@parumlucis
|
HİÇBİR Krallığa ait olmayan küçük mü küçük Carcerem kasabası her sabah, akşam ve geceleri olduğu gibi güneşin en dik konumda olduğu saatte de gürültülüydü. Tüm krallıklardaki en azılı suçluların sürgün edildiği bu yer, o suçlular için bir ev olmuştu. Bu gürültülü kasabanın adı bile hapishane demek iken burada yaşayan hiçbir suçlu bunu kabul etmezdi. Onlar için en özgür oldukları yer, kimseye hesap vermek zorunda olmadıkları bu küçük kasabaydı. Hiçbir zaman Carcerem sınırlarının dışında kaos içindeki dünya umurlarında olmamıştı. Tıpkı dünyanın onları umursamadığı gibi. Zaman geçtikçe Carcerem neredeyse ayrı bir krallık haline gelmiş, bu topraklara adımını atan hiçbir yabancının oradan sağ çıktığı görülmemişti. Öyle ki artık onları denetlemek için giden krallık askerleri bile artık bu topraklara adımını bile atamaz olmuştu. Bu toprakların dışında yaşayan herkes bilirdi ki Carcerem'in tek bir santim toprağına bile adım atarlarsa sonları ölüm olurdu. En azından o güne kadar sağ çıkan olmamıştı. Kimse bu topraklara adım atmaya cesaret edemiyorken o sabah ilkbaharın hafif esintisinde cıvıldayan kuşların, şırıl şırıl akan nehrin sesini bastıran Carcerem yerlilerinin arasında üç yabancı vardı. Sırtlarına geçirdikleri pelerinler bile onların bu suçlu kasabasında yabancı olduklarını gizleyemiyordu. Aslında bu onların daha çok dikkat çekmesine neden oluyordu. Ancak garip bir şekilde hiçbir Carcerem sakini bu yabancılara el sürmemişti. Bu da daha büyük bir planları olduğunu gösteriyordu. Eğlence düşkünü bu azılı suçlular zavallı(?) yabancılarla bir oyun oynamak istiyordu. Her şeyden habersiz görünen ara sokaklarda dolanan bu yabancılar da pek tekin kişilere benzemiyordu. Pelerinlerinin saklayamadığı keskin kılıçlarının uçları güneş ışığında tehditkarca parlıyor, iri bedenleri sıradan bir insanı onlardan uzak tutacak şekilde tehlikeli bir duruşla her an saldırıya hazır şekilde hareket ediyordu. Ne kadar güçlü görünseler de bir kasaba dolusu azılı suçluyla baş edemeyecekleri açıktı. Yabancılar, ara sıra karşılarına çıkan ayyaşlar dışında kimsenin görünmediği ara sokaklarda dolanmayı bırakıp her zamanki karmaşasıyla günlük işlerini gerçekleştiren Carcerem yerlilerinin doluştuğu pazar yerine çıktıklarında beklemeyi bırakan kasaba sakinleri çoktan harekete geçmişti. Bilmedikleri bir şey vardı ki o adamların da bir planı vardı. "Bunu yaptığımıza inanamıyorum." dedi sanki yüksek sesle konuşursa onlardan sekiz-dokuz metre uzakta her biri farklı bir iş peşinde koşan Carcerem sakinleri onları duyacakmış gibi fısıldayarak. Üçünün arasında en iri olan adamdı konuşan. Pelerinin gizleyemediği tek şey sarı ve turuncu arası yeni çıkmış sakallarının örtemediği her an gülümseyecekmiş gibi duran dudakları ve sert yüz hatları olduğunu belirten çenesiydi. "Mızmızlanmayı bırak Robin. Bu kadar korkacağını bilseydim senin yerine başkası seve seve gelirdi." Ses tonu, görünüşü ve etrafına yaydığı enerji de diğer adamdan daha sert ve soğuk olan adamın sesi öfkeli çıkıyordu. Robin'in aksine daha kısa ve daha zayıf olan bu adamın başlığının altından görünen çenesi gerilmişti. Böyle tehlikeli bir görevde yanında sürekli sızlanan bir ahmak olduğu için öfkeliydi. "Hah! Korktuğumu kim söyledi? Sadece bir avcı için- bakın dikkatinizi çekerim bu avcı sıradan bir avcı da değil- neden bir kasaba dolusu azılı suçlunun arasına 'tek başımıza' girdiğimizi hala anlamış değilim." Gözleri her an bir saldırı olacağını beklercesine insanların, sokak aralarının, taş binaların üzerinde dolaşıyordu. Gelecek olan herhangi bir tehdide karşı tetikteydi. Ancak ondan daha öfkeli adamın öfke dolu ses tonuyla söylediklerinden etkilenmiş görünmüyordu. Daha çok ona" korkak" demesine içerlenmişti. Öfkeli savaşçı, bir adım önlerinde etrafı kolaçan etse de onları dinlemeyi de ihmal etmeyen adama bir bakış atarken tetikteydi. "Ne kadar itiraf etmeyi istemesem de..." bakışları Robin'e kaydı. " Sanırım o ilk defa doğru bir şey söyledi." derken bakışları tekrar önünde duran adama çevirdi. "Ha ha ha, çok komiksin! Buzlar kralı Argos da şaka yapabiliyormuş!" Robin, alay akan ses tonunu yükseltmemeye çalışırken oldukça zorlanıyordu. Muhtemelen bu aptal kasabadan sağ bile çıkamayacağını düşünürken can sıkıcı bir tartışma sonunda canından olmayı istemiyordu. Kesinlikle uzun bir ömrü hak ettiğini düşünüyordu. Argos ise cübbesinin izin verdiği kadarıyla görünen yüzünde herhangi bir mimik oynamadan cevap verdi. "Şaka yapmamıştım." "Kesin şunu!" Araya giren ses sertti. Argos'un ürkütücü ses tonu gibi bir sertlik değildi bu. Otoriterdi. Bu iki kelime bile onun muhtemelen- ölümlerine-neden-olacak-aptalca görevin başında olduğunu göstermişti. Argos'tan birkaç santim uzun olan adamın asil bir duruşu vardı. Ne çok cüsseli ne de çok zayıftı. Bir savaşçıdan çok bir büyücüye benziyordu. Ya da belki de bir prens. "Size konuyu açıkladım zaten, o avcıyı bulmaktan başka şansımız yok." "Ama hala ondan bir iz yok! Yaşadığından bile şüphe ettiğimiz birinin peşinden kıtanın en tehlikeli parçasına kadar geldik ve muhtemelen biraz daha burada kalırsak hayatta kalamayacağımız kesin." Argos, sakin olmaya çalışsa da sesinden öfke akıyordu. Ölmek onun için sorun değildi. Özellikle sadakatini her zerresine kadar hak eden arkadaşının uğruna ölmek hiç önemli değildi. Ancak söz konusu birkaç kişinin hayatı değildi. Bir krallığın hayatı söz konusuyken, sonunun ne olacağını bilmediği bir görevde ölmek, arkadaşlarının ölmesini istemiyordu. "Az önce bana mızmızlanmayı bırakmamı söyleyene de bakın!" Robin'in homurdanışını görmezden geldiler. "Bundan ben de memnun değilim Argos ama bu kralın emri. Ayrıca bizim kana susamış bir canavar ordusu ve kıtanın en güçlü kara büyücüsüne karşı bundan başka alternatifimiz yok. Kahin Carceremlilerin bize dokunmayacağını söyledi. Şimdiye kadar bir şey yapmadılar, demek ki avcı burada." Arkadaşının konuşmak için ağzını açtığını görünce ona izin vermeden devam etti. "Bugün burada ölmeyeceğiz. Daha kötülerini de atlattık, biliyorsun." Arkadaşının onu anlamasını beklercesine tam olarak göremediği yüzüne diktiği bakışları çok da uzak olmayan bir yere odaklandığında bedeni dikleşti ve kılıcının kabzasını tutan sağ eli daha da sıklaştı. Sol eliyle de ondaki bu değişimi fark eden adamlara baktığı noktayı işaret etti. Mesajı alan ikili aynı noktaya baktığında bulundukları yere doğru gelen onlarca adamı fark ettiler. Her birinin tuttuğu garip ve bir o kadar tehlikeli silahlar ve yüzlerinde açıkça seçilen muhtemelen sıradan bir insana dehşet vereceği kesin olan gülümsemeler vardı. Hatta delirmişçesine kahkaha atanlar bile vardı. Yeni avlarından oldukça memnun görünüyorlardı. "Az önce bize dokunmayacaklarını söylemiştin değil mi?" Onların da elleri kılıçlarının kabzalarına giderken üç adam sırt sırta verdi. "Sanırım daha kötüsünü de görebiliriz." |
0% |