Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Misafir

@parukopoli

Dondurmacıya girdiğinde Azra’nın zihninde bin bir türlü saçma düşünce vardı ve artık hiçbirini uzaklaştıramıyordu. Gülümseyen Kübra'yı güç bela ayırt edip selam verdikten sonra aşağıya giyinmeye gidiyordu ki kız heyecanla önünü kesti.

 

"Sana müjdeli bir haberim var," dedi ve hemen ardından Azra'ya meraklanacak vakit tanımadan ekledi. "Hakan beyin ablasının ayağı kırılmış."

 

"Anlamadım," dedi Azra. Bu aralar sık sık bünyesini yoklayan gerginlik sebebiyle kaşları çatıktı. "Bu ne tür bir müjde?"

 

"Hayır hayır!” Telaşla elini kolunu sallayarak itiraz etti Kübra. “O kısım değil, o kötü haberdi. Zavallı kadın çok yaşlı, umarım bir an önce toparlanır." Yüzündeki üzgün ifadeyi silip yeniden gülümsemeye başladıktan hemen sonra devam etti. "Bu tatsız konunun bizi ilgilendiren müjdeli kısmı ise Hakan beyin iki günlüğüne onun yanına gidecek olması. Bir bakıcı falan ayarlayana kadar yanında kalacakmış. Daha fazla da sürebilirmiş. Ama biz yine de en az iki gün özgürüz," dedi altını çizmek ister gibi bir defa daha.

 

Patronları çoğu zaman aşırı çekilmez oluyordu. Bu yüzden önündeki neşeli kızı elbette anlıyordu Azra. Kafası başka konularla meşgul olmasaydı eğer muhtemelen o da şuanda benzer tepkiler veriyor olurdu.

 

"Bu sabah şehirden ayrıldı." Neredeyse sevinçten zıplayacaktı. Bir süre sonra Azra'nın sıkkın ifadesi dikkatini çekince o da bir anda ciddileşti. "Neyin var senin? İyi görünmüyorsun." Kız şimdi gerçekten endişeli gözüküyordu.

 

"İyiyim.” Kızın şüpheli bakışlarını boynunun üzerindeki eşarpta fark edince bir şeyler uydurma gereği duydu. “Üşüttüm sanırım. Boynum da tutulmuş ilaç sürdü ama Melisa, birazdan geçer." Kızın cevap vermesini beklemeden yanından geçerek, giyinmek için aşağı indi.

 

Dolabını açtığında yolda çantasına attığı bıçağı hatırladı. Hızlıca odanın kapısını kapattıktan sonra, elini çantasına sokup bulunduğu yerden çıkardığı koyu kahverengi deri kılıfın dikişleri neredeyse sökülmek üzereydi. Daha fazla zarar vermemeye özen göstererek dikkatlice sıyırıp incelemeye başladı. Normal bir bıçaktan çok filmlerde gördüğü hançerlere benzer bir yapısı vardı. Keskin gümüş kısmıyla renk bakımından uyumlu kabzasının üzeri küçük yapraklı dallarla işlenmişti. Dalların çıkış noktasına da göz alıcı parlaklıklarıyla değerli olduklarını adeta haykıran üç adet yeşil renkli taş yerleştirilmişti. Kabzasına oranla oldukça sade olan keskin bölümünde ise tek dikkat çeken şey küçük ve eğik harflerle işlenmiş olan ‘enna’ yazısıydı. Azra üzerindeki taşlara daha yakından bakmak için göz hizasına getirdiği sırada merdivenden gelen ayak seslerini işitti. Saniyeler sonra kapısı çalındığında bıçağı çantaya geri atmıştı bile.

 

"Azra sana nane limon yaptım." Kapının diğer tarafından geliyordu Kübra'nın sesi. "Soğutmadan gel iç."

 

"Teşekkürler," dedi hafif vicdani bir sızı ile. İnsanlara yalan söylemek zorunda kalmaktan nefret ediyordu. Bunun yanında şimdi de kendini iyi niyet sömürüsü yapmış gibi hissediyordu. "Giyinip hemen geliyorum." Ayak sesleri uzaklaşırken Azra hızlıca giyinmeye başladı. İşi bittiğinde yukarı çıkarken rahatlamak ve yüz ifadesini normal tutmak için çabaladı. Tezgâhın arkasına geçtiğinde Kübra ona çayını uzattı.

 

"Çok kötüysen eğer yerine bakabilirim."

 

"Hayır hayır," dedi Azra kafasını iki yana sallarken. "İçerideki sıcaklık iyi geldi. Birazdan daha da iyi olurum."

 

"Emin misin?"

 

"Kesinlikle." Azra'nın gülümseyen yüzünü baz alarak bir problem olmadığına kanaat getiren genç kız alt kata giyinmeye gitti.

 

Azra çayını yudumlarken masalara göz gezdirdi. Sadece biri doluydu. Bu kafayla tam da ihtiyacı olan bu tenhalığa daha sevinemeden bir anne kız girdi içeri. Tezgâhın önüne geldiklerinde Azra gülümseyerek siparişlerini aldı ve sevimli aileyi cam kenarındaki masalardan birine yerleştirdi. Hızlıca siparişlerini hazırlamak için geri döndüğünde Kübra'nın merdivenlerden yukarı çıktığını gördü.

 

"Kolay gelsin," dedi kız Azra'ya el sallayıp önünden geçerken. "Yarın görüşürüz."

 

"Hoşça kal," dedi Azra da ona gülümseyerek. Kübra uzaklaşırken o da az önce dolan masaya ilerleyerek anne kıza dondurmalarını servis etti.

 

Hakan beyin yokluğunda rahat bir nefes alan Azra'nın şansına iki masa da kalkınca uzunca bir süre kimse gelmedi. Kafasını kaldırıp saate baktığında altı buçuk olduğunu gördü. Artık daha fazla dayanamazdı. Telefonunu çabucak cebinden çıkarıp Melisa'ya iyi olup olmadığını soran bir mesaj attı. Kısa süre sonra telefon titrediğinde hızlıca gelen mesajı açıp okudu.

 

"İyiyim. Evdeyim merak etme. Patronun sorun çıkarır diye arayamadım." Okuduğu cümlelerle rahat bir nefes alan Azra kapının önüne bir gölgenin yaklaştığını fark edince cevap yazamadan telefonu cebine attı. Kafasını kaldırıp baktığında çocukluk arkadaşının içeri girdiğini gördü. Buna aşırı memnun olmuştu çünkü acilen biriyle konuşması gerekiyordu ve bunun için Doğan'dan daha iyisini bulamazdı. Daha doğrusu başkasını bulamazdı. Onun dışında kimseye birkaç gündür yaşadıkları saçmalığı anlatamazdı.

 

"Hoş geldin," dedi adama bu yüzden gülümseyerek. Genç adam kızın hevesli gülümseyen yüzüne garip garip bakarak yanına yaklaştı.

 

"Bu kadar mutlu olacağını bilseydim daha önce gelirdim."

 

"Ben seni gördüğüm her an mutlu oluyorum canım."

 

Azra'nın zoraki bir şekilde kurduğu cümlesi ve yapmacık sesi ile Doğan çok kısa bir an yüzünü buruşturdu. Ama hemen sonra kendi aleyhine çevirmeyi başardı bu havada kalan fırsatı.

 

"O zaman nefeslerimizi tutup tek ve her şeyden önemli o sorunun cevabını bekleyeceğiz."

 

"Neymiş bakalım o soru," dedi Azra. Her ne kadar derdinin ne olduğunu biliyor olsa da yine de ufak bir ihtimal şaşırtabilecek mi acaba diye bekliyordu.

 

"Bu sıcak karşılamaya ikramlar da dâhil mi?" Bugün payına düşen şaşırma hakkının tamamını işe gelirken kullanıp bitirdiğini düşünüyordu tam o saniye Azra.

 

"Ne istersen," dedi Doğan'a gözlerini devirmemeye özen göstererek. Bu obura ihtiyacı vardı. Doğan kızın yanından geçerek hevesle dondurmaların olduğu dolaba yürüdü.

 

"Bir top kavunlu, bir çikolatalı, bir top da limonlu istiyorum."

 

"Tamam, sen geç otur ben geliyorum." Doğan bir masaya geçip çantasını sandalyelerden birine bırakırken tezgâhın arkasına geçen kıza seslendi;

"Az önce Melisa aradı. Bir şeyler anlattı ama otobüste çok gürültü vardı. Hiçbir şey anlamadım. Senin adın geçti bir iki defa. Ben de burada indim arabadan. Yanına gelip iyi olup olmadığına bakayım dedim." Azra dondurmayı önüne koyduğunda onu endişelendirmeden üstten üstten olayı anlattı hızlıca. Ama bu çabası hiçbir işe yaramadı. Doğan kızı dinledikçe sakinlikten çok uzak tepkiler vermeye başladı. En son boğazındaki eşarbı çıkarmasını isteyip de kesiği görünce suratı sinirle kasıldı.

 

"Hayvan herif," dedi öfkeyle. "Ufak bir kaza olduğunu söylemişti Melisa. Nasıl boğazına bıçak dayandığını saklarsın benden! Onu elime bir geçireyim babasında kalmadığına pişman etmezsem bana da muhteşem Doğan demesinler."

 

"Kimse sana öyle seslenmiyor zaten Doğan,” dedi Azra. “Ayrıca o cümlenin doğrusu; anasından doğduğuna pişman edeceğim, değil miydi?"

 

"Benim dayağım öyle sıradan bir dayak olmayacak. O yüzden daha da öncesini sorgulayacak." Dondurmasından bir kaşık alıp yuttuktan sonra boş kaşığı Azra'ya doğru sallayarak konuşmaya devam etti. "Sana defalarca yanıma gelip savunma dersleri almanı söyledim. Beni dinleseydin şimdi bunlar başına gelmezdi, kolaylıkla alt ederdin adamı." Sinirle kaşığını yeniden önündeki dondurmaya batırdı. Azra eşarbı ile yeniden yarasını kapattığında hala burnundan soluyarak artık göremediği izi izliyordu.

 

"Boş ver şimdi onu. Seninle önemli bir şey konuşmak istiyorum." Doğan tek kaşını kaldırıp sorarcasına baktı Azra'ya. “Melisa ile ilgili.”

 

“Muhtemelen tatsız bir konu öyle değil mi?

 

“Oldukça.”

 

“Şu an yanımdasın, tehlikede olmadığını biliyorum. Pekiya Melisa? O tehlikede mi?”

 

“Bildiğim kadarıyla değil,” dedi Azra adamın ne yaptığını anlamaya çalışarak. “Evde olduğunu söyledi.”

 

“O zaman ben bu güzelliklerle ilgilenirken sen biraz daha bekleyeceksin.” Önündeki tabağa aşkla bakıyordu. “Onlarlayken huzurlu olmam çok önemli.” Azra yanaklarını şişirerek ofladıktan sonra adamın önündeki dondurmaya uzanıp kendi tarafına çekti. Tam da istediği gibi şimdi Doğan’ın bıkkın bakışları üzerindeydi.

 

“Bu mükemmel tabak sadece seçilmişler için,” dedi Azra ciddi tutmaya çalıştığı ifadesiyle. “Ona sadece hak eden sahip olabilir. Sen o değilsin.”

 

“İftiralarını kendine sakla Azra.” Yüzündeki acıklı ifade ile kızın elindeki dondurmadan gözlerini ayıramıyordu. “Ben onlar için kurşun atar, kurşun yerim.”

 

“Yok, yok ben yanılmam.” Rahat bir şekilde arkasına yaslanarak bir eliyle kâseyi tutmaya devam edip öteki eliyle doldurduğu kaşığı ağzına götürdü. Bakmadan kaşıkladığı kısım şansına limonlu çıkınca suratını buruşturdu. Buna rağmen ses tonu sanki dünyanın en iyi lezzetini tatmış gibiydi. “Bence ben yemeliyim. Hem ne demiş Oscar Wilde abimiz; oysa herkes öldürür sevdiğini. Kimileri başkalarına yalatarak..." Doğan suratını öyle bir buruşturdu ki Azra anında yapamadığı espri için özür dilemek zorunda kaldı. Tabi bu pişmanlık Doğan'ı pek tatmin etmedi.

 

"Dondurmadan mı soğuyayım, şiirden mi yoksa koskoca yazarı abisi yapan senden mi, bilemedim?” dedi acıklı bir sesle. “Tedaviye ihtiyacın olduğunu biliyorum ama. En kısa zamanda bu seviyesiz sözde mizahın önüne geçilmeli."

 

"Öyle mi?" Azra ikinci kaşığı iyice ağzına yaklaştırmıştı ki Doğan;

 

"Tamam, tamam dur!" diye bağırdı. "Ne istersen anlat dinleyeceğim. Yeter ki dondurmamı rahat bırak." Azra abartılı bir kahkaha atarak dondurmayı adama uzattı. Tabak parmaklarına değer değmez hemen önüne çekip sıkı sıkıya tutarak sağlama aldı Doğan. "Tıpkı o masallardaki kötü cadılar gibisin. Onlar gibi sevenleri ayırmaya çalışıp kötü kötü gülüyorsun," dedi bariz mağdur bir edayla. "Beni de korkutuyorsun o yüzden çaban ilgimi çekmiş gibi davranacağım.” Bir kaşık dolusu fazlasıyla hakettiğini düşündüğü dondurmayı midesine indirdikten hemen sonra hissettiği yoğun hazla kısa bir süre gözlerini kapattı. “Dökül bakalım." Az önceki rahatlığın yerini yeniden karanlık düşünceler almaya başlayınca Azra derin bir nefes aldı. Yine de buna rağmen istediğini almış olmanın verdiği rahatlıkla konuşmaya başladı.

 

"Bana saldıran adamın kim olduğunu Melisa söyledi mi sana?"

 

“Tanıyor muymuş,” diye sordu Doğan dehşetle.

 

"Geçen gün sahilde Melisa ile gördüğüm adamdı."

 

"Ciddi misin," dedi Doğan heyecanla. "E o zaman adamı bulmak daha kolay olur. Gidip temiz bir sopa çektikten sonra verelim polise gitsin. Ama adam kafadan noksandı değil mi? Acaba raporu var mıdır? İnşallah gerçekten zihinsel engelli değildir. Eğer öyleyse sopa kısmı yatar."

 

"Ben o adamın Melisa'yı tanıdığını düşünüyorum," dedi Azra Doğan'ın daldan dala atlayan cümlelerini yakalamak için uğraşmayı bırakarak.

 

"Bunu da nereden çıkardın?"

 

“Dün geceyi ucuz atlattığım için Melisa’yı endişelendirmek istemedim. Boğazıma bir eşarp sarıp boynumun tutulduğunu söyledim. Bu ufak problemde bile ortalığı ayağa kaldırmak için pek hevesliydi.”

 

“Her zamanki Melisa,” dedi Doğan tabağını kaşıklamaya devam ederek.

 

“Evet, bu kısmı öyle,” diyerek hak verdi adama Azra. “Fakat sonrasında bıçakla yüzyüze geldiğimi öğrendi. O kısım da dehşet zordu ta ki bıçağı tutan eli öğrenene kadar. O delinin yaptığını duyunca sakinleşti. Sanki bana zarar vermeyeceğine emindi.” Doğan kaşlarını çatarak kıza küçük bir bakış attı. “Bunun dışında çok fazla ufak tefek şey var aklımı kurcalayan. Bir şeyler saklıyor gibi.” Gözlerini parmaklarına çevirip gerçek düşüncelerini dillendirdi. “Aslında gibisi fazla, bir şeyler saklıyor. Hissediyorum." Tabağını bitirip tüm ilgisini artık kendisine vermiş olan adama, sahildeki ilk olaydan başlayarak, şüphelendikleri de dâhil her şeyi anlattı. Doğan şaşkınlıkla kızı dinliyordu.

 

"Ben bu kadarını bilmiyordum. Gerçekten bir tuhaflık var gibi." Kafasını dalgınca sallayarak camdan dışarı bakan Azra zihninden silinmek için fırsat kollayan bıçağı hatırladı.

 

"Hemen geliyorum." Adamı yukarıda bırakıp hızlıca aşağı indi ve dolaptan bıçağı aldı. Aynı hızlı adımlarla yanına geri dönüp kılıfından çıkararak masaya bıraktı. Doğan'ın gözleri hayranlıkla parlıyordu. Bu tarz şeylerin ilgisini çektiğini bütün yakınları bilirdi.

 

"Azra bu mükemmel bir şey. Nereden buldun?" Uzanıp kırılmasından korkuyormuş gibi yavaşça eline aldı. Sapındaki taşları tek tek dokunarak inceledikten sonra elde duruşunu tarttı.

 

"Adamdan aldığım bıçak. Sence de öyle biri için çok pahalı bir parça değil mi?”

 

"Sanki tuhaf bir durummuş gibi söylüyorsun Azra, anlattıklarına bakılırsa adam haydut kılıklının teki. Muhtemelen bunu da bir yerden araklamıştır." Göz hizasına getirerek sessizce dudaklarını oynattı. "Özel yapım gibi duruyor. Şurada yazan bir isim mi?"

 

"Bilmem.” Şimdi o da tıpkı Doğan gibi bıçağın üzerine eğilmiş küçük yazıya bakıyordu. "Markası olabilir mi?”

 

"Daha önce hiç böyle bir marka duymamıştım."

 

“Belki yeni başlamışlardır.”

 

“Bizim deli hızlı bir hırsızmış desene.” Sırıtarak kıza bakış attığı sırada içeri giren adamla çaktırmadan hızlıca kılıfına soktu bıçağı. Azra müşteriyle ilgilendikten sonra Doğan'ın boş tabağını alırken onu da alıp çantasına attı yeniden.

 

Genç kızı yalnız bırakmak istemeyen Doğan sayesinde Azra için o günkü mesaisi alışılmışın dışında hiç de sıkıcı geçmedi. Müşterilerin olmadığı tüm zamanları Melisa ve deli adam hakkında konuşarak harcadılar. Çıkış saati geldiğinde ise dükkânı birlikte toparlayıp, kapattılar ve eve doğru yola çıktılar.

 

"Dün kullandığın yoldan gidelim hadi. Belki şu meşhur adamı ben de görebilirim," dedi Doğan yol ayrımına geldiklerinde.

 

"Aksiyon kaldıracak kafada değilim Doğan.” Adamı buldukları anda arkadaşının neler yapacağını çok iyi biliyordu Azra. Oysa tek istediği başlarını belaya sokmadan günü bitirmekti. “Lütfen düzgün yoldan gidelim." Doğan’ın onu umursamadan ufak ufak o tarafa giden adımlarını görünce kolundan çekerek yanında sürüklemeye başladı. Bir iki tantana ettikten sonra pes ettirerek zorluk çıkarmasına engel oldu. Bitmeyen didişmeleri ve muhabbetleri sayesinde çabucak tükettiler eve dönüş yolunu.

 

Binaya girer girmez deterjan kokuları selamladı soğuktan kızarmış olan burunlarını. Kapıyı Azra’nın anahtarıyla açıp eve girdiklerinde ise kaynağına varmışlar gibi daha da yoğunlaştı.

 

"Belli ki Melisa yine temizlik krizlerinden birine tutulmuş," dedi Doğan çantasını portmantoya asarken. "O herif mi canını sıktı acaba?" Melisa genelde üzgün ya da gergin olduğunda böyle yerli yersiz temizlik yapıp rahatlardı. Bu onun bir nevi tedavisiydi. Salona doğru yönelmişlerdi ki tuhaf bir telaş ile koşturarak odasından çıkan Melisa onları koridorda karşıladı.

 

"Neden eve geldiniz?" Azra ve Doğan önce anlamaz bakışlarını birbirlerine daha sonra Melisa’ya çevirdiler. "Bugün eve geç gelmeniz gerekiyordu,” diye devam etti kadın sabırsızca. “Sana mesaj attım Azra. Neden okumadın?" Azra elini cebine atıp telefonunu kurcaladı.

 

"Şarjı bitmiş. Sen neden gerginsin böyle?"

 

"Gergin falan değilim. Siz ikiniz üst kata Doğan'ın evine çıkıyorsunuz simdi, hemen."

 

"Yatıp uyumak istiyorum bir an önce Melisa,” dedi Azra. Yorgunluğu sesine yansımıştı. “Gece gece neyin tantanası bu? Anlayamıyorum."

 

"Birkaç misafirim gelecek birazdan. Ayakaltında dolanmayın."

 

"Saat on iki," dedi Doğan şaşkınca. "Yatıya mı gelecekler?"

 

"Bugün hiç bahsetmedin." Azra içeri doğru ilerlemek için adım atmıştı ki Melisa kolundan tutarak durdurdu onu.

 

"Bana da bir saat önce haber geldi. Aslına bakarsanız bunlar biraz özel misafirler. Yalnız başıma ağırlamak istiyorum."

 

"Tamam. Ben de odamda yatar uyurum. Varlığımı hiç hissetmezsiniz bile." Tek istediği biran önce yatağına kavuşup dinlenmek olan Azra etrafında dönen garipliğe bile kafa yormayı ertelemek istiyordu. Odasına geçmek için yeni bir hamle yapmıştı ki kolunu saran eller daha da sıkılaştı.

 

"Yeter artık Azra!" Azra, daha önce hiç şahit olmadığı bu derece bir öfke ile harmanlanmış kadının ifadesini gördüğünde kendini geri çekilmek zorunda hissetti. Melisa sıkı sıkı tuttuğu kolu ile buna anında engel oldu. "Çocuk musun sen? Özel misafir diyorum? Neyini anlamıyorsun? Nefes aldır artık biraz bana!" Kızı sertçe ittirdiğinde düşmemesini sağlayan şey Doğan'ın kolları oldu.

 

"Melisa sen ne..." Azra Doğan'ın sözünü keserek ona döndü.

 

"Tamam, Melisa haklı…” Tam da o anda rahatszı edici bir aydınlanma yaşıyordu. “Bir gün senin evinde kalsam incilerim dökülmez herhalde." Sesinin normal çıkmasını sağlayabilmişti ama çok kırgın hissediyordu.

 

İstemeden de olsa çekirdek ailesinin daima üç kişiden oluşacağını düşünmüştü. Dışarı makul seviyenin biraz üstünde kapalı olan hayatlarına, başka birilerinin dâhil olabileceği ihtimali hep çok uzak gelmişti. Doğan'ın hayatından zaman zaman birkaç kişi geçmişti ama Melisa'nın bugüne kadar bir gönül meselesi olduğuna şahitlik etmemişti. Eğer onca yıldan sonra kalkıp eve birini getiriyorsa bu onunla ciddi düşündüğü anlamına geliyordu. Azra'nın kalbinde bunu düşünememiş olmanın verdiği rahatsızlığın hemen yanına, yeterince saygı göstermemiş olmanın üzüntüsü de eklenmişti şimdi. Bu yüzden Melisa'ya bir kez daha bakmadan arkasını dönüp kapıya ilerledi. Tam o sırada kapı çalmasaydı eğer hızlıca evi terk edecekti. Ne yapacağını bilmez bir ifade ile arkasını döndüğünde, Melisa onu hızlıca arkasına çekip kapı deliğinden gelenlere baktı. Sonra da korkuyla diğerlerine döndü.

 

"Çok erken geldiler," dedi telaşlı bir fısıltıyla. "Ne yapacağım?"

 

"Odamda saklanabiliriz istersen." Kadının telaşı saçma bir şekilde Azra'ya da sıçramıştı. Az önceki kırgınlığını çoktan unutmuş çözüm yolları üretmeye çalışıyordu.

 

"İşe yaramaz. İzcileri var, varlığınızı çoktan hissetmiştir." Melisa daha çok kendi kendine konuşurken diğerleri kadının kurduğu cümleleri anlamaya çalışıyordu. Endişeli bakışları birbirlerine döndüğünde Melisa önlerine gelip dikildi. "Sanırım artık pes etmem gerekiyor," dedi Azra'ya dikkatle bakarak. Azra'nın gözlerinin önüne nedense birden o deli adam geldi. Melisa'nın da aklını yitirmiş olma ihtimali ağlama isteğini körüklüyordu.

 

"Kim onlar Melisa? Korkutuyorsun artık beni." Azra'nın ağlamaklı sesini duyamayacak kadar başka şeylere odaklanmış olan kadın, genç kızın kollarından sımsıkı tutarak konuştu.

 

"Az önce söylediğim her şeyi unut Azra," dediğinde kapı tekrar çaldı. "Sana daha önce çok fazla yalan söyledim. Ama bunların tamamını senin güvenliğin için yaptım. Bana inanmana ihtiyacım var. İnanıyor musun?" Yalan söylediğini son günlerde Azra da fark etmişti. Ama kendisine asla zarar vermeyeceğini biliyordu beklenti ile yüzünü izlemeye devam eden kadının. Bu yüzden tereddüt etmeden kafasını evet anlamında salladı. Ona güveni sonsuzdu. Biraz daha rahatlamış bir ifade ile kızın yüzünü izleyen Melisa devam etti. "Bu geceden sonra bir daha yalan yok. Şimdi tek istediğim onlar gidene kadar söylediklerime harfiyen uyman." Azra yeniden kafasını salladığında derin bir soluk alarak fısıltısına devam etti. "Şimdi dışarıdakilere senin benim dört yaşındaki kızım, Doğan'ın da abin olduğunu söyleyeceğim. Sizden istediğim aksi bir şekilde davranmamanız ve gerekmedikçe konuşmamanız."

 

"Dört yaşında mı," dedi Azra eliyle kendisini göstererek. Melisa elini cebine atarak ufak yeşil bir hap çıkarıp yuttu ve önünde dikilen gençlerin bir şey sormasına fırsat vermeden hızlıca konuştu.

 

"Ben halledeceğim, merak etme. Sen sadece dediklerimi yap." Kapı ısrarla yeniden çaldığında Azra bu deliliğe kendi iradesiyle ortak olduğunu bile bile kafasını sallayarak onayladı. Doğan'a dönen telaşlı gözler bir onay da ondan aldıktan sonra üç saniye kadar sımsıkı kapandı. Sonrasında ise hızlıca kapıya dönüp ağır çelik malzemeyi yerinden oynattı. Açılan kapıdan içeri yaşlı bir adam ile onun yaşlarında bir kadın girdi. Hemen ardından ise genç bir adam belirdi, o güne kadar bolca huzurun kol gezdiği evlerinin koridorunda.

 

Loading...
0%