Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@payelll

 

 

 

İhanet ekildiği toprakta sessizce filizlenir. -Anonim

 

 

 

Otelin lobisinde oturuyor, beklemenin getirdiği sıkıntı artık ciğerlerine kadar işliyordu. Korumaları lobinin dört bir yanını kuşatmıştı. Kızlar saatlerdir odalarındaydı. Odadan çıkmaya yeltenmemişlerdi ki akşamın erken saatlerinden bu yana kutu oyunları, sohbet derken gece olmuştu. Bir saat önce otele girmişlerdi. Sabaha karşı olmanın huzurlu saatlerinden dolayı lobi boştu. Cemal ile Timuçin yanlarında birer kadınla gece on bir gibi giriş yapmıştı. O an telefona düşen fotoğraflara bakarken bile öfkeye kapılmışlardı.

Hazar’ın telefonun sesi boş lobide yankılandı. İkinciye bile gerek kalmadan açtı. “Başkomiserim?”

“Hazar Bey burası tamam, ben şimdi helikopterle oraya geliyorum. Yarım saat almaz diye düşünüyorum. Ekibim otelin içinde ve dışında, merak etmeyin kaçamaz.”

“Bekliyoruz.” Telefonu cebine attı. “Geliyor, ayrıntıları daha sonra alacağız artık.”

Sinan hışımla ayağa kalktı. “Benim biraz işim var.”

İlbilge’nin gözleri büyüdü. “Sinan, hayır!”

İki elini birden kaldırdı Sinan, taviz vermez ses tonu ve bakışlarıyla İlbilge bir adım geriledi. “Karışma!”

“Ben de geliyorum.” Asansöre doğru yürümeye başladıklarına İlbilge koltukta duran telefonunu alıp arkalarından yetişti. “Ben de geliyorum.”

Asansör kapısından geçer geçmez kapandı kapı. Sinan ceketini çıkarıp İlbilge’ye uzattı. “Tutabilir misin?”

“Tabii ki…” derken İlbilge Hazar da çıkarıp uzattı. “Tutar mısın canım?” dedi Hazar.

“Ver canım.” İlbilge ceketleri koluna takarken beyler kol düğmelerini çıkarıyor, İlbilge cebine atıyordu. Kıvrılan kollar tamamlandığında kata gelen asansörün kapıları açıldı. Sinan kızların odasının kapısına geldi, tereddüt etse de vurdu. Saniyeler sonra açılan kapıda İlay göründü. Gözleri büyüyen genç kadının arkasından gelen kızlar abla ve abilerini kapıda görünce ürkerek yaklaştı.

“Abi!” dedi Defne merakla. “Kızıma bir şey mi oldu?”

“Anneme babama bir şey mi oldu?” dedi Melek.

“Ne oluyor?” dedi İkra.

Kapı önünde Hazar, İlbilge ile Sinan sessizce duruyor konuya giremiyorlardı. En sonunda biri konuşmalıydı. Sinan, “Herkes iyi, kimseye bir şey olmadı.”

“Sizin ne işiniz var o zaman burada?” dedi Melek.

“İkra! Defne! Dışarı çıkın.”

Abilerinin sert bir o kadar da keder dolu yüzüne bakıp koridora geçtiler. Melek’i saran elektrik onu germeye başladığında o da Defne ablasının arkasında durdu. Altınay ile Aybüke kollarını üşüyor gibi doladı kendilerine. Sessizdiler. Çokça da üzgün.

“Benimle gelin,” derken Sinan koridorun ucuna yürüdüğünde kızlar anlamasalar da takip ettiler. İki kapı arasında durdu Sinan. Bir sağa bir sola döndü. Hazar ile göz göze geldiler. Biri bir yana diğeri bir yana yürüdü. İkisi de kapılara birer ikişer yumruk indirdi.

“Ne yapıyorsunuz?” dedi Melek.

“Abi!” dedi Defne.

“Aklınızı mı kaçırdınız? İlbilge abla bir şey yapsana!” dedi İkra telaşla.

“Bir şey yapamam İkra, kimse bir şey yapamaz.” İlbilge gözlerini kaçırdı.

“Delireceğim! Abi!” dedi Melek, Sinan’ın koluna yapışırken. Tam o anda kapı açıldı. Melek karşısında eniştesini yarı çıplak gördüğünde nefesini tuttu.

Diğer kapı açılmıştı Cemal, Hazar’ın kafa darbesiyle odanın içine yuvarlanırken bir kadının çığlığı duyuldu. Defne koridorun tam ortasında dururken açılan kapıdan kocası Timuçin’i gördüğünde beyninin durduğunu, bacaklarının fonksiyonlarını kaybettiğini düşüyor, kıpırdayamıyordu.

“Timuçin!” diye mırıldandı ve abisin bir darbesiyle devrilen adama baktı. Odanın içinden gelen kadın sesi kulaklarında çınladı. Çınladı. Sertçe, çan sesi gibi helezonlar hâlinde tüm bedenini hatta hayatını sarstı.

İkra’nın sesini duyuyordu, ses uzaktan geliyor gibiydi. Defne dünyadan uzaklaşmış, ortamdan soyutlanmıştı adeta. “Cemal!” diyordu İkra. “Bana bunu nasıl yaptın?” Ağlıyordu sanki. Yıkılırcasına. Kulakları delercesine. Melek’in sesini duydu bir ara. Küfrediyordu Melek, eniştelerine ağzına ne gelirse sayıyordu. Kimse Sinan’ın elinden Timuçin’i almıyordu, Hazar’ın elinden Cemal’i. Kımıldayamıyordu. Şoka girmiş, etrafını ayakta uyurken izliyor duyuyor gibiydi.

Ayaklarının dibine düştü Timuçin. O an başını indirdi. Kocasının ağzından burnundan kan akıyordu. Gözlerini açıp karısına bakan adamın gözleri Defne’nin gözleriyle buluştu.

“Defne affet!”

Defne affet! Affet defne! Defne affet. Affet Defne.

Çok sevmek neydi? O her neyse Defne kocasını öyle sevmişti. İlgisizliğini farklı şeylere yormuş, üzerinde durmamış sevmeye devam etmişti. Olmuş muydu şimdi? Defne başını yana çevirdi, bir şey arıyor gibiydi. Bir yalan, bir kamera şakası belki. İlbilge’nin nemli gözleriyle karşılaştı. Bir damla yaş iniyordu güzel abla dediği kadının gözlerinden. Kimin için? Kendisi için mi?

“Abla!” dedi mırıltıyla.

Timuçin kanlı eliyle karısının ayak bileğine yapıştı. “Defne!”

Midesi kasıldı, kaynadı; kusmak istedi. Bir adım geriye çıkmak için adım attı ama bırakmadı kocası. İlay Timuçin’in bileğini tutup kurtardı Defne’yi. İlbilge, Defne’yi birkaç adım geriye çekti.

“Abla,” diyordu Defne.

“Üzgünüm,” dedi İlbilge. Defne’yi kollarının arasına alırken. “Çok üzgünüm.”

Sıcak bir kol bulan Defne ilk kez hıçkırdı. “Beni aldattı, beni aldattı.”

Kollarında ağlayan kadından aldığı bakışlarını koridorun ucuna çevirdi. Sinan ve Hazar beyaz gömlekleri kan içinde yere serdikleri adamların biraz ilerisinde soluk alıyorlardı. İkra kendinden geçmiş gibi ağlıyor, mırıl mırıl konuşuyordu. Melek ablasına sarılmıştı. Payidar kardeşler göstermek istemedikleri gözyaşlarıyla birbirlerine bakıyordu. Üç kardeşin başı ablalarına döndü. Ne olmuştu? Hani intikamın o leziz tadı, hani kazanmışlık hissi?

İlbilge ilk yıkımı alan aile üyelerine bakarken yutkundu. O istememişti ki yuvaları yıkılsın, o istememişti ki bu adamlarla evlensinler. Kahretsin! Bir şeyler yanlış gibiydi. Gözlerinden birkaç damla yaş yuvarlanıp kayboldu. Asansör kapısı açıldığında kimse o yöne bakmadı.

Kaan ekibiyle onlardan başka kimsenin olmadığı kata çıktığında ilk anda gördüğü yere koşar adım ulaşırken adımları yavaşladı. Son birkaç adımı havada kaldı. Etrafına bakınırken o da istemsizce yutkundu. Yerde yatan adamlara baktı, onları bu hâle getirenlere ve kadınlara. İlay’ın ıslak gözleriyle çarpıştı bakışları. Soru sormadı, cevap beklemiyordu ki. Yerde yatan adamlara ilerlemeleri için ekibine işaret verdi.

Yarı baygın olan Cemal ile Timuçin’i dürterek kendilerine getirdiler. Karşılarında polisleri gören gözleri şiş adamlar ikinci bir şok yaşıyordu.

“Başarı Holding’in fabrikalarını soymaktan, zimmete para geçirmek ve örgüte üye olmak suçundan gözaltına alınıyorsunuz,” dedi Kaan.

İkinci bir yıkım yaşadı kızlar. Daha çok ağladı daha çok üzüldü. Valizler toplandı, kıyafetler değişti. Arabalara sessizce taşındı. Sinan kardeşlerini kolunun altına alıp ayrıldı otelden. Şafak söküyordu, üzgün gönüllere, kırgın ruhlara.

Lobide, giden Yıldırım kardeşlerin peşinden bakan Payidar kardeşler ve Hazar daha sessizdi.

“Gidelim,” dedi Hazar.

“Gidelim,” dedi İlbilge.

Bedenlerinden çok ruhları yorgundu, eve varıncaya kadar kimse ağzını açmadı. Kimse uykusuzluğun verdiği ağırlığı umursamadı. İlbilge kendini yüz yıl yaşamış, her acıyı görmüş her şeyi yaşayıp bitirmiş gibi hissediyordu.

İki araç dakika mesafeleriyle girdi Yıldırımların evine. Sabah kahvesini yudumlayan Zehra Hanım her şeyden habersiz keyifliydi. Mustafa Bey çalışma odasında telefon görüşmesi yapıyor, haberdar oluyordu oysa. Telefonu kapatan adam hırslı adımlarla bahçeye ilerliyordu ki arabaların durduğu gördü.

Zehra Hanım elinde fincanla donup kalmış, Mustafa Bey ayakları çivilenmişçesine kalmıştı. Dün tam da aynı yerden gülerek uğurladığı çocukları tükenmiş, ağlayarak birbirlerine destek olarak iniyordu. Onların arkasında duran Payidar kardeşlerin onları izlediğini gördü.

“Ne oldu size?” diyerek koştu anneleri.

Önce İkra attı kendini annesinin kollarına. Sinan, Defne’nin kolunu bıraktı. Defne ağır adımlarla babasının önüne kadar yürüdü. Başını eğdi, gözyaşları ince ince akıyordu. Mustafa Bey yutkundu.

“Defne.”

“Özür dilerim baba. Seni dinlemediğim için, Timuçin ile evlendiğim için…” Kocaman hıçkırdı. Mustafa Bey’in gözleri dolmuştu. “Her şey için özür dilerim.”

Mustafa Bey oğluyla göz göze geldi. Oğlunu hiç bu kadar dağılmış görmemişti. Asi Melek bile gözlerini siliyordu. Kızına geri döndü. Kollarını kızı için açtı. “Gel babam, gel kızım.”

Defne babasının kollarında ağlarken Payidar kardeşler bunun acımasızlığıyla bir kez daha yandı. Onların, hata yaptıklarında sarılacak, onları affedecek babaları yoktu. Çocuklarının hayatını kendi hatalarıyla mahveden adam şimdi onlara destek oluyordu.

Sönmüyordu kalbindeki ateş, her esintide harlanıyordu.

Yarım saat sonra Mustafa Bey’in çalışma odasında Selim Bey’de dahil olmak üzere beş kişiydiler. İlk kimin söze girmesi gerekiyorsa o bekleniyor gibiydi.

“Bir gün bir şey yapacaklarını biliyordum ama bu kadarını tahmin edemezdim,” dedi Mustafa Bey.

“Öyle şaşırmadım,” dedi Selim Bey.

“Kim fark etti?” dedi Mustafa Bey.

“Hazar,” dedi Selim Bey. “Alınan ham maddeler ürünleri karşılamayınca fark etmiş.”

“Senin de haberin var mıydı?” dedi Sinan’a bakan babası.

“Ben Hazar’dan öğrendim,” dedi Sinan. “Planı birlikte yaptık.”

Mustafa Bey kızlarına mı yansın, torununa mı yoksa uçan milyonlarına mı bilemedi. “Tebrik ederim sizi.” Selim Bey’e dönerek burukça gülümsedi. “Boynuz kulağa geçti ha Selim.”

“Boynuz kulak çıkardı Mustafa.”

İlbilge’ye hiç bakmayan, orada yokmuş gibi davranan Mustafa Bey en nihayetinde sessizce oturan kadına bir kez bakıp başını eğdi. “Seni de tebrik ederim, güzel işler çıkarıyorsun.”

“Teşekkür ederim amca.” Düz bir sesle konuştu İlbilge. Onun güzel sözüne ihtiyacı yoktu. Usulca kalkıp ceketini giydi. “Ben eve geçiyorum.”

“Ben de geliyorum,” dedi Hazar. “Hazırlanıp holdinge geçeceğim.”

“Ben de çıkacağım,” dedi Sinan.

“Biz de emniyete gidelim,” dedi Selim Bey. “Buradan sonrasına biz bakarız.”

“Bu iş bununla kalmayacak gibi geliyor bana,” dedi İlbilge. “Kaan suç örgütü derken ne demek istedi bilmiyorum. Avukatlar harekete geçti, anbean haber verecekler.”

 

 

                                             ***

 

 

İstanbul’un civar ilçelerinden birinde masasının başında öfkeden deliren biri vardı. Adamlarının biri giriyor biri çıkıyordu. Yıllarını verdiği örgüt çökmek üzereydi. Rauf Yılmaz en çok Başarı Holding’in peşinde yıllarını harcamışken hem de. Çökemezdi. O, buna izin veremezdi. Cebine indirdiği üç dostun paralarıyla kendine krallık kurmak üzereydi.

“Her şeyi herkesi gizleyin!” diye emir buyurdu. “İş üzerinde olanlara sessiz olmalarını söyleyin!”

Adamı başını sallayıp çıkarken Selen odaya girdi. “Ne oluyor baba?”

Kızına şöylesine bir bakıp ayağa kalktı. Yapması gereken tek şey Sinan ile evlenmekti ama kızı onu bile becerememişti. “Senlik bir durum değil. İşler bazen ters gider.”

Selen dudak büküp babasının yanına geldi. “Baba, kızacaksın ama…”

“Selen! Bu sabah başka saçmalıklar dinlemek istemiyorum.”

Selen tükenen nefesiyle omuzlarını indirdi. “İşe yaramıyor baba! Dinleyeceksin. Sinan beni istemiyor, Hazar’ı etkileme olayı boş! Hazar bana yaklaşmıyor bile.”

Oysa güzel de bir kızı vardı ama işte her şey güzellik demek değildi, aptaldı kızı. “O zaman sen ona yaklaş!” Kızının burnunun ucuna sokuldu. “Bir işi de yap! Hak et. Ayrıca bir şey yapmana da gerek yok. Sinan ile er ya da geç evleneceksin!”

Selen bundan yorulmuş ve sıkılmıştı. “Yüzüme bile bakmıyor, nasıl evleneceğim? Bu onursuzluk beni yoruyor artık.”

Mecbur evlenecekti, Mustafa oğlunu bir şekilde kızıyla evlendirecekti nasılsa. Çökmezse tabii. Aklına gelince dişlerini sıktı, Selen’in sesine katlanamıyordu. “Sen orasına karışma, o düğün olacak ve o hisseler sana geçecek.”

“Katlanamıyorum İlbilge’ye, Hazar’a ve hatta hiçbirine. Evlenmek istemiyorum. Hisse de istemiyorum.”

Rauf kızına dönerken gözlerinden ateş çıkıyordu. “Kes sesini! Ne dersem onu yapacaksın! O imparatorluk bir şekilde bizim olacak! O zaman ne istersen onu yaparsın.”

Selen babasına bakarken gözleri büyüdü. “Senin aklın alıyor mu bunu? Hisseler canlarından bile daha iyi korunuyor.”

Rauf Bey ellerini arkasında bağladı. Omuzlarını dikleştirip çenesini havaya kaldırdı. “O zaman önce canlarından başlarız.”

“Ne bu hırs ne!” derken sesi yükseldi Selen’in, Rauf aldırmadı.

Başını sağa sola salladı Rauf Bey. “Bilemezsin. İnsan evlâdı bir tutkunun peşinde bir ömür harcar da yetmez.”

Selen gözlerini kıstı. Babasına yaklaşıp emin bir sesle konuştu. “Nerede duracağını bilmezsen ömrünü boşa harcadığını anlarsın ama geç olur.”

Kızının sözleri adamın gözlerinin çakmak gibi alev almasına neden olurken ona bakıyordu.

Selen geri çekildi. “Ne istiyorsan yapacağım, ama sen durmazsan ben duracağım. Boşa harcanacak bir ömrüm yok. Genç ve başarılı bir kadınım. Oyuncağın değilim baba, yanındaysam kızınım diye. Bir yere kadar.”

Derin ve öfkeli bir soluk alırken Selen odadan çıkıyordu.

 

 

                                                                     ***

 

 

İlbilge kıyafetini değiştirip aşağı inerken kardeşleri arkasından geliyordu. Onlarda üzerlerini değiştirmişti. Kızlarına yanına gideceklerdi. Hazar da en arkadan onları takip ediyordu.

“Abla!” dedi Altınay.

“Ne diyeceğini biliyorum Altınay. Konuşmak istemiyorum.”

“Abla çok üzüldüm.”

“Biz bir şey yapmadık.”

“Abla,” dedi Aybüke. “İçim parçalandı.”

“Biz eşleri değiliz, yanış kararlar verdiler şimdi de acısını yaşıyorlar.” Son basamağı aşıp kardeşlerine döndü.

“Abla ya biz de yanlış bir karar verdiysek?” dedi İlay.

En üst basamaktan Hazar’la göz göze geldi İlbilge. O da onlarla aynı şeyi düşünüyordu, Hazar’ın bakışlarından belliydi. Kardeşlerine baktı tek tek.

“Defne’ye babası nasıl sarıldı gördünüz mü? Gel babam dedi, gel kızım dedi. Onların yanlış yapma lüksü var bizim yok! Bizi kucaklayacak bir babamız yok! Neden? İkra’nın sarıldığı anneden bizde neden yok? Mustafa çocuklarının ipini kendi çekmiş, biz bir şey yapmıyoruz.”

“Abla haklısın tamam,” dedi İlay. “Bundan sonra peki? Ya yanlışa sürüklenirsek?”

“Ağlayanın bize bir faydası olmayacak,” dedi Aybüke.

“Yanlış yapmayacağız!” dedi İlbilge. “Oldu ki bunu hissettik durmasını bilecek kadar kalabalığız. Yapacağım en küçük hatanın sizden çıkmasını kaldıramam. Kimseye zarar vermeyeceğim. Ama biri bana geçmişin bedelini ödeyecek! Bu ya olacak ya da olacak! Biz bir şey yapmadık, sayemizde kardeş olduklarını anladılar, şu an birbirlerine destek olmak için tek yüreklerse bunu bize borçlular. Hepsi ayrı alemde, hepsi dağılmış. Onlar için bir şey yapmak istiyorsanız kardeş olmanın ne olduğunu öğretin. Annesi babası becerememiş siz yapın!”

Arkasını dönmeden önce Hazar’a baktı. Saçlarını savuracak kadar sert bir hızla dönerek evin kapısına yürüdü. Hazar da hızlı adımlarla inerek peşinden.

“Ablanızı dinleyin,” diyordu çıkarken. “Bekle İlbilge.”

Bahçenin ortasına geldiğinde durdu. “Hazar bir de seni dinleyemem. Benim de yorulan bir ruhum var.”

Ona yarım metre kala durdu Hazar. Ellerini erkeksi bir edayla beline attı. Öyle sevimli bakıyordu ki… Yorulursan yaslan,” dedi kendi omuzunu işaret ederken.

Gözlerini kırpıştırırken istemsizce gülümsedi. Sinirleri boşalma yaşıyordu belki de. “Hakkımı daha yorgun bir güne saklamak istiyorum.”

“Tamam o zaman. İşe gidelim biz.”

“Gidelim.” Arabaya geçince Hazar da yanına oturdu. “Ben de seninle geleyim, iki arabaya ne gerek var.”

“Akşam işim var seni getiremem.”

“Ne işi?”

“Randevu.”

“Kiminle.”

“Sevgilimle.” Göz devirdi İlbilge.

“Ben buradayım ya. Akşam bana mı söz vermiştin.”

“Sus Hazar.”

“Sustum.”

“Kızlarla buluşacağım.”

“İyi, ben de bizimkilerin yanına giderim.”

“Eve geç otur beni bekle.”

“Of…” dedi Hazar. “Sen olmayınca ev sarmıyor.”

Bakışıp gülüştüler ve az da olsa yüzü gülen kadına yol boyunca kaçamak bakışlar attı. Çaresizliğin acısı, acının çaresizliğini aynı anda yaşıyordu İlbilge. Yanılıyordu, yanlış yapma lüksü vardı ve her daim kollarına sığınacak biri vardı.

 

Loading...
0%