@parukopoli
|
"Saklayarak ve uzak durarak sizi, ailemi koruyabileceğimi düşündüm ama yetersiz kaldım." Derin bir nefes aldıktan sonra dik bir konuma gelerek oturmaya devam etti. Daha kararlı bir duruşu vardı artık. "Sonsuza kadar saklanarak huzurlu bir ömür geçirebileceğimizi inandım fakat görünen o ki bu konuda da yanılmışım. Bizim dışımızda, bizi de kesinlikle etkileyecek bir şeyler olmaya başladı yeniden. Bu yüzden size en ince ayrıntısına kadar her şeyi anlatacağım, böylece tetikte olabileceksiniz. Yorulacaksınız belki ama artık bu şekilde daha da güvende olacağınızı düşünüyorum. Özellikle de senin Azra." Azra ne diyeceğini bilemez şekilde durup kadını izlemeye devam etti. Belli ki bu olay geçmişiyle alakalıydı. Bu konuda doyumsuz bir bilgi açlığı olduğu aşikârdı ama içinden bir ses duyacaklarının tahminlerinin çok ötesinde olacağını söylüyordu. "Biz bir savaş halindeyiz çocuklar,” diye devam etti Melisa. “Savaştığımız kişi hepimizin düşmanı ama en çok birinin kanına susuyor." Yaralı, korkmuş ve yorgun bakışları sadece Azra’ya odaklıydı. "Yıllardır seni bulup öldürmek için çabalıyor Azra."
"Ne demek bu?" dedi Azra korkuyla kadını izlerken. Melisa elinden tutarak yanına oturttu kızı.
"Sakince beni dinlemenizi istiyorum sadece," dedi kızın gözlerinin içine bakarak. “Herşeyi anlatacağım.” Kafasını kaldırıp yanlarında dikilen Doğan’a da saniyelik bir bakış attı. İki gencin de büyük bir dikkat ile anlatacaklarını bekliyor olmaları Melisa'nın oturduğu yerden rahatsızca kıpırdanmasına neden oldu. Hemen sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak ekledi; "Ama nereden başlayacağımı gerçekten bilmiyorum."
"En başından başlamaya ne dersin?" diye sordu Doğan sabırsızca.
"Evet, sanırım haklısın." Melisa ona bakarak gülümsedi. Muhataplarının hala ciddi bir ifade ile beklediklerini görmek yumuşayan yüzünü yeniden düşürdü. "Tamam, o zaman," dedi kendinden emin bir sesle. "Öncelikle bilmeniz gereken ilk şey şu çocuklar; ben bu gezegende doğmadım." Doğan tekrar atılıp; "Bu ülkede doğmadım diyecektin herhalde," dedi sonra da dönüp onay beklercesine Azra'ya baktı.
"Elbette öyle söyleyecekti. Sonuçta Türkiye başlı başına bir gezegen öyle değil mi?" Sinirli bakışlarını Doğan'ın üzerinden kaydırıp Melisa'ya çevirdi. Öfke hayal kırıklığının Azra'daki nadir yan etkilerinden biriydi. Şu an hissettiği ağır duyguların arasına bir de çok lazımmış gibi bu eklenmişti işte. Öfkesinin önüne geçici ve oldukça kırılgan olduğunu bildiği bir bent örerek kadının ağzından mantıklı bir şeyler duymak için uğraşmaya karar verdi. Daha uysal bir sesle devam etti. "Hani gerçekleri anlatacaktın? Söz vermiştin."
"Tam da şu an sözümü tutuyorum ya işte."
"Bu mu gerçekten!" Dayanamayıp sesini yükselttiğinde Doğan kızın omzunu sıkarak sakinleşmesi için gizli bir uyarıda bulundu. Azra da bu uyarıyı dikkate alarak önce derin bir nefes aldı ardından yumuşak bir tonda yeniden konuşmayı denedi. "Bak Melisa, kendi adıma konuşuyorum, bana ne hakkında yalan söylemiş olursan ol affedebilirim. Aksi olacak diye korkuyorsun biliyorum ama bu korkun yersiz. Lütfen artık doğruların üzerini saçma sapan hikâyelerle kapatma. Buna gerek yok."
"Yıllarca ciddiye almayacağınız bir gerçeği sakladığımı bilseydim eğer bu kadar kasmazdım." Buraya kadardı. Azra'nın pes ettiğini anlamış gibi anında dümene Doğan geçti.
"Buna kendin de inanıyor olamazsın. Neden bu kadar ciddisin?"
"İnanıyorum çünkü gerçek olan bu," dedi Melisa bezmiş bir ifade ile. "Başkasından dinlediğim bir hikâye değil, yaşadığım hayat." İki gencin de ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. Melisa ikisine de bakıp gülümsedi. İlk kendine gelen Azra dayanamayıp yeniden konuştu.
"Saçmalık!" Melisa'nın kendisine dönen bakışlarında gördüğü ufacık bir şey anında söylediği kelime için pişman olmasına neden oldu. Kadın omuzlarını düşürüp sakince konuşmaya devam etti.
"Tamam, biliyorum şaşkınsınız. Çok da haklısınız ama önce anlatmama bir izin verin. O zaman her şey açıklığa kavuşacak zaten." Melisa kısa bir an bekleyip onların sessiz onayını aldıktan sonra devam etti. "Dediğim gibi ben bu gezegende doğmadım." Azra, Melisa konuşmaya devam edene kadar daha fazla bir şeyin onu şaşırtabileceğini düşünmüyordu. "Tıpkı senin ailen gibi Azra." Doğan dönüp dikkatlice Azra'ya baktı.
"Bende mi uzaylıyım?" Şaşkınlığını zor da olsa üzerinden atıp bu saçmalığa kendince katlanmanın bir yolunu bulmuştu. Önündeki kadın gerçekleri bu şekilde sonsuza kadar saklayamayacaktı nasıl olsa. O zamana kadar akışına bırakmaya karar verdi. Sırıtmamak için kendini zor tutuyordu. Melisa ise önce anlamaz bir tavırla kıza baktı sonra kahkahayı patlattı.
"Hiç böyle düşünmemiştim. Ama evet öyle de denebilir. Yalnız sen, benim aksime sıradan bir uzaylı değilsin," dedi alaycı bir şekilde. "Sen Aren gezegenin, yaşamadığına inanmaları için elimden geleni yaptığım, meşru prensesi Zera’ sın." Şimdi yüzünde tatlı bir gülümseme ile Azra'ya bakıyordu.
"Bunu gerçekten söyledi mi?" dedi Azra, son cümleyi sindirmek daha doğrusu anlayabilmek için bir an bekledikten sonra Doğan'a dönerek. Doğan da ona şaşkınca; "Sen de aynı şeyi mi duydun?" diye cevap verince kısa bir sessizlikten sonra ikisi de gözlerinden yaşlar gelene kadar kahkahalar ile güldüler. Durulmaya başladıklarında Azra gözlerini silerek Melisa'nın çatılmış kaşlarına baktı. Yanında hala kahkaha atmaya devam eden adamın karnına elinin tersi ile vurarak dikkatini çekti.
"O neden gülmüyor?"
"Bekle," dedi sonunda kendine gelen Doğan. Telaşla kadının yanına gelip çenesinden tutarak göz göze gelmelerini sağladı. Amacı göz bebeklerini incelemekti. "Bugün en son o adamın yanına gitmişti. Ya adam ona bir şey verdiyse."
"Nasıl bir şey?" Azra da yanlarına gelip Melisa'nın göz kapaklarını iyice açmaya çalışan Doğan'ın dibine girdi.
"Kafayı güzelleştiren bir şeyler. Gerçi Melisa kullanmaz ama. Gizliden vermiş olabilir." Melisa gözündeki parmaklardan uzaklaşamayacağını anlayınca Doğan'ın ellerine yapıştırmaya başladı. O tuhaf insanlara kapıyı açmadan önce yuttuğu hapı hatırlayan Azra tam bunu dillendirecekti ki,
"Kesin artık şunu!" diye bağırdı en sonunda dayanamayan Melisa. Gözlerini sıkıca kapatmıştı. Saniyeler sonra açarak yeniden konuştu. “Birbirinize bakın!” İstemsizce kadının emirlerine itaat eden Azra ve Doğan aynı an korkuyla geriye sıçradı. Azra’nın çocukluğundan aşina olduğu arkadaşının yüzü, on yaşındaki boyu ve ifadeleriyle tam karşısında duruyordu. Yüzünde yaşadığı dehşetin emareleri vardı.
“Sen mi yapıyorsun bunu?” Azra gözlerini Doğan’dan bir saniye bile ayırmamıştı ama sorusunun muhatabı Melisa’ydı.
“Evet,” diye cevap verdi Melisa.
“Ama sen nasıl…” Arkadaşını işaret ederek kafasını toparlamaya çalışan Azra sonunda pes ederek sustu.
“Eski fotoğraflardan biri canlanmış gibi,” dedi Doğan kısık bir sesle. Sesi bile o zamanlardaki gibiydi. “Sesi bile aynı.”
“Nasıl görünüyorum?” Kaşları çatılmıştı Azra’nın. Belli ki Doğan da kendisini farklı görüyordu. Kapalı televizyonun ekranından yüzüne baktı ama bir değişiklik yoktu. Yeniden hızlıca bakışlarını şaşkın çocuğa dikti.
“On yaşında gibi gözüküyorsun.”
“Sende öyle.” Doğan hızlıca cebinden telefonunu çıkararak ekrandan yüzünü inceledi.
“Hayır değilim.” İkisi de dönüp Melisa’ya baktığında konuşan Azra oldu.
“Neler oluyor? Neden kendini göremiyor?”
“Göremiyor çünkü görüşünüzü değiştirdim görünüşünüzü değil.” İkisi de afallamış bakışlarıyla Melisa’yı izlemeye devam ettiklerinde kadın derin bir nefes alıp az öncekine oranla daha makul bir sesle devam etti. "Yani doğrudan size değil de gördüklerinize müdahale ettim. Doğan’ın seni küçük bir çocuk olarak görmesini sağladım. Senin için de tam tersini yaptım. Yaptığım şey sizinle değil karşınızdaki ile alakalı. Böylesi benim için daha kolay oluyor. Az önceki sevimsiz misafirlerimize yaptığım da buydu.”
“Gerçekten yapabiliyorsun,” dedi Doğan hayretle.
“Evet yapabiliyorum.” Hafifçe gülümsedikten sonra gözlerini sıkıca yumup tekrar açtığında Doğan eski haline dönmüştü. Azra adamın ifadelerini yanlış okumadıysa eğer kendi de düzelmişti. Arkadaşını yeniden normal haline dönmüş olması en az çocuk halini yeniden görmek kadar dumura uğratmıştı. Bu yüzden Melisa konuşmaya devam ederken de dikkatlice Doğan’ı izlemeye devam etti. “Size böyle kapsamlı bir yalan söyleyemeyeceğimi en iyi siz biliyorsunuz. Bu tarz bir hayal gücüne asla sahip olamadım. Böyle dallı budaklı şeylerle baş edebileceğime gerçekten inanıyor musunuz?" Oysa az önceki gösteriyi yapmamış olsaydı tam da buna inanmaya hazırlıyordu kendini Azra. Her ne kadar anne yerine koyduğu kadın açıklıyor da olsa elle tutulur bir kanıt olmadan böyle bir hikâyeye inanması beklenemezdi. Eğer Doğan da aynı durumda olmasaydı gözleriyle gördüklerini dahi inkâr edip kendi deliliğine bir delil olarak görürdü.
Melisa, kafası iyice karışmış Azra’nın önünde yeniden dikilerek gözlerinin içine baktığında genç kız, arkadaşının üzerindeki bakışlarını çekti sonunda.
“Kabul ediyorum, büyük bir hata yaptım,” dedi Melisa içtenlikle. “Seni kimden, neyden sakındığımı anlatarak büyütmeliydim. Öğrendiğinde bile yeterince güvende olmayacakken şimdi sen bana inanmadığını söylüyorsun. Lütfen bunu bana yapma Azra!" İçinde bulunduğu çaresizlik, sesinden de yüzünden de ayan beyan okunuyordu. Azra hiç konuşmadan yıllardır tanıdığı kadının gözlerinin içine bakıyordu. Onu çok iyi tanıyordu ve uzun yıllardır kendisine söylenen bazı yalanların farkındaydı. İçten içe bu yalanların ucunun Melisa’yı kaybetmeye kadar gideceğinden endişelendiği çok sancılı dönemler de olmuştu. Biraz da bu yüzden zaman zaman manipüle edilmeye göz yummuştu. Ama bu defa emindi, yalan yoktu izlediği gözlerde. Gerçeği bilmeyi çok istiyordu fakat bunun için hazır olduğu konusunda pek emin değildi. "Hep aileni merak ettiğini söylüyordun. Onları da dinlemek istemiyor musun?" Bir ihtimal dikkate alınmayacağını düşünen Melisa son kozunu oynamıştı. İşe yarayacağını kızın parlayan gözlerini görmeden önce de biliyordu aslında.
"Çok istiyorum," dedi Azra hevesle kafasını sallayarak. "Yalan dolan da olsa dinlerim." İmayla karışık ufak uyarısını da yapmayı ihmal etmedi.
"Hepsi gerçek." Yalancılıkla itham edilmek belli ki pek umurunda değildi şimdilik. İstediği şeye kavuşmuş olmanın verdiği rahatlık yüzündeki gülümsemeden okunuyordu.
"Öncelikle Azra neden saklandığımızı bilmen ve önceden de söylediğim gibi daima tetikte olman gerekiyor."
"Tamam," dedi Azra başka ne diyeceğini bilemeden.
"Peşinde kana susamış bir katil var Azra."
"Katil mi?" dedi Azra kendini akıntıya bırakarak. Hala tam olarak inanmamıştı ama bütün bu olanların bir açıklamaya ihtiyacı vardı. O yüzden sonuna kadar dinleyip bütüne bakarak gerçek mi değil mi karar verecekti. "Neden benim peşimde olsun ki?"
"Zapt ettiği tahttaki tek engel sensin çünkü.” Melisa derin bir soluk alıp devam etti. “Hayatta kalan tek varissin. Sen yaşadıkça taht onun için tehlikede olmaya devam edecek. Bu yüzden daha bebekken öldürmek istedi seni."
"Ailemi öldüren yangını da o mu çıkardı?" Azra parçaların yavaş yavaş yerine oturmasına izin verirken rahatlama yerine öfke hissetmeye başladı. Bahsedilen diğer şeyler arka plandaydı o an için.
"Onların ölmesine neden olan şey bir yangın değildi Azra." Azra Melisa'nın devam etmesine izin vermeden tekrar konuştu.
"Ama bana öyle söyledin." Melisa önce suçluluk duygusuyla gözlerini kaçırdı, hemen ardından ise daha dik bir duruş sergileyerek kararlı bir ifadeyle kızın gözlerinin içine baktı.
"Özür dilerim ama sana, senin iyiliğin için söylediğim tek yalan değil bu." Azra ne diyeceğini bilemedi. Tutulmuş diline tezat kalbi tam mesai çalışmaya devam ediyordu. Kandırıldığını Melisa’nın ağzından yeniden duymak ihanete uğramış gibi hissetmesine fazlaca katkıda bulunmuştu. Hayatı boyunca en güvendiği insan onu kandırmış, belli ki sahte bir hayat yaşamasına müsaade etmişti. Melisa Azra'nın ona nasıl baktığını görünce ellerini tuttu. "Bana ne kadar kızgın olduğunu biliyorum. Çok da haklısın ama lütfen her şeyi anlatmama izin ver. Seni bilmediğin bir dünya ile baş başa bırakmak istemiyorum. Sonra istersen bir daha görmezsin beni." Son cümlesinin korkunçluğu Azra'yı ürpertti ve öfkelendirdi. En korktuğu yerden sınanma fikri onu deliye döndürüyordu. Ne olursa olsun Doğan ve Melisa ailesiydi onun. Onların olmaması demek Azra'nın da kaybolması demekti. Bu en son isteyeceği şey bile değildi. Hırslı bir telaşla hızlıca ve sıkıca sarıldı önündeki kadına.
"Eğer bir daha gitmenin imasını dahi yaparsan senden önce ben giderim, asla yüzümü göremezsin.” Kızdan böyle bir çıkış beklemeyen Melisa korkuyla yutkundu.
“Özür dilerim, seni asla kendi isteğimle bırakmam biliyorsun. Bunu senin istemen gerekiyor.”
“Sonsuza kadar böyle bir şey olmayacak seni temin ederim. Ne anlatırsan anlat bu değişmeyecek. Lütfen saçma sapan düşüncelere kapılma.“ Kafasını sallayarak onayladı onu Melisa. Arkasını dönerek Azra ve Doğan’ın karşısındaki koltuğa geçip oturdu yeniden. Düşünceli ifadesi aklına ne gelmişse artık birden hızlıca dağıldı. Hevesle kafasını kaldırıp çocuğu yerine koyduklarına baktı.
“En başından anlatacağım her şeyi. Her şeyi bileceksin.” Daha çok kendini ikna etmek ister gibi bir ifadeyle konuşmuştu. Arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. "Büyükbaban Kral Rusa’dan başlamalıyım sanırım.” Şimdi yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı. Sadece anne ve babasını dinleyeceğini düşünen Azra için bu cümle hazine niteliğindeydi. Belli ki Melisa kızın öğrenmek için her şeyini verebileceği bilgilerin daha fazlasına sahipti. Ailesi ile tanışmak üzere olduğu gerçeğinin bilincinde yüreği kıpır kıpır dikkatlice Melisa’yı dinliyordu. “Görüp görebileceğin en iyi krallardan biriydi Azra.” Kral, krallık. Kendi hayatı ile asla bağdaştıramadığı kelimelerdi. Yine de sesini çıkarmadan dinlemeye devam etti. “Adildi, hoşgörülüydü, farklı sesleri her zaman dinlerdi, sevgi dolu bir adamdı. Onun zamanında krallıkta her şey yolundaydı. Babam onun kılıçadamıydı."
"O ne demek?" diye sordu uzun süredir sessizce dinleyen Doğan araya girerek.
"Krallığın en yüksek rütbeli ve en iyi eğitilmiş askeri taburuna kılıçadamlar denir. Aralarından tıpkı babam gibi kendini kanıtlamış olanlar aynı zamanda kralın en yakın koruması oluyorlardı. Babam en iyilerindendi. Cesur Beron derlerdi ona." Melisa'nın sesindeki belirgin özlemi duyan Azra, onun hiç de kolay bir hayatı olmadığını ve onu çok eksik tanıdığını fark ederek kendini daha da kötü hissetti. "Büyükbaban büyükannenle evlendikten iki yıl sonra annen Eliza ardından da teyzen Enna doğdu. O yılları hatırlıyorum henüz üç yaşındaydım sanırım."
"O kadar küçük bir yaştaysan eğer nasıl hatırlayabilirsin ki?" Melisa Azra'ya gülümseyerek sorusunu cevapladı.
"Kral soyundan olmayan güçlü ırklar da var sürüldüğüm gezegende Azra. O ırklardan birine sahibim. Uzun yıllar hiç hastalanmadan yaşarız. Mükemmel bir zihinsel ve bedensel yapımız vardır. Bu hafızamıza da yansır. Kundakta olduğum zamanı bile hatırlıyorum, gezegenin o cafcaflı günlerini de hatırlayayım bir zahmet." dedi Azra'nın saçlarını okşayarak. Yeniden konuşmaya başladığında Azra sanki bir suç işlemiş gibi bakışlarını kaçırdı kadından. Aile üyelerinin gerçek isimlerini bile saklamıştı Melisa ve Azra ister istemez kırgın hissediyordu. Ne olursa olsun kendisini büyüten kadına karşı bu tür hisler beslemesi aynı zamanda utanmasına da sebep oluyordu. Ve bu saçma güne ciddi ciddi nefret besleyerek dinlemeye devam etmek zorundaydı. "Annen Eliza doğduğunda ülkenin her yerinde şenlikler oluyordu. İki hafta boyunca kutlamalar yapıldı. Şekil şekil ve rengârenk havai fişekler sayesinde geceler de gündüzler gibi aydınlanıyordu. Dağıtılan havuçlu şekerleri biraz abarttığımda annemin beni azarladığını hatırlıyorum." Kıkırdamaya başladığında onun tatlılığına, içinde bulundukları duruma tezat olmasına rağmen, Azra ve Doğan da gülümseyerek karşılık verdi. "Aynı şenlikler teyzen Enna doğduğunda da yeniden yapıldı. Benim ailenle yakınlaşmaya başlamam ise o günden on dört yıl sonra yani teyzenin reşit olmasıyla başladı." Doğan'ın konuşmaya yeltendiğini görünce hemen ekledi. "Bizde on dört yaşına girdiğinde reşit olursun. O gün Enna babasının karşısına geçip kılıçkadın olmak istediğini söyledi. Bütün krallıkta kıyamet koptu tabi."
"Neden? Alt tarafı asker olmak istediğini söylemiş," dedi Doğan. "Yoksa sizde kadınların asker olması yasak mı?"
"Elbette değil. Tarihimizi süsleyen bir sürü ünlü kılıçkadınımız var. Enna'nın kahramanı da onlardan biriydi zaten. Anlayacağınız sorun kadın olması değildi. Sorun onun taşıdığı kandaydı. Bir kraliyet üyesi için kılıçadam ya da kılıçkadın olmak, kral ya da kraliçe olabilme hakkından feragat etmek gibi büyük bir fedakârlık gerektirir. Enna bu durumu hiç umursamadı. Kararını çoktan vermişti zaten. Kral da kızını destekledi. Halkına seslenerek tek varisinin annen olduğunu ilan etti. Daha sonra ise biricik kızının eğitimi için babamdan daha iyisini bulamayacağına karar verdi. Teyzenle böyle tanıştım işte. Ve zamanla arkadaş olduk. Arada sırada onun davetlisi olarak saraya gidip gelmelerim sayesinde annen ile de tanıştım.
Teyzen çok yetenekli bir kadındı Azra. Kısa sürede eğitiminde büyük bir gelişim gösterip on yedinci yaş gününde kılıçadamlara katıldı. Ki bu beş yıllık eğitimi ancak en iyiler üç yılda tamamlar. Kılıcını alırken büyükbabanın gözlerindeki gururu görmeliydin Azra, çokça da mutluydu. Kral, kendini ispat eden sevgili kızını iki yıl sonra büyük bir törenle saray muhafızlarının arasına aldı. Bende o sıralar saray üstadından ders almaya başladım." Melisa durup derin bir nefes aldı ve devam etti. "Bizim eğitim sistemimiz buradakinden çok farklı. Okuma, yazma, tarih ve dil eğitimi gibi dersler evde aile tarafından verilir. Daha sonra çocuk on dört yaşına geldiğinde ise kendi yolunu kendisi çizer. Seçtiği meslekteki birinden eğitim almaya başlar. Tabi eğitimcisinin de onu seçmesi lazım. Teyzen şanslıydı nokta atışı yaptı ve başarılı olabileceği bir meslek seçti. Annen zaten ilerde kraliçe olacaktı ona bu yönde eğitim veriliyordu. Benimkisi ise daha çetrefilli oldu. Üstad olmaya karar vermeden önce birkaç şey daha denedim ama maalesef başarısız oldum. Eğitim konusunda kötü bir şöhretim olmaya başlamıştı ki babam araya girerek sarayın üstadı Kölge’ye adımı verdi. Kabul edilince onun yanında eğitim almaya başladım. Tam da o sıralarda Romos adında bir adam saraya kütüphaneci olarak girdi. Zeki ve hırslı bir adamdı hızla yükseldi ve bir yılın sonunda başdanışman oldu."
"Kütüphaneciyken nasıl başdanışman olabilir?" Azra da Doğan'ın şaşkınlığına hak verdi. Bir kütüphanecinin bu kadar önemli bir göreve, bu kadar kısa bir sürede getirilmesi çok tuhaftı. En azından onların bildiği evrende böyleydi. Düşündüklerinin şaşkınlığı ile birden irkildi Azra. Gezegenler arasındaki farkları ayrıştırmaya başlayacak kadar inanmaya mı başlamıştı Melisa’nın anlattıklarına?
"Eski statüler o kadar da önemli değildir. Eğer kafanı yeterince çalıştırırsan yükselebilirsin. Bunda tuhaf bir şey yok. Asıl tuhaflıklar silsilesi bundan sonra başladı.”
“Ne oldu?” Doğan’ın heyecanının aynısından Azra’da da oluştu tam da o saniye. Ama Melisa’nın ısrarla yaşandığını iddia ettiği şeyleri dinlerken alakasız birinin hayatını dinliyormuş gibi hissediyordu bir yandan da. Kendiyle bir bağlantıları olduğunu düşünmek imkânsız geliyordu.
“Kral kısa bir süre sonra hastalandı,” diye devam etti Melisa. “Hasta yatağında birçok talimat yazarak danışmanına saçmalık derecesinde sınırsız yetkiler verdi. İlk başta herkes bu talimatların sahte olduğunu hatta zorla yazıldığını düşündü ama kralın tedavisi için üstadla birlikte bende yanında bulunuyordum ve verdiği emirleri bizzat kendim de duydum. Kral Rusa son nefesini vermeden bir hafta önce bir mektup daha yazdı ve bu maalesef bütün krallığı büyük bir kargaşaya sürükledi. Kral bu mektupla büyük kızının Romos ile evlenmesini istediğini bildirdi. Büyükannen de dâhil birçok kişi itiraz etti fakat büyükbaban geri adım atmadı. Annenin ağlayarak ona yalvardığını hatırlıyorum ama yine de bir sonuç alamadı. Kral babalarının kızlarını ne kadar sevip kolladığını bilen bizler için bu kesinlikle beklenmedikti. Fikrini değiştirmelerine fırsat kalmadan birkaç gün sonra ise öldü. Romos’un eline kral mührünü bırakarak... Bu haber birbirlerine âşık annen ve baban için ayrı bir felaketti. Dedenin ölüm haberi duyulur duyulmaz baban anneni saraydan kaçırdı.”
“Saraydan prenses mi kaçırdı?” Doğan’ın heyecanlı sesiyle Azra’ya bakıp gülümsemesi Azra’yı da gülümsetti. Hemen ardından söyledikleri ise gülümsemesinin yüzünde donmasına sebep oldu. “Babanı sevdim.” Babasının hikâyesiydi bu annesinin, ailesinin hikâyesiydi. Çok garip bir farkındalık yaşıyordu.
“Katil Romos ile aynı dönemde saray kütüphanesine girmişti baban.” Azra’ya dikkatlice bakarak konuşuyordu Melisa. İfadelerini düzgün tutmak için uğraşmadı Azra. Ne kadar etkilendiği sır değildi sonuçta. “Epey çevresi vardı. Çok zor olmadı onun için Eliza’yı kaçırmak.
Daha büyükbaban gömülmemişken, babanı öldürme ve anneni geri getirme görevi, tahta henüz oturmuş katil tarafından Enna'ya verildi. Aslında teyzenden daha deneyimli insanlar vardı ama katil ısrarla onu istedi. Elbette amacı teyzeni de aradan çekmekti. İstediği gibi de oldu. Enna hiç tereddüt etmeden kılıcını çıkarıp Katil’in ayaklarının dibine attı ve çoğu saray ahalisinin önünde kutsal görevini ihlal etmiş oldu. Babamın o gece ne denli üzüldüğünü tahmin bile edemezsiniz. Enna en gözde öğrencisiydi.
Ertesi sabah saraya, üstadın yanına gittiğimde Enna ve kraliçe Zera da oradaydı. Üstad çok telaşlıydı. Beni odasına aldıktan sonra hemen arkamdan kapıyı sürgüledi. Enna sinirle bıçağını önündeki masaya saplayıp saplayıp çıkarıyordu, kraliçe ise bir koltuğa çökmüş, kızarmış gözlerle kızını izliyordu. Üstad önüme birkaç belge koyup okumamı istediğinde içerideki gergin havanın Eliza'nın kaçmış olması dışında başka bir sebebi olduğunu anladım. Önceki gün Üstad, kralın cesedinden gizlice son bir kan örneği daha almıştı ve bu şekilde kanında zehir bulmuştu."
"Daha önce tedavi ederken hiç kanını almadılar mı? Nasıl öğrenemediler zehirlendiğini?" diye sordu Doğan.
"Kana karıştıktan sonra kendilerini çok iyi gizleyen zehirler var. İstila ettikleri beden öldükten sonra artık beslenecekleri canlı bir şey olmadığı için saklanmaz, açık ederler. Panzehirleri elbette var ama hangi tür zehir kullanıldığı öğrenilmeden bir işe yaramazlar." Azra tam aklındaki soruyu soracaktı ki Melisa ondan önce davranıp sorulmamış sorusuna fark etmeden cevap verdi. "Hepsini birlikte kullanmak ise bir işe yaramadığı gibi hastayı acılı bir ölüme sürükler."
"Belgeleri alıp adamın yüzüne fırlatsaydınız ya," dedi Azra kendini iyice kaptırarak.
"Ben de aynı şeyi üstada teklif ettim. Beni arka bahçeye bakan cam kenarına götürüp, Katil'e en son itirazda bulunan danışmanların gövdelerinden ayrılan kafalarını gösterdi.” Sanki yeniden o günü yaşıyormuş gibi korkuyla yutkundu Melisa. Gözlerini kısa bir an kapatıp tekrar açtı. “O sırada hala taht odasında birkaç danışmanın daha sözde duruşması devam ediyordu ama onların da yakın zamanda aynı sonu paylaşacağını biliyorduk. Katil başta kraliyet ailesi olmak üzere herkese gözdağı vermenin peşindeydi o gün. Bu Enna’da pek işe yaramadı. Onu sakinleştirmek babasını katilinin üzerine atlamasına engel olmak için çok uğraşmışlardı. Annesi ve üstadın zorla koklattığı esanslar şimdi kendince sakin sakin oturmasının sebebiydi. Büyükannen sessizce onu teskin etmeye çalışıyordu. Taht odasına hesap sormaya giderse öldürüleceğini hepimiz biliyorduk. Katil’in de elbette istediği, adice yaptığı planlardan sadece biriydi bu.
İntikam için daha güçlü bir şekilde geleceklerine dair yeminler ederek Enna’yı, zar zor saraydan kaçmaya ikna ettiler. Orada artık güvende olmadıklarını biliyorduk. Üstad beni olayların dışında bırakarak güvende olmamı istiyordu. Babamla görüştükten sonra hemen evime gitmemi söyledi. Böylece olası bir durumda Katil’i, saraya babamı ziyaret için geldiğime ikna edebilecektim. Sarayın aile katındaki ziyaretimden hala kraliçeye sadık nöbetçiler dışında kimsenin haberi yoktu.” Melisa’nın omuzları sanki üzerlerinde yeniden o yılların yükü birikmeye başlamış gibi ağır bir yorgunlukla çökmüştü. “Ama gidemedim,” dedi acı bir tebessümle. “En yakın arkadaşım, kendi ailemden ayırmadığım ailesi ve sonsuz saygı ve sevgi beslediğim hocam tehlikedeydi. Onları o şekilde bırakamadım. En azından sağ salim saraydan çıktıklarını görmeden gidemezdim. Üstadın tüm karşı çıkmalarına rağmen üçünün de saraydan kaçmalarına yardım ettim. Ben taht odasının kapısında babamı bekliyorum bahanesi ile herhangi bir tersliğe mahal verdirmemek için Katil'i ve yakın çevresini göz hapsine almışken Üstad, muhafızları atlatıp hep birlikte kaçmalarını sağladı. Kraliçenin askerlerden biri bu görevde çok fazla göze batabilirdi. Bunu o an için en iyi ben yapabilirdim.” Gözlerinde nadir görülen bariz bir gurur ile omzunun üzerinden arkasında kalan pencereye baktı. Perdenin açık kalan köşe kısmından görebildiği kadarıyla yıldızlarla süslü gökyüzüne izliyordu. Çok uzakları görebiliyormuş gibi gözlerini kısmış, gülümsüyordu. Yeniden Azra’ya döndüğünde gülümsemeye devam etti. “Annen ile buluşan teyzen ve büyükannen yanlarına onlara inanan Katil'in deyimi ile asileri de alıp Katil'e unutamayacağı dersler verdi. Enna önderliğinde çok hızlı organize olmuştu bu gittikçe büyüyen grup. Katil bir türlü önleyemediği bu isyanlarla iki yıl boyunca uğraştı. Ta ki mükemmel güçleri olan bir çocuk keşfedene kadar... Bu çocuk insanların kalplerinden çıkıp en sevdiklerinin kalbine giden bağı takip edebiliyordu. Kral çocuğu ele geçirdiğinde, çocuk bu nadide özelliğini kötülük için kullanmayı anında kabul etti." Azra araya girerek; "Anlamadım," dedi. "Bu çocuk ne yapabiliyor dedin?" Melisa kısa bir an durup, düşünerek belli ki bunu en doğru anlatabileceği yolu bulmaya çalıştı. Hemen sonrasında konuşmaya devam etti.
"İnsan beyni bildiğiniz üzere çok muazzamdır çocuklar. Hani hep derler ya; beynimizin şu an kullandığımızdan biraz fazlasını kullanmaya başlarsak eğer yapamayacağımız şey olmaz diye. Bu kesinlikle gerçek… Doğru metodlarla ya da tetikleyici dış etkenlerle sınırları aşabilirsiniz. Bu konuda biz dünyalılardan biraz daha şanslıyız. Gen yatkınlığımız sayesinde gezegenimizdeki çoğu insan bu sınırı aşmanın yolunu daha kolay bulabildi. Hatta bu sınırdan bihaber doğanlar bile oldu. Tıpkı bahsettiğim çocuk gibi. Aslında bugün siz de onunla tanışma şansızlığına nail oldunuz." İkisinin de gözlerinin içine bakarak cevap vermelerini bekledi. İlk konuşan Azra oldu.
"Eron mu?"
"Evet." Melisa'nın sesinde ve gözlerinde yine o nefret vardı. Bu sefer Azra bunun nedenini biliyordu ve aynı nefreti kendi içinde de hissedebiliyordu. "Eron'un varlığı isyancılar arasında büyük bir paniğin baş göstermesine neden olmuştu o zamanlar. Panik yapmakta çok haklılardı aslına bakarsanız; çoğunun ailesi, sevdikleri yanlarında değildi ve Katil kolayca onlar üzerinden kendilerine ulaşabilir ve her an yakalanabilirlerdi. Yaşlı Üstad, saraydaki casuslarından birinin yardımıyla buna kısa sürede geçici bir çözüm buldu. Sahip oldukları gücü kullandıklarında, çocuğun gördüğü bağın daha net ve parlak olduğu bilgisine ulaşmıştı. Yakalanmalarını hızlandıran şey buydu. Güçlerini mecburen kullanamamaya başlayan asilerin maalesef isyana pek yardımı olmuyordu. Aralarında askeri eğitim almış çok az kişi vardı. Asiler sadece saklanmaya odaklanmak zorunda kaldılar. Krallığı Katil’in pençesinden kurtaracağına kesin gözüyle bakılan büyük isyan ateşi de böylece tabiri caizse eğer cılız bir işaret fişeğine dönüşmüştü hızlıca.” Melisa’nın yüzünde yine o acı gülümseyişlerinden biri vardı. Hikâyeyi sadece dinliyor olan Azra’nın bile kalbinde hayal kırıklığı ve mutsuzluk varken, bunları yaşamış olan kadın kim bilir neler hissediyordu. “Ailenin tamamı yan yana olduğu için onların bulunması imkânsızdı. Tabi bu baban Üsera yakalanmadan önceydi. O yakalanınca onu kurtarmaya giden teyzenin eşi Davz’ı da tuzağa düşürdüler. Diğerlerinin tek çaresi gezegenden kaçmaktı. Annen sana hamileydi ve doğumu gerçekleştirebilmek için zamana ihtiyacı vardı. Kısa bir süre sonra büyükannenden de ayrı düşmek zorunda kaldılar. Tam da gezegenden kaçma arifesindeyken karagahlarına bir baskın yapılmış. Büyükannen iki prensese ve üstada zaman kazandırmak için geride kalmak zorunda kalmış. Onun sayesinde kaçabilmişler. O günden sonra ondan hiçbir haber alamadık. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyoruz," dedi Melisa üzgün bir ifade ile. Sonra yüzü kısa bir süre için aydınlandı. "Neyse ki annen seni sorunsuz bir şekilde doğurabildi. Sen henüz birkaç aylıkken Katil buldu sizi. Tüm saklama çabalarımıza rağmen varlığından da haberdardı üstelik. Teyzenin keskin zekâsı ve yaver giden şansımız sayesinde çok şükür seni kurtarabildik. O günden sonra ise koruma görevi yüzünü gören son kişi olarak bana geçti."
"Peki ya sana ne oldu?" dedi Doğan. Azra ailesinin akıbetine o kadar kendini kaptırmıştı ki Melisa'yı unuttuğunu utançla fark etti. “Yanlış anlamadıysam eğer onlara katılmamışsın. Ama yine de doğduğun topraklarda değil buradasın. Neden?”
"Enna'ya ve Üstad Kölge’ye yakınlığım herkesçe biliniyordu,” dedi Melisa omuzlarını umursamazca silkerek. “Bunun da büyük etkisiyle sürüldüm.”
“Yakalandın mı?” Azra, Melisa’nın bu sorunun cevabı da dâhil anlattığı hiçbir şeyi kaçırmadığına emindi ama yine de sorma gereği duydu. “Saray kapısında gözcülük yaparken mi yakalandın?”
“Yakalandım ama orada değil. Ellerinde somut bir kanıtları yoktu. Sadece şüpheliydim. Ailenin geri kalanı saraydan kaçtıktan sonra Katil'in emriyle kendi evimde yakalandım.” Kafasını yere eğerek daha kısık bir sesle mırıldandı; “Babam tarafından…” Azra kadınla yeniden göz göze geldiğinde gözlerinin dolu dolu olduğunu fark etti. Bu görüntüden her zaman nefret etmişti.
"Nasıl yapar bunu?" diye sordu öfkeyle.
"Aslına bakarsan ona kızmıyorum,” dedi Melisa gözyaşının yere düşmesine engel olup elleriyle kurulamaya çalışırken. “O tam anlamıyla bir görev adamıydı. Ayrıca olanlardan da haberi yoktu, gerçekleri bilmiyordu. Bu işe bulaşmalarını, tehlikede olmalarını istemediğim için ben de bir şey söylemedim. Ona göre kızı serseri bir isyancıydı ve emirlere karşı gelmişti.”
“Nasıl bıraktılar seni?” Ne kadar cevabından korksa da kendisini sormak zorunda hissetmişti Azra.
“Tutuklandıktan sonra bir aya yakın bir süre sorgulandım ama konuşmadım. Beni suçlayacak bir kanıt asla bulamadılar. Ayrıca Katil baş kılıçadamının işe yaramaz kızını bir tehdit olarak görmüyor ya da babam gibi güçlü ve gönüllü bir müttefiki incitmek istemiyordu, bilmiyorum. Onların kaçtığı saatlerde taht odasının kapısında beni gören muhafız da lehime şahitlik yapmıştı. Bu yüzden fazla tutmadılar, bıraktılar. Muhtemelen yine de gözünde rahatsız edici bir sinek görünümündeydim. Bu yüzden sürgün edildiğimi düşünüyorum.”
“İnanılmaz güçlü bir kadınsın Melisa.” Doğan’ın sesi önündeki kadına duyduğu saygının altını çizer bir tondaydı. “Onca şeyden sonra sana çok yabancı bu topraklarda ayakta kalabilmeyi başarmışsın.”
“Siz hayatıma dâhil olduğunuzda herşey daha da kolaylaşmaya başladı aslında.” Melisa ikisine de bakarak içten bir şekilde gülümsedi. “Bu sadece adını ve genel birkaç özelliğini bildiğim yabancı gezegene öylece bırakıldığımda sudan çıkmış balığa döndüğümü hatırlıyorum, çok zorlanmıştım. Bu gezegene dair gördüğüm ilk yer İngiltere'deki bir karargâhtı. Dediğim gibi herşey bana çok uzaktı ama orada tanıştığım birkaç sürgün uyum sağlayabilmem konusunda çok yardımcı oldu. Onlar da benim gibi yakınlarından ayrılmıştı. Hatta aralarında ailelerini kaybedenler bile vardı. Ama buna rağmen hayata tutunmanın, devam edebilmenin yollarını arıyorlardı. Bu benim de cesaretimi toplamamı sağladı. Sonuçta benzer şeyleri yaşayıp buraya gelmiştik onlar yapabiliyorsa ben de yapabilirdim.
Öncelikle her şeyden uzak sessiz sakin yeni bir başlangıç yapmak istediğime karar verdim. Bu yüzden Türkiye'ye yerleşip burada bir düzen kurdum. O zamanlar bizden çok kimse yoktu bu ülkede. İki yıl kadar gayet iyi idare ettim. Karargâhta bana yeni bir kimlik ve bir miktar para verilmişti. Dil konusu zaten bizim gibiler için çocuk oyuncağıdır, hızlıca halletmiştim. Şimdiki gibi yaşlı bir hanımın bakımıyla ilgileniyordum. Hayatım hemen hemen planladığım gibi gidiyordu ta ki Üstad Kölge hiç beklemediğim bir anda kapımı çalana kadar.
Çok telaşlıydı. Katil'in bulduğu izci çocuk yüzünden kaçtıklarını anlattı. Üstad bilge bir adamdı fakat yine de anneni ve teyzeni saklamak konusunda o çocuk yüzünden çok zorlanıyordu. Tek avantajları gezegen değiştirmiş olmaları ve güçlerini kullanmıyor oluşlarıydı. Tabii ki hiç düşünmeden yardım etmeyi kabul ettim.”
“Aksi düşünülemez,” dedi Doğan gülümseyerek. İki kadını da gülümsetmeyi başarmıştı. “Peki, nasıl bir yardımdı bu?”
“Az önce şahit olduğunuz gücümü kullanarak karargâhlara girip kolayca istihbarat toplayabiliyordum. Katil de o sıra boş durmuyordu. Bütün sürgün gezegenlerini arıyordu ve dünyaya gelmesi an meselesiydi. Ama o sıralar küçük bir çocuk olan Eron’un bu yabancı gezegenlerde kafasının karıştığını bu yüzden yavaşladıklarını duymuştuk. Muazzam bir gücü vardı fakat en nihayetinde bir çocuktu işte. Biz o zamanlar o çocuk yerine henüz doğmamış yeni bir çocuğa odaklanmıştık. Senin güvenliğin için annene tenha bir yerde ev ayarladık. Aramızdaki iletişimi ilk zamanlar teyzen sağlıyordu. Doğum haberini de o verdi bana." Melisa sevgiyle gülümsedi Azra'ya. “O zamandan sonra amacımıza daha da sıkı sarılır olmuştuk. Seni korumak her şeyden önemliydi. Bu yüzden yakınımızda olan sürgünler de dâhil, kimseye göstermedik seni. Eğer yüzünü bilmezlerse izini de süremezlerdi. Üstad sadece dört kişinin görmesine müsaade etti. Hâlihazırda kaçak olan annen, teyzen, üstad ve yasalara uygun bir şekilde sürgün edilen ben.
Katil Dünya'ya ayak bastığı zaman bizimkilerden birkaç kişiyi yakaladıktan sonra üstada ulaştı. Bunu hemen beklemiyorduk seni saklamak için vakit kazanmamız gerekiyordu. Üstad da yakalandığında konuşturulacağını çok iyi biliyordu. Benimle son kez iletişime geçtikten sonra yaşadığı evi onlar içerdeyken havaya uçurdu. Katil'in birkaç gözde askeriyle birlikte maalesef kendisini de öldürdü. Aslında seni korumak için yaptığımız planda o başroldeydi. Teyzen bunun da üstesinden gelerek bize hızlıca yeni bir yol haritası çizdi.
Üstadın durumunu öğrenir öğrenmez hemen yola çıkıp annenlerin yanına gitmiştim. Annen ve teyzen yolun sonuna geldiklerini biliyorlardı. Ama senin için hala bir şans vardı. Tek problemimiz vardı. O çocuk ellerini annenin kalbine koymadan önce annenin ölmesi gerekiyordu. Aksi takdirde seni elleriyle koymuş gibi hemen bulurlardı. Biz de hedef şaşırtmak için bebek görünümü verilmiş bir battaniye kullandık. Planladığımız şey, Katil'in o bebeği alır almaz rehavete kapılıp anneni öldürmesiydi. Ailenin kanına susamıştı, fırsatını bulur bulmaz yapacağını biliyorduk, buna güvendik.” Melisa bakışlarını ayaklarının altındaki halıya çevirip kısa bir süre es verdi. Yeniden konuşmaya başladığında sesinde hafif bir titreme vardı. “Benim görevim ise şimdikinden daha farklıydı. Bir yetiştirme yurduna gidip orada birlikte büyüyecektik seninle. Ama benim, onca insanın içinde seni koruyabileceğime pek güvenim yoktu. Tek başımıza bir hayat kurmak daha cazip daha güvenli geldi o an için. Sonuçta sonsuza kadar bu gezegende sürgündüm ailem ile görüşüp bir bebeği açıklama durumum olmadığı gibi bizden birileriyle görüşmem de gerekmiyordu. Dediğim gibi yüzünü görüp de hala yaşayan tek kişi bendim. Bu yüzden seni alıp o zamanlar bizden kimsenin yaşamadığı bu şehre getirdim. Herkesle iletişimimi kesip sadece seni büyütmeye odaklanarak bu gezegende ikinci ve daha emin bir başlangıç yaptım." Melisa konuşmayı bitirdikten sonra ortamda derin bir sessizlik oldu. İlk konuşan, parmakları ile oynayıp kendini sıkarak ağlamamaya çalışan Azra oldu.
"Eğer ben olmasaydım yaşamak için bir şansları olur muydu? Daha fazla kaçabilirler miydi?" Melisa yerinden kalkıp Azra'ya sarıldı. Ağlamıyordu ama yine de o kıvamda olduğunu Melisa'dan saklayamıyordu.
"Yaşaman için bir şansları vardı Azra ama onları kurtarmanın hiçbir yolu kalmamıştı artık. Onlar da bu kaçınılmaz sona giderken doğal olarak seni korumayı seçtiler." Azra dudaklarını ısırmasına rağmen bir hıçkırığın firar etmesine engel olamadı. Melisa saçlarını okşamaya başladı. "Anne ve babanın tek korkusunun kavuşamamak olmadığını bilmelisin Azra. Tahtı zapt eden adam bir katil... Dedeni onun öldürdüğüne eminiz. Eğer tahtın gerçek varisleri ona diz çökmüş olsaydı daha fazla can yakmak için önünde hiçbir engel olmayacaktı. Babanla evlenen annen aynı zamanda krallığın bu uçuruma sürüklenmesine mani olmaya çalışıyordu. Ailen bile isteye bu yola girdi Azra. Bu hayatı bizzat kendilerinin seçtiğini unutma."
Doğan da Azra'nın önüne çöküp elini tuttu. Azra eliyle onun elini sıktığında gülümsedi Doğan. Bu iki insan yanında olduğu sürece her şeyi atlatabileceğini sadece düşünmüyordu, biliyordu da.
"Neden bana söylemedin? Nasıl bunca yükün altına tek başına girdin? Neden hayatını bu aileye adadın? Kendi ailen ile mutlu olmak varken." Büyük haksızlıktı. Böyle hissediyordu Azra kesinlikle. Karşısındaki kadının neredeyse ömrünün yarısını çalmışlardı ailecek.
"Benim ailem sizsiniz Azra," dedi Melisa sert bir sesle. “Ve sizinle olduğum için mutluyum.” Bu tavrı Azra’yı daha büyük bir vicdan azabına sürüklemişti şimdi. Bu yüzden hızlıca araya girerek müdahale etti.
“Onu kastetmemiştim.”
“Elbette etmedin,” diye yapıştırdı cevabı Melisa. “Ama bir dahaki sefere kastettiğin şeyi dile getirmeye dikkat et.” Azra suçlu bir çocuk gibi kafasını yere eğerek;
“Özür dilerim,” diye mırıldandıktan sonra kısa sessizliği bozan şimdi daha sakin bir sesle konuşan Melisa oldu.
"Seni, annenin kucağından tam bir görev bilinci ile aldım ama bir yerden sonra her şey değişmeye başladı Azra. Sen büyüdükçe aramızda bir bağ oluştu. Bir yerden sonra sanki her şey aklımdan silindi. İstediğim tek şey senin güvende ve mutlu olmandı. O kadar küçük ve masumdun ki seni hiç bilmediğin bu kötülüğün içine çekmek istemedim. Bu kötülüğü kurutacak tek kişinin sen olduğuna inananlardan da bu yüzden itina ile uzak durdum. Hem seni onlardan hem de onları senden sakladım. Eğer bunları bilmezsen hiçbir şeyden sorumlu olmayacaktın. Ama başaramadım işte," dedi hafif bir gülümseme eşliğinde. "Enna hayatta olsaydı eğer beni ellerinden kimse kurtaramazdı sanırım. Ama annen muhtemelen beni anlardı."
"Neden?" dedi Azra onlarla ilgili daha da fazla şey öğrenme isteği ile yanıp tutuşarak.
"Dediğim gibi Enna bir askerdi. Benim yaptığım şeyi korkaklık olarak görürdü. Aslına bakarsan öyleydi ama açıkçası bu umurumda bile değil. Annen ise neden yaptığımı anlar ve bana hak verirdi."
"Ben de bunu neden yaptığını anlıyorum Melisa," dedi Azra minnetle. "Ailem hakkında bir şey bilmeden büyümek biraz canımı sıksa da beni korumak için yaptığını biliyorum." Şimdi Melisa'nın yüzünde gerçek bir gülümseme vardı. Bunun sebebi olmak inanılmaz bir mutluluktu. Ona göre bu hayatını Azra’ya adamış fedakâr kadın her şeyin en iyisini hak ediyordu.
Azra dilinin ucuna kadar gelen yeni bir soruyu daha sormak üzereyken Doğan'ın;
"Tabi ya!" cümlesi ile düşünceleri dağıldı. "Sabahtan beri Enna ismini nereden hatırladığımı düşünüp duruyordum. Azra bıçak nerede?" Şimdi beklentiyle Azra'ya bakıyordu.
"Çantamda."
"Versene." Azra yerdeki çantasını alarak içerisinden bıçağı çıkarıp adama uzattı. Doğan hızlıca bıçağı kılıftan ayırarak üzerindeki yazıyı kadınlara gösterdi. Enna yazısını gören Melisa bıçağı adamın elinden alarak gözlerinin hizasına getirip yakından inceledi.
Gözlerini bir an bile üzerinden ayırmadan;
"Bunu nereden buldunuz?" diye sordu telaşla. Cevap veren Azra oldu.
"Senin gözünün önünde aldım Melisa hatırlamıyor musun? O deli dediğin adamdan aldığım bıçak işte." Tam o sırada kapı çalındı. Doğan kapıyı açmaya giderken Melisa Azra'ya; "O sırada bıçaktan başka odaklanmam gereken şeyler vardı," dedi. "Bu bıçak Enna'nın."
"O eskidendi sevgili Melisa," dedi, şimdi salonun kapısında dikilen adam. "Artık bana ait."
|
0% |