@parukopoli
|
Azra karanlık gökyüzünde kanatlara ihtiyaç duymadan geziniyordu. Bazen kollarının bazen de çıplak ayaklarının değdiği yıldızlar her yerdeydi. Ama tuhaftır ki o koskoca gezegenler, şimdi diplerinde olduğu halde, uzaktan gözüktüğü gibi yine küçücüktü. Görebildiği kadarıyla en büyükleri bir basketbol topu kadardı ve tenindeki tuhaf karıncalanma dışında ona bir etkileri yoktu. Azra buna kafa yormayı reddederek etraflarında süzülmeyi bırakıp üzerlerine basarak birinden diğerine sıçramaya başladı. Bir süre böylece sağa sola bakınarak devam etti. Bir şeyler arıyordu ama ne aradığını kendisi de bilmiyordu. Ancak görünce farkına varabilecekti. Sağ tarafına dönüp bu defa daha dikkatli inceledi yıldızları. Yaklaştığını hissedebiliyordu. Biraz daha o yöne ilerledikten sonra bu defa soluna doğru döndü. İşte aradığı şey oradaydı. Kahverengi bir gezegen… Heyecanla gülümseyip çabucak kavuşabilmek adına hızlandı. Yanına ulaştığında parmaklarını uzatıp iki eliyle sağlama aldı tozlu küreyi. İşte şimdi tamamlanmış hissediyordu, artık mutluydu. Çok özlemişti onu. Göğsüne bastırıp sıkıca sarılmaya devam etti. Sanki bu anı kolluyormuş gibi gezegen aniden yeşil bir renge büründü. Aynı anda da içinden kuş sesleri yükselmeye başladı. Azra sarılmayı bırakıp göz hizasına getirdi küreyi. Amacı kuşları görebilmekti. Sesler yakınlaşmaya başladı ama hala tek bir kuş görememişti. Sağ gözünü kısarak faydasız son bir girişimde daha bulundu. Kuş sesleri dayanılmaz bir hal aldığında hızla açtı gözlerini. Duyduğu sesi ilk etapta umursamayan Azra ağzındaki rahatsız edici kuruluğu gidermek için yutkunup tavan ile bakışarak uzanmaya devam etti. Zil yeniden çaldığında zorunlu olarak gerçekliğe dönüp homurdanarak kalktı yataktan. Melisa'ya defalarca zil sesini değiştirtmek için yalvarmıştı ama kadın her seferinde gereksiz bir masraf olduğunu öne sürerek itina ile savuşturmuştu onu. Özellikle bu ses ile uyandırıldığında nefretinin bir kısmı kimine göre şen ama Azra için kesinlikle kem olan o seslerin küçük sahiplerine yöneliyordu. Koridorda uyuşuk adımlarla ilerlerken zil tekrar çaldığında, o küçük düğmeye basan parmağı diğer dokuz kardeşinden ayırmak gibi çılgınca bir istek uyandı içinde. Bu kısa deliliğin ortasında hayıflanarak fark etti ki Melisa evde yoktu. En ufak seste korkuyla sıçrayan telaşlı kadın, eğer evde olsaydı şimdiye çoktan kapının diğer tarafındaki hadsiz ile ilgilenmişti. Bir kez daha evin içinin o sevimsiz seslerle dolmasına fırsat vermek istemeyen Azra adımlarını hızlandırıp sonunda açtı kapıyı. Gözlerini sert bir ifade ile kısarak kapıda aptalca dikilip, aptalca sırıtan, aptal çocukluk arkadaşı Doğan'a baktı. "Evin üst katta," dedi kapıyı kapatmaya yeltenirken. Yatağı soğumadan geri dönmenin hayalini kuruyordu. Bu en doğal hakkıydı. Arkadaşı, aptal olan, derhal gitmeliydi. Maalesef ki kapının kapanmasına engel olan Doğan ile kaybettiğini anlaması çok uzun sürmedi. Bununla uğraşacak kadar ayılmamıştı henüz. "Sana da günaydın sevgili dostum. Kahvaltı yaptın mı?" Kıza hafif bir omuz atarak içeri girdi. Hala uyku sersemi olan Azra sendeleyerek geriledi. İçinden ettiği küfürleri kısa aralıklarla tekrar etmesi için ayılmasına gerek yoktu. Hiçbir güzel uyku buna engel olamazdı. "Hayır," dedi ayaklarını sürüye sürüye onu takip ederken. Bütün keyfi kaçmıştı. "Hangi gündeyiz?" "Pazartesi," dedi Doğan tek kaşını kaldırıp Azra'ya bakarak. "Evet." Azra küçük bir çocuğa anlatırmış gibi bir tavır takınmıştı. "Benim tek izin günüm. Uyumak istiyorum. Peki, senin şimdi ne yapman gerekiyor?" "Sen kahvaltıyı hazırlayana kadar salonda uslu uslu oturmam mı?" Doğan'ın sırıtarak söylediği şeye Azra göz devirdi. "Lütfen defol Doğan! Beni rahat bırak. Uyumak istiyorum." "Bakıyorum da bu sabah yine çok neşelisin." Kızın yanına yaklaşıp saçlarını karıştırdı. "Hadi bunu bir kahvaltı ile kutlayalım." Azra adamı sertçe kendinden uzaklaştırdığında ağzının ucuna gelen küfürleri yuttu. Son bir ters bakış atıp lavaboya girdi. Lavabodan çıktığında Doğan televizyonu açmış kanalları zaplıyordu. Ondan kurtulmanın tek yolunun kahvaltı hazırlamak olduğunu bilen Azra yüzünü kurulayıp omuzlarını düşürerek pes etmiş bir şekilde mutfağa geçti. Dolaptan üç yumurta aldı ve minimum özenle tavaya kırdı. Kahvaltı masasını tek kişilik hazırlayıp Doğan'ı çağırdı. Masaya büyük bir iştahla bakan genç adam; "Seni seviyorum," deyip sandalyesine oturdu. "Sen mükemmel bir dostun, sen var ya sen..." "Yeter bu kadar," dedi Azra aksi bir tavırla elini kaldırıp adamı susturarak. "Kes sesini artık. Uykumu bölüyorsun." "Rüya gibi bir adam olduğumu biliyorum,” dedi Doğan ağzına büyük bir çatal yumurta tıkarken. Lokmasını yutma zahmetine girmeden devam etti. “Ama şu an uyanıksın." Azra adamın sırıtan yüzüne sırtını dönerek koridora çıktı. "Hayır, uyuyorum," diye bağırdı. "Bunların tamamı kâbus ve aslında hayatımda Doğan adında bir öğütücü yok." Doğan kahkaha atarken o odasına girip büyük bir aşkla kestiği yatağına bodoslama atladı. Hiç zorlanmadan uykuya dalacağını daha kafası yastık ile buluşmadan biliyordu. Kulağına doluşan seslerle yeniden uyandığında henüz dalmış olduğuna emindi Azra. Önce umursamadan uykusuna devam etmek istedi. Sonra sesler artınca mutfak için endişelenmeye başladı. Bu yüzden Doğan'a lanetler yağdırarak neredeyse ağlayacak bir ifadeyle doğruldu yataktan. Ayaklarının üzerine toplanmış yorganını üzerinden atınca fark etti odanın karanlık olduğunu. Bunca saat uyuması çok tuhaftı. Hiç de öyle hissetmiyordu hâlbuki. Bu hafta çok çalışmasına yordu bu durumu ama bunun dışında bir terslik daha vardı. Doğan'ın bu akşam halı saha maçı olduğunu biliyordu bu yüzden çoktan gitmiş olması gerekiyordu. Melisa diye düşündü. Sahi neden yemek yemesi için uyandırmamıştı Azra’yı? Odadan çıkarken Melisa'ya seslendi bir iki defa. Fakat cevap alamadı. İçinde büyüyen endişe ile birlikte hızlıca karanlık mutfağa doğru ilerledi. Koridorun ışığını yakmak istedi fakat başaramayınca pencereden dışarı baktı. Diğer evlerin ışıkları yanıyordu. Buna anlam vermeye çalışırken küçük, korkak ve temkinli adımlarla mutfağa ilerlemeye devam etti. Pencereden gelen sokak lambası ışığı sayesinde koridor biraz aydınlıktı. Ama mutfak penceresi ışıksız arka bahçeye baktığı için şimdi zifiri karanlıktı. Azra gözlerini kısarak bir şeyler görmeye çalıştığında bu defa bir hışırtı duydu. Hâlihazırda korku ile gerilmiş olan kız yerinden sıçradı. Kendi kendine; "Eğer bu da tatsız şakalarından biri ise elimden çekeceğin var Doğan," diye mırıldandı. Derin bir nefes alıp tüm cesaretini toplayarak mutfağa ulaştı ve ne zaman eline aldığını hatırlamadığı telefonunun fenerini yaktı. Yerde sürünerek ayak bileğini tutmaya çalışan şeyi de tam o an gördü. Boğazını yırtarcasına yükselen çığlığını bastıramadı. Gerisingeri kaçacakken yerdekinin ne olduğunu daha doğrusu kim olduğunu anladı. Yüzü ve vücudu kanla kaplanmıştı, Azra ancak üzerindeki aşina olduğu mavi monttan tanıdı onu. Yanına gitmek istedi ama bacaklarını hareket ettiremiyordu. Ettirebilse bile şimdi fark ettiği dolabın yanında dikilen tuhaf şekilli karartı muhtemelen ona engel olurdu. Azra yaşadıklarını anlamlandırmaya çalıştığı saçma sapan birkaç saniye boyunca tuhaf şekil telaşsız adımlarla ona yaklaşmaya başladı. Yavaş yavaş iri bir bedene evrildiğinde ise artık daha da belirginleşen ellerindeki kanı ve bıçağı fark etti. Adam ona yaklaşmaya devam ederken bu korkunç ayrıntılar bir miktar kendine getirdi kızı. En azından kaçmayı akıl edebildi. Hızlıca arkasını dönerek koridora doğru koştu. Adamın hemen arkasında olduğunu görmekten çok hissediyordu. Açık olmasını umduğu evin şimdi fark ettiği açık kapısından merdivenlere doğru koşturdu. Bu saatte kilitli olduğunu bildiği sokağa açılan ikinci kapı yerine bahçe kapısından dışarı çıktı. Yeni felaketin içine de tam da o an düştü Azra. Bahçedeki meyve ağaçlarından birinde bir çift tozpembe botlu ayak boşlukta sallanıyordu. Vücudun geri kalanı sık dallar ve karanlık sayesinde gizlenmişti. Fakat Azra'ya gözlerinden nefret ettirecek kadar tanıdıklardı. O saniye arkasındaki katili unuttu, içerde ölmek üzere olan kardeş diyebileceği tek insanı unuttu. İstediği tek şey bir an önce ayakların sahibine ulaşmaktı. Ağaca yaklaşırken emin olmasına rağmen, o olmasın diye dua etmeye başladı. Ağacın dibine geldiğinde kafasını kaldırıp baktı. Ağaçta asılı olanı, bu dünyada başına gelebilecek en büyük felaketi izledi. Melisa'nın başı tuhaf bir açıyla duruyordu belli ki boynu kırılmıştı. Boğazındaki kalın urganın ve rüzgârın etkisiyle sallanan vücudu suratına kazınmış korku dolu ifadenin zaman zaman görünmesini sağlıyordu. Kadını asmak için bahçedeki en sevdiği ağacı, elma ağacını, tercih etmişlerdi. Gecenin sessizliğini bir kez daha Azra'nın acı çığlıkları yırttı. İçini ateşlerle dolduran kederi dışında hiçbir şey umurunda değildi. Sarsılarak ağlarken boğazındaki sızı da aynı oranda artmaya devam etti. Kulağına bir kırılma sesi geldikten hemen sonra omzunda hissettiği baskıyla ansızın gözleri açıldı. Üzerine eğilmiş endişeli gözlerle kendisini izleyen Doğan'a kısa bir süre dikkatlice baktı. Elbiselerinde kan yoktu, göğsü nefes alıp vermeye devam ettiğinin işareti olarak hafifçe inip yükseliyordu. Güvende ve sağlıklı olduğundan emin olmasının verdiği rahatlık gözlerinin dolmasına neden oldu. Hızlıca doğrulup iyice kafası karışmış olan adama sıkıca sarıldı. Hala fena halde rüyasının etkisindeydi. "Sana sabah söylediğim şeyler konusunda ciddi değildim." Doğan ve Melisa'yı, tek ailesini, bir an için kaybetmiş olma düşüncesi onu derinden etkilemişti. Kollarında olduğu adamın ortadan kaybolması ile ilgili öylesine söylediği şeyler bile şu an için aşırı korkunç geliyordu kulağına. "Çok özür dilerim." "Ciddi değil miydin?” Doğan abartılı bir oh çekti. “Çok şükür! Sabah baya korkuttun beni." Duygusal olarak yerlerde olan kızı rahatlatmayı planlıyordu ama başaramamıştı. "Lütfen ölme Doğan," dedi gözyaşları içinde. "Öldüğümü mü gördün?" "Bir adam baltayla doğradı seni, Melisa'yı da ağaca asmışlardı." Kâbusundaki halleri gözlerinin önüne gelince yeniden ağlamaya başladı. "Şişş tamam geçti. Sadece bir kâbustu." Azra’nın o korkunç görüntüleri gözlerinden silmek için gerçeğini hissetmeye ihtiyacı vardı. Bu yüzden gözlerini kapayarak daha da sıkı sarıldı arkadaşının boynuna. "Yarım bırakılan işlerden nefret ediyorsun öyle değil mi?" Sesinde muzip bir ton vardı Doğan’ın. "Ne?" diye sordu Azra gömüldüğü omuzdan dolayı boğuk çıkan sesiyle. "Diyorum ki, benim balta ile ölmem imkânsız. Ben birazdan kız kardeşim tarafından boğularak öldürüleceğim." Azra genç adama ne kadar sıkı sarıldığını o zaman fark etti. Ve çocuğu bıraktı. "Kâbusun etkisiyle sana kısa bir süre katlanabilirim,“ dedi Azra kendini gülümsemeye zorlayarak. "Teşekkürler rüya perileri." Doğan'ın sesini incelterek kurduğu cümle ikisinin de bu defa gerçek bir kahkaha atmasına sebep oldu. Azra kendini şimdi biraz daha iyi hissediyordu. Bu daha derli toplu kafa ile evin sessizliği dikkatini çekti. Doğan'dan önce Melisa'nın odaya damlaması gerekiyordu. Hiç olmadı şimdiye kadar çoktan bir bardak kırılmasıyla oluşan sesle ya da ayak parmağını kapıya vuran kadının derin bir iç çekişiyle uyanmış olması gerekirdi. Belli ki Melisa hala gelmemişti. "Saat kaç?" dedi Azra odadan çıkmak için hareketlenen adama. "Bir." Hareket etmeyi aniden bırakıp arkasını döndü. “Yeniden uyumayacaksın değil mi? Evin bu kadar sessiz olması canımı sıkıyor.” “Böyle bir şey asla canını sıkmaz.” “Tek başıma yemek yemekten hoşlanmıyorum.” Soru sorar gibi meramını kabullendirmeye çalışması Azra’yı güldürdü. “Sanmıyorum,” dedi Azra kafasını sağa sola sallayarak. “Yiyecek bir şeyler hazırlamaktan nefret ediyorum.” Sıkıntıyla kaşlarını çatmıştı şimdi. Paylaşmakta zorlandığı ağzındaki baklanın bu olduğunu elbette biliyordu Azra. Fakat Doğan sanki hayati bir bilgi paylaşmış gibi mağrur bir ifadeyle söylenmeye devam ediyordu. “Sıkıntı da beğendiremiyoruz küçük hanıma. Pek kıymetli bedenini yataktan kaldırması için daha ne yapmamız gerekiyor acaba?” “Biliyor musun Doğan,” diyerek araya girdi Azra. “Tuhaf bir şekilde dürüst olduğunda senden daha az hoşlanıyorum.” Doğan kısa bir an gözlerini kısarak baktı genç kıza. Kapıdan hemen çıkmadan önce ise isyan eder bir şekilde bağırdı. “Yalan söylememe müsaade etmiyorsun ki!” Onun gidişiyle Azra gülümsemeye devam ederek, akşam yere gelişi güzel çıkarıp attığı pantolonunun cebinden telefonunu almak için uzandı. Dün işten çok yorgun gelmişti. Pijamalarını bile zar zor giyip kendini yatağa atmıştı. İşte telefonu da bıraktığı yerdeydi. Ekrana baktığında bir çağrı ve bir mesaj bildirimi olduğunu gördü. Hızlıca açıp baktı. Tam düşündüğü gibi ikisi de Melisa'dandı. Eve geç geleceğini yazmıştı. Azra telefonu yatağa yanına fırlatıp başını geri yastığa bıraktı. Sağ elini kaldırıp gözlerini kapattı. Hala çok yorgun hissediyordu. Tekrar yatabilirim diye düşündü. Ama gördüğü kâbusu hatırlayınca vazgeçti. Yorganı bin bir çabayla üzerinden atıp ayağa kalktı ve dönüp hasretle tekrar yatağına baktı. "Bunu yapabilirsin," dedi kendi kendine ve kafasını çevirip Doğan'ın açık bıraktığı kapıdan çıktı. Salondan geçerken genç adamı televizyonun başında buldu. Umursamadan lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Soğuk su biraz daha ayılmasına ve kâbusun etkisinden büyük anlamda çıkmasına yardımcı olmuştu. Bunun bilincinde olan Azra bu rahatlatıcı eylemi mümkün olduğunca uzattıktan sonra daha huzurlu bir şekilde ayrıldı musluğun başından. Kurulandıktan sonra mutfağa geçeceği sırada Doğan da arkasından bağırdı. “Ben de istiyorum." Azra arkasını dönüp salon kapısından seslendi. “Anlamadım. Ne istiyorsun?" “Mutfağa gitmiyor musun sen?" "Evet ama..." Doğan sabırsızca araya girip kızın cümlesinin yarım kalmasına sebep oldu. "Tamam, işte kendine ne hazırlıyorsan ondan istiyorum." Azra gözlerini devirdi. “Sadece bir bardak su içeceğim." “Evet, ben de susadım. Lütfen bana da içecek bir şeyler getirir misin?" "Sonsuz bir oburluğa sahipsin," diye çemkirdi Azra başka ne diyeceğini bilemeyerek. Buna rağmen insanların geneline hakaretmişçesine fit bir vücuda sahipti genç adam. Onu sonradan tanıyanlar hocalık yaptığı spor salonun bunda büyük bir etkisi olduğunu düşünebilirdi. Fakat Doğan’a göre bu tamamen muhteşem metabolizmasının hoşluklarından biriydi. Onu çocukluğundan beri tanıyan Azra maalesef bu konuda hiç de haksız olmadığını biliyordu. Tabi bunu asla sesli bir şekilde dillendirmezdi. Çocuğun hâlihazırda şişkin olan egosunu arşa çıkarmanın manası yoktu sonuçta. Gerçi bu yorucu görevi hiç gocunmadan tek başına sırtlanmış olan Doğan’ın kimseye de ihtiyacı yoktu. Çoğu zaman sadece yergi kadrosu boş oluyordu mükemmel hayatında. Bu boşluğu ise her ihtiyaç duyulduğunda Azra seve seve dolduruyordu. "Seni her gördüğümde aklıma kara delikler geliyor, en doyumsuz olanlarından." Birilerinin dengeyi sağlaması gerekiyordu öyle değil mi? Bu düşünce eşliğinde arkasını dönüp ilerlediğinde gülümsüyordu Azra. Mutfağa girdiğinde burnuna gelen kötü kokular ile tezgâhın altındaki dolabı açıp nefes almamaya çalışarak çöpü dışarı çıkardı. Bunu dün atmaları gerekiyordu ama hem Melisa hem de kendisi işe geç kaldığı için ertelemişlerdi. Ağız kısmını büzüp daha az rahatsızlık vermesini sağladıktan sonra tekrar eski yerine yerleştirip eğildiği yerden doğruldu. Elini yıkayıp buzdolabına ilerledi ve Doğan için bir soda çıkardı. Kendisi için ise bir bardak alıp masanın üzerinde duran sürahiden su doldurdu. Tek dikişte bütün bir bardağı boşalttığında kendini artık daha da iyi hissediyordu. Bardağı bulaşık makinesine yerleştirdikten sonra çekmecelerden birine uzanıp şişe açacağını da aldı ve sodanın metal kapağını açtı. Tekrar salona girdiğinde Doğan'a şişeyi uzatarak; "Bugün bir şey yapacak mısın?" diye sordu. “Halı sahaya gidecektim akşam," dedi Doğan az önce izlediği kanalı zaplarken. “Ama iptal oldu.” “Yapacak bir işin yok öyleyse." “Hayır." Soda şişesini kafasına dikerken bakışlarını Azra'ya çevirdi. "Dışarı çıkalım mı?" "Azra yalvarırım bugün beni rahat bırak, bir tatil günüm var zaten onda da evde oturup televizyon izlemek istiyorum." Azra sinirle baktı çocukluk arkadaşına. Genç adam belli ki birlikte bir şeyler yapabilmek için haftanın aynı günü izin aldıklarını unutmuştu. "Bu diyalog sana da bir yerlerden tanıdık geldi mi?" "Rüyadır o rüya," dedi Doğan sırıtarak televizyon ekranına dönerken. Adamın umursamaz tavrıyla iyice deliye dönen Azra ortalarındaki kumandaya uzanıp, hırsla kapatma düğmesine bastı. "Git kendi evinde kendi televizyonunu izle o zaman." Doğan tekrar televizyonu açtı. Azra'ya bakmadan; “Etrafta söylenen kimse olmayınca tadı çıkmıyor," dedi. "Sen şuna evde bana hizmet edecek kimse yok desene." "O da olur." Azra hızla ayağa kalkıp kanepenin üzerindeki yastığı aldı ve Doğan'a fırlattı. Onun karşı atağa geçmesine fırsat vermeden odasına koşup arkasından kapıyı kapattı. Doğan'ın homurtularını duyduğunda sırıtarak dolabına doğru ilerledi. Sabahın köründe uyandırılmasını Doğan'ın üzerine soda boca ederek telafi etmiş sayılırdı. Bu intikamın uzun vadeli olup olmamasını halının üzerindeki soda lekesinin varlığı belirleyecekti şüphesiz. Omuzlarını silkerek dolabına doğru ilerlemeyi seçti Azra. Üzerini hızlıca değiştirdikten sonra aynanın karşısına geçip saçlarına da çeki düzen verdi. Ayna ile işi bittikten sonra sırt çantasını alıp kulaklığını, telefonunu ve giymekten son anda vazgeçtiği hırkasını içine attı. Salona geri çıktığında üzerini ne ara değiştirdiğini anlamadığı Doğan'a gideceğini haber verip mutfak çöpünü ve anahtarını alıp çıktı. Sokak kapısından çıkar çıkmaz kapısının önünü süpürmekte olan yaşlı komşularına selam verdi. Balkon korkuluğuna yerleştirdiği saksılardan biri yere düşmüştü. Kadın birkaç dakika boyunca bunun ne kadar sık olduğuyla ilgili herkese ettiği sitemlerden Azra’yı da nasiplendirmişti. Balkon demirlerini yapan ustadan girip komşularının nazarından çıkmıştı. En son gözlerini dikerek kıza bakmaya başlayınca, Azra tedirgince uzadı olay mahallinden. Evlerinin biraz ilerisindeki çöp kutusuna doğru ilerleyip içinde olabilecek kedileri uzaklaştırmak için bir iki seslendi. Boş olduğunu görünce elindeki poşeti atıp sağ ayağını kaldırıma koydu. Kapıdan çıkarken bağlamaya fırsat bulamadığı bağcıklarını sırayla bağlayıp doğruldu. Nereye gideceğine de tam o an karar verdi. Sahile gidecekti. Bu mevsimde pek kimse olmazdı. Bu da orayı tercih etmesinin en büyük sebebiydi. Dün işteki kalabalıktan sonra kesinlikle kafa dinlemek istiyordu. Sırtındaki çantasını düzelttikten sonra kafasını kaldırıp Güneş'e baktı. Derin bir nefes aldığında gülümsüyordu. Her ne kadar kötü başlasa da bugün güzeldi. Neşeli adımlarla sahile ilerlerken düşündüğü tek şey buydu. Sahil tahmin ettiği gibi neredeyse boştu. Derin bir nefes alıp iyotlu havayı içine çeke çeke dalgakıranlardan birine ilerleyip üzerine çıktı. Büyük kayaların üzerinde, kimi zaman sekerek en uca kadar yürüdü. Şimdi deniz ile arasında, bu mevsimde asla atmak istemeyeceği son bir adım vardı. Rüzgâr saçlarını karıştırmaya başladığı sırada Azra da etrafına bakıp oturabileceği rahat bir yer aradı. Gözüne kestirdiği en uygun düz kayaya doğru ilerleyip üzerine oturdu. Çantasından kulaklığını ve telefonunu çıkarıp rastgele bir parça açtı. Çalma listelerine güveni sonsuzdu. Kulaklarından olma pahasına sesi en yüksek ayara getirip dinlemeye başladı. Şimdi dalga seslerini duymuyordu. Sevdiği sözler kulağına dolarken denize baktı. Dalgalar aheste aheste birbiri ardına sıralanıyordu. Duymadıkları müziğe dans ederek eşlik ediyorlardı adeta. Derin bir nefes daha alırken gözlerini kapattı. Artık deniz yoktu. Şimdi sadece müzik vardı. Aslında bu duruma daima şaşırırdı Azra. Her izin gününde eğer Doğan ve Melisa ile başka bir planları yoksa mutlaka bu yürüyüşlerini yapardı. Genelde kafa dinlemek için ormana ya da sahile giderdi. Ormana gittiğinde de aynı bu şekilde kulaklığını takar müzik dinlerdi. Ama sesi çok fazla yükseltmesine rağmen yine de ormanın gürültüsünü hiçbir zaman bastıramazdı. Ne kadar hafif bir rüzgâr eserse essin fırtınaya tutulmuşçasına çırpınan ağaçlar, anında genç kadının dikkatini üzerlerine çekerdi. Orman adeta Azra'nın kulaklığıyla yaptığı dışlamayı kabul etmez, her seferinde sesini duyururdu. Azra ise genelde, bir süreden sonra bu asiye yenilip pes eder, şımarıklığına göz yumardı. Yabani otların üzerine sırt üstü uzanır kulaklığını çıkarıp ormanın senfonisini dinlerdi. Deniz öyle değildi işte. O çok çabuk teslim oluyordu. Ormanı düşündükçe içinde, gittikçe büyüyen anlamsız bir özlem hissetti. Bugün burası yerine orayı tercih etmeliydi. Hata yapmıştı. Daha fazla burada kalmak istemiyordu. Karşısındaki öfkeli deniz, onun düşüncelerini duymuş gibiydi. Üstünü başını ıslatan dalganın başka bir açıklaması olamazdı öyle değil mi? Azra sıkıntıyla oflayıp ayağa kalktı. Telefonunu çantasına attığı için ıslanmasına engel olmuştu. Üzerindeki kıyafetleri de şöyle bir süzüp kısa bir hasar kontrolü yaptıktan sonra çok fazla ıslanmadığına kanaat getirip rahatladı. Tüm haftayı elinde mendil ile iş yerinde geçirmek istemiyordu. Zira patronu hakkıyla alınmış sağlık raporlarına bile daima rahatsız edici bir şüpheyle yaklaşırdı. Pantolonunun arkasındaki tozları eliyle temizlediği sırada rüzgâr daha sert esmeye başlamıştı. Birden ürperdi. Çantasına attığı hırkaya şükrederek hemen çıkarıp giydi. Düğmelerini ilikledikten sonra çantasını yerden alıp geri döndü. Dikkatli adımlar atmak için taşlarda olan gözlerini, kısa bir süre kaldırıp ilerideki sahil yoluna baktı ve o an Melisa'yı gördü. Telaşlı adımlarla ilerleyen kadına seslendi ama hem mesafe hem de rüzgârın etkisiyle artık çığrından çıkmış dalgaların sesi duyulmasına engel oldu. Pes eden Azra duyulmuyorsa en azından görülmek adına kadına yetişmek için hızlanıp dalgakırandan indiğinde Melisa ortalarda gözükmüyordu. Kadının gözden kaybolduğu köşeye doğru hızını arttırarak ilerledi. Yan yana dizili balıkçı kulübelerinin arkasından dönünce sonunda onu görebildi. Yalnız değildi Melisa. Denize bakan bir bankta bir adamla birlikte, sırtları Azra'ya dönük oturuyorlardı. Azra adamın kim olduğunu bilmiyordu. Gerçi şu an sadece arkadan görebiliyordu ama yine de tanıdık olmadığı konusunda neredeyse emindi. Yaklaştıkça hararetli bir konuşma içinde olduklarını anladı. "...bütün sürgünleri kayıt altına alıyorlar," dedi adam Melisa'ya yandan bir bakış atıp. Şimdi yüzü biraz daha görünürdü ve Azra yanılmadığını anladı. "Neden bunun için uğraşıyorlar ki? Sürgünler daha önce kimsenin umurunda olmamıştı." "Ölümleri, doğumları tespit etmekmiş amaçları. Bana sorarsan güzel kılıf. Asıl niyetleri isyancıların yeniden bir direnişe geçmesini engellemek ve kıza dair bir iz bulabilmek. İsyancılar bile öldüğüne kesin gözüyle bakıyorken Katil bir türlü ikna olmadı." Kimden ya da neyden bahsettiğini bilmiyordu Azra ama adamın sesindeki bir şey kendisinin de ikna olmadığını açık ediyordu. "Bunca zamandan sonra neden yeniden bunun için böyle uğraşmaya başladı ki? Bir şey duymuş olamaz değil mi?" Kadının bastırmaya çalıştığı telaşının emarelerini sesinden yakalamıştı Azra. Duyduklarına bir anlam veremiyordu. Bu yüzden Melisa'ya seslenmekten vazgeçti. O an için en doğru kararın bu olduğunu düşünmüştü. İkili, birilerinin konuştuklarını duymasını isteselerdi eğer bu kuytu dışında buluşabilecekleri milyon tane mekân vardı. Üstelik Melisa Azra’ya bir arkadaşıyla buluşacağından da bahsetmemişti. Varlığını fark etmeyeceklerini düşündüğü bir mesafede durup beklemeye başladığında içindeki merak duygusunu kamçılamaya çalışıyordu. Yerinden kıpırdamamaya uğraşarak, dinleyip neler olduğunu anlamaya çalışacaktı. “Neden şimdi harekete geçti bilmiyorum, fakat bir tahminim var. Kızın efsanevi varlığı duyulduğunda yerini sağlamlaştırmak adına öldüğü haberlerini o ve haşere ekibi yaydı, biliyorsun,” dedi adam rahat bir tavırla. “Dinleyen her ahmağı uyuturken aynı zamanda kızı aramaktan da hiç vazgeçmedi. Katil’in tasması takılı değilken kız büyük bir tehdit. Kim olduğuna dair kızı kendisi dışında biri uyandırdığı an Katil’in tahtla işi biter. Tam bir kuklaya çevirebilmek için önce o bulmalı. Bu yüzden ele geçirmeden durmayacak, canlı ya da ceset halinde fark etmez.” Düşünceli bakışlarını dalgalara çevirip devam etti. “Ama bizim için fark eder. Eğer kızı ele geçirecekse ceset halinde olmasını tercih ederim.” “Çok acımasızsın,” dedi Melisa öfkeyle. “Nasıl bu kadar kolay bir şekilde dillendirebiliyorsun?” Adam gülümsemeye başladı. “Bunu dillendirmek beni acımasız yapmaz sevgili dostum, kızı tanımıyorum bile,” dedi adam Melisa'ya yaklaşarak. “Peki sen?" "Ben ne?" Melisa’nın sesinde yeniden beliren panik aslında adamın ne sormak istediğini anladığını belli ediyordu. Adamın yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. "Sen öldüğüne inanıyor musun?" Melisa henüz cevap veremeden adam tekrar konuştu. "Buraya yalnız gelmen gerekiyordu." "Ne saçmalıyorsun?” dedi Melisa. Sertçe karşılık vermişti fakat biraz önce gergin olan omuzları şimdi daha rahattı. Azra buna sebep olan şeyin az önceki soruya cevap vermemek olup olmadığını merak ederken buldu kendini. “Yalnız geldim." "Haklısın, yalnız geldin.” Dikkatli bakışları Azra’ya kayıp da genç kızı korkudan yerinde sıçratmadan hemen önce ekledi. “Bu durumda, bu gözleri fal taşı gibi açılmış olan, geldiğinden beri konuşmalarımıza iştahla kulak kabartan meraklı küçük hanım kendi tanıştırma işini kendi üstlenmeli o zaman.”
|
0% |