Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2.Bölüm "Şaka"

@parla.den

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

---------------------------------------------------------------------------------------

Panikten ellerim buz kesmişti. Ilgaz yanımda belirdi. Uyku sersemi yalpalıyordu.

"Mira, iyi misin?" Pencerenin halini görünce perdeyi çekti. Bana sarıldı.

"Korkma, aptalın biri şaka yapıyor belli ki." Kendisi de korkmuştu anlayabiliyordum ancak benim kadar olamazdı. Sakinleştiğimde Ilgaz'ın dinlediği sesi duydum. Evet, birileri yaptığı şakanın sonuçlarından çok keyif almış kahkahalar atıyor, arkadaşıyla konuşuyordu. Gecenin bu saatinde kim böyle bir şey yapabilirdi ki? Belki de sarhoştular. Ilgaz öfkeyle perdeyi açtı. Kapağı açık boş bir kafes duruyordu aşağıda ve uzaklarda siyah paltosu, sivri topuklu botlarıyla uzaklaşmakta olan bir kadın silüeti vardı.

"Göstereceğim şimdi onlara." Hayır, hayır, hayır. Ilgaz'ı durdurmam gerekiyordu. Dışarı çıkamazdı. Ilgaz'ın garip insanlara saldırıp zarar görme ihtimalinden korkmuştum. Dış kapıyı açarken eve girmesi için kolundan çekiştiriyordum. Bağırıp çağırıyordum ancak beni dinlemiyordu.

"Evden çıkma sakın." Bana işaret parmağını sallayıp dış kapıyı ardından çarpıp çıktı. Derin bir nefes aldım. Napabilirdim? Ya Ilgaz'a bir şey olursa? Panikle annemi aradım.

Çalıyordu ancak açan yoktu. Babamı aradım bu sefer.

"Alo?"

"Baba, biri eve saldırdı."

"Ne?"

"Ilgaz adamların peşine takıldı, dışarıda. Ne yapacağım? Kalmaya ikna edemedim, ya ona bir şey yaparlarsa?" Kursağım düğümlenmişti. Ağlamak geliyordu içimden. Zor tutuyordum kendimi ve bu durumdayken konuşmak çok zordu. Babamın gelmesini ve Ilgaz'ı eve sokmasını istiyordum.

"Ne saldırısı kızım? Sakince bir anlat."

"Bir şey.." Kuşlar kendilerini pencereye vurdu mu diyecektim? Camın üzerindeki kuşların kanı mıydı ki? Üzerine yapışan tüyler öyleymiş gibi hissettirmişti ama kim kuşların kendini öldüresiye pencere camına vurduklarına inanırdı ki? Kulağa saçma geliyordu.

"Pencerelerimize.. kan dolu balonlar attılar." Bu da pek akla yatmıyordu ama ne diyeceğimi bilememiştim. Babam da afallamış olacak ki sessizleşti.

"Bu nasıl bir saçmalık. Sen evde misin?"

"Evet ama Ilgaz. ."

"Sen evde kalmaya devam et. Ilgaz başının çaresine bakar. Ben yine de polisi yönlendireceğim. Sakın dışarı çıkma, tamam mı?" Benim konuşmama fırsat vermeden kapattı. Telefona bakakaldım. Şakayı yapanlar çok korkutucu gelmemeye başladı birden. Bazen Tolga mı evlatlık yoksa Ilgaz mı, emin olamıyordum. Öz oğlunu nasıl bu kadar umursayamayabilirdi ki bir insan? Ben, şimdi geliyorum, demesini bekliyordum halbuki.

Kapıyı araladım. Ilgaz'ı görebiliyordum. Kimseyi bulamamıştı.

Kapımda beliren yabancı adam, sokağın güvenli olduğunu düşünerek açtığım kapıyı suratına kapatmam ile kapı eşiğindeki itişmemiz başladı. Yabancıyı dışarıda bırakmak için kapıyı tüm gücümle itiyordum ancak sanki o bir duvardı. Yerinden dahi hareket ettiremiyordum.

Ilgaz adamı deri ceketinin kumaş şapkasından çekiştirdiğinde adamın Ilgaz'ı yere fırlatıp kaçması bir oldu. Yüzünü örten şapkasını da düşürmüştü ancak onu görmemize fırsat kalmadan tüymüştü. Ilgaz'ın kalkmasına yardım ettim. Adam çok güçlüydü. Ilgaz kolayca yere yapışacak biri değildi. İri yapılıydı ve sporcuydu.

Yenilgiyi hazmedememişti ancak göğsüne aldığı darbe çok canını yakmış olsa gerek şöyle bir etrafına bakındıktan sonra eve girmek istedi. Kolunu omzuma attığı sırada ben hala sokağa bakınmaktaydım. Uzak bir kaldırımda aynı adamı gördüm. Karanlıktan yüzünü seçemiyordum ama bizi izlerken kıvrılan dudaklarından aldığı keyfi hissedebiliyordum. Bu deli adam, tekrar bir şey yapmadan eve girmeliydik.

Kapıyı kapattığımda derin bir oh çektim. Kapının arkasındaki kilidi taktım. Koltukta oturmakta olan ağabeyimin yanına gittim. Göğsünü tutuyordu.

Tişörtünü çıkarttı. Göğsünde loş aydınlatmada dahi seçilebilen kocaman bir morluk vardı. Biraz oflayıp pofladıktan sonra siyah tişörtü geri giydi.

İztuzuna geri dönmek istiyordum. Ağabeylerim için endişe duymam gerekmeyen son günlerime. Altın partikülleri gibi parlayan ancak pamuk kadar yumuşak ve güneşin ısıttığı sıcacık kumlarda koşturup top oynadığımız, yüzdüğümüz son huzurlu günlerimize. Tolga hasta olmadan önce geçirdiğimiz, ailecek tatilde olduğumuz o güne. Benim, kardeşimi iyileştiremedikçe onu kaybetme korkusuyla çalkalandığım ve aslında ne kadar güçsüz varlıklar olduğumuzun farkına varmamla her şeyden korkan birine dönüştüğüm o günlerden öncesine.

O tatilde, İztuzundayken, sahilde kamp bile yapmıştık. Ilgaz hiç eline almadığı klasik gitarını sırf kamp klişesi yapabilmek için götürmüştü. Melodilerine dalgalar eşlik ediyordu. Gözlerimi kapatıp huzurun sesini dinliyordum.

O tatilin ardından Tolga'nın yanıkları bir türlü iyileşmek bilmedi. Karlar kalkmıştı ve ilk cemre düşmüştü. Koca bir okul dönemini atlatmıştık ama Tolga hala hasta ve iyiye gitmiyordu işte. Gözümün önüne makaledeki fotoğraf geldi. Ellerimle yüzümü kapattım.

Ilgaz'ın sadece dinlenmekte olduğunu düşünüyordum ancak ellerimi yüzümden çektiğimde bir süredir beni izlediğini fark ettim.

"Mira yumruk yiyen benim, sen değil. Otur şuraya karşımda dikilmen rahatsız ediyor." Televizyonu açtı beni yanına oturturken.

"O morluğa baktırmamız gerek."

"Bir şeyim yok benim, abartma. Geçer." Canı yanıyordu ama gözünü bile kırpmamaya çabalıyordu.

"Geçmiyor bazen." Ilgaz ters bir bakış attı bana. Neyi ima ettiğimi anlamıştı ve umursamıyordu.

"Umarım bunu yapanı bulurlar."

"Ben bulacağım zaten. Sen rahat ol." Daha fazla zarar görmesini istemiyordum ama çok inatçıydı. Söyleyeceğim her şeye karşı gelip bir şey yapmamasına ikna etmeye çalıştığım için daha sıkı tutunacaktı davasına. Sustum. Nasıl olsa avukat ebeveynlerimiz var onlar halledecektir, diye düşündüm. Hala kimsenin nasıl olduğumuzu kontrol etmek için gelmemesi mi, diye düşünmeden edemedim. Bir süre sessizce televizyon izledik.

"Babama penceremize kan torbası attıklarını söyledim."

"Ne?" Gülüyordu.

"Kuşların kendini vurduğunu söyleyecektim sonra. ." Daha çok güldü.

"Kuşlar nasıl kendilerini cama vurdular ki?" diye devam ettim.

"Eğitmişlerdir."

"Neden peki?" Ben de gülüyordum, sinirlerim bozulmuştu.

"Anlarız yakında."

"Nasıl anlayacaksın?"

"Benim de kendime göre bağlantılarım var." Havalanıyordu bunu söylerken.

"Ilgaz saçma sapan bir şey yapma lütfen. Peşlerinden gitmek gibi."

"Mira ya.. Şaka yapıyorum kızım. Nereden bulayım adamı? Yüzünü bile göremedim. Sahi sen bir şey gördün mü?"

Bir kadın vardı aslında.. ama söylemeyecektim.

"Sana vuran adamı mı? Evet gördüm." dedim muzip bir sesle.

"Mira!"

Bir süre sessizlik oldu.

"Aradın mı.. bizimkileri?" Yüzüme bakmıyordu.

"Aradım."

"Eee?"

"Babam birilerini yollayacağını söyledi."

"Kimse gelmedi ama. ."Kimse gelmemişti. Bizi tekrar aramamıştı da.

"Neredeler?"

"Hastanedeler." Yine bir şey söylemedi. Sadece başını salladı.

"Neden umursamıyorsun Tolga'yı? Geç kaldığımızda neden arayıp sormadın da şimdi soruyorsun?"

"Onlar umursuyor mu Mira? Dünyaları Tolga'nın etrafında dönüyor."

"Hasta ama."

"Biz de az önce bir psikopat tarafından öldürülebilirdik." Sustum. Haklılık payı vardı.

Gözlerimi televizyona dikmiş durmadan düşünüyordum. İyiydik. İztuzundayken iyiydik. Evde iyiydik. Hep iyiydik biz, üç kardeş. Tamam çok sevgi dolu olduğumuz söylenemezdi ancak umursuyorduk.. değil mi? Bir arada olmadığımız zaman Ilgaz nefretle doluyordu Tolga'ya karşı. Ya da daha çok annemle babam tüm ilgisini ona yönelttiklerinde..

Ilgaz göğsünü tutuyor ve yüzünü buruşturuyordu. Fark ettiğimi görünce elini çekti ve bir şeyi yokmuş, canı yanmıyormuş gibi davranmaya başladı. Onun için ne yapabileceğimi bilemiyordum ve birden aklıma geldi.

"Acaba kantaron mu sürsek?" Evde vardı ama bilmiyordum nasıl kullanacağımı. Yanlışlıkla Ilgaz'ı da geçmek bilmeyen bir yanıkla baş başa bırakabilirdim.

"O ne?"

"Yaralar ve morluklar için kullanılan bir yağ." Gülümsedim. Evet, bir şeyler bilmek hoşuma gidiyordu. Haberleri okurken öğrenmiştim ne işe yaradığını.

"Kardeşim neler de bilirmiş." diyip nefret ettiğim o hareketi yaptı. Kafamı tutup hafifçe sarsıyordu. Onun sevgisini gösterme şekli buydu. Birlikte ecza dolabını kurcaladık ama kutuların üzerinde sadece birinde yara merhemi yazıyordu. Hiç yağa benzer bir şeyde yoktu. Yara merhemini sürmekte karar kıldık.

Gök ağarmaya başladığında gidip biraz kestirmeye karar verdik ve odalarımıza dağıldık. Odaya girdiğimde annem aradı. Tolga'nın durumunun kötüleştiğini ama şimdi iyi olduğunu ve bu yüzden arayamadığını, nasıl olduğumuzu soruyordu ancak sesinden aklının bizde olmadığını anlayabiliyordum. Polisi bile aramamışlardı. Belki de Allah'a emanet geçirdiğimiz bir geceydi.

***

Yine bir okul çıkışıydı. Seçme gününde oturduğum koltukta oturuyordum.

O gün bu koltuk beni çok tedirgin etmişti. Yine gelip neden buraya oturduğumu anlamakta zorlanıyordum. Alıştığım zorluklar, yeni tecrübelerden daha kolay gelmişti hep. Evet, basit bir koltuk seçiminde dahi. Seçmelerden hatırladığım iki kız listeyi inceliyordu. Heyecanla onların çekilmesini bekliyordum. Olmasını isteyip istemediğime bile karar verememiştim içimde. Sonuç ne ise onu kabul edecektim sanırım. Beni heyecanlandıran şey aslında Tolga'ya kabul edildiğimi söyleyebilmekti.

Yanıma biri oturdu.

"Ben kabul edilmişim." dedi Demir. Seçmelere bile girmemişti. Hem o gün bana 'ben sahneye bile çıkamazdım' gibi laflar etmişti. Kafam karıştı. Başka bir seçme daha mı yapılmıştı yoksa? Farklı roller için farklı günler mi vardı? Sormadım.

Montunu aramızdaki koltuğa yaydı. Benimle konuşmak için mi yerleşiyordu koltuğa? Ben ise hemen bakıp hastaneye koşacağım için on dakikayı geçik süredir oturmama rağmen sırtımdaki gelecekte kamburlukla uğraşmama sebep olacak çantamı çıkartma zahmetine girmemiştim.

"Tebrik ederim." Gülümsedim.

"Sen?"

"Henüz bakamadım." dedim kafamla listenin başından ayrılmak bilmeyen kızları işaret ederek. Demir gözlerini oraya kilitlemişti. Eşyalarını bırakıp kızların yanına damladı. Kollarını kızların omuzlarına sarıp konuşmalarını salonun dışına taşıdı. Tuhaf bir rahatsızlık kapladı vücudumu. Sanırım bu hareketini hiç onaylamamıştım. Umarım kızları tanıyordur diyordum.

Panonun başına geri döndüğünde oturduğum yerden onu izliyor, listeye bakıp bana sonucu söylemesini bekliyordum. Listeyi uzun süre inceledikten sonra bana dönüp baktı. Alınmamıştım kesin.

"Bakmayacak mısın?" Eşyalarımı bırakmadan yanına gittim. Daha fazla bekleyemezdim zaten. Daha hastaneye gidecektim.

Tolga oyundaydı, hem de başroldü.. Sedat -Ilgaz'ın katlanılmaz arkadaşı- dahi oyundaydı. Ben? Listede yoktum. Üzülmem diyordum ancak yine de hayal kırıklığı yaşamıştım.

"Keşke sen de olsaydın." Seçmeler sırasında henüz sahneden inmeden bana olmadığını, yapamadığımı söyleyen o değil miydi? Evet kesin çok üzülürdü. Bu sonuçlara Tolga ile bakmalıydım, Demir ile değil. İyi akşamlar diledim. Salondan ayrılıyordum ki beni kapıda durdurdu.

"Tolgayı göremedim iki gündür. Hasta mı?" Okuldan Tolga'yı soran ilk kişi olmuştu sanırım. Niyeydi bilmiyordum ancak Tolga oldukça uyumlu, tatlı bir insan olmasına rağmen pek yakın arkadaşı yoktu.

Evet, hastanede." Söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmıştım ancak ne fark ederdi ki. Şaşkınlığın ardından endişe kapladı suratını.

"Nesi var?"

"Önemli bir şey değil, yakında çıkacak zaten."

Aralık olan kapıyı kapattı. Bir eli belinde diğer eliyle alnını okşuyor, düşünüyordu. Gözlerini bana kilitlemişti. Canlı gri gözlerini. Bu kadar solgun bir renk nasıl bu kadar canlıydı? Cildinin aksine. Ne kadar da beyazdı yüzü elleri. Dudakları ise kıpkırmızıydı.

"..Mira?" Konuşuyordu. Konuşuyordu ve ben dinlememiştim. Hemen toparladım kendimi. Ne sormuştu bana?

"Olur mu?" Başımı salladım. Onayladım. Ama neyi?

Kapıyı açtı. Beni önden buyur etti. Çıktım.

***

"Tamam anne, bu gece Mira kalsın benimle." Annemle verdiğim amansız refakatçı mücadelesinin zaferini Tolga'nın kararıyla ben kazanmıştım.

Tüm bu çekişmeye bir yabancının şahit olmamasını tercih ederdim ancak öyle olmadı. Demir tartışmamız boyunca oradaydı ve ancak şimdi ayrılmak için izin istiyordu.

"Teşekkürler Demir. Yine gel olur mu?"Annem ya Demir'i çok sevmişti ya da Tolga'nın sonunda bir arkadaş edinmesine sevinmişti. Emin olamadım hangisinin doğru olduğuna. Tolga ise ziyaret edilmesine annem kadar mutluluk duymamıştı.

Tolga'nın yanındaydım ve Demir çıkar çıkmaz yaraların olduğu yerleri kontrol etmeye başladım. Daha iyi görünüyorlardı. Tolga da pek rahatsız durmuyordu.

"İyiyim Mira. Bence eve gidebilirdik bile." Annem ikimize de ters bir bakış attı.

"Bu duruma kalıcı bir çözüm bulmadan ayrılmayacağız artık Tolga. Olmazsa İzmir'e gideceğiz." Kollarını birbirine bağlamıştı. Tolga asla istediğini yapamayacak anlamına geliyordu bu.

"Dün gece n'oldu anlatmam lazım sana." dedim yatağında yanına uzanırken.

"Mira sırası değil. Abini rahatsız etme." Bana koltuğu gösteriyordu. Yataktan kalkmamı ve çenemi kapamamı istiyordu. Peki. O gidince anlatacaktım her şeyi.

***

"Şşş..Uyu."

Gözlerim hafif aralıktı. Parıldayan bir çift göz karşımda dikiliyordu. Yüzünü görüyor ancak seçemiyordum ama dün gece evimize saldıran adam olduğuna emindim. Hastanedeydik. Tolga'nın yanına gidiyordu. Onu durdurmak istiyordum ancak uyku ağır basıyordu. Sanki onun uyu emrinden çıkamıyordum. Tolga'nın yanındaydı.. Vücudum beni dinlemiyordu..

 

Loading...
0%