Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@payelll

 

 

 

Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık sevdada boğulur…

Cemal Süreyya

 

 

 

 

Tepeden tırnağa siyah giyinmişti. Dar paça kumaş pantolonun üzerine siyah büstiyer giymiş, yine siyah belden dar kesim ceketini koluna taktı. Şık bir spor ayakkabısı tercih etti. Saçlarını sımsıkı tüm gün bozulmayacak şekilde at kuyruğu bağlamıştı. Soft makyajını son bir kez bakıp saçının ucunu arkasına attı. Çantasını alıp odasından çıktı. Dudaklarında bir ıslık adımlarını alt kata inen merdivenlere doğru attı. Kahvaltı masasının başına ulaştığında aile üyelerine günaydın dedi. Yüzünden sağlık ve enerji fışkırıyordu.

“Bu ne güzellik?” dedi Sezen Hanım. “Bu sabah ne kadar canlı görünüyorsun tıpkı şey gibi…” derken işaret parmağını çenesine yaslamıştı. İlbilge yerine otururken gülümsüyordu. Teyzesi ona tek kaşı havada bakıyordu. “Âşık mısın teyzeciğim.”

“Aynen teyze, gece rüyama bir kara prens geldi böyle gölgelerin arasından, hani korkmadım değil. Bir gece de kalbimi çalıp beni kendine âşık etti.”

Hazar’ın lokması boğazında kaldı. Öksürürken peçetesine uzandı. Masadaki gözler ona dönerken bir yudum çay alabilmişti.

İlbilge sımsıkı bastığı dudaklarını sağa sola kıvırdı. “Helal Hazar, helal.”

Masada dört kadın ve Selim Bey ikisi arasında bakışırken Hazar kötü bir bakış attı İlbilge’ye ama bir söz etmedi.

“Bugünü bekliyorum ne zamandır,” dedi İlbilge. “Keyfim ondan teyze. Bu gece eve gelmeyeceğiz, bizi beklemeyin.”

“Biz hazırız, dokuz gibi çıkıyoruz,” dedi Aybüke.

“Ben Melek’le geleceğim,” dedi İlay.

“Arabayı sen kullan,” dedi İlbilge. “Melek’e güvenmiyorum.” İlay başını salladı.

“Biraz acele edersen önce Kaan Başkomisere uğrayalım daha doğrusu dışarda buluşacağız. Tekrar orada görünmeyelim diye rica ettim kırmadı,” dedi Hazar.

“Hangi Kaan bu?” dedi İlay.

“İl emniyetten,” dedi İlbilge. “Hani senin adam pataklayıp başına çöreklendiğin Kaan.”

“AA…” derken gözleri kocaman açıldı İlay’ın. “O Başkomiser mi?”

“Öyleymiş,” dedi Hazar.

“Geçen sefer Yağmur’la Barlas’ı rica edince çıkarmıştı,” dedi İlay. “İyi birine benziyor.”

“Operasyonu o yürütecek,” dedi İlbilge.

“Abla,” dedi Altınay.

İlbilge arkasından bir şey gelecek ses tonunu tanıdığından çatalını batıramadı. “Efendim.”

“Ne zaman işe başlayacağız.”

Ciddi bir şey gelecek zannederken gülümsedi. “Ne zaman istiyorsan, neden bana soruyorsun.”

Omuz silkti Altınay. “Bu işlerin bitmesini beklerken zaman geçiyor.”

“Ablama katılıyorum,” dedi İlay. “Büro açmak istemiyorum, adliyede olmak istiyorum.”

“Sen ceza avukatısın,” dedi Hazar. “Emin misin?”

“Eminim. Şimdilik.”

“Ben açacağım,” dedi Aybüke. “Ama biraz daha beklemek istiyorum.”

“Ben televizyonlara cv bırakacağım,” dedi Altınay, çatalını havaya kaldırıp Hazar ile İlbilge arasında bir çizgi çekti. “Torpil istemiyorum.”

“Bunu CV’ye bakacak olanlardan nasıl saklamayı düşünüyorsun?” dedi Hazar. “Tamam biz bir şey yapmayız ama kocaman soyadını ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Onu sonra düşünürüz,” dedi Altınay.

Hazar ile İlbilge birbirlerine bakıp başlarını peki anlamında salladılar. Abla abi değil de anne baba havaları onlara has onlara yakışıyordu. Selim Bey dudak büküp gülümsedi. Sezen Hanım’la bakışıp göz kırpıştılar.

“Hadi!” dedi Hazar. İlbilge yerinden kalkarken Sezen Hanım, “Evladım siz dün kavga etmemiş miydiniz, ne zaman barıştınız?” dedi son derece doğal bir tonda.

“Sen bize ne bakıyorsun teyze,” dedi Hazar. “Yılları devirdik bize bir şey olmaz.”

“Sen öyle san,” dedi İlbilge ceketini giyerken. “Benim canımı sıkarsan sana öyle şeyler yaparım ki hayal bile edemezsin.”

Hazar göz devirip soluğunu saldı. “Aynı şeyler senin içinde geçerli. Madem öyle madem sen öyle diyorsun?”

“Ay ne diyor Hazar evlâdım?” dedi Sezen Hanım merakla.

“O biliyor teyze,” dedi Hazar, İlbilge’nin gözlerine bakarak. “Bundan sonra aynı şeyler senin için de geçerli. Erkek sinek geçse gözlerinin önünden dünya sana dar gelecek.”

“Bak sen…” derken tek kaşı havada sırıttı İlbilge. “Sen mi yapacaksın onu?”

Hazar başını salladı. “Gereceksin.” Elini öne uzattı. “Buyurun hanımefendi.”

Ceketinin yakalarını aşağı çekip çenesini havaya kaldırdı. “Teşekkürler…”

İkisi evden ayrılırken Sezen Hanım kızlara kaş göz edince dökülmüştü üç kız kardeş. Onlar anlattıkça Selim Bey kahkaha atmıştı.

“Anneniz de böyleydi, kıskançlık dediğinizde ablamın tırnakları uzardı.” Ablasını düşünerek yıllar öncesine dalan kadın iç çekerken kızların da aniden sessiz olmasıyla dediğine pişman oldu. “Hadi, iş başına! Bize de rapor geçin, biz amcanızla kulüpte olacağız.”

Kızlar amca ve teyzelerini öperek küçük valizleri çekip evden çıktılar. Sezen Hanım arkalarından bakıp iç geçirdi. “Ablamı özlüyorum, bazen çenem düşüyor.”

Selim Bey başını salladı. “Ece iyi bir kadındı, ben de tıpkı senin gibi Ekrem’i özlüyorum. Bir yanım kabullenmiyor bir yanım mecbur kalıyor.”

“Hâlâ inanmakta güçlük çektiğim anlar oluyor, ablam öyle bir şey yapacak biri değildi. Bana söylemedi mi, eniştemle araları mı açıktı, bir hataya mı düştü düşünceleri geçiyor aklımdan ama hemen kurtuluyorum. Eniştem ablama âşık bir adamdı, ablam enişteme deli gibi bağlıydı. İkisine de toz konduramıyorum yine de böyle olmamalıydı.”

“Biliyor musun?” dedi Selim Bey. Sezen Hanım ona döndü. “Bazen bu oyunun kirli adamı benmişim gibi hissediyorum. Mustafa’nın Ece’ye olan hislerini biliyordum, en başından beri. Mustafa bir gün bile lafını etmedi, içinde yaşıyor, yaşadı ve bitirdi diyordum. Bu düşüncelerle yıllar geçti, Mustafa’nın bakışları hiç değişmedi. Bunu bir tek ben görüyordum, bazen uyduruyor olduğumu bile düşünürdüm. O zaman… O yıllarda Mustafa ile bir kez konuşsam, açılmasını sağlasam belki de her şey başka olabilirdi. Onu bir şekilde durdurabilirdim. Kendimi suçluyorum. Mustafa Ekrem ve ben çok zor günlerden geçtik, ölsem aklıma gelmezdi onun böyle bir şey yapacağı. Yanılıyor olsam keşke, keşke o yapmamış olsa ama Ekrem mektubunda açık bir dille yazmış. Ben Ekrem’le Mustafa’yı da kaybettim. Onlardan başka ailem yoktu.”

“Keşke…” dedi Sezen Hanım. “Her şey farklı olsaydı. Bu kızların, Mustafa’nın ailesinin hiçbir günahı yokken nelerle uğraşıyorlar. Kendini boşa suçlama kimse olacağın önüne geçemiyor. Sen konuşarak bir adamın kalbindeki aşkı da alamazsın kötülüğü de.”

 

                                              ***

 

Aybüke, Altınay ve İlay’ın VIP aracı Yıldırımların bahçesinde durdu. Kızlar inerek Zehra yengelerine tek tek sarıldılar. “Canım kızım,” dedi Zehra Hanım. “Arada uğrayın ama hiç gelmiyorsunuz?”

“Fırsat olmuyor ki yenge yoksa gelip çöreklenesimiz var,” dedi Altınay.

Zehra Hanım bilmiş gibi başını salladı. “Siz de haklısınız gençler gençleri beğeniyor.”

“Aşk olsun yenge,” dedi İlay, çocukluğundan bu yana severdi yengesini. Kolunu kadının omuzuna doladı. “Sen daha çıtırsın, amcam şanslı adam.”

Zehra Hanım bahçeyi doldururcasına bir kahkaha attı. “Bugünüm güzel geçecek aldım iltifatı.”

“Hoş geldiniz kızlar,” dedi Mustafa Bey.

“Merhaba amca,” dedi Aybüke. “Kızlar gelmiyor mu?”

“İçeride Defne, Mila ile konuşuyordu. İkra hazır geliyor.”

Sabah kızını annesine bırakmak için annesinde toplanan kız kardeşler yan yana geliyorlardı şu an. Mila sekerek geliyordu. Kızları görünce İlayyyyy diyerek koştu.

“Koşma düşeceksin,” derken kendi koştu İlay. Küçük kız o kadar mutluydu ki… Mila koşarak kendini İlay’ın kollarına attı. İlay onu alıp havada bir tur attırırken Mustafa Bey bahçesinde yaşanan tatlı anlara bakıp gülümsedi.

Melek’in arabası da girmişti bahçeye. Sabahın erken saatinde kalktığından suratı asıktı ama inip ailesinin yanına gelirken zorla bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. İlay’dan kopan Mila Melek’in kollarına atladı. “Sen neden beni görmeye gelmiyorsun bakayım?” dedi Mila.

Melek dudak büktü. “Teyzen biraz meşgul bebeğim ama söz dönünce seninle bir gün ayarlayacağım.”

Mila annesinden aldığı güzelliğiyle göz kamaştıran küçük ve zeki bir kızdı. Minik ve tombul ellerini Melek teyzesinin yüzünde gezdirdi. “Teyze gözlerinde kan var hasta mısın?”

“Yok bebeğim, az uyudum ondan olmuştur.” Yeğenini öperek kucağından indirdi. Annesine bir şeyler anlatan Defne ablasına, süsünü düzelten İkra ablasına baktıktan sonra babasıyla göz göze geldi. “Nasılsın baba?”

“İyi kızım, sen nasılsın?”

“İdare eder.”

“Melek,” dedi İlay.

“Efendim,” derken İlay’a baktı.

“Aynı araçta gidelim mi? Araç büyük, kim sürecek şimdi.”

“Olur,” dedi Melek. “Abim yok mu?” derken annesine bakıyordu.

“Yok anneciğim, az önce İlbilge ve Hazar’la çıktı.”

Valizler araca yüklendi, Mila herkesi öptü; en son annesini öperek kocaman sarıldı. “Söz, çok uslu olacağım anneciğim,” dedi elleri arkasında tek ayak üstünde sallanırken.

Defne ona inanmadı ama o da kızı gibi gülümsedi. “Sana güveniyorum. Anneanneni yormak yok, tehlikeli şeylerin ne olduğunu biliyorsun, uzak dur tamam mı?”

“Tamam.”

Defne annesine sarılırken, “Ona bakma ağaçlardan uzak tut anne,” diye fısıldadı.

“Sen merak etme anneciğim, güzelce eğlenin. Bir gün daha uzatın hatta, gitmişken güzel vakit geçirin.”

Açık kapıdan Zehra Hanım’ın sözleriyle üç kardeş yutkundu, birbirleriyle göz göze gelmeye koktular. Defne de İkra da bu eve yarın sabah ağlayarak ve yıkılmış dönecekti.

Kapı kapandı, kızlar yerlerine yerleşti ve araç hüzne doğru yola koyuldu.

 

                                    ***

 

Kaan kendini bekleyen VIP aracın açılan kapısından geçip oturdu. Bu üst düzey torpilli insanlardan nefret ederdi ama şu ana kadar bir falso görmemişti. “Günaydın.”

“Günaydın Başkomiserim,” dedi İlbilge kocaman gülümseyişiyle. Hazar bunun kavgasını sonra yapmak üzere Kaan’a döndü.

“Günaydın Başkomiserim, kusura bakmayın sizi ayağımıza çağırmış gibi olduk ama elimizdeki son delilleri size vermek istedik.” Yanında duran dosyayı Kaan’a uzattı. Kaan alıp sayfaları tek tek çevirdi. Çevirdikçe gözlerinin önünde uçan rakamlar onu dehşete düşürdü.

“Bir de,” dedi Sinan. “Cemal ile Timuçin bu gece Şile’de bir tatil köyünde kalacaklar.”

“Bunu bilmiyorduk,” dedi Kaan. “Son dakika mı?”

“Sayılır,” dedi Sinan. “Bu ikisi benim kardeşlerimin eşleri, iş için gidiyoruz diyerek sabah evden ayrıldılar.”

Kaan, Sinan’ın sesindeki hüznü hissetti. Anlamıştı. “Anladım.”

“Adres aramanıza gerek kalmasın diye diyoruz,” dedi Sinan.

“Bu iyi oldu, sabahın ilk ışıklarıyla alırız. Önce şu işi halledeceğiz. Dört ayrı yerde olamam, ekibimle organize çalışacağız.”

“Bir şey sormak istiyorum,” dedi İlbilge. “Operasyondan sonra haber uçarda kaçmaya kalkarlarsa? Ben illaki içlerinde başka habercileri olduğunu düşünüyorum.”

“En fazla Bolu’ya kadar giderler. Ama mümkün olduğu kadar sessiz olacağız. Ben ilk operasyondan sonra Şile’ye yola çıkacağım.”

“Benim bir önerim var,” dedi Sinan. Gözler ona döndü. “Siz ekibinizden bir grup otele gönderseniz, biz size helikopter tahsis etsek, Silivri’den Şile saatler alır.”

“Bu mantıklı olur, ama zaten Silivri de olmayacağım. Gebze’de olacağım ben, sanırım deterjan fabrikası.”

“Evet,” dedi Sinan. “Bir saat sürer, helikopter sizi çok kısa sürede getirir.”

Kaan bir şeyi anlamıyordu, nedendi bu acele? Daha önce böyle acele bir operasyonla karşılaşmamıştı. “Bilmediğim bir şey mi var?” dedi üçünün de yüzüne bakıp.

“Var,” dedi Sinan, kederle bakışlarını pencereye çevirdi. “Kardeşlerim de o otelde olacak.”

Kaan’ın bakışları büyüdü, kaşları havaya kalktı. Aile içi sorunların içinde olduğunu hissetse de bu onu bağlamıyordu. Boğazını temizledi. “Başka bir şey?”

“Yok,” dedi Hazar. “Teşekkürler.”

Arabaya sığan sessizliği arkasında bıraktı Kaan. İçi sıkılmıştı bir an. Göğsünde bir daralma oluşunca elini oraya götürüp ovaladı. Giden aracın arkasından baktı bir süre. Ağır adımlarla kendi aracına binip ekibiyle yola çıkmak için gaza bastı.

 

                                                       ***

 

 

Holdinge geldiklerinde odasına geçen İlbilge kapısını kapatıp masasına geçerken kapı küt diye sesle açıldı. Tam oturmak üzereyken ne oluyor düşüncesiyle havada kaldı. İçeri giren Hazar’la kaşlarını çatıp ağır çekimde oturdu. “Ne oluyoruz?”

Hızlı adımlarla masaya yürürken, “Sen ne gülüyorsun Kaan’a öyle büyük büyük?” dedi elleri masayı bulurken.

İlbilge önce sertçe inen o ellere ardından da Hazar’ın öfkeden delirmiş bakışlarına kaldırdı başını. “Sana ne!”

“Ne demek sana ne! benim sevgilim başka adamlara öyle gülemez!”

“Yok ya! Sana mı soracağım kime güleceğimi? Kendine gel!”

“Ben gayet kendimdeyim. Kim olduğunu hatırlatırım, sen,” dedi işaret parmağını kaldırıp. “Sen, Hazar Kırkhan’ın sevgilisin.”

Ağzını açacakken sabah evde söylediği cümleler döndü zihninde. Gözlerini kısıp bakarken düşünüyordu. Tek kaşı kalktı. “Öyle miyim?”

“Bizi tanıyanlar öyle biliyor, değil mi? O zaman sende kimin olduğunu bilerek hareket edeceksin.”

“Kiminmişim ben?” Arkasına yaslanırken kollarını göğsünde bağladı. Kayıtsız bir bakış, okunamaz bir ifade vardı yüzünde. Hazar öne eğildi, yüzünde tatlı bir gülüş varsa da tehlikeli gibi göründü İlbilge’ye.

“Benim!”

“Senin!”

“Sana ne diyorsam o, gülmeyeceksin!”

“Anladım.”

“Güzel.”

“Ama yapar mıyım bilmiyorum.”

“Yap sen, bak o zaman nasıl bir Hazar’la karşı karşıya kalacaksın.”

Bakışlarını tavana kaldırdı İlbilge. “Hım…”

Hazar söylenerek odadan çıkınca kahkahasını saldı. “Kesin yapacağım.”

Loading...
0%