@payelll
|
Belki şair olmayacağım. Ama yaşadığım en güzel şiir sen olacaksın. Ahmet Demir
Otele giriş yaptıklarında ne olur ne olmaz diyerek etraflarını kollayan kızlardan Aybüke kimlikleri toplayıp giriş işlemlerini hallederken geri kalanları lobide oturuyorlardı. İşlemler tamamladığında odalarına geçip yerleştiler. İki ayrı süit tutmuşlardı ama birinde sabahlamayı düşünüyorlardı. Otelin huzur veren havası Melek’i bile neşelendirmişti. Odalara geçip eşyalarını yerleştirdiler. Üzerlerini değiştirip havuza ineceklerdi ama Payidar kardeşlerin görevi gözleri dört açıp, Cemal ile Timuçin’e erkenden yakalanmamaktı. Aynı yere gidiyor olduklarından haberleri yoktu. Farklı konumlarda olduklarını biliyorlardı. Cemal ile Timuçin özellikle sormuştu, birbirlerine oldukça uzak otellerde olduklarını düşünüyorlardı. Payidar kardeşler özellikle ayarlamıştı, otelin adını yanlış vermişlerdi kızlara. Şaşıracak kadar dikkate alan da olmamıştı. Tatile gelmişlerdi, otelin adının ne önemi vardı ki… Elindeki telefona bakan İlay adamlarından bilgi alıyordu. Cemal ile Timuçin otele giriş yapmamıştı. Yaptıklarında haber gelecekti, adım adım takip edilecek onlar neredeyse oraya gidilmeyecekti. Üzerlerini değiştikten sonra havuza indiklerinde kendilerini suya atmışlardı. İlay sadece Melek ile şezlongda oturuyorlardı. “Biraz gülümse Melek.” Melek burun kıvırıp gözlüğünün altından etrafını inceliyordu. “Gülümseyecek bir neden arıyorum.” Pareosuyla uzanan İlbilge yan döndü. Gözlüğünü hafifçe kaldırıp baktı. “Ne dememi bekliyorsun, kuşlar böcekler güneş falan mı?” “Hayır, fazla klişe.” “O zaman hâlâ nefes alıyorken bir şeyler yapmak gerekiyor diyorum. Hayatın bir gün ağlayıp bir gün gülerek geçtiğini bilecek kadar büyük olduğumuzu mesela… İnsanın huzuru ve neşeyi etrafındaki her şeyde bulabileceğini falan desem…” Melek gülümser gibi başını yana yatırdı. “Romantiksin derim.” “Çok gerçekçi olmak hayatı zorlaştırır.” Yerinden kalkıp pareosunu çıkarttı. “Kalk!” Melek’in başına dikildi. “Git yüz, beni rahat bırak.” “Kalk dedim.” Melek bezgin bir solukla oturdu. “İlay… Git yüz.” “Sen istedin.” Melek’i kolundan tuttuğu gibi kaldırıp havuza fırlatırken kadın havada çığlık atıyordu. İlay da kahkaha atıp arkasından atladı. Melek sudan çıkıp nefes alırken İlay’ı suda görünce hırsla yanına yüzdü. Suyun altından geçip İlay’ın ayak bileklerinden tutup havuzun dibine çekti. İlay çırpınarak dalarken Melek çıkmıştı. Kendini suyun dibinde bulan İlay hızla yüzeye çıktığında sırıtan Melek’e bakıp kahkaha attı. “Seni çılgın.” Kızın üzerine dalarken Melek kaçıyordu. Ablaları onları suyun kenarında güneşlenirken izliyor, tebessüm ediyorlardı. “Hiç büyümemiş gibiler,” dedi Defne. “Katılıyorum, eskiden de böyleydiler.” “Özlemişim böyle zaman geçirmeyi, çok iyi olmadı mı geldiğimiz?” dedi İkra. “Evlilik aşkı öldürüyor mu bilmiyorum ama arkadaşlığa balta vurduğuna eminim.” “Kim dedi erkenden evlenin diye,” dedi Altınay. “O kadar da erken değil,” dedi İkra. “Aynı yaştayız.” Altınay omuz silkti. “Ne bileyim, o kadar zor geliyor ki evlilik kurumu, öcü gibi.” “O hayatının aşkını bulana kadar hissedilen bir durum,” dedi Defne, yüzü biraz asılmıştı. “Ya da bulduğunu sandığında.” Kimse yorum yapamadı, soru da sormadı. Zaten Defne kimsenin bir şey sormasını istemiyordu. İkra ablasının neler yaşadığını biliyordu, başını çevirip duymazdan geldi. Kendisi aşk konusunda şanslı olduğunu biliyordu. Bildiklerinin yalan çıkmasına son saatlerdi, bunu bilmiyordu. Aybüke’nin kalbi defne için sızladı. Çıplak ve ıslak omzuyla dürttü Defne’yi. “Ben bekar bir kadın olarak buradaki bekar beyleri keseceğim, bana katılma o zaman sen.” Defne kıkırdadı. “En doğal hakkın.” “Şaka yapıyorum,” dedi gözleri kocaman açılırken. “Ablam duysa öyle bir bağırır ki otel ayağa kalkardı.” “Neden?” dedi İkra. “Genç ve bekarsın.” “Öyle olmamız her güzele göz süzeceğimiz anlamına gelmiyor,” dedi Altınay. “Ablam çok karşı böyle şeylere. Şey gibi… Kıskanç bir baba gibi.” “Asalet soydan gelirmiş,” dedi Aybüke. “Asil kadınlar erkeklere bakmaz, erkekler ona bakar.” “Soyumuz nereye dayanıyordu?” dedi İkra, gülmeden edemedi. “Arkadaşlar hepimiz gecekondu mahallelerinden koparak gelen babaların çocuklarıyız. Soyumuz yok.” “Özellikle de bizim. Babamızın yetimhaneden çıktığını ve tek bir akrabamız olmadığını düşünürsek. Bazen merak etmiyor değilim. Babam neden hiç merak etmedi, neden hiç ailesini aramadı.” Kendisi de kızlar da bilinmezlikle dudak büktü bu sorulara. “Soyumuz yok,” derken güldü Aybüke. “Ama ablamın içinde bir paşa kızı yaşıyor. Hem unutmayın ki annelerimiz asilzade denecek kadar elit ailelerden geliyor ve babalarımız birer deha. Onların asaleti diyelim.” “Eh…” dedi Defne. “Sen de bu konuda haklısın. İlbilge’nin sizi bu kadar sıktığını düşünmüyordum.” “Sıkmak değil,” dedi Altınay, derin bir iç geçirdi. Melek ile İlay’ı izliyordu. “Ablam her şey, ablam çok şey. O başka, o bambaşka bir kadın. Biz… Üçümüz o ne derse yaparız, sorgulamaya bile kalkmayız. İlay’ın bu kadar hayat dolu olması ablamın eseri. O olmasa bizi toparlayamazlardı, sanmıyorum. Dağılırdık.” İkra ile Defne geçmişi istemeden de olsa açmış olmanın verdiği üzüntüyle sessizleştiğinde Aybüke konuştu. “Sadece yanlış yapmamamızı istiyor, bunun içinde seçenekleri daraltmak adına bize asaleti öne sürüyor. Biraz korkuyor.” “Ama şöyle bir şey var;” dedi İkra. “İlbilge abla o bahsettiği asaleti üzerinde taşıyor, sesinde duruşunda ve gözlerinde. İçinde hissediyor hiç şüphe yok. Yoksa koskoca holdingin başına geçmek kolay değil.” “Öyle…” dedi Defne. “İkra’ya katılıyorum.” “Peki…” dedi Aybüke. “Melek neden bu kadar mutsuz?” “O her zaman biraz içine kapanıktı, siz gidince daha çok kapandı. İlay’ı çok aradı gözleri, bazen Selim amcanın evini gözetlerdi, kapıdan bakıp geri dönerdi. Bazen uğrardı, hatırlarsınız ama çoğunluğunu yalnız geçirmeye alışıyordu,” dedi Defne. Üzüntüyle soluk aldı. “Ablanız kadar iyi bir abla olamadım belki de. Melek’le yeterince zaman geçirmedim veya umursamadım. O kendine yeni bir kimlik kazanırken ben üniversiteli başında pembe bulutlar olan genç bir kızdım. Annem babam da fark edene kadar daha içine kapanık, daha sessiz birine dönüştü. Büyüyünce de tam tersi asileşti, kural tanımaz hâle geldi. Babamla annemle çok kavgaları oldu, hatta tüm bunlar çok yakın zaman önceydi. Biz onu fark edene kadar bizden tamamen uzaklaşmıştı.” İkra dudaklarını kederle büktü. “Evet, geç fark ettik, edince de geçmiş oldu. Şimdi kimseyi yanına yaklaştırmıyor.” “Abiniz?” dedi Aybüke. “Aslında…” dedi Defne. “Sizin gidişiniz bizim ailede depreme neden oldu. Bunun nedenini hâlâ bilmiyorum. Abimle ablanız, babamızla babanızın ayrılışı, annem… Bazen sizin toparlandığınızı ama bizim bunu yapamadığımızı düşünüyorum. Aynı evin içinde dağılmıştık, annem sürekli ağlıyor, babam odasına kapanıyordu ve çıktığında gözleri kan çanağına dönmüş olurdu. Ağır geldi, bir şeylerin ucunu kaçırdık.” Altınay ile Aybüke birbirlerine bakıp hızla koptu bakışları. Herkes ektiğini biçiyordu, kimse mutlu değildi. “Neyse…” dedi Altınay. “Hadi kızlara katılalım. Ortalığı yıktılar…
***
İş çıkış saatinde Sinan, Hazar ve İlbilge geldikleri gibi tek arabaya geçtiler. Otele doğru yavaş gidiyorlardı. Üçü de sessiz, üçü de iç hesaplaşmalarla doluydu. “Sabaha çok var,” dedi İlbilge. “Planda bir değişiklik yapsak?” “Ne gibi?” dedi Sinan. “Sinemaya gidelim mi? Eski günlerdeki gibi.” Hazar yüzünü buruşturup pencereden bakmaya devam etti. Sinan ikisi arasındaki kopukluğu izledi. “Siz neden kavga ettiniz? Dün sesiniz tüm kata yayılıyordu.” Birbirlerine bir kez daha bakıp hızla döndüler. “Nişanlın sevgilime yürüyor Sinan,” dedi İlbilge. Sinan’ın gözleri büyüyerek başı öne uzandı. “Ne?” Hazar başını yana yatırıp ofladı. “Gerçekten biz neden Selen’i kovmuyoruz?” “Babamın yüzünden tabii ki,” dedi Sinan. “Ama şaşırdım, tamam çok normal biri değil ama sana…” “Sözünü tamamlama,” dedi Hazar. “O bir para avcısı, sen olmadın Hazar olsun diye veya İlbilge’yi alt etmek için yaptı bunu.” “Dün benimle böyle konuşsaydın o kavgayı etmeyecektik,” dedi İlbilge. “Sen dün beni farklı şeylerle itham ediyordun.” İlbilge omuz silkerek asla pişman olmadığını ifade etti. “Beni birinin kucağında görürsen açıklama bekle tamam mı?” Dişlerini sıkan adam konuşacak olduysa da sustu. “Tamam, sakin olun,” dedi Sinan. “Değer mi Selen için?” “Selen için değil ama konu olarak kavgaya değer,” dedi İlbilge. “Ve…” dedi önemli bir şey diyecek gibi dikkati üzerine topladı. “Baban için tutmuyorum onu orada, o kadında bir şey var; hissediyorum. O bizi bir ipin ucuna götürecek ama o ip nereye bağlı bilmiyorum. Gittiği yere kadar bizimle kalacak.” “Ve ben bu süre içerisinde onunla nişanlı kalacağım,” dedi Sinan sıkıntıyla. “Atladığın bir şey var, aileler sonbahar için düğün planı yaptı, benim ona olan tavrım onu yıldırmıyor. Zaman yaklaşıyor, lütfen o her neyse çabuk bulur musun?” Olur, bulur babanı yok eder seni de kaybederim kızları da… İç sesine ket vurup başını salladı. “Merak etme, onunla evlenmeyeceksin, gerekirse düğünü sabote eder yine kurtarırım seni.” Sinan sevimlice gülümseyince Hazar ikisi arasındaki gülüşte takılı kaldı. Asılı belki de, biri onu iki bakışın arasındaki görünmez ipe asıyordu. “Önce yemek yiyelim,” dedi Hazar. “Kızlar bizi görünce bunun düzenlenmiş olduğunu anlarsa?” dedi Sinan. “Sen de onlara görmeyen gözün aslında kör olduğunu söylersin,” dedi İlbilge. “Bazı şeyler anlatılandan fazlasıdır, bu da onların en başını çekiyor.” “Ne kadar acımasızsın,” dedi Sinan. “Ben acımasız değilim, gerçekler acımasız. Sinan…” dedi az sonra söyleyecekleri için pişman olmak istemiyordu. Onu kırmak değildi niyeti. “Haddim değil, ama ben de aileden biri olarak bir şey söyleyeceğim.” Sinan gelecek sözlerin ağırlığını İlbilge’nin duruşunda ve sesinde hissetmişti. “Söyle.” “Kardeşlerinle ilgilenmiyorsun, evet annen baban hayatta ama sen abisin.” Bunu kendine de soruyordu Sinan, daha farklı daha ilgili biri olabilirdi. İpin ucu nerede kaçmıştı, nasıl kaçmıştı hatırlamıyordu. Sertçe yutkundu. “Aslında bunu istedim, Defne’ye evlenmemesi gerektiğini söyledim ama beni dinlemedi, annemle babamı bile dinlemedi. İkra’ya Defne kadar baskı yapmadık, onun da bizi dinleme olasılığı çok düşüktü. Sözümüzü söyledik, bize dediği şey ‘Ablam evlendi ben de kendi seçtiğim kişiyle evleneceğim’ oldu. Mutlu gibiydiler, dışardan bakınca öyle görünüyordu. Defne anne olunca biraz duruldu, anneliğine bağladım. Bir gün bana gelip abi ben mutsuzum gibi bir şey demedi.” “Çünkü suçluluk hissediyordu,” dedi Hazar. Sinan gözlerini kapatırken başını salladı. “İkra’nın gözleri parlıyordu, hâlâ öyle. Bilemedim ben ne ile ilgilenmem gerektiğini, annem bile tek kelime etmedi. Biliyor mu bilmiyorum bile. Sizinle konuştuktan sonra Defne’nin gözlerindeki acıyı fark edebildim. Melek o kadar asi ki yanına kimseyi yaklaştırmıyor, uzaktan izliyorum, gördüğüm tek şey bomboş bir hayat yaşıyor. Sanırım kötü bir abiyim.” Açık sözleri İlbilge’nin kalbini kırdı. “Değilsin, yolunu bulamamış bir abisin. Bundan sonra sana çok iş düşecek…” Biraz daha konuşmak istiyordu. Sinan da bekliyordu, bir şey diyeceği o kadar belliydi ki. “Sinan, annen baban var diye düşünüp onları kendi hâline bırakma. Üzgünüm… Ama belli ki annen baban bu konuda çok başarılı değil.” “İlbilge…” dedi Hazar. “Tamam.” İlbilge ileri gittiğini bildiğinden sustu. Sinan ona kızamıyordu, bazen duyulması gereken sözleri birinin tokat misali çarpması gibiydi sözleri. “Sorun yok. Ne demek istediğini anladım.” Gülümsedi zorla. “Haklılığına kızmam gerekirdi ama yapamıyorum. Sen İlbilgesin. Her zaman zeki biriydin.” Konuyu dağıtmak, ortamı yumuşatmak için işaret parmağını havaya kaldırıp yanında oturan Hazar ile Sinan arasında çevirdi. “Siz ikiniz bana kızamazsınız ki.” Niyeti eskiden üçünün de çok iyi dost olmasından yanaydı ama iki adam göz göze gelince yaptığı hatayı fark etti İlbilge. İkimiz de seni seviyor ama ulaşmıyoruz… içinden konuşurken yutkundu Sinan. Çünkü ikimiz de sana âşığız… Bir sessiz fırtına misali çağladı içinde Hazar’ın. “Sinemaya, filmi ben seçeceğim,” dedi İlbilge.
|
0% |