@parukopoli
|
Azra, daima gördüğü kâbuslardan arınmış bir gece geçirdiği için o sabah uykusunu almış bir şekilde zinde uyandı. Gerinerek duvardaki saate baktığında işe gitmek için daha iki saati olduğunu gördü. Yavaşça yataktan doğrulup yumuşacık ev terliklerini ayağına geçirdi. Odasından ayrılıp lavaboya girmeden önce pencereye doğru ilerleyip gökyüzüne baktı. Bir izin gününde olduğu kadar olmasada hava yine de güzeldi.
Lavaboyla işi bittikten sonra mutfağa girip masanın kenarına kuruldu. Melisa işe gitmeden önce kahvaltı masasını hazırlamış, Azra için toplamamıştı. Azra da şimdi yapması gereken tek şeyi yapıp ocağın üzerindeki çaydanlığın altını açtı. Onun ısınmasını beklerken tekrar odasına gidip yatağını düzeltti, bugün giyeceği kıyafetleri dolaptan çıkarttı.
Yeniden mutfağa gidip turuncu renkli minderlerin süslediği sandalyelerden birine keyifle kuruldu. Şimdi yayıla yayıla hiç acele etmeden kahvaltısını yapabilirdi. Erken uyanmanın da güzel tarafları olabiliyordu işte. Yorucu iş günlerinde böyle fırsatlar her zaman eline geçemiyordu maalesef. Akşam vardiyasında çalıştığında bile genelde çoğu vakti uyuyarak geçirirdi. Mesaisine az bir vakit kala uyanır, bazen yemek yemeye bile zaman ayıramazdı. O yüzden Melisa yemek masasını genelde kurulu bir şekilde bırakırdı. En azından ayaküstü de olsa bir iki lokma yiyebilsin diye. Durum bu olunca bulduğu fırsatları değerlendirmekten asla kaçınmazdı Azra.
Tereyağı ve reçele buladığı ekmeğini ısırıp arkasına yaslanırken fazlaca mutluydu. Böyle zamanlarda hep Doğan’ın tokluğuyla aynı orantıda yükselip alçalan duygu durumu gelirdi aklına. İyi bir yemek iyi bir terapinin yerini doldurabilir, derdi genç adam. Azra da çoğu zaman buna sessizce katılmak durumunda kalıyordu.
Ekstra keyifli kahvaltısını tamamladıktan sonra masayı toparlayıp bulaşıkları makineye doldurdu. İşe gitmek için artık tamamen hazır olduğunda bile hala kırk dakikası vardı.
Sırt çantasına evin anahtarını da atınca evden çıktı. Yürüme mesafesinde olan iş yeri sayesinde arabaya binmek zorunda değildi. Yürümeyi seven Azra için bu kısım mükemmeldi. Aslında işini de sevebilirdi, tabi biraz daha iyi bir patrona sahip olsaydı.
Azra salına salına tam yirmi dakika sonra dondurmacı dükkânının önüne geldi. Kafasını kaldırıp iki yıldır aşina olduğu, büyük renkli ampullerle ışıklandırılmış tabelaya baktı. Özellikle hava karardıktan sonra çok hoş bir görüntüsü oluyordu. Burada çalışmaya başlamadan önce Azra da severdi o tabelayı. Üç haftada bir duvara merdiven dayayıp da silmek zorunda olmadığı günler güzeldi. Maaşından kesileceğini bilmese çoktan kurtulmuştu ondan.
Geriye kalan yirmi dakikasını da bu kapıda harcayamayacağına kanaat getirince kafasını, yola bakan ön ve sol cephesi tamamen cam kaplı şirin dükkâna çevirdi. İçeri girmeden önce görebildiği kadarıyla bir durum kontrolü yaptı. İlkbahar ve yaz mevsimlerinde dolup taşan dükkân şimdi çok tenhaydı. Sadece iki masa doluydu.
Havalar ısınmaya başlayınca patronu dört tane daha geçici eleman alırdı. Genelde yaz aylarını değerlendirmek isteyen üniversite öğrencileri olurdu bunlar. Eylül ayından itibaren ise dondurmacıda, bu hafta sabah vardiyasında çalışan mesai arkadaşı Kübra ve kendisi kalırdı. Yaklaşık bir aydır iki kişi çalışıyorlardı.
Azra içeri girdiğinde kapının üzerindeki zil çaldı. İş arkadaşı tezgâhın arkasından kafasını çıkarmadan önce müşteriler için sakladığı gülümseyişini oturtmuştu yüzüne. Kimin geldiğini görünce bu defa gerçekten gülümsedi. Neden bu kadar mutlu olduğunu çok iyi biliyordu Azra. Onun kapıda gözükmesi Kübra'nın eve gideceği zamanın iyice yaklaştığı anlamına geliyordu. Bu haksız bir mutluluk değildi. Azra anlıyordu genç kızı ve şu an yerinde olmayı çok isterdi.
Kıza selam vererek alt kattaki soyunma odasına giyinmeye indi. Dolabını çantasından çıkardığı anahtarla açıp kıyafetlerini çıkardı ve düzenli bir şekilde askılara yerleştirdi. Melisa'nın yıkayıp ütülediği, üzerinde üç dip dibe duran külah nakışının bulunduğu turuncu önlüğünü ve sol üst tarafında aynı logoyu taşıyan beyaz gömleğini çantasından çıkardı. Giyindikten sonra geriye kalan kıyafetlerini ve çantasını dolaba koydu. Telefonunu sessize alıp yukarı çıktı.
Dondurma çeşitlerinin bulunduğu dolabın arkasına geçtikten sonra kasada bir müşterinin hesabını alan kıza seslendi;
“Kalabalık mıydı bu sabah?”
“Hayır,” dedi kız hesabı ödeyen adama iyi günler diledikten hemen sonra. Adam ona cevap vermeden çekip gidince gözlerini devirdi. “Bir saat önce biraz doluluk oldu ama çoğu paket yaptırıp gittiği için pek sıkıntı olmadı. Sen nasılsın, nasıl geçti tatil günün?” Azra bir an Melisa ile olanları hatırladı. Deli adam da tam düşüncelerine yerleşmek üzereydi ki kafasını hızla sağa sola sallayarak bu durumdan kurtuldu. Sonunda kazanç olsun ya da olmasın aile huzurunun bozulmasına asla izin vermeyecekti. Melisa’nın yalan söylüyor olması da umurunda değildi. Hâlihazırda zaten mutlulardı. Üzerinden bir gece geçince mutluluklarını bozmaya, ailesini huzursuz etmeye pek hevesli olmadığına karar vermişti. Kübra’nın çatık kaşlarıyla suratına bakmaya devam ettiğini görünce kıza bir cevap vermediğini hatırladı.
“İyiydi,” dedi gülümsemeye çalışarak. “Çok iyiydi.” Kübra tereddütle yüzüne bakıp kısa bir süre sonra gülümsedi. Fazla bir iş yoğunluğunun olmadığı iki saatin ardından ise hiç vakit kaybetmeden, hevesle personel odasına indi. Dakikalar sonra Azra ile vedalaşıp arkasında ağır bir parfüm kokusuyla sokağa adım atmıştı.
Azra onun arkasından dışarıyı izlemeye devam ederken cam kenarında oturan sarışın kadın ayağa kalkıp kasaya doğru yaklaştı. Kadından ücreti aldıktan sonra masasını temizlemek için dolaplardan oluşan tezgâhın arkasından çıktı. İşini henüz bitirmişti ki kapıda bu defa patronu Hakan Bey gözüktü. Azra'yı başıyla selamladıktan sonra tembel adımlarla kasanın başına geçip oturdu.
Azra, kirli kahve bardağını aşağı mutfağa indirip yukarı çıktığında son müşteri de kapıdan çıkıyordu. Eline aldığı bezle bu defa o masayı temizlemeye gitti. Masayı temizledikten sonra üzerindeki kirli dondurma kupunu ve kaşığı da alıp yeniden alt kattaki mutfağa indi. Bulaşık makinesine elindekileri ve lavabonun üzerinde biriken bulaşıkları dizdi hızlıca. Dolduğundan emin olunca çalıştırma düğmesine bastı. Masaları silerken kullandığı bezlerin de kötü bir halde olduğunu görünce lavabonun altındaki dolaplardan birini açıp küçük bir leğen çıkardı. Bezleri çamaşır suyuna bastıktan sonra artık burada işi kalmamıştı.
Patronunun aile fertlerinin fotoğraflarının asılı olduğu dar koridordan geçerek yukarı çıktı. Masalara dikkatlice bakarak eksik bir şey aradı. Her şeyin yerli yerinde olduğunu görünce dondurma tezgâhının arkasına geçmek üzere hareketlendi. Tam o sırada kasanın arkasındaki adamın ona seslendiğini duydu.
"Azra dış camları temizler misin lütfen? Kötü gözüküyorlar." Azra dönüp camlara baktı. Gayet temizlerdi. İki gün önce Kübra'nın hepsini sildiğini biliyordu. Ama yine de sesini çıkarmadı. Böyle bir konuda patronuna itiraz etmek gibi bir hataya asla düşmezdi. Daha önceki tecrübelerinden biliyordu ki bunun hiçbir faydası olmadığı gibi çokça zararı mevcuttu. Patronu dükkânının boş kalmasından sonra en çok boş oturan elemandan nefret ederdi. Bu yüzdendi bu çilesi.
"Hemen siliyorum Hakan Bey."
"Hayır, silme. Silmekle çıkmaz sen en iyisi yıka."
"Peki, Hakan Bey…" Azra, arkasına alarak sıkıp yumruk yaptığı eli sayesinde sesinin düzgün çıkmasını sağladı.
Bu sefer deterjan, fırça, kova, hortum ve temiz bez almak için aşağı inmişti. Farklı dolaplardan aldığı malzemelerle hızla yukarı çıkıp, sokak kapısına yöneldi. Hortumun bir ucunu kovanın içine koydu, diğer ucunu da tekrar içeri girerek arka taraftaki lavabonun musluğuna taktı ve açtı. Biraz bekledikten sonra kovanın dolduğuna kanaat getirip musluğu kapattı. Dışarı çıkıp kovanın içine lavanta kokulu deterjandan koydu.
Neyse ki işkencesini hafifletecek şeyler de mevcuttu. Etrafa yayılmaya başlayan çiçek kokusunu içine çekerek fırçayı kovaya daldırdı.
Dükkânın iki tarafını boydan boya kaplayan camları temizlemesi yarım saatini aldı. Bu süreyi, sadece ayakkabısını ıslatacak kadar bir hasarla tamamladığı için de fazlasıyla memnundu. Hortumu toplayıp, o dışarıda çalışırken patronunun ilgilendiği gelip giden müşterilerin boşlarını da hallettikten sonra işi bitmişti. Kaslarındaki hafif sızı kendini belli etmeye başlayınca dinlenmek için sandalyelerden birine oturdu. Huzurluydu, tekrar patronunun sesini duyana kadar.
"Dolapların da camını siler misin? Hep parmak izi olmuş." Azra temizlik yaparken kasada uyuklayan adam, kız oturduğu anda sadece onun duyabileceği bir alarm çalmış gibi uyanmıştı. “Geçen gün aldığımız deterjan ile temizle ama o baya iyiydi.“ Kafasını sallayarak artık işkence haline gelen merdivenlere doğru hareketlendi. Sinirle mutfağın kapısını açtı.
"Sen de baya iyisin," dedi sessizce. “Şehrin parmakla gösterilen tek manyağısın, çok iyisin.“ Bir çalışan olarak en azından deterjan seçiminde özgür olmak isterdi ama maalesef bahtına böyle bir patron düşmüştü. Sinirini atabilmek için kısa vadede yapabileceği daha iyi bir şey yoktu. O yüzden homurdanmaya devam etti. İyi geliyordu. "Ben de baya iyi olabilirdim. O yağlı boynundan tutup, birazdan parlatacağım dolapta kafanı patlatabilseydim eğer.“ İç çekip temizlik dolabına yöneldi. “Yazık oldu." Gerekli malzemeleri aldıktan sonra derin nefesler eşliğinde çatılan kaşlarını zar zor düzeltip yeniden yukarı çıktı. Kendisini kasmasına gerek kalmamıştı gerçi. Patronu tekrar uyuklamaya başlamıştı.
Azra masaları sildikten sonra hiç müşterinin olmadığını gören, bugün ziyadesiyle formunda olan patronu, ona lavaboları temizletti, iki kere yakınlardaki bir toptancıya gönderdi, mutfağı baştan aşağı yıkattırdı. Genç kız anca mesai bitimine yarım saat kala patronu evine gidince rahat bir nefes alabildi. Gerçi bu rahatlık da çok uzun sürmedi. Dükkânı tek başına kapatacaktı. Bu da bunca kas yorgunluğundan sonra dışarıdaki ağır tenteleri de Azra'nın toplayacağı anlamına geliyordu. Oysa bugün çok güzel başlamıştı, öyle de devam etmesi gerekmiyor muydu? Şu an bitiyor olmasına sevinmemeliydi.
Saat tam on iki olduğunda tüm kasları isyan etsede ayağa kalktı. Dışarı çıkıp zar zor tente kolunu çevirmeye başladı. İşi bittiğinde titreyen kollarını zapt etmeye gayret göstererek kapının üzerindeki açık yazısını ters çevirip kapalı kısmını öne getirdi. Kapıyı içeriden kilitledi ve aşağı indi. Üzerini değiştirmeden önce mutfağa uğrayıp ışıkları kapattı. Soyunma odasındaki işini de bitirip çantasını alıp oranın da ışıklarını kapattı. Evdeki yatağına giden yolu emin adımlarla kısaltıyordu böylece. Tüm koridorun ışığını da kapatınca yukarı çıktı. Tezgâhın arkasındaki telefonunu çantasının cebine attı. Kasayı da kilitleyince işi bitmişti.
Kapının arkasına taktığı anahtarı çevirip kilidi açtı ve bu defa dışarıdan kilitledi kapıyı. Geriye çekilip dükkânın tamamına son defa baktı. Kapanışta yapması gerekenleri kafasında hızlıca listeleyip hepsine hayali tikler attıktan sonra hiçbir şeyi atlamadığına kanaat getirdi ve dükkâna arkasını dönüp yürümeye başladı.
Henüz bir iki adım atmıştı ki ayak tabanlarındaki ağrı iyice kendini hissettirmeye başladı. Bu yüzden eve giden kestirme yola doğru dönmekte yeterince tereddüt etmedi. Emin adımlarla ilerlediği yolun tenhalığı ya da Melisa’nın o yolu tek başınayken kullanmaması ile ilgili kati yasakları, uyarıları o an için kesinlikle umurunda değildi. Daha önce de defalarca bu güzergâhı kullanmak zorunda kalmıştı ama o zaman yanında yazın çalışan mesai arkadaşlarından ikisi vardı. Sorunsuz bir şekilde geçmişlerdi. Yine aynısının olacağına emindi Azra. Melisa'nın duymasına da gerek yoktu.
Aslında seviyordu burayı. Yolun alt tarafı, kötü görünümlü evlerin olduğu bir sokaktı, üst tarafı ise şehri saran ormanın başlangıcıydı. İnsanlar, kışları yemek bulmak için sokaklara inen yabani hayvanlardan korktukları için pek bu yolu tercih etmeseler de, fazla araba geçmediği için ideal bir yürüyüş yolu olabilirdi.
Azra ağrıyan ayaklarının elverdiği ölçüde hızlı bir tempo tutturduğunda yan tarafındaki ormandan çakal bağırtıları geldi. Seslerin baya yakından geldiğini fark edince biraz daha hızlandı. Kestirme yola girme kararını sorgulamanın sırası değildi belki ama Azra artık o kadar da memnun değildi burada olduğundan.
Ormanın kıyı tarafını aydınlatan sokak lambasının direğine yaslanarak alt sokağı izleyen bir adam görünce biraz rahatladı. Hayvanların kimi zaman insanlardan daha merhametli olduklarını hatırladığında ise bu rahatlama hissi geldiği hızla yok oldu. Artık daha temkinli adımlarla ilerliyordu.
Azra, üzerinde uzun gri bir kaban olan adamın hizasına yaklaşırken çaktırmadan yüzüne baktığında Melisa ile muhabbet eden adam olduğunu fark etti. Bunun biraz sorun olabileceğini düşündü korkuyla.
Adam hala boş sokağı izliyordu. Onu hatırlamaması ve sorunsuzca yanından geçebilmek için dua ede ede yürümeye devam etti. Zira yolun bitimine çok az kalmışken yeniden geri dönüp aynı yolu yürüyecek gücü kendinde bulamıyordu. Gözlerini ayaklarına çevirip, kendisinden pek haz etmediğine emin olduğu şansına güvenmeyi tercih etti. Adamla arasına koyabildiği kadar mesafe koyup, beklemediği bir şekilde yanından sorunsuzca geçmişti ki onun gür sesini duydu.
"Dur!" Sesi o kadar otoriter çıkmıştı ki Azra kendisini durmak zorunda hissetti. Arkasına dönüp yaklaşmakta olan adama baktı. Adam üzerine geldikçe Azra geriledi ama kaçmaya da cesaret edemedi. Nedense adamın onu yakalayacağından emin gibiydi. Adam Azra'nın sırtı, orman sınırındaki yıkık bir kulübenin duvarına değene kadar aynı şeyi yaptı. Şimdi neredeyse burun burunaydılar.
"Nasıl bir güce sahipsin?" dedi adam sakin bir ses tonuyla.
"Anlamadım," dedi Azra korkmuş bakışlarını bir an olsun adamdan ayırmayarak.
"Düşünceleri değiştirebiliyor musun, ya da şekilleri?" Kurmakta olduğu cümleler Melisa'nın anlattığı gibi delinin teki olduğunun en büyük ispatı olmuştu Azra için. Tam da şu an korkudan adamın istediği her şey olabilirdi. Yine de ağzını konuşmak için açtığında düşüncelerinden çok farklı şeyler firar etmişti dudaklarından.
"Çok güzel patates püresi yaparım, bu sayılır mı?" Onun tehlikeli olduğunu sezmişti ama yine de kendini tutamadan konuştu. Delinin dilinden konuşmak isteyen tarafına engel olamamıştı. Adam ilk etapta gülecekmiş gibi durdu sonra fikrini değiştirmiş olacak ki Azra'nın saçından tutup kafasını geriye çekerek ortaya çıkardığı boğazına, Azra'nın ne zaman eline aldığını göremediği bir bıçak dayadı. Doğan daima ona, yaptığı kalitesiz esprilerin bir gün başına bir iş açacağından bahsederdi. Azra haklı olabileceğini daha önce hiç düşünmemişti.
"Söyle bakalım küçük Azra, komiklik yapabilecek durumda mısın?" Adam artık fısıltıyla konuşuyordu ve bu durum sesinin çok daha korkunç çıkmasına neden olmuştu. Azra konuşmak için ağzını açtı ama hiçbir ses çıkmadı. Korkuyla kafasını sağa sola sallamak isterken boğazında bir acı hissedince durdu. "Yavaş ol! Yanlışlıkla kendini öldürmek istemezsin." Azra sesine tekrar kavuştuğunda konuştu.
"Lütfen bırak gideyim!" dedi çatallaşmaya başlayan bir sesle.
"Olmaz!" Adamın aniden bağırdığı sırada Azra neredeyse korkudan ağlamak üzereydi. Kızın yüzünü dikkatle izleyen adam sert bir sesle konuşmaya devam etti. "Önce sorduğum soruya cevap ver, sonra gitmene izin verebilirim. Geri döndüğümüzde tahmin edemediğimiz hiçbir sorunla karşılaşmak istemiyorum." Azra'nın adamın anlattıkları hakkında hiçbir fikri yoktu. Açıkçası söylediklerini anlamaya da çalışmıyordu. Şu an düşündüğü tek şey, elinden bir an önce kurtulmaktı. Adam Azra'nın kıpırdamasına engel olmak için çok sıkı tutuyordu. "Hadi ama sonsuza kadar bekleyemem, konuş artık."
Elindeki bıçağı boynuna bastırdı. Az önce açılan çiziğin uzadığını hissetti Azra. Bu defa tuhaf bir şey daha oldu. Korku yerini henüz filizlenmeye başlayan büyük bir öfkeye bırakmaya başlamıştı. Bu kadar kolay bir av olmak sinirlendirmişti genç kızı. Öfkeyle adamın gözlerinin ta içine baktı. Tam o sırada arkasındaki ormandan hışırtılar geldi. Azra arkasına dönüp bakamıyordu fakat önündeki adamın gözlerindeki rahatlık endişeye dönüşmüştü şimdi. Azra yabani hayvanları hatırladı korkuyla. Adam kızın boğazına dayadığı bıçağı çekti fakat sıkıca tuttuğu saçlarını bırakmadığı için Azra arkasına dönemiyordu. Hışırtılar kesilmişti ama Azra hala orada bir şey olduğunu hissedebiliyordu. Bir şeylerin tetikte beklediğine emindi.
"Kesinlikle bunu beklemiyordum," dedi adam hayranlıkla Azra'nın göremediği yere bakarak. "Muhteşem!" Azra tekrar hışırtı duyduğunda korkuyla fısıldadı.
"Buradan hemen uzaklaşmamız lazım. Çok fazla yabani hayvan var. Daha geçen yıl yabani bir domuz, adamın birine saldırdı tam da burada." Çaresizce adamı ikna etmeye çalışıyordu ama adam umursamazca kızın arkasındaki ormana bakıyordu. Kızı duymamış gibiydi. Yeniden, diğerlerine oranla daha ufak, bir ses duyulduğunda kıza döndü bakışları. Gülümseyerek; "Merak etme," dedi. "Burada senden daha tehlikeli hiçbir şey yok." Kızın saçını yavaşça bıraktığında Azra hızlıca yaslandığı duvardan uzaklaşarak yola çıktı. Adamla arasına güvenli bir mesafe koyarak ormana baktı. Artık ses gelmiyordu dahası etrafta tehlikeli bir şey de gözükmüyordu. Yolun ortasındaki adama son kez korkuyla baktı. Hemen ardından arkasını dönüp hızlıca yürümeye başladı.
"Yakında tekrar görüşeceğiz! Sahte annen seni daha fazla saklayamayacak!"
Adamın yetişmesinden korkan Azra koşmaya başladı. Yolun ikiye ayrıldığı kısma gelince sağa döndü ve ancak o zaman arkasına bakma cesareti gösterebildi. Arkasından kimsenin gelmediğini görünce koşmayı bıraktı ama yine de hızlı hızlı yürümeye devam etti. Elini hala ince bir sızı hissettiği boynunda gezdirdi. Parmaklarına baktığında çok az bir kan görünce rahatladı. Yine de bunu Melisa'dan saklaması gerekecekti.
Melisa'nın neden bu adamın huyuna gittiğini, onu korumak için neden yalan söyleme gereği duyduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Adam oldukça tehlikeliydi ve Azra bir daha onunla karşılaşmamak için elinden geleni yapacaktı.
|
0% |