizin katılmasını çok isterdik ama o zaman çok gürültü çıkardı. Belki seneye, katılamayanlar için tekrar düzenlenir." Alkışlayacak oldular ancak Rabia susmaları için işaret parmağını dudaklarına koydu. Herkes sessiz olunca gülümsedi.

"Gürültü koparmamalıyız ki oyun bitene kadar yakalanmayalım. Farz edin ki gizlice okulun bahçesine film izlemeye gelmişiz. İçeride hiçbir şey olmuyor. Anlaşıldı mı?" Herkes ciddileşmişti. Yasak bir şey yapacak olmanın verdiği adrenalin izleyicileri bile ayıltmıştı.

"Gizlilik konusunda anlaştığımıza göre, şimdi size oyundan bahsedeceğim. Oyunumuzun adı Tavşan, şapka ve avcı." Duraksadı ve devam etti. "..Kimse avdan bahsetmez. Avın önemi yoktur. Onun tek önemi avcıya vereceği canıdır. Oyunumuzda, tavşan en korkulu yaratık olsa da av tavşancıktır." Küçümseyici bir ses tonuyla konuşuyordu avlardan bahsederken. Oyunu anlatırken ara ara hikayeleştirmekte hoşuna gidiyordu.

Bizim çıkma zamanımız gelmişti. Elimizde sopalara dizilmiş şapkalarla çıkıp Rabia'nın iki yanına karşılıklı sıralanmıştık.

20 sopa ve 200 şapka.

20 tanesi avcılara ait siyah şapkalar.

180 tanesi avlara ait kırmızı şapkalar.

"Oyunumuzda, avın canı kafasındaki şapka. Avcıların tek hedefi ise avın kafasındaki şapkayı almak." Elimdeki sopayı alıp bir şapka çıkardı ve başına geçirdi.

"Avlayacak kimse kalmadığında oyun biter ve sopasına en fazla şapka toplayan avcı kazanır." Herkes anlamıştı.

Demir'i kaşlarını çatmış, gözlerini panele dikmişken yakaladım. Neden öyle baktığını merak ettim. Daha sonra neye sinirlendiğini soracaktım.

"Peki sadece avcılar mı kazanır? Hayır." Başındaki şapkayı çıkarıp tekrar sopaya geçirdi ve bana geri verdi.

"Tavşan, avcıları yakalayıp gardiyanlarıyla oyunun dışında bırakabilir. Tüm avcıları avlar bitmeden yakalarsa tavşan kazanır." Tavşan gardiyanlarıyla çıkıp geldi. Panelin önünde durdu.

"Avlar kazanamaz mı?" Önde oturan bir çocuk sormuştu.

"Kazanabilirler. Tavşan tüm avcıları attığında hayatta kalırlar. Onların ödülü sadece bu olur." Memnun olmamışlardı. Rabia gülümsedi.

"Hayat böyle. Yine de katıldıkları için anı olarak birer broş alacaklar. Bunun yanında ise kazanan avcı ya da tavşanı özel bir ödül bekliyor. Benim tasarlattığım okulun armasından altın bir kolye." Gururla söylemişti bunu. Kalabalığın hoşuna da gitmişti. Altın olması mı yoksa türünün tek örneği bir nesne olmasının bir lisenin kast sistemine etkisi miydi hoşa giden, bilemiyordum ama oyunda Ilgaz'la karşılaşırsam sakince şapkamı teslim etmeyi aklıma not ettim.

"Tavşancık bizi nasıl yakalayacak ki? O kostümle." Güldü Ilgaz gözlerini Rabia'nın elinde sallamakta olduğu kolyeye dikmiş bir şekilde.

"Tavşan, gardiyanları yanında yokken kimseyi yakalamaz." Rabia kolyeyi tekrar kutuya koydu ve getiren kızın eline tutuşturdu. Ilgaz başını salladı çenesini kaşırken. Rabia konuşmaya devam etti.

"Sığınak, çatı, öğretmenler odası, müdürün ve memurların odası oyunun dışında. Oyunun dışında olan alanlar kilitli ya da şerit çekilmiş durumda. Biriniz oralara girmeye çalışırsa ekibimizdekiler onları oyundan çıkaracak."

Aslında gruplara gizlice kuralları ve oyunu yaymıştık. Belli ki kimse okumamıştı. Kurallar karışıktı. Tek seferde anlayıp oynayabilecekler miydi, bilemiyordum.

"En önemli kuraldan bahsetmedim. Oyunumuzda temas yasak. Sadece gardiyanlar avcıları tutup dışarı çıkarabilirler." dedi ve dikkatle kalabalığı inceledi Rabia.

"Tavşanın kulağında, avcıların şapkasında kameralar var. Oyun boyunca izlenecekler. 15 dakika sonra oyunu başlatacağım o yüzden şimdiden şapkalarınızı alın ve hazırlanın. Herkese eğlenceli bir akşam diliyorum." dedi ve beni ürperten o vahşi gülümsemesini yüzüne taktı.

Herkes şapkalarını aldı ve ihtiyaçlarını giderdi. Rabia'nın söylediği saatte çoğu kişi kapıdaydı. Sayılar tuttuğunda Rabia oyunu başlattı.

"İyi olan kazansın." dedi ve tavşanın ardından giren ilk avcı oldu. Avcılar kantinde bekleyeceklerdi ve avların kaçıp saklanmak için iki dakikaları vardı.

"Birlikte kalalım." dedi Alara.

"Herkes bunu yapacak ve grup halinde yakalanacaklar. Çoğu kişi elenene kadar ayrılıp saklanalım." dedi Demir. Oyuna kaptırmıştı. Kazanma ihtimalimiz olmayan bir şey için.. ya da bizim kazanma ihtimalimizi umursamıyordu, avcıların kaybetmesi için tavşana yeterince zaman tanımak istiyordu. Ilgaz'ı çıldırtmaktan hoşlanıyor gibiydi.

"İyi şanslar." dedik ve ana giriş kapısının önünde dağıldık. Herkes farklı bir merdivenden farklı bir kata kaçıyordu. İkinci kata koştum. Öğretmenler odasının kapısını zorlayanlar vardı. Tabii ki yasaklı bölgelere girip saklanmaya çalışanlar olacaktı. Peki ben ne yapacaktım? Sınıflar fare kapanıydı. Koridorlar açık. Spor salonu! Balkon katındaki betonun ardına saklanabilirdim. İnsanlar koridorlarda ne yapacağını bilmez şekilde dolanıyorlardı. Orada olduğumu düşünen olmazdı. Hızlı adımlarla soyunma odalarının kapısından salona girdim.

"Orada hemen yakalanırsın." dedi soyunma odasındaki dolaba saklanan bir çocuk.

"Kapalı alanda da kalamam ama teşekkürler." dedim. Kapısını tekrar çekti üstüne. Dolaplarda 5-6 kişi olduğuna emindim.

Bahçede bir geri sayım başlamıştı. 10..9.. İlginç bir şekilde spor salonunda kimse görünmüyordu. Belki de umursamadıklarından koridorlarda arkadaşlarıyla sohbet ediyorlardı. 5..4.. Balkonu tırmandım hızlıca ve beton bariyerin yanına kıvrıldım. Burada beni kimse göremezdi ama her ihtimale karşı girişe uzak olan merdivene yakın ve kalkıp koşmaya hazır vaziyette uzanmıştım. Şapkamı da elime aldım. Beklemeye başladım. 1! Ayak sesleri çok yoğundu. Avcılarımız bir avuç zorbaydı ve biz neden buradaydık bunu anlayamıyordum. Onları mutsuz etmek için elimden geleni yapacaktım.

Salon bahçe girişine uzak değildi ve sessizlikte bağıranları duyabiliyordum. Tavşan birini yakalamıştı anlaşılan. Söylene söylene dışarı çıkıyordu. Bazen sakin ayak sesleri geliyordu. Avlar olduğunu düşünüyordum. Şapkasını kaybeden, izlemeye dönenler.

Aniden salonun kapısı açılmıştı. İki ayak sesi duyuyordum. Birlikte mi avlanıyorlardı? Salonun içinde yavaş yavaş yürüyorlardı. Boş olduğu belli değil miydi? Belki de tavşancık ve gardiyanlarıydı. Çıkıp avcıları durdurmaları gerekmiyor muydu? Merak etmiştim. Şapkamı yere koyup hafifçe betondan kafamı kaldırdım. Tavşandı. Bana bakıyordu. Tolga da bana bakıyordu ve boş boş yürüyorlardı. Nasıl bildiler? Kapı tekrar açıldı ve elimde olmadan korkuyla ağzımdan bir nida çıktı. Avcı direkt bana koşmaya başladı. Telaştan kalkarken ayağım kaydı ve düştüm. Tekrar ayaklandım ve avcının geldiği merdivenden uzağa doğru koştum. Tavşanı fark etmemişti. Merdivenden hızla inip tavşana koştum. Tavşan kapının önündeydi. Avcı bana yetiştiğinde gardiyanlar onu tuttu ve dışarı çıkardılar.

"Salonda tavşanın yanında saklanan biri var!" Beni ele vermeyi unutmamıştı elbette.

"Sağolsun." dedim. Tavşan güldü. Çıkıp başka bir yer bulmam gerekiyordu ama tavşanın kim olduğunu merak ettim.

"Sen kimsin? Okuldan değilsin diye duydum."

"Sonra tanışırız. Çabuk kaçmazsan yakalayacaklar. Seni şuan kurtaramam yalnızım." dedi. Bu sesi tanıyordum ve içimi ürpertiyordu ancak bir türlü çıkaramadım. Soyunma odasına döndüm. Koridora açılan kapıyı kullanmak korkutuyordu. Dolaplar hala doluydu belli ki. Nefes seslerini alabiliyordum. Bana konuşan çocuğun dolabına yaklaştım. Beni avcı sanmışlardı.

"Bö!"

"Ayıp oluyor! Git buradan." Güldüm ve çıktım oradan. Nereye gidecektim? Baya bir avcının çıkarıldığını duymuştum. Koridorlara inmeliydim belki de. Merdivenden merdivene kovalamaca oynamak zevkli olabilirdi. Vücudumu bir enerji sardı. Merdivenlere koştum. İkinci kata çıktığımda Ilgaz ve Sedat'la karşılaştım.

"Mira?"dedi Sedat. Güldüler.

"Kardeşim bana şapkasını verir şimdi." dedi Ilgaz elini açmış. Sopasında çok fazla şapka vardı. Ölümüne oynuyor olsak hepimizi öldürebilirmiş gibi hissettirmişti. Rüyamı hatırladım. Bir anlığına kendimi denizin ortasında Ilgaz'ın ellerinde can verirken anımsadım. Sinirlendim.

"Asla vermem." Ters yöne koşmaya başladım. Koridorda 10 kadar insan vardı. Onlar da benimle birlikte koşmaya başladılar. Tavşan. Buradaydı. Karşımda. Kocaman gülümsedim.

"Oradalar!" Ilgaz'la Sedat, gerisin geri koşmaya başladıklarında durup onları keyifle izledim. Tavşan tahmin edebileceğimden daha hızlı koşuyordu o kostümün içinde. Ilgaz yakalanacaklarını hissedince Sedat'ın önünden koşturup onun yolunu kesti ve yavaşlattı. Ona dokunmamıştı ama onu sıkıştırıp yakalanmasına sebep olmuştu. Nefret etmiştim. Sedat yakalandı ve dışarı atıldı. Ilgaz ise koridorun diğer ucunda gözlerini tavşan ve arkasında duran bize dikmişti. Gardiyanlar gittiği için tavşan bizi koruyamazdı. Ilgaz da uzaklaşmak ve saldırmak arasında kalmıştı.

"Kaçın." dedi tavşan. Geleceğini bilmiş gibi. Ilgaz üzerimize koşmaya başladığında merdivenlerden yukarı tırmanmaya başladım. Bir sınıfın kapısında Rabia'yı gördüm. Kapı eşiğine yaslanmış görebildiğim kadarıyla 3 avı sınıfa sıkıştırmıştı. Göz ucuyla bana bakıp dikkatini sınıfa yöneltti. Elindeki sopayı yere çarptı.

"Karar verdiniz mi? Hanginiz hayatta kalacak?" Ne diyordu bu? Kızların korktuğunu hissediyordum.

"Betül kalsın."

"Evet."

"Öyle mi? Benimle konuşmayın ikiniz de." Yavaşça yürüyordum yanlarından. Dinliyordum.

"Betül gördün mü? Onlar gerçek arkadaşların değiller. Merak etme ben senin intikamını alacağım." dedi Rabia. Onları tehdit etmişti belli ki.

"Ne?"

"Bize öyle söylemedin."

"Şapkalarınızı verin ve defolun. Okulda görüşeceğiz sizle." Boğulduğumu hissediyordum. Nefesim daraldı. Yavaş yavaş yürüyordum. Birine şapkamı verip dışarı çıkmak geldi içimden. Bir kapı açıldı ve biri beni içeri çekti.

"Mira." Temizlik eşyalarının olduğu odadaydık. Burası yasak olmalıydı.

"Demir?"

"Sessiz ol." Biri geçiyor olmalıydı. Ne de olsa Demir benden daha uzaktakileri duyabiliyordu. Sustum ben de.

Sadece nefes almaya odaklanmıştım. Az evvel ki sinirimi yatıştırmayı başarmıştım. Uzun bir bekleyiş olmuştu bu.

Yakınlarda hala Rabia vardı. Belki yanıbaşımızda dolanıp duran odur diye düşündüm. O gidene kadar sessiz kaldık.

"Burası yasaktı." Herkes mi kural dışı oynuyordu?

"Onların yaptıklarını görmedin mi?" dedi sakin bir sesle. Bu durum Demir'in pek umrunda değildi. En azından benim kadar takıntı ediyor gibi değildi. Bu yaşına kadar neler görmüştü kim bilir? Bunu mu umursayacaktı?

Nefret etmiştim bu oyundan.

"Panele bakıyordun aşağıda. Kızgın bir şekilde." Gözlerimin içine baktı.

"Kötü bir anımı hatırlattı." Koridordan vuran loş ışıkla zar zor seçebildim buruk gülümsemesini. Çok yakınımda olmasına rağmen ışık yetersizdi.

"Karanlıkta görebiliyor musun?"

"İnsanlara kıyasla daha iyi bir görüşümüz var ama alacakaranlıkta biraz zorlanırız. O zaman daha çok.. diğer duyularımız yardımcı olurlar. Sen görüyor musun beni?" Biraz yaklaştı. Soluğunu bile hissedebiliyordum.

"Şimdi daha iyi görüyor musun?"

"Hayır ama.. daha iyi duyabiliyorum ve.."

"ve?" Konuşamadım. 've' dememeliydim.

"Neden kalp atışların yükseliyor?" diye sordu fısıldayarak. Bana yardımcı olmuyordu.

"ve?" Yineledi sorusunu.

"Hissedebiliyorum. Nefesini." dedim ve yutkundum. Elini yanağıma koydu. Gözlerinin kızardığını görebiliyordum. En net görebildiğim şey iki çift kırmızı gözdü. İrkildim.

"Umarım artık benden korkmuyorsundur. Umarım bunu aşmışızdır." Yutkundum. Korkuyordum ama güveniyordum.

"Korkmuyorum."

"Seni öpmek istiyorum." dedi yüzümü incelerken. Bakışları, dokunuş gibiydi. Kendisinin soğukluğu kadar sıcak. Derin bir nefes aldı. Kibarca elini tuttum. Öpmesini istiyordum.

Geri çekildi. Tutmakta olduğum nefesimi verdim ellerimiz ayrılırken.

"Çıksak mı artık?" dedim. Daha fazla duramayacaktım.

Demir kapıyı açtı ve bir mesafeden beni takip etti.

"Mira avlanıldım." dedi koridorun başında beliren Alara.

"Çıkıyorum bahçeye balım." dedi ve eliyle bir öpücük atıp merdivene yöneldi. Demir'i fark ettiğinde durup gözlerini kısarak tekrar arkasına baktı. Bana ne olduğunu sorar gibi bir bakış atıp aşağı indi. Koridor bomboştu.

"Belki de bitmiştir. Çıkmak istiyorum." dedim. Neden öpmemişti beni?

"Çıkalım istersen." Alt katta Ada'yı gördük. Koltuklara yayılmış oturuyordu. Sopasında tek bir şapka yoktu. Demir'e baktım.

"Şapkanı versene." dedim Demir'e. Çıkarıp uzattı.

"Ada." Bana baktı. Şapkalarımızı uzattım. Sopasını işaret etti.

"Onurumu kurtardığınız için teşekkürler." dedi. Avcı olmak için kibar bir kızdı. El sallayıp uzaklaştım ondan. Tavşan geliyordu.

"Hey! Hile yaptınız. O şapkaları hak etmedi."

"Seninle tanışacaktık doğru ya." Demir bileğimi kavradı.

"Mira gidelim." Anlayamamıştım. Merak ediyordum.

"Tanışacağız Mira merak etme. Belki çoktan tanışmışızdır." Başka bir şey söylemedi. Tanıdığım biri miydi?

"Mira hadi gidelim." Demir beni çekiştiriyordu.

"Sen! Gardiyanlarım yanımda olmadığı için gerine gerine uzanıyorsun orada." dedi tavşan Ada'ya.

"Lütfen onlar gelene kadar yanımda otur ki çıkarken Rabia'yla kavga etmeyeyim."

"Rabia hangisi? O cadı mı?" Tavşan, Ada'nın karşısında dikilmiş Rabia'yı çekiştiriyordu.

"Hadi gidelim Mira."

"Sen tanıyor muydun?" diye sordum Demir'e.

"Hayır nereden tanıyacağım?" İnanmamıştım. Israr etmedim.

Sonunda bahçeye çıktık.

"O tavşana cadıyı göstereceğim." Rabia ateş püskürüyordu. Tabii tavşancık dedikodu yaparken gördüklerini ve duyduklarını bahçede yayınlıyorduk. Rabia'nın kulağına gitmesi uzun sürmemişti. Tavşancığın kamera ve mikrofonu vardı.. geri kalanların da kameraları.

Koridorda olduğum yerde kaldım. Yutkundum.

"Demir." Demir anlayamamıştı ne olduğunu.

"Şapkalarda kamera vardı." Gözleri parladı. Hemen bahçe kapısının önündeydik. Çıkmak zorundaydık. Kaçıp saklanamazdık. Demir elini uzattı.

"Bize bakıp gülmüyorlarsa yayınlanmamışızdır." Yutkundum. Elini tutmak istemedim.

"Hadi çıkalım." Gerginlikten ölüyordum. Birkaç adım sonra rezil olup olmadığımı anlayacaktım. Demir, kapıyı açtı. Çıktık ve göz ucuyla kalabalığa baktım. Kimse bakmıyordu. Kimsenin umurunda değildik. Rahatladım. Hemen göz önünden uzaklaşıp arkadaşlarımızı bulduk. Alara'ya sarılıp oturduğu minderde yanına uzandım. Demir de benimkine oturdu. Neden öpmedi ve iyi ki öpmedi arasında gidip geliyordu zihnim.

Ilgaz'ı izliyorduk. Soyunma odasındakileri bulmuştu. Zaten sadece onlar kalmıştı avlardan ve avcılar kazandı. Ne kadar şaşırtıcı. Yine de sona 3 avcı kalmıştı. Tavşan da iyi çalışmıştı. Avcılar dışarı çıktığında Ilgaz elindeki şapka dolu sopayı kaldırıp gururla salladı. Herkes alkışlamaya başlayınca Rabia susturmaya uğraştı. Mahalleyi uyandırırsak yakalanırdık.

Ilgaz kahkaha atınca herkes güldü sessiz sessiz. Rabia yapmacık bir tatlılıkla Ilgaz'ın kolyesini boynuna taktı. Ilgaz da şapkasını çıkarıp selam verdi. Önce Rabia'ya sonra bize. Panelde tavşanın kamerası açıktı. Ancak.. kamera yerdeydi. Kostümü çıkarmıştı. Gardiyanlar buradaydı ama tavşan yoktu. Herkes kendi halinde takılıyordu ama ben merakla Rabia'nın tavşanın kafasını bulup getirmesini bekliyordum. Tavşan kendini gizleyip kaybolmuştu. Rabia'nın elindeki kafaya uzun uzun baktım. Ne korkunç bir kostümdü.

"Yine de eğlendim." dedi Alara ve ekledi "Koridorlarda koşuşturmak bile güzeldi.. Yeniden çocuk gibi hissettim ve kimse durmamızı söylemedi." Öyleydi aslında. Kovalamacaydı. Sadece hırslanıp saklananlar ya da hile yapanlar için böyle değildi. İnsanlar ilgiyle Ilgaz'ın kolyesine bakıyordu. Lise. Garip bir yer. Belki de dünya.

Bölüm : 27.12.2024 20:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...