Merhaba sevgili okuyucular, haftanın yeni bölümü ile karşınızdayım!
Yoğunluktan dolayı bölümü bir gün geciktirdim.. Affınıza sığınıyorum.
İlk kitabın finaline son 7 bölüm..
Bu bölümden sonraki bölümler biraz daha kısa olacak artık ilk kitabı istediğim yere bağlıyor olacağız.
Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀
Keyifli okumalar ✨
--------------------------------------------------------------------------------------------
(Mira'nın gözünden..)
Evden erken çıkıp okul yolu üzerindeki parka gelmiştim. Kendi zihnimden kurtulmak mümkün olmuyordu ama yine de deniyordum ve bunu en iyi burada yapabiliyordum.
İlkbaharın gelişiyle, yeni büyümekte olan çiçeklerle bezenmiş kamelyaya yayılmıştım. Çiçeklerin üzerinde dolanan, etkilendiği çiçeğin polenlerini almak için oturan ve anlam veremediğim hareketler sergileyen, gövdesi siyah şeritlerle sarılı bir arıyı izliyordum. Yavaş hareket ediyordu. Acelesi yoktu. Belki istediği zaman uyuyor ve uyanabiliyordu. Belki kabuslarının gerçekleşmesinden korktuğu için zamanın akışını durdurmaya çalışmıyordu.
Bir koşuşturması, kurtarması gereken hayatlar ve çözmesi gereken sorunlar yoktu. Benim gibi her geçen gün farklı bir şey için ağlamıyordu. Sadece ağırca kokusundan etkilendiği çiçeklerin polenlerini toplayıp kovanına dönüyordu.
İçinde kaldığım curcuna sadece benim bildiklerim gördüklerim ve duyduklarımdan ibaretti. Hala Demir'in ağzının kenarında duran ve benimle paylaşmadığı tonlarca şey vardı. Ağzında kaçırdığı küçücük bir sır bile bana yeni bir dert ve korku vermişti. Tolga'nın dönüşüyor olması. Görebiliyordum. Tolga'nın da artık kendi içinde sımsıkı sarıp sarmaladığı dertler vardı. Biliyordum. O da vampire dönüşmüştü. O da benden uzaklaşmıştı ve her geçen gün daha da uzaklaşacaktı.
İçinde kaldığım curcunada bir de göremediklerim vardı. Hem de kendimle ilgili. Bunca zaman birlikte yaşadığım ama ismini koyamadığım. Bir lütuf ve bir ceza gibi. Vizyoner olmak. Bilmek ama istediğin şeyi değil. Görmek istemek ama daha fazla görmek istememek. Bir konuşmanın ortasında dikkatim dağıldığında, gözüm bir yere daldığında, dersten sıkıldığımda gördüğüm rüyaları düşünürdüm. Yenice bir şeyin farkında vardım. Aslında başından beri dilimden düşürmediğim, esas anlamına varmakta zorlandığım bir gerçeğin farkına vardım. Her rüya, bir kabustu. Şimdiye kadar gördüklerim arasında hiçbiri beni mutlulukla uyandırmamıştı. Ya bir vizyoner sadece kötülükleri görebilirdi ya da geleceğim kötülükten ibaretti.
"Kızım, sen kolejden misin?" Bir amca beni düşüncelerimden sıyırıp aldı.
Okulum devlet okuluydu aslında hem de yüksek puanlarla öğrenci alırdı ama o kadar bağış alıyordu ve o kadar aktifti ki her konuda, bölge halkı kolej derdi okulumuza.
"Evet amca." Sakalları ağarmış ancak altmışlarından daha büyük olmadığına emin olduğum küçük yüzlü iri yapılı bir adamdı. Bana elindeki bir deste kırmızı gülden ikisini ayırıp uzattı.
"Arkadaşların mıydı bilmiyorum. Başın sağ olsun."
"Teşekkür ederim." Selam verdi ve yanımdan geçip gitti. Gülün dikeni elime batmıştı. Kanım koca bir damlaya dönüştüğünde pıhtılaşıp kaldı.
"N'apıyorsun sen?" Ilgaz'la Tolga yavaş adımlarla bana yaklaşıyordu.
"Diken battı." Ilgaz çantamda olduğundan emin olduğu mendili bulup parmağımı temizledi.
"Kalk hadi. Sabah sabah ne işin varsa burada. Az önce konuştuğun adam da deli. Bir daha konuşma onunla." Hiçte deli gibi gelmemişti. Ilgaz çantamı sırtına attı.
Okulun girişi o kadar kalabalıktı ki. Oğuz'la Melih'in fotoğrafları çiçekli birer çelenge asılmıştı. Önlerine ise öğrencilerin getirdiği çiçekler yığılmıştı. Amcanın verdiği çiçekleri Oğuz ve Melih için gelen çiçeklerin üzerine bıraktım.
Birkaç gün içinde unutulacaklardı, çiçekleri solacaktı ve çelenkler kalkacaktı. Bir mum ise hep yanmaya devam edecekti. Özellikle hayatlarındaki onları seven ve önemseyen insanların içinde, kalbinde.
Affedilemez bir suçtu bu. Hangi hayvan yaptıysa, affedilemezdi.
***
"Sıfır.." Numarayı tuşlarken kendi kendime mırıldanıyordum. Demir ne okula gelmişti ne de cenaze günündeki konuşmamızdan sonra bana yazmıştı. Beni sevdiğini söyleyip yok olamazdı. Ben de acı ve korku içindeydim. Onu görmeliydim. Bana ben yapmadım, demeliydi. Ama yapmıyordu. Zaten artık bunun için çok geçti çünkü artık onun yaptığını düşünüyordum.
İşin kötü tarafı, Tolga da birkaç gündür Demir'le görüşeceğini söyleyerek çıkıp gidiyordu. Tolga mı yalan söylüyor, Demir mi benden kaçıyor anlayamamıştım ama daha fazla bildiğim her şeyi paylaşmadan nefes alabilecek durumda değildim. Tüm bu sırlar boğazımı sıkıyordu.
Onunla konuşamazsam, Aden'le konuşabilirdim. Defterimin arasından çıkan numarayı bana onun bıraktığına emindim. Numarayı telefonuma yazmış, arıyordum. Çalıyordu.
"Aramana sevindim." Benim olduğumu nereden biliyordu?
"Aden?" Utana sıkıla adını söylemiştim.
"Neden bu kadar geç kaldın?" Sesinde gönlümü ferahlatan bir tını vardı.
"Demire ulaşamıyorum."
"Sevgili kardeşinin batırdıklarını temizlemeye çalışıyor da ondan." Korktuğum başıma gelmişti. Tolga artık Demir'le birlikte.. vampir işlerini yapıyordu.
"Kardeşim ne yapmış ki?"
"Sen bilmiyorsun." Keyifle güldü.
"Neyi?"
"Söylerim. Akşam eski okula gel."
"Gelemem." Her ne kadar bu konuşmamızdaki rahatlığı bende güven hissi uyandırmış olsa da, bu hissin sahte olduğunu anlayabilecek kadar akıllıydım. Demir taklidi yapıp defterimi çalmamış olsaydı, aksini düşünebilirdim.
"Neden?"
"Gelemem işte. Şimdi söyle."
"Peki.. ben seni alırım. Demir de öyle yapıyormuş ya."
"Aden."
"Evet?"
"Neyi bilmiyorum?"
"Göstereceğim işte. Bilmediğin, görmediğin her şeyi. Gece yarısı oradayım." Telefonu yüzüme kapattı. Onla gidemezdim. O Demir değildi. Aden'le Demirle olduğu gibi arkadaşlık etmemiştim ve bana zarar vermeyeceğinden emin olamazdım.
Korkuyordum ondan ve gelecekti. Ne yapmalıydım? Kami'nin numarası uzun süredir kapalıydı.
Kararsızlık yaşıyordum. Belki Alara'ya söylemenin zamanı gelmişti. Alara da bir şey yapamazdı. Onu riske atmak bile olabilirdi bu ama belki yalnız olmazsam beni rahat bırakırdı ve ben daha fazla Alara'ya anlatamadığım bir şeyler yaşamak istemiyordum. Onu aradım.
"Alo?"
"Alara. Bize gelir misin bu gece?"
"Bir şey mi oldu?" Aslı'nın sesi geliyordu arkadan. Okul çıkışı onlarla gitmemiştim ve hala birlikteler miydi?
"Bir şey yok ya. Konuşmamız gerekiyor sadece."
"Tamam gelirim. Enes'lerleyim şimdi. Bir saate falan gelsem olur mu?"
"Olur. Selamlar onlara da." Telefonu kapattım. Onları çağırmamak ayıp olmuştu ama anlatamazdım.
Arkadaşlarımla sakin bir gün geçirmeyi özlediğimi fark ettim. Kendimi yatağa attım.
"Mira?" Ilgaz kapıyı aralamıştı. Partiden beri kendine gelememişti o da.
"Efendim?"
"Gelebilir miyim?"
"Gel." Sandalyeme yayılıp karşıma oturdu. Öylece bakışıyorduk.
"O çocukları tanımıyordum bile." Dinliyordum sadece.
"Kimsede uyuşturucu yoktu. Kendileri getirmiş olmalılar." Bana kendini savunuyordu ama savunma yaptığı kişi ben değilmişim gibi hissettiriyordu.
"Sitenin dışına çıkanlar da onlar."
"Biliyorum Ilgaz."
"Neden her şey benim suçummuş gibi davranılıyor?"
"Sen bir şey yapmadın." Bir şey diyecek gibi oldu sonra duraksadı.
"Of neyse." dedi ve kalkıp gitti. Onu nasıl teselli edebilirdim, bilemiyordum.
Ne kadar süredir tavanı izleyerek düşüne düşüne yattığıma şaşırmıştım. Çünkü kapı tekrar açıldığında Alara karşımdaydı.
"Birini davet ettiysen, kapıyı açman gerek." dedi Ilgaz tavırlı bir şekilde. Dışarı çıkıyordu belli ki.
"Bu da bir kapı açacak. Bir araba laf ediyor." dedi Alara kapıyı kapatırken. Çantasını yere fırlattı ve yanıma uzandı.
"Naber tatlış?" Gülümsüyordu.
"Alara." Gülümsedim.
"Noldu? Anlat hadi."
"Vampirlere inanır mısın?" Güldü bana. Doğal olarak.
"İnanırım. Her şeye inanıyorum artık." Dalga geçiyordu tabii ki.
"Alara ben şaka yapmıyorum.."
"Mira iyi misin sen? İnsanların kuruntularına mı inanmayan başladın?" İlçedekiler vampirler hakkında konuşuyordu. Tabii kimse ciddiye almıyordu ama bir yandan bedenlerdeki izler hem insan hem hayvan elinden çıkma gibi olunca.. dedikodu oluyordu işte.
"Alara şimdiye kadar söylemediğim için üzgünüm."
"Mira ne anlatıyorsun?"
"Aden. Dans ettiğin hani.. Bu gece buraya gelecek."
"Neden? Ne alakası var? Anlamadım." Aden'in adını duyunca Alara telaşlanmıştı.
"Ben aradım."
"Neden ve konuyla ne ilgisi var?" Alara bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Anlam veremiyordu. Çok anlatamazdım.
"Demir'e ulaşamıyorum. Onu aradım ama ondan korkuyorum. Demir gibi değil. Tehlikeli o." Bir şey söylemedi. Devam ettim.
"Peki ben ne yapabilirim senin için?"
"Aslında.. hiçbir şey. Sadece biriyle paylaşmam gerekiyordu." Tek başına bunları göğüslemek kolay değildi.
"Ne zaman gelecek?"
"Gece yarısı."
"Neden?"
"Konuşmak istedim. Yüz yüze olur dedi."
"Demir'i mi sordun?"
"O ve.. bir şey daha var. Kardeşlerimle ilgili. Daha çok Tolga'yla ilgili.. Söylemedi telefonda."
"Mira hep bir gariptin ama bu.. Vampir mi yani bu kardeşler?" İnanmıyordu bana.
"Öyleler."
"Belki Ilgaz da mı?" Fısıldıyordu.
"Bilmiyorum."
"Aslı'yı çağırmalıyım. Tahta bıçağın sebebi belki de budur."
"Yokluğumda iyi arkadaş oldunuz bakıyorum."
"Beni boş bırakmayacaksın kızım." Gülüyordu.
"Daha geçen gün Enes'le onu ayırmak istiyordun."
"Biraz abartmışım." deyip kıkırdadı.
"Alara." Kızıyordum.
"Kıskanıyorum bak." Sarıldı bana. Gözlerimden yaşlar süzüldü.
"Noldu ya?"
"Bilmiyorum.." Ya Demir katilse..
"Tutamadım birden." Ya Tolga katilse..
"Senin sinirlerin bozulmuş canım benim ya gel." Ya Kerem seni öldürürse..
Daha çok ağladım. Alara'nın bana kocaman açtığı kucağına kendimi bırakıp ağladım.
***
"12 oldu." Pencereden bakıyordu Alara.
"Aden'le buluşacağım." Demire mesaj bıraktım. Beni sevdiğini söylediği mesajın hemen altına bırakmıştım bu mesajı. İçimde bir sızı vardı. Derin bir nefes alıp bıraktım ve telefonu cebime tıktım.
"Bir araba yaklaşıyor.. Ben bu arabayı sanki daha önce gördüm." Yanına gittim. Ne olduğunu bilmiyordum ama yarış arabasına benziyordu. Aden arabadan indi. El salladı ve bir anda penceremizin altında belirdi. Alara yerinden sıçradı ve çığlık atmamak için ağzını elleriyle kapattı.
"Mira?" Aden'in böyle bir şey yapacağını tahmin etmemiştim. Alara geri geri sendeleyip odanın kapısının önüne oturup kalmıştı. Eliyle şaşkınlıktan apaçık kalmış ağzını örtüyordu. Gözleri yuvasından çıkacaktı. Aden bir şey yapmadan sessizce penceremin altında beklerken bir an önce Alara'yı toplamalıydım.
"Söylemiştim sana." Alara'nın yanına koştum. Göğsü hızla inip kalkıyordu.
"Pe.. pencereyi kapat. Uyandıralım herkesi. Yardım isteyelim." Panikle sağına soluna bakındı.
"Ya bize bir şey yaparsa?"
"Kimse onu durduramaz Alara." Olabildiğince sakin konuşmaya çalışmıştım. Alara sıkıca belime sarıldı.
"Ne yapacağız?" dedi pencerede bir tıkırtı duyduğumuzda. Aden pencerenin önündeydi.
"Sakin ol." Alara'yı buraya çağırdığım için pişman olmuştum. Elini sıkı sıkıya tuttum. Alara gözlerini benimkilere dikip başıyla beni onayladığında onu bıraktım. O yerden kalkarken gidip pencereyi açtım.
"Selam." dedi ve ekledi "Yalnız değilsin." Aden'in alaycı bir tarzı vardı. Sanki.. küçümsüyordu. Telefondaki kişinin sahte olduğundan emindim ama biraz daha o kişi kalmaya gayret eder diye düşünüyordum.
"Selam. Alara'yı hatırlarsın." Olabildiğince utanıp içime çekilmeden, sakince konuşmaya çalışıyordum. Dudağının kenarı kıvrıldı. Bir gülümseme gibiydi ancak değildi.
"Bizimle gelemez ama." dedi.
"Bir yere gelmiyoruz." Bizim gözlerimizin algılayamadığı bir hızda, bir çırpıda pencereden içeri atladı. Alara çığlık atınca Aden'in önüne perdeyi çektim. Birilerinin uyanmamış olması için dua ediyordum. Perdeyi açtı.
"Gerçekten mi? Perde mi beni dışarıda tutacak?" Hoşuna gitmişti, gevrek gevrek gülüyordu.
"Neden endişeleniyorsun? Annenle baban evin diğer tarafında değiller mi? Kardeşlerin yok zaten. Yalnızız. İstediği kadar bağırsın." Odaya girdi.
"Kapı kolunu bırak. Bebek gibi ağlamayı da kes." Alara'ya işaret parmağını doğrultmuş azarlıyordu.
"Gidiyoruz Mira. Anahtarını al."
"Ne anahtarı?"
"Defterin arasındaydı. Birleştirdiğini umuyorum." Dolabı açtım. Anahtardı demek.
"Neyin anahtarı bu?"
"Gidince anlarsın." Beni tutup aşağı zıpladı. Sarsıntı başıma vurmuştu.
"Yere indir beni." İndirdi. Midem bulanıyordu.
"Hadi." Arabanın kilidini açtı.
"Alara?"
"Ne? Gidip, bir vampir kızınızı kaçırdı mı diyecek?"
"Hayır ama kayboldu diyebilir." Birden kayboldu. Odamda olduğuna emindim. Bir süre sonra geri döndü.
"Naptın?"
"Uyumasını söyledim. Biz dönene kadar uyanmayacak."
"Nereye gidiyoruz?"
"Anahtarın hangi kapıyı açtığını öğrenmek istemez misin?"
"Öğrenmek istediğim çok şey var ve bitkin düştüm."
"Direnme öyleyse. Zaten daha fazla uğraştırırsan zorla götüreceğim." Korkuyordum ama savaşacak gücüm yoktu. Yapabileceğim bir şey de yoktu, onu kendim çağırmıştım.
"Bin." Bindim.
"Demir'i merak ediyordun."
"Evet."
"Gündüz dışarı çıkamıyor artık. Okul hayatı bitti diyebiliriz."
"Neden?"
"Çünkü çıkabilmesini sağlayan bendim. Bana hizmet etmeyi bıraktığı için, ben de onun lise hayatını bitirdim. Yazık oldu. Diplomasını alamayacak." Gülüyordu.
"Hizmet etmek mi?"
"Hepimiz buraya bir sebepten geldik. Uzun zaman önce bıraktığımız emaneti geri almaya."
"Şimdi aldınız ve gidiyor musunuz?"
"Henüz değil. Kemerini bağladın mı?" Birden gaza bastı. Koltuğa yapışıp kaldım. Kemerimi iyi ki bağlamışım diyordum.
"Yavaşla." Keskin bir dönüş yaptı. Kayan arabanın lastikleri ötüyordu.
"Kimle yarışıyorsun! Yavaşla!"
"Nabzını duyuyorum. Korkuyor oluşun beni eğlendiriyor. " Çıldırmış gibi bakıyordu bana. Oturduğum koltuğu sıkıca kavradım.
"Yarış da çok eğlenceliydi. Hatırlıyor olsaydın keşke." Ne yarışından bahsediyordu, anlayamıyordum.
"Size yazık. Çok acıyorum. Dünyadan bir haber yaşayıp gidiyorsunuz. Limitleri göremiyorsunuz çünkü kırılgansınız. Kolay manipüle oluyorsunuz." Tekrar keskin bir dönüş yaptığında eski okulun önünden geçiyorduk.
"Hala bana neden yalvarmadın?"
"Ne için?"
"Vampir olmak için." devam etti konuşmaya "Ah gerçi sen özel olan zavallılardansın. Bir vizyoner! Nasıl? Sevdiklerinin ölümlerini izlemek güzel miydi?" Her şeyi okumuştu.
"Anlayamadığım tek bir rüyan var. Yangın. Sembolik miydi, merak ediyorum."
"Neden bu kadar önem veriyorsun?" diye sordum.
"Önem vermiyorum."
"Veriyorsun. Hepsi aklında." dedim ve sustu.
Ormanlık bir alana giriyorduk. Yavaşladı. Bu yol bana tanıdık gelmişti.
"Nereye gidiyoruz?"
"Şehire."
"Ormana giriyorsun."
"Benim şehrime." Sanki burayı anımsıyordum. Antik kent.
"Buraya gelmek yasak olmalı."
"Evet, çünkü ben öyle istedim. Bu kent benim bölgem."
"Paşalar'a sadece bir şey almak için geldiğini sanıyordum. Yakınlarda yaşadığını bilmiyordum."
"Tek bölgem burası değil ya. Bu şehirdeki evim diyelim." Gülümsedi. Aden'e bakarken Demir'i ne kadar özlediğimi fark ettim. Ne kadar farklılardı. Birebir aynı olmalarına rağmen. Duruşları, bakışları, tarzları, gülüşleri.
"Okuldaki çocukları Demir mi öldürdü?"
"Demir birilerini öldürmeyeli baya oluyor. Hümanist vampir saçmalıkları." Rahatlama hissediyordum ama tamamen içime su serpildiği yoktu.
"Peki.. Tolga mı?" Bunu daha da korkarak sormuştum. Gözlerimi kaçırıyordum ama Aden sessiz kalınca ona bakmak zorunda kaldım. Gülüyordu. Memnundu. Bir cevap vermiyordu ama yüzünden o çocukları Tolga'nın öldürdüğünü okuyabiliyordum. İçime taş oturmuştu.
Antik kentte yavaşça ilerliyorduk ve birkaç aracın daha bulunduğu bir araziye arabayı park etti. İndik.
"Anahtarını ver." Uzattım. Anahtarlık sandığım halkaya bir zincir taktı.
"Takip et beni." Her şey çok tanıdık görünüyordu. Sanki o taş amfilerde oturmuşum gibi. Sanki daha önce bu otların sardığı antik şehrin içinde koşuşturmuşum gibi.
Belki de rüyalarımdan birinde görmüştüm buraya geleceğimi. Mezarlığı görünce duraksadım. Belki internette görmüştüm. Tarihle ilgili gönderilerde belki de. Hangi kültüre, hangi dine ait bir yapıydı bilemiyordum, ama burayı hatırlıyordum. İçeride, tam ortada tek bir taş mezar vardı.
"Gel hadi neyi bekliyorsun?" dedi Aden.
"Burası yoktu. Biz inşa ettik. Ölmüşlerin şehrine açılan bir kapı olarak." Mezarın başında dikilmiş bana gelmemi işaret ediyordu.
"Aç kapıyı." dedi bana. Yanına gittim. Mor ışıltılı anahtar girişine baktım. Anahtarı deliğe yerleştirdim. Mezarlık hareket etmeye başladı.
"Anahtarını al ve takip et." Ucu bucağı görünmeyen merdivenlerden inmek üzere, 45 derece sola kayan taş kabirden anahtarımı çekip Aden'i takip ettim. O hızla inmişken ben soluk soluğa kalmıştım. Kapalı bir alandı. Nefesim daralıyordu.
"Aden." Dayanmalıydım. Kaçıp saklanacak bir yer yoktu. Kendimi sakinleştirmeliydim. Panik atağa izin veremezdim. Beni teselli edip, sarıp sarmalayacak kimse yanımda değildi. Yalnızdım. Kendimi sarmalıydım.
"Hadi insan." Tiksiniyordu bunu söylerken. İnsan.
Göğsüm sıkışıyordu. Gücüm yettiğince hızla aşağı indim.
"Burası çok karanlık."
"Senin için öyle. Ben görebiliyorum."
Aden'in yanına ulaştığımda bir kol çekti. Duvarda küçük, kare bir delik açıldı.
"Anahtarını göster." Anahtar parlıyordu. Gözle görebildiğim en net şeydi. Anahtarı kaldırıp gösterdim. Delik kapandı ve duvar hareketlendi. Açılıyordu. Kapı açıldıkça, girecek olduğumuz odanın lambaları yanıyordu ve gözümü alıyordu. Zincire geçirdiği anahtarı bana uzattı.
"Kolyeyi boynuna tak ve takip et." Taktım.
Tozlu eski taşlardan özenle dizilmiş parlak ve temiz koyu renklerde iri taşların üzerine adım atmıştım. Duvarlar ve tavan da bu taşlarla kaplıydı. Duvarlar ve tavanda sarmaşık benzeri bitkiler birbirine dolanıyordu. Aralarına yerleştirilmiş floresan lambalar hala gözlerimi kamaştırıyordu. Derin bir nefes aldım. Bir anlığına yerin altında daracık bir yerde olduğumu unutuvermiştim.
Bize kapıyı benim gibi kolye takmış bir insan açmıştı. Ne bana ne Aden'e bakmıyordu bile. Kapıyı açtığı gibi ikinci bir kapı daha açmak için arkasını dönüp gitti. Girdiğimiz zaman ayarlı kapı da kendiliğinden kapandı. Sonunda kendiliğinden kapanıp açılmayan ve kolu olan bir kapıya ulaşmıştık. İnsan, kapıyı açtı ve tepkisizce karşısındaki duvarı izlemeye başladı. Biz geçtikten sonra kapıyı kapattı.
İçeriye adım attığım anda fark ettiğim iki şey vardı. Birisi havanın temiz oluşuydu. Diğeri ise zeminin daha pürüzsüz oluşuydu. Işıktan gözlerimi hafifçe aralayıp yere baktığımda hala taşa benzeyen ancak beton gibi hissettiren zemini seçebiliyordum.
Burası önceki oda kadar parlak değildi. Gün ışığı gibiydi. Sanki dışarıdaydım. Hafifçe kafamı yukarı kaldırdım. Gökyüzünü görüyordum. Gözlerim yavaş yavaş ışığa alışıyordu. Alıştıkça etrafımı daha iyi seçebiliyor ve her gördüğüm detaya hayretler içinde bakıyordum.
Baktığım gökyüzü gerçek değildi. Kanadından ayrı uçan kuşları ve kopuk kopuk hareket eden bulutları fark edebiliyordum. Yapaydı. Kendilerine sahte bir gökyüzü yapmışlardı. Sağ tarafımda bir korkuluk, sol tarafımda ise boyluca dükkanlar dizilmişti. Dükkanların duvarları doğal taşlarla inşa edilmişti. Kimisi renkli doğal taşları tercih etmişti ve vitrinini renk renk kokulu çiçeklerle süslemişti.
Korkuluğa yanaştım. Aşağıda ne olduğunu merak ediyordum. Bir alt katımızda evler olduğunu gördüm. Önlerindeki bahçelerde bitki yetiştiriyorlardı. Bahçelerinde oturan eski giyimli kadınlar, benim bakışımla sohbetlerini kesip gözlerini bana diktiler. Korktum. Geri çekildim.
"Burada yaşayanlar, vampirler. Farklı zamanlardan. Farklı anlayışlardan. Kolyen seni benim korumama alıyor ama.. vampir bunlar sonuçta. Sen de tazesin. Kokuyorsun." Yine o rahatsız edici yarım ağızlı gülüşünü takındı. Yine de buradan sağ salim çıkabilmemi sağlayacak tek kişi oydu. Korkuluktan uzaklaştım. Aden'in yanından ayrılmayacaktım. Birlikte yavaş adımlarla ucunu göremediğim koridorda ilerliyorduk. Kimseyle göz göze gelmeden dükkanları incelemeye çalışıyordum. Hepsi çok sıradan görünüyordu. İnsanların kurduğu mağazalar gibiydi. Bu vampir şehri, tahmin ettiğimden daha renkli ve hayat doluydu.
Epeyce yürüdük. Aşağı katlarda bir gürültü kopmuştu. Bulunduğumuz kattaki vampirlerden de merak edip korkuluğa yaklaşanlar olmuştu. Onlar gülüp geçiyor ve tekrar uğraşmakta oldukları işin başına dönüyorlardı. Ben ise her itiş kakışta, özellikle de her ısırıkta ve birinin çığlığında korkuyla tir tir titriyordum. Etrafıma bakınmayı kestim ve Aden'in ardını sıkı sıkıya takip etmeye devam ettim. Gelen geçenin yüzüne asla bakmıyordum. Sadece takip ediyordum. Bir restoranın önünde durduk.
"Otur hadi." Oturdum. Her kafamı kaldırıp etrafıma baktığımda bir vampirle göz göze geliyor ve bir et parçası gibi hissediyordum.
"Çıkmak istiyorum." Aşağı katlardaki uğultular kesilmek bir yana dursun, daha yükseliyordu. Birinin daha çığlıkları koptuğunda tezahüratlar yükselince anladım. Belki de bir vampir dövüşü dönüyordu.
"Biliyorum."
"Ne söyleyeceksen söyle."
"Beğendin mi şehrimizi? Bugünlük bu kadar gezdirebilirim seni. Dövüşlerin olduğu bir günde elimde kalmanı istemem. Dayanıklılığın bir sinekten farksız sonuçta." Yutkundum.
"Kolyeliler insanlar. Kimsenin istemediği işleri onlar yaparlar. Etki altındayken tabii. Salındıklarında buraya dair hiçbir şey hatırlamazlar. Onları yemek ise yasak. Aslına bakarsan belirli alanlar dışında, şehirde avlanmak ve burayı kirletmek yasak. Herkes av için dışarı çıkar ya da para ödeyerek yiyeceklerini satın alabilecekleri yerlere giderler. Yani burası eğlence ve konaklama amaçlı. Ev." Yiyecek diyordu. Midemi bulandırıyordu. Daha fazla dinlemek istemiyordum.
"Demir nerede?"
"Bazı vampirler özgür ruhlu değildirler. Düzeni severler. İnsan hayatlarında yaptıkları şeyleri yapmak isterler. Ancak insanların arasına karışıp böyle yaşamak çok zordur. Bir kere güneşe çıkamıyoruz. Burada istedikleri hayatı sürdürürler."
"Demir nerede?"
"Etrafına baksana sen. Hayatında kaç kere vampir şehrine girebilirsin ki?"
"Demir nerede?" Gözümden bir damla yaş akmıştı. Haklı olabilirdi ama burası beni sadece korkutuyordu ve hakkında bir şey bilmek de istemiyordum. Sadece.. Demir'i görmeliydim.
"Bilmem."
"Kardeşimle uğraştığını söylemiştin."
Elini kaldırdı ve servis vermekte olan vampire kahve sipariş verdi.
"Süt içersin değil mi? Saat geç oldu ne de olsa. Uykunu kaçırmak istemem."
"Kardeşimin nesi var?"
"Bir şeyi yok."
"Demir'le ortak huyunuz bu mu?"
"Ne?"
"İkiniz de bir şeyler söyleyeceğim deyip beni bir yere götürüp konuşmuyorsunuz. Canınız sıkılıyor ve size eşlik etmem için mi getiriyorsunuz beni, anlamıyorum." Kahkaha attı. Gözleri kızardı.
"Sen ne özel bir şeysin öyle." Sesi kalınlaşmıştı. Sakin kalamıyordum.
"Korktun mu?" Sustum. Süt ve kahve gelmişti.
"İç bakalım sevecek misin?" Gözlerini bana dikmişti. Usulca sütten bir yudum aldım.
"Bu ne.." O kadar yoğundu ki. Sanki bir yudum değil bir kilo süt içmiştim.
"Sizin yiyecekleriniz bize tat vermiyor. Biz de kendimizinkini yapıyoruz."
"Yemeye ihtiyacınız var mı ki?"
"Hayır ama zevkli. Sen sadece yaşamak için mi yersin? Canın hiç tatlı veya tuzlu çekmez mi? Karnın tok olsa bile. Öyle düşün." Yüzü eski halini almıştı.
"Tolga.." Saksafonun sesi sözünü kesmişti. Müziği duyunca gözlerini kıstı ve bir süre dinledi.
"Kulübümden geliyor. Bu gece caz. Seni götürmek isterdim ama.. güvenli olmayabilir. Kardeşime ne derim sonra? Belki aile olacağız."
"Tolga diyordun?"
"Ha evet. Emanet o." Gülümsedi. Arkama bakıyordu. Merakla arkama döndüm. İster istemez ayağa kalktım.
"Mira!" Demir gelmişti. Bir anda yanımda belirdi ve Aden'e bir yumruk geçirdi. Etraftaki vampirler bu anı bekliyormuş gibi etrafımızda toplanmaya başladılar. Kami de gelmişti ve beni kolumdan tutup dışarıya çekiştirdi.
"Demir!"
"O kendine bakar. Yürü sen." Kami beni hızla dışarı çıkardı. İçtiğim bir yudum sütü içimde tutmakta zorlanıyordum.
Mezarlığın başındaydık. Kapısında ise bir adam bekliyordu. Kami beni kucaklayıp koşturunca o kadar içim bulanmış ve başım dönmüştü ki, adama doğru dürüst bakamıyordum.
"Gitme vakti Kamile."
"Henüz değil. Sana söyledim. Hazır olduğunda ben getireceğim." Kami'nin arkasında saklanıyordum. Adam eğilip bana baktı. Nereden geldiğini kestiremediğim bir ışık kırmızı gözlerini görebilmemi sağlıyordu.
"Kendisi gelir." Gülümsedi.
Bir paket gibi alınıp oradan oraya taşınıyordum. Adam beni bir binanın tepesine çıkarmıştı. Yere kapandım. Sonunda dayanamayıp içtiğim bir lokma süt dahil içimde ne varsa dışarı çıkardım. Derin derin nefesler alıp veriyordum. Esen rüzgar tenimi titretiyor olmasına rağmen ayılmama yardımcı oluyordu.
"Ahmet! Ona da zarar verirsen Demir seni asla affetmez!" Başka birine daha mı zarar vermişti? Bana.. bana zarar mı verecekti?
"Tolga'yı getir. Buradan çıkıp gidelim Kamile. Zamanımız daralıyor."
"Sadece birkaç ay daha!"
"Kamile!" Adam beni tuttu ve binanın kıyısına itti. Boynumu kavramış başımı aşağı sallandırıyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Ölecektim. Burada ölecektim.
"Arıyorum! Tolga'yı arıyorum! Mira'yı indir." Ağlıyordum. Hayatım için ağlıyordum. İlk defa. Bundan kurtulabilirsem bir daha gözümden damla akıtacak bir sıkıntı yaşayabilecek miydim, bilemiyordum.
"Ahmet, Demir zaten seni affetmedi. Şimdi o kıza zarar verirsen hiç şansınız kalmayacak." Telefon elinde hala beni durmadan sarsan bu adama konuşuyordu Kami. Ahmet. Bu isim tanıdık geliyordu.
"Ben bunları Demir için yapıyorum. Biliyorsun."
"Tolga.." Tolga telefonu açınca uzaklaştı Kami. Aşağı bakıyordum. Ne kadar uzaktı. Buradan düşmem kaç saniye sürerdi? Demir'in sesi kulağıma çalındı. Biraz daha öğürdüm ama içimde hiçbir şey kalmamıştı.
"Baba, napıyorsun?" Bağırıyordu Demir. Güçlükle başımı çevirdim ve Demir'e baktım. Gözlerini kocaman açmış çaresizce etrafa bakınıyordu. Ne yapabileceğini anlamaya çalışıyor gibiydi.
"Hoş geldin oğlum. Seni özlemiştim. Geldiğine sevindim." Diye karşılık verdi adam, yürekten olmayan bir tonda.
"Mira'yı bırak. Tolga gelecek zaten." Sesi boğuk çıkıyordu. Korkuyordu. Onun bu hali beni daha da korkutuyordu. Ben onu tehlike sanıyorken onun korkması nasıl bir canavarın elinde olduğumu sorgulatıyordu bana. Bir de baba demişti.
"Neden beni hiç ziyaret etmiyorsun? O aptal kız için mi?" duraksadı ve devam etti "Neydi adı? Bade miydi?" Gözleri önce karardı, sonra da kızıl bir ateş saçmaya başladı.
"Adını anma." Sesi kalınlaşmıştı. Bade. Ahmet beni sarstı. Çenemden yaş iniyordu. Elimin tersiyle silmeye çalıştım. Ahmet beni sarsınca elimi sıkıştırdım. Canım acıyordu.
"Ağlamayı kes. Demir güçlü kadınlardan hoşlanır." Ben değildim o kişi. Güçsüzdüm ben. Demir bana destek olurdu. Biz böyle sevmiştik.
Demir dişlerini gösteriyordu Ahmet'e.
"Saldıracak mısın bana? Bu kızın da aramıza girmesine izin mi vereceksin?" Onu kışkırtıyordu.
"Demir." Sesleniyordum ama bir türlü bana bakmıyordu.
"Demir, onu dinleme." Tekrarladım beni duyana kadar. Gözlerimiz buluştuğunda ağzını kapattı. Soluğunun hiddeti duruldu.
"Şaşırtıcı." Ahmet bana bakıyordu gülümseyerek.
Beni biraz daha aşağı itti. Havada baş aşağıydım. Sadece bir bacağımdan tutuyordu. Havada süzülüyordum. Beton duvarda tutunacak bir yer arıyordum ama yoktu.
Aden gelmişti. Demir'le seslerini ayırt edebiliyordum artık.
"Ne kadar özlemişsiniz birbirinizi. Ailemizi bir arada görünce gözlerim yaşardı." dedi Aden, dalgacı tavırlarıyla. Benim varlığımı yok sayıyordu. Yere çakılmak üzere olan bir parça ekmektim.
"Mira mı o? Selam. Sanırım aile olamıyoruz." Her şey komikti onun için. Amaç eğlenmekti. Ayak sesleri duyuyordum. Ahmet beni geri çekti, ayaklarımın üzerine bıraktı. Ters yüz olmaktan ve sarsılıp durmaktan başım zonkluyordu.
"Tolga? Buradasın sonunda. Ben Aden." Elini uzattı Tolga'ya ancak Tolga tokalaşmadı..
"Tanıştık daha önce. Yarışta." Ne yarışından bahsettiklerini anlayamıyordum ama bu ilk duyuşum değildi.
"Demek Seren'den etkilenmeyecek kadar güçlüsün. İşe yarayabilirsin gerçekten." Gözlerini Tolga'nın üzerinde gezdiriyordu.
"Buradayım. Bırak Mira'yı gitsin." dedi Tolga kararlı bir sesle.
"Ne istersen onu yapacağım. Ailemi rahat bırak yeter." diye ekledi.
"Ne gururlu bir şeysin sen öyle?" dedi Aden. Babasıyla gülüştüler.
"Tolga'yı nereye götüreceksiniz?" Dayanamayıp sordum.
"Seni ilgilendirmiyor." Dedi Aden.
"Emanet demiştin. Anlatacaktın."
"Hepimiz buraya Tolga'yı götürmeye geldik ancak beklediğimizden önce geliştiği için zorla götüremiyoruz. Sen bize onun gönüllü gelmesi için yardımcı oluyorsun. Anladın mı tatlı kız?"
"Aden kelepçeleri ver Tolga'ya." Aden sol cebinden eldivenler çıkarıp onları giydi. Ardından sağ cebinden kelepçeyi çıkarıp Tolga'ya uzattı. Tolga eline aldığı an yüzünü buruşturdu ve elleri kızardı.
"Onları taktığın zaman kardeşini serbest bırakacağım." Tolga da korkuyordu. Benim yüzümden bu canavarlarla gitmek zorundaydı.
Kelepçeleri geçirdikten sonra kendimi havada süzülürken buldum. Aşağıya. Demişti beni bırakmadan önce. Tolga haykırmadan önce. Beni serbest bıraktı.. aşağıya. Düşüşümün her saniyesinde aklımdan sayıyordum. 5, 15, 25.
"Yakaladım." Demir'in kucağındaydım. Beni tutmuştu. Gözlerime bakıyor, iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu.
"3."diyebildim. Kafamın içi adeta çalkalanıyor olmasına rağmen hafif bir tebessüm etmeyi başarabilmiştim. Gözlerim karardı. Başımı omzuna bıraktım.
***
Gözlerimi ovuşturuyordum. Birinin kucağında yatıyordum. Gözlerimi hafifçe araladım. Alara'ydı. Alara heyecanla kalktı. Bana tersten değil de düz bakmak için gayret ediyordu.
"Alara yavaş." diyordu Demir.
"Çok korktum. İyisin değil mi?" Ağlamaktan kızarmış gözleri endişe ve merakla bana bakıyordu. Odamdaydım.
"Ben.." Şimşekler çakıyordu zihnimde.
"Tolga." Demir'e bakıyordum.
"Dönecek." Gülümsedi.
"Ne Tolga'sı?" Alara anlamıyordu. Demir'in de zihninde bir şeylerle oynadığından emindim. İyice kafası karışmasın diye sustum ve Demir'in konuşmasına izin verdim.
"Biraz sıkkındı. Bizim evde şimdi. Mira çağırınca geldim de.. o da konuşurken birden bayıldı. Tolga birkaç gün bizde kalsa iyi olur. Kendini iyi hissediyorsan gidiyorum Mira." Hafifçe gülümsedi Demir. Endişeli bakışlarını örtmek için yeterli gelmiyordu.
"Tamam. Beni habersiz bırakma." dedim o pencereden çıkarken. Hafifçe başını salladı ve gitti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.55k Okunma |
1.4k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |