Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@payelll

 

 

Revâ mı içimde soluklanan kuşların kanatlarını kırmak?

Nurullah Genç

 

Selim Bey dün gece sabaha karşı uyumuştu. Tüm gece İlbilge’nin dağılmış hâli onu perişan etmişti. Ne yapsa yarasına merhem olamıyordu. Nasıl olabilirdi ki? O, basit bir yakından başka bir şey değildi. Ona her zaman destek olması genç kadının içindeki yarayı kapatmıyordu. Sabaha kadar ‘Ah Ekrem ah’ diyerek geçirmişti. On yıl önce ölen arkadaşına kızmadan edememişti. Bu dört kadının ne suçu ne günahı vardı da onları böyle bir acıyla bırakıp gitmişti. Gerçekten babaları kendisi olsa bile kız çocuklarına en yakın olan kişi genelde hemcinsleri de olduğundan anneleri olurdu. Anneleri olmadığına göre... Telefonunu eline aldı. Sinir bozucu teyzeyi aradı. Uykulu bir sesle açılan telefonun ucundaki kadın yerinden sıçramıştı.

“Ay Selim ne oldu? Kızlar iyi mi?”

“Elinin körü Sezen, o kıçını kaldırıp hemen Türkiye'ye geliyorsun!” Telefonun ucundaki ses bir süre kesildi. Silahlarını kuşanan Sezen boğazını temizledi.

“Benimle düzgün konuş ihtiyar! Ne oldu anlat?”

Sezen kızlarla Belçika’da yaşıyordu, kızlar dönünce o yalnız kalmıştı ama dönmek istemiyordu. Ailesinden herhangi biriyle anlaşamıyordu. Ece’nin ölümü ailede bir kaos oluşturmuştu. Sezen, yeğenlerine gerçekten sahip çıkan tek kişiydi. İlbilge’ye daima destek olmuştu, birazcık anne rolüne girecek olsa İlbilge ona teyzeleri olduğunu konuşmadan ifade etmişti. Kızmazdı yeğenine, Ece’nin kendi gibi bir kızı olmuştu. Gözleri hep üzerinde, sessiz sedasız gözetti her zaman, İlbilge ne zaman yetişemezse o, o zaman devreye girer hemen işleri yoluna koyardı. Ama dönmesini gerektirecek hiçbir nedeni olmadığından yıllardır alıştığı hayatı bırakmak istememişti.

Selim kısaca özetlediğinde, “Anlıyor musun Sezen, sen onlara anne kadar yakınsın ve burada olman gerekiyor.”

“Akşam oradayım.”

Telefonu adamın suratına kapatıp yatağından kalkmış, valizlerini hazırlamış biletini almıştı.

“Artık buradayım, hepinizi evlendirip ondan sonra giderim artık.” Yeğenleri birbirine bakıp kaşlarını kaldırmıştı.

“Teyze ne evlenmesi?” dedi İlay teyzesinin yumuşacık omuzuna yaslanırken. En küçükleriydi İlay, annesinin yerini çoğu zaman teyzesi almıştı.

“Canım her neyse... Bu ihtiyar bana bir şeyler anlattı,” dedi gözleriyle Selim Bey’i işaret ettikten sonra İlbilge’ye dönmüştü.

İlbilge bakışlarını kucağına indirdi. Ne güzel insanlar vardı etrafında, bir sözle yanında bitiveren. “İstemeden girmiş bulundum teyze, iyiyim.”

İlay’ı bırakıp İlbilge’nin yanına oturdu. Elli beş yaşındaki kadının ona yakışan yüz çizgileri, açık bir teni, İlbilge gibi ela gözleri vardı. Ak düşen saçları tok bir sarıyla boyanmıştı. Çok bakımlıydı Sezen, fiziğini sağlıklı beslenip düzenli yürüyüşlerine borçluydu. Kıyafetleri her zaman iş kadınlara yakışır düzelikte olsa da onu asil gösteriyordu. “Teyzecim,” dedi İlbilge’nin saçlarını okşarken. İlbilge ağlamak istedi. Burnunun ucu sızladı, göz pınarlarında acı bir nem tabakası birikiyordu. “Canım kızım, bu böyle olmaz. Ben senin profesyonel bir yardım almanı istiyorum.”

İlbilge bunu kabul etmiyordu, zihninde bulanık bir zaman dilimi vardı. Mesela annesiyle babasının cesedinin yanında geçirdiği o bir saat ne düşündüğü gibi. Hatırlamıyordu İlbilge, zihnini zorluyor ama bulamıyordu.

“Teyze, alelade bir aile değiliz. Kimseye sırlarımızı anlatmak istemiyorum, uzman bile olsa...”

“Tamam, burada değilse bile yurtdışına gideriz. Bunu bir şekilde artık çözmek zorundayız.”

“Eve girmem hataydı, bir daha girmek istemiyorum.” Kardeşlerine baktı. “Kızlar kabul ederse evin satışa çıkmasını istiyorum.”

“Seni bu kadar üzüyorsa satarız,” dedi Altınay.

“Satalım,” dedi Aybüke.

“Satmak çözüm değil ama istiyorsanız satalım,” dedi İlay. “Önünden her geçtiğimizde bizim yerimize başka bir ailenin orada olması bizi daha çok üzebilir.”

Başka bir yandan haklıydı İlay. İlbilge’nin o an kafası karıştı. “O da doğru, bilemiyorum.”

“Tamam,” dedi Hazar. “Hep birlikte başka bir eve geçeriz.” Kızların yanından gitmesi gerçeğiyle yüreği sıkıştı. “Sizi tek başınıza başka eve gönderemem.”

“Hazar haklı,” dedi Selim. “Olmaz! Siz bana emanetsiniz. Teyzenize bir konuda katılıyorum. Hepinizi evimin kapısından gelinlikle çıkarken görürsem rahatça nefes alırım.”

Hazar, İlbilge’nin iki dudağından çıkacak sözle nefesini tuttu. Giderim derse onu tutamazlardı. Hiçbiri bakıma muhtaç çocuk değildi. Sertçe yutkundu.

İlbilge başını sağa sola salladı. “Şimdi değil, yapılacak çok şey var; biliyorsunuz.”

Soluğunu saldı Hazar.

“Hâlâ intikam peşindesin İlbilge,” dedi teyzesi. “Annen olsa sana çok kızardı.”

“Üzgünüm teyze, annem mezarından kalksa bile Mustafa ölecek hem de kendi silahıyla! Tıpkı babam gibi.”

Kimse üzerine söz söylemedi. Odanın içinde sağır edici bir sessizlik oluştu. Teyzesinin dışında aynı fikirdeydiler. Sezen ona çok kez vazgeçmesini söylediyse de İlbilge de kızlar da itiraz etmişti.

“Eh...” dedi Sezen Hanım. “Annemlerin yanına gidemem, hiç çekemem onları bu yaştan sonra.” Selim Bey’e baktı. “Boş odan var mı ihtiyar?”

“Sensin ihtiyar! Çakı gibiyim.”

“Tabii tabii bir bastonun eksik. Bastonsuz çakı.”

“Başlama yine Sezen, sende çok genç değilsin hani.”

“Hıh....” dedi ayağa kalkarken. “Daha geçen hafta bir İrlandalı’dan evlilik teklifi aldım.”

“Kör müydü?” dedi Selim Bey.

Kızlar kıkırdamaya başladı. Hazar dudaklarını sıkıp başını yere eğdi. “Amca, teyze,” dedi Altınay.

“Gözlük bile takmıyordu. Hem zengin hem de yakışıklıydı. Boyu boyuma yaşı yaşımaydı.”

Selim Bey sinsice gülümserken, İlbilge ayağa fırladı. “Yemek! Hadi yemeğe.” Teyzesinin koluna girdi. “İrlandalı demek? Ağzının tadını da biliyorsun.”

Kapıdan çıkarlarken Sezen Hanım şen bir kahkaha attı.

Aybüke “Hiç yaşlanmıyorlar teyzem...” dedi.

                                                          ***

 

İlbilge odasından çıkarken aklına sabah yaşanan olay gelmişti. Yüzünde bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. Teyzesi eve ele geçirmiş, herkesi hizaya sokar gibi kahvaltı masasına oturmuştu. Selim Bey ile didişmeleri eve renk getirmişti âdeta.

“Bir şey mi istediniz?” dedi Pınar.

“Hayır, Hazar’ın odasında olacağım. Kızlar gelince haber verirsin.” Pınar’ın yanından geçip gitti. Hazar’ın odasının kapısını vurmadan açtığında hayatında görmeyi beklediği son sahneyle gözlerini kıstı. Selen Hazar’ın masasına yaslanmış bir şeyler anlatıyordu hem de oldukça yakındı ve Hazar onu dikkatle dinliyordu. İkisinin de başı kapıya döndüğünde Hazar hiç kıpırdamadı ama Selen kendini ağır çekimde masadan kaldırdı.

“Merhaba İlbilge, Hazar’a işle ilgili bir mevzuyu aktarıyordum. Minicik eteğini aşağı çekişti. İlbilge odaya girerken gözleri avına kilitli avcı gibi Selen’i hedef almıştı. Hazar ise elini çenesine veriş kayıtsızlıkla İlbilge ile Selen arasındaki bakışmayı izliyordu. Selen dolanıp kapıya yürüdü. “Görüşürüz.” Kapıdan çıkıp giderken kontrolünü hiçe sayan İlbilge, Hazar’ın masasına yaklaşıp ellerini sertçe masaya vurdu.

“Ne oluyor?”

“Hiç, laflıyorduk.” Hazar sakince arkasına yaslandı.

“Hazar!” diye bağırdı. “O şeytanın bu odada ne işi var? Hem de dibinde!”

“Bacaklarını göstermeye gelmiş, ölçtüm biçtim tam olarak seksen santim.”

Dişlerini birbirine bastırıp derin nefes aldı. “Sütyen numarası kaçmış?”

Omuz silkti Hazar, bu şeyler numaralı mı oluyordu? Ne bilsindi Hazar. “Bir sonraki sefere ölçerim.”

Masada duran kalem kutusunu kavradığı gibi Hazar’a fırlattığında Hazar kahkaha atarak kaçmıştı.

“Seni parçalarım!” dedi İlbilge.

“Sakin ol...” diyerek masanın önüne geçti.

“Sen aklını mı kaçırdın? Sen benim sevgilimsin! Sizi bu şekilde başka bir çalışan görse bana ne derler? Ne derler?”

“Birincisi!” dedi Hazar hemen kendisini yaftalayan kadına öfkesinden. “Sen benim sevgilim değilsin, bende senin. Öyle biliniyor evet, ama bu hâlin çok yersiz. İlbilge... İkincisi; bana asla güvenmiyorsun.”

“Kes! Sevgilimsin diyorsam öylesin! Bana ne diye öfkeleniyorsun? Bu odaya kim girse benim düşündüğümü düşünür.”

“Ne düşündün?” derken bir adım yaklaştı Hazar. “Mesela?”

“Selen ağzının içindeydi Hazar, ne düşünebilirim?”

“Ha! Aldatılıyorsun öyle mi?” Hazar’ın bakışları öfkeli gözlere ona kilitlenmişti. “Ben bunu yaparım yani, Sinan’ın nişanlısıyla hem de? Vay be! Ne kadar da adi biriymişim.”

İlbilge bir adım geriye çıktı. Hazar’ın sesi öfkeli olsa da gözleri kırgın bakıyordu. Konuşmanın burada son bulması gerekiyordu yoksa daha çok kırıp dökecekti. “Kızlar yarım saate gelecek, toplantı odasında olacağız.”

Kapıyı çarparak çıktı, odasına geçerken Selen’i gördüğünde saçını geriye attı. Yüz ifadesini değiştirip düz bir bakış attı kadına. Odasına girmek yerine Pınar’a, “Telefonumu toplantı odasına getirir misin?” dedikten sonra adımlarını toplantı odasına çevirdi. Pınar telefonunu bırakıp çıktı. Öfkesi geçer gibi oldukça gözlerin önüne masada Selen’in oturuşu geliyor yine hırsla doluyordu. Yalan bir sevgililikte bile kaldıramadığı görüntü beynine darbe üzerine darbe yaparken aklı karışıyordu. Zihnine doluşan şeyler anında siliniyordu.

“Selam abla,” dedi Aybüke.

“Selam tatlım,” dedi Altınay.

“Merhaba öfkeli ve güzel,” dedi İlay. “Ne oldu sana?”

Altınay ile İlay karşısına, Aybüke yanında oturdu. Üçü de ablalarının yüzünü okuyabilecek kadar tanıyordu. “Neyin var abla?”

“Yok bir şey.” Telefonunu masaya itti. “İşle ilgili.”

“Hazar abi nerede?”

“Odasındaydı, gelir birazdan.”

Demesiyle açıldı kapı, Hazar’ın da beş karış suratına bakan kızlar az çok anlamıştı. “Siz kavga mı ettiniz? Allah aşkına iş için deyin,” dedi İlay. “Gerçek sevgili bile değilsiniz.”

“Sus İlay!” dedi İlbilge.

Hazar Altınay’ın yanına oturdu. “Evet, hanımlar... Ne yapıyoruz?”

Kızlar birbirlerine bakış atıp konuyu uzatmadılar. Aybüke ile Altınay konuşmaya başladığında başlarıyla onayladılar. Tüm plan kurulduğunda, fikirler ve sorular cevaplandığında artık hazırlardı.

“Yarın gündüz gidiyoruz, Defne ile İkra tamam. Zaten eşlerinin şehir dışında oluşlarını fırsat bulur gibi oldular. Kimse bir şey fark etmedi, muhtemelen de edemeyecekler,” dedi Altınay.

“Şile yakın zaten, sizi aradığımızda...” dedi Aybüke.

“Biz zaten orada olacağız,” dedi Hazar. “Sinan da bizimle olacak ama o bunların bizim planımız olduğunu bilmiyor. Bir plan var ona göre ama durum sadece bizim için değişik,” dedi Hazar.

“O da biliyor değil mi?” dedi Aybüke. “Kardeşleri gözleriyle görmese asla inanmayacak.”

“Biliyor,” dedi İlbilge. “O yüzden bu plan hem varmış hem de yokmuş gibi davranacağız.”

“Ben de Melek’in yanından geliyorum,” dedi İlay. “Yaşamıyor o kız, uyuyordu evine geçtiğimde. Sabaha kadar o bar bu bar geziyor. Akşam kalkıp tekrar çıkıyor. En sonunda ben tutup iki tokatla kendine gel kızım diyeceğim.”

“O kızın başka bir sorunu var?” dedi İlbilge. “Onu bu yola iten bir şey olmalı.” Göz ucuyla Hazar’a baktı ama bakışları sertti. “Hazar abiniz bile bilmiyorsa kendisi konuşana kadar bilemeyeceğimiz bir sorun olmalı.”

Hazar’dan ses gelmedi. Masanın üzerinde duran telefonu sağa sola çeviriyordu. İlay ikisi arasında gitti geldi. “Derdiniz ne?”

“Ablana sor anlatsın!” dedi Hazar.

“Ne anlatacağım, Selen’in kucağında oturduğunu mu?”

“Suphanallah...” diyerek başını çevirdi Hazar.

“Ne?” dedi Altınay.

“Hayata inanmam, düşmüştür o,” dedi Aybüke.

“Ortada bir yanlış anlaşılma var sanıyorum,” dedi İlay.

“OO... Kardeşlerim bana inanmıyor.”

“Uyduruyorsun çünkü,” dedi Hazar.

“Konuşma sen benimle!” dedi İlbilge.

“E... O bekâr bir adam, sana ne abla?” dedi Aybüke.

“Saçmalama Aybüke, Sinan’ın nişanlısı o,” derken gözleri hırsla açılmıştı ve sesi yükselmişti.

“Bu senin düşüneceğin bir şey mi?” dedi Altınay. “Sinan abi düşünsün.”

“Ha! Bunun yaptığı çok normal yani.”

“Hâlâ ne diyor,” diyerek kollarını iki yana açtı Hazar.

“Abla kendine gel, o senin sevgilin değil,” dedi İlay. “Sadece öyle görünüyor.”

Ellerini masaya koyup kalktı İlbilge, kardeşlerine tek tek baktı. “Bu ülkede bizi tanıyanlar onu benim sevgilim sanıyor mu, evet! Nokta! Kimse benim adıma leke getiremez.”

“Yeter!” Hazar yüksek sesiyle kalktı. “Sen var ya! Benim gibi sevgilinin yalancısını bile hak etmiyorsun.”

Tokat yemiş gibi irkildi, gözleri sözlerin ağırlığıyla kapandı. Hazar’ın odadan çıkışını göremedi ama çarpılan kapı sesiyle darmadağın oldu. Yerine çökerken kardeşlerinin konuşmamasını diledi ama durdular mı, hayır.

“Adamdan ne istiyorsan yolu kesinlikle bu değil,” dedi Altınay.

“Hazar abinin sadakatinden nasıl şüphe edebilirsin abla?” dedi Aybüke.

İlay gözlerini kısık bakıyordu ablasına. “Köpekler gibi kıskanıyorsun.”

İlbilge usulca yerinden kalktı. Hiçbirine laf yetiştirecek enerjisi kalmamıştı. “Evde görüşürüz,” dedikten sonra odasına geçip kapıyı kilitledi. Pınar’a onu rahatsız etmemesini söyleyip koltuğuna oturup gözlerini kapattı. Dudaklarında bir mırıldanma...

“Köpekler gibi acı çekiyorum...”

 

                                                               *

Evin kapısından geçenin suratı beş karış olunca Sezen Hanım tek kaşı havada dolanıyordu ortalarda. İlk önce kızlar gelmişti, onların havası yerinde olduğundan bir şey sormamıştı ama ofiste işler pek yolunda gitmemiş gibiydi ki Hazar ayrı İlbilge ayrı hırsla eve gelmişti. Odalarına çıkıp bir daha ortalarda görünmeyen gençler için düşünüyordu. Selim Bey’e müracaat edecekti mecbur. Çalışma odasının kapını vurmadan girdiğinde adamın irkilmesine neden oldu ama umursamadı.

“İhtiyar! İlbilge ile Hazar bir hışım geldi, odalarından çıkmıyorlar.”

“Kapıyı vursan önce.” Kadının kendini umursamadığını görüp gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı. “Ne olmuş olabilir ki?”

“Senden fikir almaya geldim işte, kesin kavga ettiler.”

“Edebilirler, sevgili diyorlar ya adına ondanlar işte.”

“O oyun değil miydi? Ne iş Selim?” Masaya eğilen kadın kahverengi bakışlarını adama merakla çevirmişti.

“Canım kim biliyor oyun olduğunu, git sor merak ediyorsan.”

“İlbilge de anlatır zaten, bilmiyor musun kara kutu.”

Selim Bey’in omuzları çöktü. “Bu kızı nasıl açacağız Sezen?”

Sezen Hanım yorgunlukla koltuğa oturdu. “İnan ben de düşünüyorum. Onca sene yanındaydım ama bir milim bile yaklaştırmadı.”

“Annesinin ölümünü asla kabullenmiyor.”

Sezen bir iç geçirdi. “Çok düşkündü, onun için annesi bambaşkaydı. O gitti İlbilge bitti. Ablam geri gelmeyecek, İlbilge’yi çözmek zorundayız.”

“Nasıl olacak o?” dedi Selim Bey. “Sen dedin onca sene yapamadık.”

“Basit ama zor. Önce âşık olacak sonra anne. Bir nebze değişeceğini umuyorum.”

Selim Bey başını biraz eğdi. Gözleri Sezen’in üzerindeydi. “Oğlum ona âşık ama o bunu görmüyor.”

Sezen ona bakıp yandan gülümsedi. “Biliyorum. Hazar’ın gözleri ondan başkasını hiç görmedi. Bir kör bile onun aşkını görebilir. Havada asıl duruyor sanki Hazar’ın hisleri. İlbilge’nin görmediğine inanmam ama aynı hisleri alamıyorsa görmezden geldiğine eminim.”

Pat diye açıldı kapı, ikisi birden irkildi bu kez. Başlar kapıya döndüğünde bir ipten geçmeye çalışan iki keçi gibi kapıda dikiliyordu Hazar ile İlbilge.

“Kapı evlâdım kapı, vurun önce.”

Önce ben açacağım yok ben açacağım derken kapı ellerinde kalmıştı iki kavgalının. İlbilge önce girip teyzesinin karşısına oturdu. “Pardon amca.”

Hazar da çalışma masasının karşısındaki geniş koltuğa oturdu. “Özür dileriz.”

“Ne oldu size?” dedi Sezen. “Kavga mı ettiniz?”

“Yok bir şey!”

“Yok bir şey!”

“Kesin var bir şey ama neyse…” dedi Selim Bey.

“Amca, yarın şileye gidiyoruz. Operasyon da yarın,” dedi İlbilge

“Hazırsınız yani?” dedi Selim Bey.

“Hazırız baba. Dakikasına göre ayarladık.”

“Kazanız mübarek olsun o hâlde.”

 

                                                         ***

 

İlay arabasını rezidansın otoparkına bırakıp başını kaldırdı. Bu ev onun ruhunu karartıyordu ama mecburen yapması gerekiyordu. Artık onu tanıyan güvenlik Melek’in de izniyle başını eğerek selam verdikten sonra asansöre bindi. Daire numarasını tuşlayıp kata çıktı. Hayatı müstakil evlerde geçmiş biri olarak apartman tarzı evleri itici buluyordu İlay. Açılan kapıdan geçip zile bastı. Bir bastı iki bastı üçüncüye gerek kalmadan açıldı kapı. Melek ayılmış, makyajını yapmış çıkmaya hazırdı.

Memnuniyetsiz bir bakışa geriye çekildi. “İlay, bana bakıcılık için mi yolluyorlar seni?” Arkasını dönerek odasına yürürken İlay da girip onu takip etti. “Kim yollayacak Melek, koca ülkede senden başka arkadaşım yok. Nereye yine?” Çantasını yatağa bıraktı, kendini de âdeta attı üzerine. Melek yine gecelerin hakkını vereceğim dercesine cüretkâr giyinmişti. Aynada kendine bakıp son fırça darbelerini atıyordu.

“Benden de ne arkadaş olur ya! Ben seni kötü yola çekerim.”

İlay sahte bir kahkaha attı. “Ben bizi kurtarırım hiç dertlenme.” Gülüşünü söndürüp yatakta sürünerek ucuna ilişti. “Melek?”

Melek aynadan ona baktı. “Ne?”

“Neden böylesin?”

“Nasılım?” derken bakışlarını kaçırdı. Makyajına devam etti.

“Hayattan bir beklentisi olmayan, okulunu bırakmış amaçsız.”

“Okulu ne yapacağım, deve yüküyle param var. Hayatımı yaşıyorum. Sen okudun da ne oldun?”

“Avukat! Bir gün deve yüklü paralarımız suyunu çeker diye korkmadım bu arada. Hayatta sevdiğimiz bir şeyleri yapmak gerekmiyor mu tabii bu gündüz uyumak gece eğlenmenin dışında sevmeler.”

Omuz silkti Melek. Fırçayı bırakıp döndü. “Beni beğenmiyorsan neden buradasın?”

“Seni seviyorum, sen benim çocukluğumsun. Biraz olsun toparlanmak iyi gelmez mi?”

Yüreği derinden sızladı Melek’in. Dudaklarını büküp uzun yıllar öncesine daldı birkaç saniye. “Ne güzel günlerdi, her şey bitene kadar.”

“Melek, ailesi yok olan benim ama daha çok senmişsin gibi görünüyorsun.”

Melek yerinden kalktı, çantasını hazırlamaya koyuldu. “Bazı aileler varken de yok olabiliyor.”

“Bir ihtimal tabii ama annen ve baban hayatta.”

“Onları düşünmek istemiyorum. Geliyor musun yoksa evde beni mi bekleyeceksin?”

İlay kalktı. “Geliyorum, nereye?”

“Bu gece bara, salaş bir yer buldum.”

“Allah bizi korusun.”

Kahkaha attı Melek. “En fazla ne olabilir, abartıyorsun.”

“Konu sen olunca duasız çıkamıyorum. Yarın ablalarımız şileye gidiyor, sen ve bende gidiyoruz.”

“Ne yapacağız orada?”

“Dağ havası alacağız, merak etme ben sana eğlence yeri bulurum. Gidiyor muyuz?”

Melek dudak kıvırsa da kız kıza güzel olabilir gibi kısa bir düşünce gelip geçti kafasından. Ablalarıyla bile uzun zamandır bir araya gelmemişti. “Pijama partisi yapar mıyız?”

İlay kocaman sırıttı ama kalbi yara alır gibi acımıştı. “Hem de nasıl yaparız.”

 

 

                                                      ***

Evin üçüncü katı olan çatı dairesinden ormanın serin havasını içine çekerken daha sağlıklı düşünmeye çalışıyordu. İnsanın yalancı sevgilisiyle aynı evde yaşaması ne kadar da zordu. Hem yıllardır tanıdığı arkadaşı, sevdiği, bir sürü sıfat ekleyebilirdi daha. O ona ters bakıyor kendi ters bakıyor ve arada konuşulan tek bir söz kıvılcım çıkarmaya yetecek kadar ağırdı. Kendisini garip, çok garip hissediyordu. Hazar sadakatsiz biri değildi. Olmayan sevgilisine bile. Aklının ucundan bile geçmezdi böylesine bir durum. Selen’in oynadığı oyuna ayak uydurayım derken İlbilge’ye yakalanırım da yanlış düşünür diye bir düşünce geçmemişti aklından. Selen’in kendine olan yaklaşımının farkındaydı, nereye ne kadar gidecek bilmiyor ama bekliyordu. İlbilge’nin bu derece olay çıkarmasına hem şaşkın hem de içerlenmişti. Ne sevgisini anlatabiliyordu ne sadakatini. Nereye bassa çuvallıyordu Hazar. Ne biçim tepkiydi o? Holdingi kafasına geçirmediği kalmıştı. Hazar yirmi dokuz seneyi deviriyordu ama İlbilge’ye bu denli öfkelendiğini anımsamıyordu. Ömrünü bir kadına adamıştı ama o kadın onu her seferinde olur olmadık yerde olur olmadık sadakatsizliklerle suçluyordu.

“Nankör kadın!” diye fısıldadı geceye. Karanlık bir kuyuya atışmış taşın sesi gibi bir ses yankılandı zihninde. “Kıskanıyor seni…” Bu sesin ona verdiği bir anlık hazla yüzü güler gibi olduysa da başını sağa sola salladı. İlbilge ona hayrandı, aileden biri, iyi biri, sağ kolu veya birçok şey gibi görüyordu. Bu aşkın verdiği kıskançlık olamazdı. Olabilir miydi? Başını sallayıp düşüncelerini savuşturdu. Biraz daha dinmişti içindeki dalgalar. Arkasını döndü, içeri girip odasına geçmeliydi; koca ev halkı odalarına çekilmişti. İlay hariçti gerçi ama arayıp haber vermişti. Onu gördü, gölgesi bile kimselere benzemezdi. Saçının uçuşundan bile tanırdı onu.

Gece yarısını vurmuştu. Evde sessizlik hüküm sürüyordu. Fırsat bu fırsat diyerek yastığıyla ince örtüsünü kaptığı gibi üçüncü kattaki salonun koltuğuna kıvrılmak için merdivenleri tırmandı. Şimdi aşağı inse kesin Hazar’a yakalanırdı. Görmek istemiyordu onu, tartışacak gücü de kalmamıştı. Zaten tartışmaya başlarlarsa evdekilerin hepsi uyanırdı. Aman aman diyerek parmak uçlarında son basamağı aştı. Açık olan çatı katı cam pencerelerinden serinle sıcak arası ufak bir esinti geliyordu. Yastığını koltuğa bırakıp rahatça koltuğa uzandı. “Kendi evime çıkmam gerekiyor,” diye mırıldandı. Yarım düzine insandan kaçıyordu geceleri.

“Çok beklersin.”

Hazar’ın sesiyle yerinden on santim havaya sıçradı. Bağırması da cabasıydı, umuyordu ki kimse duymamış olsun. Koltuğun tepesinde kara bir gölge gibi dikiliyordu.

“Senin sorunun ne!” derken yastığına başını bırakıp soluklarını düzene sokmaya çalıştı.

“Senden başka sorunum yok.” Elleri cebinde eğleniyor gibiydi Hazar.

“Ya öyle mi, sorun olduk tabii sana. Özel hayatın sekteye uğradı tabii. Defol git Hazar, uyuyacağım ve istersem kendi evime çıkarım.”

Hazar kollarını koltuğun sırt kısmına bırakıp eğildi, aralarında kısa bir mesafe kalmıştı. “Yalı bakıyorum, şöyle yirmi odalı. Sen ben baldızlarım babam teyzen çoluk çocuk ama istersen ikimiz ait bir yer de bulurum.”

Hazar konuşurken şaşkınlıkla kalkan başı sertçe yastığa düştü. “Git yat ve beni rahat bırak. Bugün saçmalama kotası doldu. Ayrıca ben sana kırgınım.”

“Kotanda boşluk kalmış hâlâ saçmalıyorsun. Ben sana kırgınım.”

“Bana hiç bu kadar kızmamıştın, öfkeni de gördük Hazar Bey.”

“Sen de bana hiç bu kadar gereksiz çıkışmamıştın.”

“İyi! Demek ki eşitiz. Git başımdan.” Yana dönerek örtüyü üzerine çekti.

Hazar sıkıntıyla soludu. “Selen’i kov!”

“Kovmayacağım. Daha ne kadar ileri gideceksiniz onu izleyeceğim.”

“En son koynuna girmeyi planlıyorum, oldu mu?”

“Allah’ım…” diyerek doğruldu. Başını sağa sola esnetip hırslı bir ses çıkardı. “Sen beni mi sınıyorsun? Hazar!” derken dizlerinin üzerinde doğruldu. Aralarındaki mesafe iki karışa indi. “Selen camiaya seninle bir gece diye başlık atarsa bitersin. Magazin programlarında sizi görürsem…”

“Ne yaparsın?”

İlbilge birkaç saniyeye sığan sessizliğini, “Kardeşlerimi de alır hayatından çıkarım. Beni ancak toplantılarda görürsün.”

“Beni bununla korkutamazsın. Benim onunla en ufak bir ilişkim bile yok. Olmadı olmayacak! Sorunumuz senin ele avuca sığmaz saçma kıskançlığın.”

“Şimdi ben kıskanç oldum.” Elini kaldırıp adamın omuzuna hırsla vurdu. “Ağzına giriyordu Hazar! Her şeyi bir yana bıraksam bile o hâlâ Sinan’ın nişanlısı, anlamadığımız şekilde bizim için tehlike arz ediyor.”

“Ben aptal mıyım?”

“Evet.”

“İlbilge!” dedi dişlerinin arasından. “Ben ne aptalım ne kör. Ne yapamaya çalıştığını görüyorum, ona açık kartlar veriyorum çünkü nereye kadar gidecek merak ediyorum.”

“İstemiyorum. Kart falan veremezsin. Sinan, olmazsa Hazar diyen birinin nasıl bir karta ihtiyacı olabilir? Verdiğin kartlar sana altından kalkamayacağın yüklerle dönerse ben o oyunu Selen’in tepesinden geçirmek zorunda kalırım. İkimiz arasında güç bendeyken ona fırsat veremezsin.”

Tahmin ettiği gibiydi, İlbilge ipleri elinde tutmak için sergiliyordu bu öfkeyi. Kıskançlığından falan değildi. “Anladım. Haklısın.” Hazar doğruldu, yorgun adımlarını merdivenlere yöneltti. “İyi geceler.”

Gözlerini kapatıp başını önüne eğdi İlbilge. “Aptalsın işte hem aptal hem âşık.”

 

Loading...
0%