@payelll
|
Beni sessiz de sevebilir misin; yağmur almış toprağı ve üşüyen kâinatı dinlerken, araya dünya sözleri karışmadan? Kemal Sayar
Kızların lise yıllarından bu yana gittikleri otantik kafede yapılan oturuma en son İlbilge ile Hazar katılmıştı. Kapıdan girdiklerine sağa sola bakındılar ki fazla büyük değildi kafe. Hazar kendi arkadaşlarını bir yanda İlbilge başka bir yönde otururken buldu. Birbirlerine bakıp gülümsedikten sonra iki ayrı yöne dağıldılar. İlay sürekli konuşuyor sessiz sessiz bir şeyler anlatıyordu. Kızlar ayağa kalkıp günlerdir görmediklerine ablalarına sıkıca sarıldılar. Bahar da sarıldı ama Yağmur uzaktan hoş geldin demekle yetindi. Suratından sirke akıyor ortama yayılıyordu negatif enerji. Bahar yerini İlbilge’ye bırakıp kızların yanına geçti. İlbilge arkadaşına döndü. “Ortalığı birbirine katmışsın Yağmur.” Yağmur omuz silkerek kollarını göğsünde bağladı. “Hak ediyorsa hakkını vereceksin.” “Canım bu şekilde nereye kadar gideceğini sanıyorsun? Her an her yerde karşılaşabilirsiniz, hep aynı şeyler mi yaşanacak?” “Sonuna kadar İlbilge,” diyerek gözleri kocaman döndü Yağmur. “Ona olan öfkem geçmiyor, geçmeyecek.” “Sen hâlâ seviyorsun Barlas’ı.” “Kim? Ben mi?” derken gözleri daha da büyüdü Yağmur’un. “Evet bir hamam böceği kadar.” “Nezarete düştün Yağmur, baban duysa ne derdi?” Yağmur babasının adı geçince biraz sinerek yerinde küçüldü. “Babamı karıştırma, zaten evlenmem için baskı görüyorum.” “Ne?” dedi masadaki beş kadın, sesleri çığlık gibi çıkmıştı. Beylerin başı kızlara dönerken Hazar başını ‘ne?’ dercesine sallamıştı. İlbilge elini bir şey yok dercesine salladı. Barlas’ta somurtup oturuyordu. “Ne evliliği kızım?” dedi Bahar, kısık sesle. “Ne bileyim ben, ortak olacakmış da akraba neden olmayalımmış. Zaten benim birini bulacağım falan da yokmuş.” “Görücü usulü evlilik mi kaldı?” dedi Altınay. “Öyle deme, en sağlam evlilikler görücü usulünden çıkıyor deniyor,” dedi İlay. “Bir dakika!” dedi İlbilge. “Baban bunu yaşta bu çağda nasıl yapar anlamıyorum. Senin baban seni hiç sıkmadı ki. İnanmak istemiyorum.” “Kimmiş?” dedi Bahar kahvesini dudaklarına götürürken gözleri felfecir Yağmur’a bakıyordu. “Ne önemi var Bahar?” diye cırladı Yağmur. “Barlas’la evlenecek değilsen hani bir gözden geçirseydik.” “Ne Barlas ne evlenmesi! Ben evlenmek istemiyorum.” “Bu konuyu geçelim, zorla olacak iş değil,” dedi İlbilge. “Konumuza dönelim. Barlas buraya gelecek ve bu konuyu tatlıya bağlayacağız Yağmur.” “İstemiyorum,” dedi Yağmur. “Gözümün önüne çıkmasın yeter, ne barışacağım onunla.” “Karşılaşmanız an meselesi olan bir camiada yaşıyoruz,” dedi Aybüke. “Bunu aşmak zorundasın Yağmur ya da her ne yapacaksan nezarete düşmeden yap.” “Mesela?” dedi Yağmur. Aybüke göz kırparken gülümsedi. Anlatmaya başladığında kızlar baş başa vermek için masaya eğilmişlerdi. Hazar başını çevirdiğinde kızların baş başa vermiş hallerine bakarken, “Hain planlar kapıda,” dedi. Barlas ve Giray o yöne bakarken alt dudaklarını ısırmışlardı. “Bu adaletsiz,” dedi Barlas. “Biz üç beyiniz onlar altı.” Giray Barlas’a döndü. “Yoldan adam çevireyim istersen.” “O nikâh şahidi için yapılmıyor muydu?” dedi Barlas, başını kaşırken. Giray arkadaşlarına bakıp yüzünü buruşturdu. “İkinizle arkadaş olmak kadar acı veren başka bir şey yok.” “Ne diyorsun ya?” dedi Barlas. “Yağmur hayatıma kara bulut gibi çöktü. O günkü kadın kim bilir kaç kişiye diyecek. Adım hastaya çıkacak. Her seferinde de dayak yiyorum Yağmur’dan. Ne geçmez kini varmış. Akıl işi mi bu beyler? Kim ergenlikte yaptığı hataların bedelini bugün öder?” “Sen!” “Sen!” İki ağızdan da aynı anda çıkan sözle başını arkasına atarak koltukta kaydı Barlas. “Ne yapacağım lan ben?” “Dur şimdi konuşuyorlar işte, bir şey çıkacak illaki,” dedi Giray. “Acaba ne çıkacak?” dedi Hazar. “Altı tane kadından çıkacak şeyden korkarım ben beyler. Kefen mi yaptırsak Barlas? Boyun kaçtı evlâdım?” Giray kahkaha atınca Hazar ona eşlik etti. Barlas suratını asarak pencereden dışarıyı izledi. O sırada İlbilge yanlarına geliyordu. Yaklaşıp elini Hazar’ın koltuğunun arkasına bıraktı. “Keyfiniz yerinde bakıyorum.” “Kefen biçiyorduk,” dedi Hazar, işaret parmağını Barlas’a uzatıp. “Buna. Siz öyle kafa kafaya verince dedik tamam öldü.” “Yok canım...” dedi İlbilge gülümseyerek. “İttifak yolu bulduk.” “Hadi canım!” derken İlbilge’ye döndü Barlas. “Doğru konuş lan, ne öyle canım falan,” diyerek çıkıştı Hazar. İlbilge’nin tek kaşı havaya kalkarken bakışları Hazar’ı buldu. “Onu mu diyorum Hazar? Lafın gelişi dedim.” Barlas çıkışa aldırmadan İlbilge’ye dönerken gözlerinden meraklı kıvılcımlar taşıyordu. “Yengelerin sultanı, neymiş?” Barlas’ın şapşal hâline gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Kalk Barlas.” Ok gibi fırladı Barlas. “Nereye?” “Tam şöyle...” derken etrafına bakındı İlbilge. Ortada duran boş masayı gözüne kestirdi. “Şu masaya otur.” “Hemen yengem.” Giray’ı dürterek, itekleyerek çıktı masanın ardından. Kızlar Yağmur’u itekleyerek kaldırıp ayağa dikti. Kollarını göğsünde bağlayan kızı kimi omuzundan kimi sırtından iterek masanın yanına getirdiklerinde Barlas, kadına dişlerini gösterip öfkesini yansıttı. “Bak dağıtırım suratın! Çekilin ben istemiyorum,” dedi Yağmur, arkasını dönecekken kızlar tutup tekrar çevirdi. “AA...” dedi İlay. “Yağmur abla, ne konuştuk.” “Yeter ama Yağmur,” dedi Bahar. “Hadi kızım.” “Biz arkandayız Yağmur abla,” dedi Altınay. “Sakin ol, hadi otur,” dedi Aybüke. Kızları tek tek dinleyip, “Of!” diyerek çöktü sandalyeye. Yanında duran adama bir kez bakıp sırtını döndü. Karşılarına geçti İlbilge. “Şimdi...” dediğinde Hazar da hemen yanında durmuştu. “Ateşkes imzalayacağız. Kimse kimseye bulaşamaycak.” “Ben bulaşmıyorum ki İlbilge.” “Senin duruşun bile beni geriyor Barlas,” diye cırladı Yağmur. Barlas cevap vermeye hazırlanıyordu ki Hazar, “Yeter! Dinleyin!” diye sert bir sesle ikaz edince ikisi de kollarını bağlayıp birbirlerine sırtlarını döndüler. “Teşekkürler canım,” diyen İlbilge arkadaşlarına döndü. “Kimse kimseye karışmıyor, karışmayacak. Bu saatten sonra en ufak bir taşkınlık yapan olursa yapmayanın tarafında olacağız. Beyler de buna dahil,” derken Hazar ve Giray’a baktı İlbilge. İkisinden de bir bağ eğişle kabullenme görünce devam etti. “Eğer Yağmur taşkınlık yaparsa senin tarafında olacağız Barlas ama sen yaparsan Yağmur’u tutacağız ve bilmelisiniz ki kim ortalığı karıştırırsa çık daha fena olanını biz yapacağız.” “Bu ne demek? Hiç yere suçlanıyor gibiyim.” “Henüz bir suçun olmadığına göre...” dedi İlbilge. “Ve yapmayacağına göre...” Barlas başını sallayarak düşündü. Hiçbir şey yapmayacağına göre herkes onun yanında olacaktı. Yağmur’a zerre kadar güvenmiyordu, ilk fırsatta kafasına yine bir çanta yiyeceğine o kadar emindi ki. “Kabul ediyorum.” Kendine çok güvenmiyordu Yağmur ama kabul etmek de işine geliyor gibi hissediyordu. Bir kıvılcım çakılmıştı içinde. Çünkü neden olmasındı? İntikam almanın yüzlerce yolu olabilirdi. “Kabul ediyorum.” Hepsi bir oh çekerek omuzlarını saldı aşağıya. Gevşemeler yaşanırken, “El sıkışın,” dedi İlbilge. Barlas ile Yağmur başlarını çevirip birbirlerine diş bileyerek baktı. Tekrar önlerine dönerek ellerini birbirlerine uzattılar. Elleri görmüyorlardı ki nasıl sıkacaklardı.
İlbilge öne uzanarak ikisinin elini tutup birleştirdi. Parmak uçları daha çok, birbirlerine dokunup bir kez sallayıp geri çekildiler. “Bu saatten sonra ilk yanlış adımı kim atarsa onun karşısında olacağız. Sabrınıza sahip çıkacaksınız yoksa başınıza geleceklerden biz sorumlu olmayacağız.”
***
Yönetici katında herkes hararetle çalışıyor, görevler birer birer yerine geliyordu. O toplantıda buna koşan İlbilge, Hazar ve Sinan bazen birlikte bazense ayrı ayrı giriyorlardı. Çıkışta birbirleriyle fikir tartışmaları yaşanıyordu. Açılacak olan kahve markaları ve kafeler için hummalı bir çalışma sürüyordu. Bu işi başarıyla yerine getirdiklerinde sırada olacak olan yeni işler onları bekliyordu. Başar ve ilerle başar ve ilerle mottolarıydı. İkinci nesil yönetimi Başarı Holdingi ileriye taşıyacaktı. İlbilge sırtını esnetip yerinden kalktı. Hızla yerinden kalkıp çantasını alıp odasından çıktığında Sinan’ın odasının önünden geçtiğini gördü. Gülümseyerek yaklaşıp genç adamın koluna girdi. “Sinan, yoruldum, beni Hazar’ın odasına atar mısın?” “Ne demek...” Sinan kahkaha atarken başını iki yana sallıyordu. “Şu işler bitmez de yaz geçmeden bir tatil yapmak lazım.” “Eylül ayında düşünüyorum, sıcaklar biraz azalır ve sakinleşir tatil bölgeleri.” “O kadar bekleyeceğimi sanmıyorum.” “Sen sonbaharda evlenmiyor musun?” Göz ucuyla baktı Sinan’a. “Evlenmeyeceğimi sen de biliyorsun.” “Evet ama bunu Selen bilmiyor.” “Umurumda değil.” “Neyse boş ver,” derken elini Sinan’ın koluna koymuştu. Odasından çıkan Selen onların bu samimi hâlini gördüğünde gözleri büyüdü, hemen ardından küçülüp gülümsedi. “Nereye böyle?” dedi. İlbilge, Sinan’ı bırakıp Hazar’ın odasına ilerledi. “Görüşürüz Sinan.” Selen iç yanağını ısırırken içinden nefret söylemeleri yükseliyordu. Hazar’ın odasına girip kapısını kapatan kadından çektiği gözlerini Sinan’a çevirdiğinde Sinan arkasını dönerek uzaklaşıyordu. Öfkeyle inleyerek odasına tekrar girdi Selen. “Hazar...” Odasına giren ışığa bakıp gülümsedi Hazar. “Efendim,” derken bilgisayarını bırakıp masada bağladı kollarını. “Hadi çıkalım,” derken masanın arkasına dolandı. Hazar’ın ceketini, telefonunu aldı. “Nereye?” Hazar şaşkınlıkla doğruldu. İlbilge ceketini açıp giymesi için tuttu. Özverili bir eş gibi dikiliyordu karşısında, ne yapsındı Hazar? Dönerek kollarını geçirdi. “Akşam söyledim ya sana, unuttum deme!” O an anımsadı Hazar. Saatine baktı, akşam olmak üzereydi. “Unutmadım, sen öyle birden gelince aklıma gelmedi. Aldım anahtarı babamdan, ama neden istediğini hâlâ söylemedin mi?” “Söyleyeceğim, çıkalım.” “İlbilge...” dedi dönerek uzaklaşan kadının bileğini yakaladığında İlbilge mecburen yavaşça Hazar’a döndü. “Efendim.” “Ne işimiz var orada?” Sözleri yapma gitme dercesine çıkıyordu. “Kafelerimizde yapacağımız ürünün tarifi evde, girip alacağız.” “Tamam, sen yerini söyle ben alırım.” “Hayır, ben de geleceğim.” “On sene oldu, bir kez bile eve adım atmadın.” “İyi ya, demek ki zamanı gelmiş. Annemin muhteşem tariflerinden faydalanacağız hem de ben artık evimi görmek istiyorum.” Yaralı bir kuş gibi çırpınan ela gözlerine bakıyordu Hazar. Sesi başka sözleri başka duyguları yaşıyordu. “Yapma!” dedi usulca. “Tek başıma girerim. Anahtarı ver.” “Hayır, seni o evde yalnız bırakacak değilim, ama vazgeçmek için hâlâ şansın var. Üzülmeni istemiyorum.” “On sene diyoruz, unutmuşumdur belki.” Gülümsedi İlbilge, Hazar’ı kandıramasa da gülümsedi. Bir saat sonra şoför onları oradaki villanın kapısında bırakıp Kırkhanların bahçesine girmişti. Güneş son ışıklarını evin büyük demir kapısına vuruyordu. Sarmaşıkla kaplanmış kapı birileri yaşıyor gibi bakımlıydı. Kalbi ağzında atıyordu ama Hazar’ı kandırmak için suratına bir tebessüm kondurmuştu. Kanmıyordu Hazar, kimse onu Hazar kadar iyi tanıyamazdı. Elindeki anahtarla yaklaştı Hazar. Elleri titremese kendi açmak istemişti ama Hazar fark eder diye istemiyordu. Kilitler dönerken kalbinde çınlıyordu metal ses. Kendini bunu neden yapıyordu, biliyordu. Geçmesini umuyordu bazı şeylerin. Acı görüntülerin, ihanetin ve kederin geride bıraktığı bir kadın olarak hayatına devam etmek istiyordu. Bunun için kendini öne atıyor, geçtiğini görmek istiyordu. Demir kapıyı iterek önden bir adım attı Hazar. İlbilge onu takip etti. Bahçeye adım atmaz etrafına bakındı. Her şey aynıydı. Her şey. Tek bir kurumuş gül bile yoktu. Bahçıvan iki bahçeyle de ilgileniyor olmalıydı. İhtişamlı dört katlı villaya kaldırdı başını. Kulaklarına çocuk çığlıkları geliyor çok ama çok uzaklardan. Kız kardeşleriyle koşup oynadıkları o sıcak yaz günleri. Başını hızla salladı, sesleri defetmek istedi ve başardı. Başını çevirdiğinde garaj olarak kullandıkları alan çarptı gözlerine. Anne babasının arabası öylece sanki her an evden biri çıkıp gelecekte binip gidecek gibi hazır duruyordu. Nefesini tuttuğunu hissettiğinde sessizce geri verdi. Eski bir acı, o ilk günkü sızılı olanlardan biri gelip kalbine oturdu. Elinin içinde sıcak bir temas hissetti. Başını eğdiğinde Hazar’ın elini tuttuğunu gördü ama başını kaldırıp bakmadı genç adama. Hazar’ın onu patika yoldan götürmesine izin verdi. İkisi de konuşmuyor, soru sormuyor cevap beklemiyordu. Ne sorulacak soru ne konuşulacak bir konu vardı. Ana kapıya geldiklerinde Hazar anahtarı takmak için elini bıraktı. Birkaç kilit daha kalbinde dönüp birkaç eski güzel anıya ardından acıya bulandı. Kapı ardına kadar açıldığında geniş holün parlak taşları ışıldadı. Adımı atsa da geri dönmek, kaçmak istedi. Topukları tıkırdadı, ağır titrek birkaç adım daha attığında salon kapısına gelmişti. Başını çevirip bakamıyor, gözlerini kapama isteğini bastıramıyordu. Kapattı. Evin içinden sesler çalınıyordu kulağına, Aybüke ile Altınay’ın kavgaları, İlay’in nazlı ağlamaları, annesinin mutfaktan şarkı mırıldanmaları ve o nefis kurabiye kokuları... Dengesini kaybeder gibi olduğunda elini hemen yanındaki ezbere bildiği duvara yasladı. Hazar tek ve hızlı adımda yaklaşıp omuzundan tuttu. “Gidiyoruz İlbilge, kurabiyenin canı cehenneme!” dedi katı bir sesle. “Hayır, bunu şimdi yapmazsam bir daha yapamam. Elimi tut!” dedi zor çıkan sesiyle. Bir şeyler diyecekse de yuttu Hazar. Sertçe bir soluk alıp verdi. Elini sıkıca tuttuğu kadını mutfağa sürüklemeye başladı. “Nerede olduğunu biliyorsundur.” Ezbere biliyordu. Annesiyle çok kez yaptıkları mutfak maceralarının her biri capcanlı hafızasındaydı. Mutfakta, ada tezgâhın pencerelere bakan tarafındaydı. “Mutfakta olmalı.” “Tamam, birlikte arayıp bulup gidelim.” “Tamam.” Büyük mutfakta otuzdan fazla dolap, birçok çekmece vardı. Her şey o kadar temiz ve düzenliydi ki bu evde on yıldır kimsenin yaşamıyor olduğuna inanmak zordu ama kimse yoktu. Acı yaşıyordu, keder ve gözyaşı nefes alıyordu kocaman evde. Hazar’a göz attığında biraz uzağında arkası dönük dolapları kurcaladığını fırsat bilerek kapağı açıp kırmızı kadife kaplı defteri aldı. Topuklu ayakkabılarını çıkarıp defterle mutfaktan ayrılırken elindeki defteri girişteki konsola bırakıp üst kata hızla çıktı. Tüm odaların kapıları adına kadar açıktı. Temizlikçiler açık bırakıyor olmalıydı. Koridor boyunca ilerledi. Kendi odası anne babasının odasının hemen yanındakiydi. Kendi odasına girmeden anne babasının odasının kapısında durdu. Ne bir adım ileri ne geri gidebiliyordu. Aşağıda Hazar, önündeki ayakkabılara bakıyordu. Eliyle yüzünü sıvalayıp ayakkabıları iki parmağına taktı; ağır adımlarla mutfaktan çıktı. Sağına soluna bakındı. Konsolun üzerindeki defteri gördüğünde birkaç adımda varıp baktı. Yemek tariflerinin olduğu defter onlar içeri girdiğinde orada değildi. Bilerek yapıyordu, İlbilge defterin nerede olduğunu en başından beri biliyordu. Bakışları üst katın merdivenlerine döndü. Elinde ayakkabılarla merdivenleri çıkmaya başladı. “İlbilge!” dedi yumuşacık bir tonda. İlbilge anne babasının odasının ortasında, yatağın hemen ucunda yerde oturuyordu. Ellerini yere iki yana açıp bastırıyordu. Gözlerinden akan yaşlar zemini buluyor, ama bir hıçkırık bile duyulmuyordu. Anne babasının o gece kanlar içinde yattıkları yeri okşuyordu. Zemin tertemizdi, sanki burada bu noktada kimse ölmemiş gibiydi. Sanki her şey kötü bir rüyaydı ve uyanacak anne baba diye bağıracak, ikisi de koşarak odasına girecekti. Kapının önünde kalan Hazar gördüklerini sindirmeye çalışırcasına yutkundu. İnsan en çok sevdiklerine yanardı, Hazar da kendi sevdiğine yanıyor, kavruluyordu. Bıçak kesiğini yüreğinde hissetti genç adam. Keskin bir sızı kalbinden tüm bedenine yayıldı. Bacaklarını hareket ettiremedi. İlbilge yeri okşuyor, duruyor sonra yine okşuyordu. “Anne,” dedi fısıltıyla. Boşluğa uzanan parmakları sert ve soğuk zemini avuçluyordu. Aniden babasının tarafındaki elini çekti, iki elini de annesinin yattığı yere bastırdı. Ağlamasına sesi karıştı. Yumruk olan elleri hâlâ zemin üzerindeydi. Usulca başını yere bıraktı. Alnı soğukla buluştu. “Anne...” Hazar gözlerini kapatıp açarken kederle soludu. Daha fazlasını yüreği kaldırmayacaktı. Yavaş adımlarla yaklaşıp omuzlarından tuttuğu kadını kaldırdı. Ela gözlerden inen yaşları gördükçe dağlandı yüreği. “Ölüyorum Hazar.” Başını Hazar’ın omuzuna yasladı. Gözlerini kapatınca hazır bekleyen yaşlar birer ikişer indi. “Bir kız çocuğu annesini ne kadar özlerse o kadar özlüyorum. Özlem bu kadar acıysa kavuşmak ne kadar güzeldir. Annemi istiyorum...” Hazar ona ne diyebilir nasıl avuturdu? Hangi cümle onu huzura kavuştururdu? Hiçbir cümle giden bir anneni özlemini silemezdi. Bir şey diyemedi. Kadının güzel yüzünü göğsüne bastırdı. Kollarını bedenine dolayıp bir çırpıda kucağına aldı. İlbilge’nin küçük bir kız gibi göğsüne sinmesini izledi. İzledikçe yıprandığını daha fazla sevdiğini hissediyordu; kucağında küçücük kalan bedeni yüreğine sokabilse de biraz huzur verebilseydi. Merdivenleri yavaşça indi, tüm kapıları açık bırakıp kalbinde bir sancı, omuzlarında bir kadının yakıcı özlemine şahit olmanın ağırlığıyla kendi evlerinin demir kapısına ulaştığında çalışanlar şaşkın bir yüzle sessize kapıyı araladılar. Bahçede sohbet eden Selim Bey ve üç kız kardeş bir anda ayağa fırladığında Hazar, İlbilge’yi tutan eliyle dur işaret yaptı. Açılan kapılardan odasına çıkardı kadını. Yatağına yatırıp, yanına oturdu. İlbilge ağlayarak yan döndüğünde Hazar kadının saçlarını yüzünden çekti. Şakağına yakın saçlarına dudaklarını bastırıp öptü, saniyelerce durdu orada öylece. İlbilge içini çekerek uykuya dalarken dakikalarca onu izledi Hazar. “Ben senin gözündeki yaş için yakar yıkarım. Alamayacağım baş yok! Dünyanın geri kalanı bir damla gözyaşın etmez!” Son bir öpücük kondurup usulca kalktı. Yatağın örtüsüyle örttü üzerini. Kapı aralığından bakan kızların nemli gözlerini gördüğünde abilik damarı kalktı, iki kat hırsla doldu. Kapıyı usulca çekip açıklama bekleyenlere bakındı. “Eve gittik, annenizin yemek kitabını arıyorduk. Beni kandırdı, üst katta buldum onu, oysa kitabın yerini biliyordu.” Burun kemerini sıkıp soluk aldı. “Yukarı çıktığımda anne babanızın odasında yerde ağlıyordu.” Ağlayan kızlara bakarken farklı bir şekilde yandı bu kez. Belki hiç kardeşi olmamıştı ama bu kızlar onun her şeyiydi. Kollarını açtığında üçü de usulca süzüldü Hazar’ın kollarına. “Ağlamayın! Alınacak şiddetli bir intikamımız var. Acımak yok! Gözyaşı yok!”
|
0% |