@parukopoli
|
Kim onlar, diye sormasına gerek yoktu ablasının. Zira sadece bir kişi bu derece korkutabilirdi cesur kardeşini. Bugünün geleceğini elbette biliyordu fakat bu kadar erken olmayacağını umuyordu. Kendini arkasındaki koltuğa yığılırcasına bıraktı. "Bitti," dedi kısık bir sesle. Gözyaşları yanaklarından usulca süzülüyordu şimdi. "Her şey bitti." Kız kardeşi bir sağa bir sola yavaş adımlarla yürümeye başladı. Düşünürken hep böyle yapardı. Bir süre sonra aniden durup ablasına baktı ve yaklaşıp tam önünde diz çöktü. Kadının ifadesindeki zorunlu teslimiyet ufaktan sabrını zorluyordu. "Doğru bitti.” Konuşurken aynı zamanda kafasını da hızlı hızlı aşağı yukarı sallayarak kati bir şekilde sözlerinin altını çiziyordu. “Bizim için bitti, evet. Ama onun için hala bir umut var.“ Ablasının gözlerinin içine bakarak, kolunu arkaya doğru uzatıp, parmağıyla üst kata çıkan merdiveni işaret etti. “Kendini bırakmanın zamanı değil." Yavaşça doğruldu. Ablasına üstten bakmaya başlamıştı şimdi. "Geriye kalan son nefeslerimizi onu düze çıkaracak yolu ararken tüketmeliyiz. Sızlanarak değil!" Kız kardeşi, onu tanıyan herkesin kolayca tahmin edebileceği gibi son anına kadar savaşçı kimliğiyle dimdik ayakta duracaktı. Fakat hala koltukta yığılı bir şekilde oturmakta olan kadın, bebeği sayesinde yakın zamanda farklı kimlikleri de bünyesinde barındırmaya başlayarak daha az tahmin edilir bir karaktere bürünmüştü. Bunlardan en kutsalı atfettiği annelik kimliği yetkisine dayanarak kız kardeşinin dilinden dökülenlerle zihninden geçenlerin çelişmediğinden emin olması gerekiyordu. Evladının güvende olmasını istiyordu. Bu yüzden onun durumunda biri için şüpheciliğin, bu yeni ve bir o kadar da karmaşık kimliğinin en büyük getirilerinden biri olmuş olması tuhaf değildi. Islak yanaklarını kurulayarak doğrulup kardeşi ile aynı hizaya geldi. Küçükken çamurlu sulara benzetip sinirden köpürmesine neden olduğu gözlerine dikkatlice baktı. Aradığı şey onun bahsettiği umut kırıntısıydı. Sadece göz temasının bunu anlamak için yetersiz olacağını en başından biliyordu. Bu yüzden uzun zaman sonra ilk defa gücünü kardeşi üzerinde kullandı. İşte o zaman gerçeği ayan beyan görebildi; kız kardeşi inanarak konuşuyordu. Henüz bu durumun rahatlığı tam olarak üzerine oturamamıştı ki, önündeki kızın korku ile açılan gözlerini fark edip dumura uğradı. “Nasıl bu kadar aptal olabilirsin?" dedi kız kardeşi şaşkınlıkla. Bir cevap bekleme derdine düşmeden salonun büyük camına doğru koşturup duvara sinerek telaşla pencereden yolu dikizlemeye başladı. Kısa bir an büyük bir dikkatle ile gözetleme işine devam ettikten sonra korktuğuyla yüzleşmemiş olmanın verdiği teselliyle perdeleri çekip yeniden ablasının karşısına dikildi. “Böyle bir durumda nasıl gücünü kullanırsın?” Kadın geçde olsa yaptığı hatayı anlamıştı. "O da mı burada?" Duyacağı cevaptan korkarak bekledi. Önünde öfkeden köpüren kız sessizce sorulan soruyu dikkate almadan söylenmeye devam etti. “Kendini ifşa etmenin en ahmakça yoluydu bu. Aramıza milyonlarca yıldız koyduk. Düzinelerce mükemmel plan yaptık. Patladığımız yere bak!” Ablası şahsına edilen hakaretleri umursamadı. Kimse haketmediğini söyleyemezdi zaten. “O da mı burada?” Kalbindeki özlem sanki bedenini yok edecekmiş gibi hissediyordu. Bu yüzden ismini dillendirmeye cesareti yoktu. Gerek de kalmamıştı zaten. Az öncekine oranla daha yüksek çıkan sesi sonunda kız kardeşinin dikkatini çekmeyi başardı. "Ne bekliyordun? Seni bulmaya geliyorlar,” dedi öfkeyle. Yumruklarını sıkarak sinirine hâkim olmaya çalışıyordu. “Riske atarlar mı sence?” Ablasının perişan ifadesi birazcık durulmasına sebep oldu. Daha sakin bir ses tonuyla devam etti. “İkisi de burada. Ben de kilitliyim. Üstelik çocuktan da haberleri var." Perdenin ucunu belli belirsiz kıvırıp pencereden dışarıya baktı. Daha sonra ablasına dönerek sertçe; "Aklım almıyor Eliza, nasıl bu kadar aptal olabilirsin?" dedi. Sakinleşme çabası buraya kadardı işte. "Ama bu imkânsız." Kızının varlığını öğrenmiş olmaları az önceki umut kırıntısını tuzla buz etmişti. “Nasıl öğrenebilirler?” “Bilmiyorum,” dedi kardeşi. “Casuslardan biridir belki.” “Ama çok güvendiğimiz insanlar dışında kimseyle görüşmedik.” “Bilmiyorum Eliza, bilmiyorum!” dedi kız sabırsızca. Bu o an için manasız olan konuşma ile çok vakit kaybediyorlardı. “Belki de onlardan biridir. Eminim eve dönüş bileti karşılığında bu bilgiyi satabilecek bir sürü insan vardır.” “Onurlu insanlar hakkında böyle konuşmamalısın,” dedi Eliza üzgün bir ifadeyle. “Annemiz burada olsaydı eğer sana…” “Yeter Eliza!” Sakinleşmek adına gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Annem burada olsaydı eğer bir asker olduğumu ve askerliğin gereğini yerine getirdiğimi bilirdi. Ama burada değil, onu geride bıraktık.” Kurduğu son cümle ablası kadar kendi canını da yakmıştı. Aynı zamanda kendisini biraz daha toparlamasına sebep olmuştu. Buraya gelene kadar neleri feda ettiklerini tek tek hatırladı. Şimdi pes etmek en başta onlara haksızlık olacaktı. Bu yüzden oldukça makul bir sesle konuşmaya devam etti. "Küçüğün yüzünü gören çok az kişi var. Bunu lehimize çevireceğiz. Şimdi lütfen ciddi anlamda toparlan. Bir hatayı daha kaldıramam. Kaldıramayız!" Kardeşinin ateşli tiratı sayesinde Eliza da kızının kurtuluş planı dışında her şeyi bir köşeye iterek odaklanmaya çalıştı. Genç kız haklıydı. Hala bir şansları varsa eğer, onu düzgünce kullanmalıydılar. "Tamam,” dedi kararlı bir sesle. “Ne kadar vaktimiz var?" "Bir iki günümüz vardı aslında. Ama sen az önce bu süreyi en iyi ihtimalle saatlere indirdin." Asabi bakışları ablasının üzerindeydi. "Nereden başlayacağız peki?" Şimdi sesi biraz daha sabırsız çıkıyordu. Muhtemelen bir daha yeni bir sabah ya da akşam göremeyeceklerdi fakat kindar kız kardeşi hala orada durmuş ona laf yetiştirmenin derdindeydi. Kız kardeşi cevap vermek için ağzını aralamak üzereydi ki aniden durup kafasını pencereye çevirdi. Elleriyle işaret ederek sessiz olması için ablasını uyardı. Kılıcının bulunduğu merdiven altındaki dolaba yönelmeden önce ablasına olabildiğince yaklaştı. “Sadece bir kişi...” Şimdi kılıfına sarılı kılıcı elindeydi. “Halledip hemen geliyorum. Sessiz ve hızlı ol.” Dediğini yapan ablasının telaşlı bakışlarına o gidene kadar karşılık vermedi. Gözden kaybolmadan önce gergin sırtına bakarak bir süre daha güvende olduğuna emin olduktan sonra keskin metali kılıfından çıkararak hızlıca özgür bıraktı. Evin içindeyken en güçlü savunmayı yapabileceğini bildiği merdivenin ilk basamağına konuşlandığı sıra kapı büyük bir gürültü ile çaldı. Beklemediği bu şey karşısında kızın kaşları şaşkınlıkla çatıldı. Anlamaz bakışlar eşliğinde gardını tam da indirmeden kapıya doğru adımlamaya başladı ama eskisi kadar gegin değildi. Sonuçta aklı başında olan kimse öldürmek istediği insanların kapısını çalarak onları tam bir savunma durumuna sokmazdı. Kapıya uzanan basamakların dibine vardığında tanıdık bir kadın sesinin; "Benim Era," dediğini duydu. Genç kız gözle görülür şekilde rahatlamıştı fakat tedbiri elden bırakma gibi bir lüksü yoktu. Önce kapıdaki muhtemel tanıdık kadından doğru cevabı duyması gerekiyordu. “İsyan ne zaman başladı?” Bulundukları eve içerisinde yaşayanlar dışında sadece iki kişinin girmesine izin vardı. Onlar da her hafta değiştirilen parolaları bilmek zorundaydı. Bunlar asla sıradan şifreler olmazdı. Bu şifreler kesinlikle düşmana ya da ele geçirilmiş zihinlere hizmet edemezdi. Başka bir deyişle parolayı biliyor olmak onu dillendirmek için yeterli değildi. Kapının diğer tarafındaki kadın; "Üçüncü aydınlatıcının doğumunda," diyerek düşmanlık barındırmadığını kesin bir şekilde kanıtladığında iki kilit hızlıca açıldı. İçeri giren Era süratle kılıcını tam zamanında kenara çeken genç kızın boynuna atılarak sıkıca sarıldı. “Çok korktum Enna. Öldün sandım.” Görüşü Era’nın sarı kıvırcık saçlarıyla neredeyse sıfıra inmiş olan Enna kılıcına ve boynundan ayrılmayı red eden kıza dikkat ederek yeniden kapıyı kilitledi. Kızı nazikçe boynundan uzaklaştırmayı başarıp yüz yüze gelmelerini sağladı. “Ne bu tavırlar? Sanki başına ilk defa bir felaket gelmiş gibi davranıyorsun,” diyerek rahatlatmak adına dalga geçti kadınla. Hâlihazırda üst kattaki üçüncü kadının gerginliği yeterliydi Enna için. “Felaketlerin yönü dostlarıma dönünce işin rengi değişiyor.” Görüldüğü üzere Enna’nın taktiği bir işe yaramamıştı. “Çok az vaktimiz var Enna. Fazlaca kalabalıklar ve kimseyi es geçmemeye dikkat ediyorlar. Bizden neredeyse kimse kalmadı. Esir alma gibi bir gayeleri de yok üstelik." Era soluk almadan telaşla konuşuyordu. "Ben bebeği gören dördüncü kişiyim bu yüzden sizinle gelmem istendi." "Üstad nerede?" Alacağı cevabı aşağı yukarı biliyordu. Eğer yaşlı adam eve gelemediyse başı kesinlikle büyük bir beladaydı. "Üstat öldü,” dedi Era robotvari bir sesle. Enna, onun ölüm haberini bu ifadeyle vermeyi başarana kadar kendini acıyla perişan ettiğini biliyordu. “Bu sabah evini sardılar. Mecbur kaldı. Bahsettikleri o çocuk da yanlarındaydı. Zera’yı göremesinler diye yaptı. Size hemen haber vermek istedim ama görülmeden uzaklaşmak çok vaktimi aldı." Enna bu haberi almayı beklemiyordu. En kötü ihtimalle onları alamadan kaçmak zorunda kaldığını düşünüyordu. Yaşlı adam o kadar yıkılmaz duruyordu ki böyle bir son kıza tuhaf hissettirmişti. Yakından gelen bebek ağlama sesi ile kafasını kaldırıp baktı. Şimdilik bir tehlike olmadığını fark eden ablası, kucağında bebeğiyle birlikte merdivenden iniyordu. Enna'nın bakışları bebeğe kaydı. Kendisi de çok sevdiği kocasından zamanında bir bebek yapmak istemişti ama şimdi olmadığı için çok memnundu. Ablasının elindeki sadece bir bebek değil aynı zamanda gezegenlerindeki tüm bebeklerin umuduydu ve eğer yaşayacak kadar şanslı olursa hayatı boyunca büyük sınavlar verecekti. Enna kendi çocuğu için asla böyle bir hayat istemezdi. Hiçbir çocuk için istemezdi ama küçük Zera buna mecburdu. Onun yolu daha doğmadan belliydi. Kafasını toplayarak bu karamsar düşünceleri hızla def etti. Şimdi ablasının kucağındaki o çok sevdiği bebek için mücadele etme zamanıydı. Bunun için süratle kendini toparladı genç kız. "Üstat ölmüş," dedi bir çırpıda. Eliza'nın gözleri korkuyla büyüdü. "Şimdi ne yapacağız? Kim bakacak ona?" Gözleri dolu dolu ağladı ağlayacak bir şekilde izliyordu kardeşini. "Era ile büyüyecek." Çocuk bakma konusunda en son bile yardım istenmeyecek bir kadına canlarını, son umutlarını emanet edeceklerdi. Bu yüzden Enna, ablasından gelecek yüksek volümlü itiraz cümlelerine hazırladı kendini. Ama beklediği gibi olmadı. Ablası gayet soğukkanlı bir sesle; "Anladığım kadarıyla başka bir yolu yok. Öyle değil mi?" diye sordu. Annelik kimliği yeniden devrede olan kadın belli ki kardeşiyle aynı fikirde değildi. Önceliği sadece kızının hayatta kalmasıydı. "Hayır." Enna artık doğrudan ablasına bakıyordu. "Gizlilik konusunda ona güvenim tam. Bu süreçte ihtiyacımız olan en önemli şey de bu.” Arkadaşına bakarak hafifçe gülümsedi. “Ona iyi bakacaktır." Öyle olacağını umuyordu. "Neden bahsediyorsun?” Era’nın ses tonundan ne denli dehşete düştüğü anlaşılıyordu. “Benimle gelmeyecek misiniz?" "Gelemeyiz. Kilitlendik." Enna cama yaklaşıp dışarı baktı. Gökyüzü artık tamamen kararmıştı. Fazla vakitleri kalmamıştı. Eğer aklındaki planı uygulayacaklarsa müttefikleri gece olmalıydı. "Yani… sizin…" Enna sabırsızca lafını kesti kadının. "Evet, öyle," dedi çok sıradan bir konu hakkında konuşuyormuş gibi. Era korku dolu bakışlarla Enna’yı izlemeye devam ediyordu. “En iyi ihtimalle birkaç saatimiz var.” “Başka bir yolu olmalı,” dedi kız kararlı bir sesle. Enna duygusuz bir şekilde gülerek arkadaşına döndü. “Daha önce kimse o yolu bulamadı sevgili arkadaşım. Kilitlenen ya esir düşer ya da ölür. Bizim hangi seçeneğe tabi olduğumuzu söylememe gerek yok sanırım.” Enna artık çok yorulmuş hissediyordu. En yakın koltuğa oturduğunda iki kadın da karşısına oturdu. Az önce ima edilen sonu, metanetle kabullenmiş görünüyorlardı. Buradan geri dönüş olmazdı, hepsi bilirdi bunu. Son bir kez çırpınacaklardı fakat bu kendi canları için olmayacaktı. Sessizlik devam ederken Enna tüm dikkatin üzerinde olduğu bilinciyle konuşmasına geri döndü. "Evet hanımlar, şimdi odaklanalım lütfen,” dedi gülümseyerek. “Başlangıçtaki plana kısmen sadık kalıyoruz. Eski plana göre böyle bir durumda bebek Üstad’ın bulduğu bir sürgünle yaşayacaktı fakat kim olduğu konusunda bize bilgi vermedi. Onun yerini sen alacaksın Era. Bebeği senin büyütmen biraz tehlikeli olabilir. Bize yakınlığın sebebiyle bir ihtimal seni de bulmak isteyebilirler. Bu yüzden beş yaşında bir çocuk kimliğiyle onu da alıp bu şehirden uzak bir yetiştirme yurdunun kapısına gideceksin. Geride bıraktığın aileni kullanmak isteseler bile seni yeni kimliğinle, Zera’yı da o kadar çocuk arasından asla bulamazlar. İçeri girer girmez ne zaman nasıl oraya geldiğinizle ilgili bütün kayıtları değiştireceksin. Bunu senden iyi kimse yapamaz biliyorum. Tamam mıdır?” Era kafasını sallayıp onayladığında devam etti Enna. “Evden önce biz çıkacağız. Senin yolunun tam tersi bir istikamete, doğruca celladımızın kucağına doğru ilerleyeceğiz. Orman yolunu kullanacağız. Bizden sonra en az on dakika daha bekleyip kimsenin sizi görmeyeceğinden emin olduktan sonra evden çıkın. Garajdaki arabayı alıp otobandan devam et. Onlarda ormanda olacaklar ama yine de riske atma. İlk fırsatta bebekle birlikte değişmeyi unutma.” Derin bir nefes alıp tedbir amaçlı kısa bir an evin dışını dinledikten sonra devam etti. “Buradan ayrıldıktan sonra sürgünlerle görüşmeyecek ve Zera’yı yalnız bırakmayacaksın. Kimseye asla tamamen güvenme." Konuşurken dinleyicilerini dikkatle süzmeye devam ediyordu. Her iki kadının gözlerinden de büyük bir korkunun yanında filizlenen heves ve umut da alenen okunuyordu. Bunu yapabileceklerdi, biliyordu. Gülümsedi. "Bu plandaki en önemli nokta şu; onlar sahte bebeği fark edene kadar bizim ölmemiz gerekiyor." Eliza kardeşinin kurduğu son korkunç cümleyi umursamaz göründü fakat bebeğine daha sıkı sarılıyor olması Enna’nın gözünden kaçmamıştı. Era ise daha da afallamış duruyordu. O an Enna’nın aklına cevabını bilemeyeceği bir soru takıldı. Bile bile ölüme giden için mi yoksa gönderen için mi daha zordu? Duvardaki saate bakıp ayağa kalkarken hızlı bir el işaretiyle iki kadının da kalkmasını sağladı. Sonraki yarım saati Enna'nın talimatlarıyla sağa sola koşturarak geçirdiler. Tekrar salonda toplandıklarında koltuğun üzerinde şimdi iki bebek vardı. "Sanırım artık hazırız. Acele et Eliza." Enna eğilip kalın battaniyelere sarılı bebeği kucaklayıp annesine uzattı. Eliza uyuyan bebeği kucağına alırken çoktan ağlamaya başlamıştı. "Benim tatlı meleğim," dedi parmak uçları ile bebeğinin yanağını okşayarak. "Seni geride bırakmak en son isteyeceğim şeydi fakat şimdi benimle gelemediğin için mutluyum. Sana daha iyi bir gelecek bırakamadığım için beni affet. Anneni affet meleğim. Hoşça kal tatlı kızım." Yanağına bir öpücük kondurdu. Son bir kez derince kokladı. Enna bebeği elinden aldığında artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bebek annesinin sesi ile uyanmıştı. Teyzesine çok benzeyen gözleri ve olup biten herşeyin farkındaymış gibi zekice bakışları vardı. Enna'ya bakarak bebek dilinde bir şeyler mırıldandı. Sevimliliği kederli üç kadını da gülümsetmeyi başarmıştı. "Umarım başarırsın ufaklık," dedi Enna ve hemen ardından üzgün bir sesle ekledi. "Seni daha fazla koruyamadığım için özür dilerim." Biraz daha kucağında tutarsa ağlayacağını biliyordu. Yanağına hızlıca bir öpücük kondurdu ve dikkatlice koltuğa bıraktı. Koltuktaki bebek görünümü verilmiş ikinci battaniyeyi alıp vedalaşmak üzere olan kadınlara doğru yanaştı. Eliza, Era’ya sarıldıktan sonra bir eliyle hızlıca yüzünü kurulayıp parmağındaki yüzüğü çıkardı. Hemen ardından cebinden çıkardığı zarflarla beraber kıza uzattı. "Kendini bulduğu zaman bunları ona ver,” dedi koltukta yatan bebeğine bakarak. Küçük kız şimdi battaniyesinden çıkardığı parmaklarını oynatarak tuhaf konuşmasına devam ediyordu. “Buna mecbur olduğumuzu anlat ona." Bir şeyler daha söylemek istiyordu fakat yaşayamayacakları güzellikler kursağını tıkayınca bundan vazgeçti. Daha fazla bebeğinin olduğu ortamda bulunursa gidemeyecekti. Bu yüzden bulunduğu mekâna öznesi belirsiz bir, “Hoşça kal,” savurarak hızlıca kapıdan çıktı. Vedalaşma sırası Enna’ya geldiğinde Era daha fazla ağlamaya başladı. Enna’nın da gözleri dolmuştu ama Era’nın aksine o gülümsemeyi başardı. “Sevgili arkadaşım, neden bu kadar sulu göz olmak zorundasın ki?” “Seni bir daha göremeyeceğim Enna. Bu gerçekten nefret ediyorum.” Buraya kadardı. Era metin olmak falan istemiyordu. O sadece kardeş yerine koyduğu arkadaşları nefes alsın istiyordu. “Gitmeyin! Yardım çağırırız, eskisi gibi hep beraber direniz.” Eve gelmeden önce Enna da tıpkı onun gibi düşünerek yardım bulmaya çalışmıştı. Fakat ulaşabildiklerinin durumu onlardan daha kötüydü. Hayatta olan herkes haklı olarak kendi parçalarını birleştirme derdindeydi. "Böyle yapma lütfen,” dedi kadının yanaklarını kurularken. “Bizi özlediğinde teselli olabileceğin bir yoldaş bırakıyoruz sana. Onda hepimizden biraz var biliyorsun. Kendi dostunu kendin yetiştirebileceksin fena mı?” Güldüğünde Era da gülümsedi. “Şimdi arkadaşına sımsıkı sarıl bakalım.” Bunu talep etmesine rağmen onu beklemeden kendisi sıkıca sarıldı genç kadına. “Bebeği düşürmemeye çalış,” dediğinde birbirlerinden buruk bir gülümsemeyle ayrıldılar. Bir iki adım geri gidip ellerini bırakmadan; “Yeniden buluşuncaya kadar hoşça kal sevgili arkadaşım,” dedi. Era’nın başka bir şey söylemesine fırsat vermeden ablasının peşinden kapıya doğru ilerledi. İçerisi gözükmeyecek bir şekilde kapıdan sıvıştığı sırada koltuğun üzerindeki Zera yeniden ağlamaya başlamıştı. Era bebeğe ilerlerken o da kapıyı yavaşça kapatıp sahipleri ölene kadar içerdekileri güvende tutacak kilitlerin devreye girmesini sağladı. Kısa bir süre daha kapının önünde dikilerek mırıldandı. "Umarım kurtulursun küçüğüm, umarım ölmüş olmamız bir işe yarar." Çok zordu biliyordu ama hepsi başarmak zorundaydı. Daha fazla oyalanmadan arkasını döndüğünde o kapıdan çıkar çıkmaz yürümeye başlamış olan ablasına yetişti. Eliza'nın kolundan tutarak durdurdu. İki tarafı ağaçlarla çevrili yolu parmağıyla gösterip; "Bu taraftan gideceğiz," dedi. Ablası başıyla onaylayıp kızın elindeki battaniyeyi aldı. "Sanırım bende durması daha inandırıcı olur." “Evet.” Eliza battaniyeyi burnuna doğru yaklaştırıp kokladı. Kız kardeşini neredeyse ağlatacak bir görüntüydü bu fakat buna rağmen Enna yeniden ablasının dikkatini dağıtma yoluna gitti. “Dün bu kadar meraklı değildin bebeğin kokusuna,” dediğinde Eliza kardeşinin omzuna vurarak istemsizce kahkaha attı. Enna da onun gibi gülerek kardeşinin dünkü konuşmalarını taklit etti. “Üstad’ı çağıralım Enna, bir terslik var Enna, bu koku bir insandan çıkamaz Enna, koku duyumu kaybettim Enna.” Enna’yı susturmaya çalışan Eliza’nın başlattığı itiş kakışın arasında ellerindeki battaniye yere düştü. Tam o anda gülüşleri ve hareketleri hızlıca kesildi. Ta ki Enna aşırı haklı bir tespitte bulunana kadar. “Gerçek Zera’nın bizimle gelmediği iyi oldu.” Eliza sırıtarak yerdeki kundak şekli bozulmamış battaniyeyi aldı. Doğrulup kardeşinin yaramaz bakışlarıyla karşılaşınca kalbi yeniden kederle kaplandı. "Ah benim güzel ve cesur kardeşim.” Uzanıp kardeşine sıkıca sarıldı. “Bunu nasıl başardın nasıl bizi tek parça halinde buraya getirdin bilmiyorum. Ben tek başıma asla yapamazdım. Teşekkür ederim." Doğumunu hatırladığı kızın gün geçtikçe güçlü kendine güvenen bir kadına dönüşünü tıpkı annesi ve babası gibi gururla izlemişti. Sırtını gözü kapalı dayayabileceği insanların başında geliyordu bu gözü pek kadın. "Her şeyden önce ailemizi korumak benim görevim Eliza,” dediğinde kardeşinden ayrıldı Eliza. “Bu kadar basit değil biliyorum,” diyerek araya girdi. Enna gülümseyerek karşılık verdi ablasına. “Hiçbir zaman yanında olduğum için pişmanlık duymadım, duymayacağım. Aile olduğumuz için kardeşin olduğum için mutluyum. Sen kardeşini tanıyan iyi bir ablasın." "Öyle mi?" Eliza Enna'dan ayrılıp kendi sorduğu soruya yine kendi cevap verdi. "Öyleyim tabi. Küçükken oyuncaklarını kırmış olmam beni kötü bir abla yapmaz." "Vay canına sevgili ablam sonunda konuşmaya karar verdi," dedi Enna şakaya vurarak. "Gerçi ben o oyuncaklara senin zarar verdiğini hep biliyordum. Ayrıca eklemek isterim ki, Lüha’nın hayaleti asla yakanı bırakmayacak." Lüha, babasının Enna’ya aldığı ilk oyuncaklardan biriydi. Tahta bir kılıçtı ve onu çok seviyordu. Bir defasında üstüne düşerek kendini feci bir şekilde yaralayınca kısa bir süre oyuncaklarından uzakta tedavi görmek zorunda kalmıştı. Onlara yeniden kavuştuğunda ise kılıcını ortadan ikiye ayrılmış olarak bulmuştu. Annesi her ne kadar üzerine düştüğünde kırılmış olabileceğini söylese de Enna gerçeğin böyle olmadığını biliyordu. O feci haldeyken bile gözleri sapasağlam bir şekilde yerde duran Lüha’daydı çünkü. Daha sonra ablasının tahta parçasına ne denli öfkeli baktığını görünce her şey yerli yerine oturmuştu. Küçük Enna’nın aksine sevimli bulduğu hatıralarının arasından ablasının sorusuyla sıyrıldı. "Biliyordun ve hiçbir şey yapmadın, öyle mi?" Enna gülerek cevap verdi. "Yaptım.” "Hayır, yapmadın yapsan bilirdim," dedi tekrar yürümeye başladıklarında. Henüz bir iki adım atmışlardı ki Eliza durdu ve Enna'ya kısık gözler eşliğinde şüpheyle baktı. "Su zümrütleriyle süslü tacım. O sıralar kaybolmuştu." "Ben sadece misilleme hakkımı kullandım sevgili ablacım. Ama merak etme tacı verdiğim kız senden daha çok seveceğine ve iyi bakacağına söz verdi. Ayrıca ona daha çok yakıştı." Ormanda başıboş gezen yabani ineklerden birinin başına oturtup bütün gün bunu düşünerek eğlenmişti. "Seni küstah," dedi Eliza. İçinde bulundukları vahim durumun ağırlığı altında yeniden ezilmiş olmasaydı eğer bu geç gelen itiraf karşısında daha farklı tepkiler verebilirdi. Kardeşiyle ne kadar vakti olduğunu bilmiyordu. Sonsuza kadar onun sataşmalarına göğüs germeye razıydı oysa. Onunla ve ailesi ile birlikte yaşlılıktan ölmek istiyordu. Hayatı yarım kalsın istemiyordu. Annelik duygusunun bile tadını damağında bırakmışlardı. Geride bıraktığı bebeğini düşünür düşünmez zihni bulanmaya başladı. "Umarım bebeğim de tıpkı senin gibi cesur bir kız olur kardeşim. Güçlü ve onurlu bir hayatı olmasını her şeyden çok istiyorum." Enna ne diyeceğini bilemiyordu. Duygusal konuşmalar ona göre değildi. Hoşlanmazdı ağlamaktan. Övülmek ise onu daima utandırırdı. Bu yüzden kafasını eğerek ablasını cevapsız bıraktı. Enna’nın da dediği gibi onu çok iyi tanıyan Eliza bu durumu umursamadı. Yola sesiz bir şekilde devam etmeye başladılar. Zira son anlara nelerin sıkıştırılacağının tam olarak bilincinde değildi iki kadın da. Bunun yanında vaktin de farkında değildiler. İlk konuşan Enna oldu. Saatine bakıp; "Bir saat geçmiş," dedi. "Az vaktimiz kaldı yakında buralarda olurlar." Ablasının ağlamaklı suratına bakınca teselli etme gereği duydu. "İyi tarafından bak Eliza, en azından yalnız ölmeyeceğiz." Ablası ağlamaya başladığında Enna kendi beceriksizliğine söyleniyordu. "Çok iyi yapabiliyormuşum gibi bir de teselli etmeye çalışıyorum. Üzgünüm Eliza bu konuda çok kötüyüm." "Sadece teselli konusunda kötü değilsin sevgili Prenses,” İki kadın da korkuyla sesin geldiği yöne baktılar. Dikkati epey dağılmış olan Enna diplerine kadar gelmiş olan insanları henüz fark etmişti. “Saklanmak konusunda da çuvalladın." Ağaçların ardından bir adam çıktı. Tanıyanlar için en belirgin özelliklerinden heybetli cüssesi ve omuzlarına dökülen saçları aradaki mesafeye rağmen seçilebiyordu. Korkakların içlerinden sessizce; Haksız Kral dedikleri adamdı bu. Bundan önce aldığı bir isim daha vardı. Gerçek kralı öldürerek sahip olmuştu. Birçoğu yaşamayan cesurlar tam da gözlerinin içine bakarak dillendirmişti bu ismi; Katil Kral…
|
0% |