Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@payelll

 

 

Aklımızın kemale ermek zorunda kaldığı zor bir hayatın pençesinden kopmuştuk. Kopmak zorundaydık sanki, bir şey olacaktı ve biz onu hissetmiştik. Küçük, virane bir mahallenin kuytu köşesindeki gecekonduda yaşıyorduk. Anne baba namına bir şey yoktu hayatımızda. Olanları görmüyorduk, onlarda bizi merak etmiyordu. Annem başka bir adama kaçıp gitmişti, babam hastalıktan ölmüştü. Mustafa’nın da babası içki kumar derken yol kenarında ölü bulunmuştu, annesi bilinmedik yollara girmiş, kaybolup gitmişti. Ekrem’in anne babasının nerede olduğu muammaydı. Yetimhaneden çıktığında bulmuştuk onu. Yaşlarımız bir iki farkla birbirine yakındı. Üçümüzün de elinden her iş geliyordu. Çok çalışıyor az harcıyorduk. Paralarımızı ortak bir kutuda topluyor, biraz biriktikçe bankaya yatırıyorduk. Bir hayalimiz vardı. Zengin olmak! Çok zengin olmak! Bazen sabahlara kadar bunun hayalini kuruyor, güneş doğarken uyuyorduk. O paranın sonumuz olacağını bilmiyorduk.

Üzerimize kıyafet almadığımız, yırtık giysilerle yaz kış geçirdiğimiz ve çoğu zaman karın tokluğuna yaşadığımız zamanlarımız oldu. Sigaraya bile başlamadık boşa para harcarız diye. Gençlik çapkınlıklarımız, bir kıza hediye almışlığımız olmadı. Hayallerimiz büyük, umutlarımız engelsizdi. Birbirimize olan güvenimiz sonsuzdu. Tam on sene yemeden içmeden birikti paralar. Ne iş yapacağımızı biliyorduk. Şu an tıklım tıkış olan İstanbul’un bundan kırk sene öncesinde gelişimi kullanma kararı almıştık. İnşaat yapacak, satacak, daha büyük işler yapacaktık. Yaşımız otuzu bulmuştu, bir sevgilimiz olmadan, aşkı tatmadan geçen uzun ve yorucu yıllar. Hepimizin paradan sonra istediği tek şey bir aileydi. Bir eş ve çocuklar.

Geçen yıllar içinde kalan aile üyelerinin ölüm haberlerini aldık, cenazelerini kaldırdık. Kalbimize gömerek arkamızda bıraktık o yılları. İlk işimiz bir arsa almak oldu. Üzerine beş katlı bir bina diktik. Onu sattık, aynı yerde başka evler yapmaya başladık. Bir iki derken para çoğaldı. Çoğaldıkça daha çok çalıştık. Kendimize küçük bir şirket kurduk. Hiç işçi almadık, kendimiz temizledik, çayımızı kendimiz demledik. Boş yere bir kuruş harcamadık. Bu, bir yere kadar devam etti. İşlerimiz arttıkça yetişemedik. Aklımızda sadece çalışmak ve çalışmak vardı. Aynı evde yaşadık, kendimize ev bile almadık, yapmadık. Payımıza düşen payları yine işimize yatırdık. Karşılığını fazlasıyla aldık. Artık zengindik.

Otuzlu yaşlarımızın sonuna doğru hayatımıza kadınlar dahil oldu ama bu gelip geçici ilişkiler olmadı. Yaşımız geçiyordu, o tarz işler için yaşlanmıştık. Bir gün üçümüz de inşaat alanındayken arabasından inerken etrafına ışık saçan bir kadın Ekrem, Mustafa ve benim başımızı o tarafa çevirmemize neden oldu. Kadın çok güzeldi. Kadın alımlıydı. Kadın ışık gibiydi. Sarı saçlarını inerken geriye atmıştı. Üzerindeki havayla kapısını kapatıp bagaja yönelmişti. Ayağına çizmelerini geçirişini izledik, baretini takarken bile insanın durup onu izleyesi geliyordu. Beklediğimiz görevli olduğunu o bize yaklaşırken fark ettik. Gülümsedi. O andan sonra Mustafa ve Ekrem arasında bir duvar belirdi. Kadın bize yaklaşıp selam verdi.

“Merhaba,” dedi yumuşacık sesiyle.

O andan sonra Mustafa ve Ekrem artık eskisi gibi olmayacaktı.

“Mühendis Ece Yaşar.”

Hayatımıza o gün girdi Ece. Gel zaman git zaman Ekrem zincirlerini kırıp Ece’nin peşine düştü. Ekrem yakışıklıydı, Mustafa da öyle. Hâlâ gençtik, bir kadının beğeneceği erkeklerdik. Ekrem evin içinde Ece dedikçe Mustafa’nın gözleri karardı ama bir şey yapamadı. Ece de Ekrem’e sevdalanmıştı. Mustafa için her şey artık çok geçti. Gözerimin önünde gerçekleşen duygu alışverişlerini yuttum, kara bakışları yuttum, nefreti yuttum. Geçecekti. Mustafa da birini sevecekti. Nitekim de öyle oldu. Ece hayatımıza ışığını getirmişti. Çevresiyle tanıştıkça beğendiğimiz veya bir kez görüştüğümüz kadınlar gelip geçerken Mustafa birinde durdu. Ece uzak akrabalarından biriyle Mustafa’nın arasını yaptı. Mustafa mutlu görünüyordu ama Ekrem çok mutluydu.

Benim de hayatıma Sinem adında bir kadın girdi. Sevdim, sevildim. Ama sonsuz aşkı bulamadım. Üçümüz de ay farkıyla bir yıl içinde evlendik. İçimizde hiç şüphesiz en mutlusu Ekrem’di veya bana öyle geliyordu. Ben de mutluydum, Mustafa da sorunsuzdu, mutluyduk. Bana öyle geliyor kısmını çok acı bir şekilde yaşadık. Belki de sadece küçük bir kız çocuk ve ben yaşadık.

Çocuklarımız oldu. Benim bir oğlum oldu, başka çocuk sahibi olmak istemedi karım. Bizi koparan şeylerden biriydi bu. Dünyada kanımdan kimse yoktu, oğlumun kardeşi, daha çok bir kızım olsun istedim, çok istedim. Olmadı. Ece iki yıl arayla dört kız çocuğu getirdi dünyaya. Ece’nin her doğumunda Mustafa’nın da bebeği zaman farkıyla dünyaya geliyordu. Bunu bilinçsiz yapıyordum, yanılmak istiyordum belki de. Mustafa’nın gözleri Ece üzerinde biraz fazla dursa içim kan ağlıyordu. Arkadaşlarıma üzülüyordum. Tüm bunları zihnimde deftere yazar gibi kaydediyordum. Ben yanlış anlıyorum diye toplanan bilgiler gibi. Bir süre sonra saçmaladın be oğlum dercesine gülümsemek içindi. Yanılmış olmayı çok istedim o gece.

Çocuklarımız büyüdü, onlar büyüdü servetimiz büyüdü. Her çocuğumuz bereketiyle geldi. Büyük çocuklarımız on sekizine bastığında tanınan, sevilen, çok fazla insan tarafından sevilmeyen, düşmanları olan meydatik insanlardık. Evlerimiz yan yana, her gün birbirimizi görüyor mütemadiyen uğruyorduk. Eşlerimiz arkadaş, çocuklarımız kardeş gibiydi. İçimizde düşmanlık oluşmadı, çocuklarımızda birbirini severek büyüdü. İkisi fazla sevdi. Mustafa’nın oğluyla Ekrem’in kızı arasında bir şeyler vardı ama henüz çocukça olduklarından tatlı bir ritim içinde atışıp duruyorlardı. Benim oğlum da tıpkı Mustafa gibi o ikisine uzaktan bakıyordu. Aileleri görüyordu ama kimse üzerine uğramıyor, ileriye dönük şeyler söz konusu edilmiyordu. Ekrem’in büyük kızı annesini minyatürü gibiydi. O gün, o arabadan inen Ece ile kızının arasında tek bir fark yoktu. Ekrem artık hayatındaki beş kadın için yaşıyordu ve kızlarına hayrandı. Ece ile ilk günkü kadar âşık ve mutluydu.

Ben yanılmıştım dedim bir gün kendime, uydurdum durdum yıllarca. O geceye kadar. Ben o kızların amcası, dedesi, dayısı pek çok şeyiydim. Kendi kızım olsa o kadar severdim, oğlumdan ayırt etmeden sevdim onları. Bir gece bir telefonla yatağımdan kalktım. Açtığımda titrek bir ses beni evlerine çağırdı. Ayakkabılarımı bile giymedim, aklımdan binlerce kötü senaryo geçerek koşuyordum. Kapı ardına kadar açıldı ben bahçe kapısından girerken. Ela gözler yaşlı, güzel yüzü kederliydi. O her zaman yaşından büyük, babası ve annesi kadar olgun, işini bilen zeki bir kızdı. Yıllar onu daha çetin biri hâline getirdi. Belki de yaşadığı acılar… “Amca,” dedi. Nefes nefese yüzünü ellerimin arasına aldım. “Amcam ne oldu?” Evin içine bakıyordum ama kimse görünmüyordu.

“Babam annemi öldürdü, sonra da kendini.”

Sesi o kadar az çıkıyordu ki adeta fısıldıyordu. Ben hayatımda duyduğum en saçma sözleri anlamaya çalıyordum ama başarılı olamıyordum.

“Kardeşlerim duymadan bir şeyler yap amca,” dedi. On sekiz yaşında bir çocuğun sözleri hayatım boyunca aklıma ve kalbime kazınan en basit ama en yaralayıcı sözdü. Bugün bile anarken kanıyor kalbim.

Duydu kardeşleri, onları sessizce evden çıkarmanın bir yolu yoktu. Evden çığlıklar yükseliyordu. On sekiz, on altı, on dört ve on iki yaşında dört çocuk geçecek tüm ömürlerinin en kötü gününü yaşıyordu. Kızlar annelerinin ve babalarının üzerindeki cansız bedenlerini görmek için önlerine kim çıktıysa yıkıp geçtiler.

Tüm ülke Ekrem ve Ece’yi konuştu, hem de günlerce. Haberler çizgilerini aşmaya başladığında medyayı elimize aldık. Tüm ağzılar kapandı. Kızlar kendilerine gelemiyordu. Evlerine giremiyordu.

Mustafa arada uğruyor, kızları götürmeye çalışıyordu ama büyük kız asla istemiyor, kızları kanatlarının altına alıyordu. Mustafa kırılıyorsa da belli etmiyordu. Mustafa yanlış anlamasın diye oğlumu öne sürüyordum ki yalan da değildi. Oğlum o üç kızın abisi gibiydi. Onlarla vakit geçiriyor, akılları dağılsın diye her şeyi yapıyordu.

Mustafa’nın oğlu evimize gelip gidiyor, kız onu görmek istemiyordu. Farkına bile varmadan üç aile arasında dağ oluşmaya başlıyordu. Bunun sebebini bilemiyordum. Ekrem ve Ece ardında tek bir şey bırakmadan gitmişti. Neler olduğunu kimse bilmiyordu. Çalışma odamda bir zamanlar zengin olmak için içmediğim sigaramın birini söndürüp diğerini yakıyordum ve öylece boşluğu izliyordum. Kapı çalındı ufacık aralıktan onu gördüm.

Sessizce gelip karşıma oturdu. Elinde bir zarf vardı. Karnına bastırıyordu. Gizlemek ister gibiydi daha çok. Sigaramı küllüğe bıraktım. “Amcacım, ne oldu?”

“Seninle konuşmaya geldim amca. Senden başka güvenecek kimsem kalmadı. Annemin ailesi çoktan paramın peşine düştü. Bir sen varsın, sırrımı sen saklayacak bana yardım edeceksin.”

Merakım ve korkum katlandı. Yerimden kalkıp masanın etrafını dönerek yanına geldim. Önündeki sehpanın üzerine oturdum. “Sırrın sırrımdır İlbilge, bundan sonra benim kızlarımsınız. Bana ölünceye kadar güvenebilirsin.” Sözlerim namus yeminimdi. Ekrem’le fakirlik, acı, keder… Her şeyi yaşadık. Kızları kızımdı.

Elindeki zarfı bana uzattı. Elleri titriyordu. Birkaç saniye baktıktan sonra aldım. Ben açarken o anlatmaya başladı. “Annemle babam tartışıyordu ama kısık sesliydiler. Uyumamıştım, ders çalışıyordum. Annemle babamı bir kez bile gece tartışırken görmedim o geceye kadar. Gündüz arada atışırlardı ama küslükleri beş dakika sürmezdi. Odamdan çıktım, odalarının kapısına kadar gelip durdum. Babam anneme ‘hain’ diyordu. ‘Bana bunu nasıl yaptın?’ Annem ‘ben bir şey yapmadım, yalan diyorum neden inanmıyorsun Ekrem? Seni sevdiğimi bilmiyor musun?’ Babam annemi dinlemiyordu. Annem durmadan ağlıyordu. Aldırmadım, odama dönmeye karar verdiğimde bir gürültü koptu. Bir şey yere sertçe düştü. Sesler kesildi. Bir şey kırıldı sandım. Karışmak istemedim. Odama gitmek için döndüm ama o anda ikinci bir gürültü duydum. İçimi bir sıkıntı sarınca dönüp kapıya vurdum. Seslendim ama karşılık veren olmadı. Kapı kolunu indirip içeri girdiğimde ikisini de kanlar içinde yerde yatarken buldum. Kaç dakika orada öylece durdum bilmiyorum. Başlarına gidip sessizce ağlamaya başladım, seni aradığımda aradan bir saatten fazla bir zaman geçmiş olmalı. Odanın içine saçılmış fotoğraflar buldum. Annemle Mustafa amcanın müstehcen görüntüleri. İnanmak veya inanmamak gibi düşünceler geçmedi aklımdan. İnsan annesine toz kondurur mu amca?”

Gözlerini hüzünle kaldırmıştı. Elim hâlâ açık zarfın kapağındaydı. Donmuştum belki de. Aklımdan minyonlarca şey geçmişti ama Mustafa geçmemişti. Ruhumda derin sarsıntı yaşıyordum ama onun gözlerine baktım. “Konduramaz kızım, kondurma. Annen öyle bir kadın değildi.”

“Biliyorum.” Elini tersiyle gözlerini silip devam etti. “Bir mektup var içinde. Babam daha önce yazmış olmalı. Bir süredir biliyordu belki, bir günde karar vermedi. Annemin kendisini Mustafa amcayla aldattığını yazıyor, Mustafa’ya kıymaktansa kendilerinin sonunu getirmesinin mantığından bahsediyor. Babam Mustafa amca için annemi öldürdü.”

Elimi zarftan çektim. Masanın üzerine bıraktım. Yere çöküp İlbilge’yi kollarımın arasına aldım. Yarım saat ağladı, o ağladı ben ağladım. Gelmişimize geçmişimize ağladım. Dostlarıma ağladım. Düştükleri tuzaklara ağladım, düşürenin bu hâle gelişine ağladım.

Kollarımdan sıyrıldı, gözlerini silip kendini toparladı. “Bana yardım et, reşit olduğum için kardeşlerimin velayetini almama yardım et. Adalet için dirsek çürüteceğim belki ama bir şeyi çok iyi biliyorum. Adalet diye bir şey yok. Bunu kardeşlerimi alırken hatırlayacağım. Kardeşlerimi alıp buradan gitmek istiyorum.”

Ona yardım ettim. Mustafa buna karşı çıksa da. Ece’nin anne babası kardeşleri karşı çıksa da ettim. Hukuksuz olsa da ettim. Paranın açamayacağı bir kapı henüz icat edilmemişti. Kendi cebimden milyonlar harcadım ve ettim. Davalar ve davalar sonucunda bir yıl sonunda kızları teyzeleri nezaretinde Belçika’ya götürüp evlerine yerleştirdim. Bekar bir teyzeleri vardı ki belki de annesinin tek yakını denecek nezakete sahipti. O bakacaktı kızlara, her şeyi konuşup ayarladık. Okullarını buldum, bir hayat kurdum onlara içinde anne ve baba olmayan acı dolu ama biraz olsun geçecek, dinecek olan.

Dinmedi. O acı hiç dinmedi. İlbilge hiç izin vermedi dinmesine. Üç yıl önce kardeşlerine tüm gerçeği anlattı. Kızlar artık yetişkin bir kadın olmaya başlamıştı. Odalarına çekilip ağladıktan sonra ablalarını dinlediler. Alınacak bir intikamları vardı. Onlara yardım edecektim. Mustafa bunu hak etmişti. Ekrem olmadan yarımdım, hatırımı soran bir dostum yoktu artık. Bir aileyi yok eden en yakın dostum, en yakın dostumun eceli olmuştu. En yakın dostu onu bitirecekti.

Ben Selim Kırkhan, İlbilge Payidar, Aybike Payidar, Altınay Payidar ve İlay Payidar’ın bundan sonraki intikam planı için her şeyimi ayaklarına serecek, Mustafa kendi kafasına sıkana kadar durmayacaktım.

Dostuna ihanet edersen, dostunun kurşunuyla can verirsin!

 

 

Loading...
0%