Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@payelll

 

 

Sen bana, gerçekten sevilmeye değer bir kadının sevgisini kazanabilmek için daha başka erdemlere sahip olmam gerektiğini öğrettin.

Jane Austen – Aşk ve Gurur

 

İlay içindeki meslek aşkıyla kıyafet seçimlerini birleştirince ortaya çıkan güzelliğiyle İstanbul Emniyetine adım attı. Zümrüt yeşili etekli takım elbisesini seçmişti. Elinde tuttuğu çantasını sıkıca kavradı. İlk ciddi işinin kendi işleriyle ilgili olacağını hiç hayal etmemişti. Kaçıncı gelişini olduğunu düşünüyordu koridorları adımlayıp polislerin arasından geçerken. Güzelliği ve kendine olan özgüveni bakanı dönüp bir daha baktırıyordu. Üç dedi içinden, bazıları onu tanıyordu artık. Ezbere bildiği odaya ilerliyordu ki o odada bulamadı aradığı adamı. Doğru ya dedi içinden, hep gece vakti geldim, muhtemelen Kaan’ın nöbetine denk gelen gecelerdi. Bir memur eşliğinde Kaan’ın odasının önüne geldi. İlay kapıyı parmağının tersiyle tıklattı. Gir sesiyle araladığı kapıdan geçti.

“Merhaba Başkomiserim.”

Masasına yaklaşan kadına bakarken ayağa kalktı Kaan. Yine farklı bir İlay Payidar görüyordu. “İlay Hanım, oturun lütfen.”

“Teşekkür ederim. Oturmayacağım, adliyeye geçeceğim. Defne ile İkra için uğradım.”

“Kamera kayıtlarını inceleyeceğiz, ben de bekliyorum. Biraz otur istersen.”

“Tamam, biraz vaktim var sanıyorum. Daha sonra uğrayacağım yine, bugün verilmesi gereken suç duyurularımız var. Müdürlerimizle ilgili. Kamera kayıtları silinmemiş o hâlde?”

“Evdekiler silinmiş, sadece site içindekiler var elimizde ama İkra Hanım’ın evinin kamera kayıtları elimizde. Çocuklar hazırlıyordu. Defne Hanım’ın kayıt süresi üç gün ama İkra Hanım’ın bir ay.”

“Bu tarihler tam olarak amcamın hastaneye kaldırıldığı güne denk geliyor sanırım.”

“Tam olarak evet, biri hepiniz hastaneyken evlere girmiş.”

“Ne aramış olabilirler sizce?”

“Tam olarak bilmem pek mümkün değil ama çok önemli bir şey o net. Evde kasa aranmış veya ona benzer bir şey. Gizli çekmece, evde saklanan özel bir belge, kayıt. Bağlantılı oldukları örgütün işi bu. Ama ne Timuçin ne Cemal ağzını bile açmıyor. Biz yaptık diyorlar, malları paraya çevirip yedik diye ekliyorlar. Hep aynı cümleler.”

İlay bakışlarını ortadaki sehpaya çevirdi. Düşünüyordu, kasadan haberi vardı ama henüz açılmamıştı. Ablasının neden ısrarla saklanması gerektiğini anlamaya çalışıyor ama başarılı olamıyordu. “Bir yolu bir açık olmalı. Dosyaların kopyalarını almak istiyorum.”

“İstiyorsun!” derken tek kaşı havaya kalktı. “Alabilir miyim değil.”

“Farklı kapıya mı çıkıyor Komiserim?”

“Konu Payidarlar olunca evet, kumandanın sizde olmasını seviyorsunuz. Ablan bunun açık örneği.”

“Ablamın askerleriyiz. Mümkün mü?”

“Avukat ordunuz her şeyden haberdar.”

“Başkomiserim,” dedi İlay sevimli bir şekilde gülümserken. “Sizde her zaman daha fazlası vardır.”

“Tatlı dilini mi kullanacaksın, yanlış adama koz verdin?”

“İşe yaradığını da siz söylemiştiniz.”

İşe yarayabilirdi, bu kadının gülüşü her şeyi yaptırabilir, tatlı diliyle bir kuşu öttürebilirdi ama her zaman değildi. Cidden öyle miydi? “Dosyaları veremem ama incelemene izin verebilirim ve sadece sen! Aramızda!”

İlay daha geniş gülümsedi. Sağ elini havaya kaldırdı. “Payidar sözü!”

“Bizim bulamadığımız neyi bulmayı planlıyorsun?”

“Akıl akıldan her zaman üstündür Başkomiserim, bir elin nesi varsa iki elin sesi vardır diyebiliriz. Emin değilim ama neden olmasın?”

“Haklısın.”

Telefona cevap vermek için çekti bakışlarını. Karşıdaki ses iki kısa cümle kurmuştu, telefonu kapatıp ayağa kalktı. “Görüntüler hazırmış, bakalım.”

Birlikte koridora çıktıklarında Kaan yanındaki güzel kadına yolu gösterdi. İlay nazikçe kabul ederken gülümsedi. Mesai arkadaşları arkalarından bakarken fısıltılara çoktan başlamıştı, gülüşmeleri görüyordu Kaan.

Monitör başında oturan memurun arkasında durup izlemeye başladılar. İlk görüntü açıldı, görüntüler geceye aitti. “Sitenin yedi kapısı var Başkomiserim, ikisi kullanım dışı, üç tanesi kartlı geçiş sistemiyle çalışıyor fakat bir tanesinin yanında yine kartla açılan geçiş kapısı var. Yana yana duruyorlar, bakın burası.” Bir iki ileri sarma yaptı. “İçeri kartla giriyor, gece üç otuzu gösteriyor. İstikameti ev, ama duvar diplerinden geçiyor. Fiziki yapısı erkeğe benziyor, görüyorsunuz. Biraz yürüyor çünkü ev o kapıya uzak mesafede.” Yedi dakika ileriye sardı bandı. “Evin giriş kapısı kilitli değil, oradan giriyor. Evin etrafını turluyor arka bahçeden içeri giriyor. Bu evin görüntüsü bu kadar.”

“Tamam diğerine geç.”

“Hemen Başkomiserim,” diyen memur ikra’nın evinin kaydını açıyor.

“Aynı kişi,” dedi İlay.

“Evet, saatler ve gün oradan çıkıp oraya gittiğini gösteriyor,” dedi memur. “Duvardan atlıyor, duvarın arkasına bir şey yaslamış olmalı. Bu ev alarmlı, önce alarmı devre dışı bırakıyor.”

“Onu nasıl yaptı?” dedi Kaan. “Şifreyi bilir gibi girdi.”

“Bilemiyorum Başkomiserim,” dedi memur, “Çok net değil.” Sonrasından İkra’nın evinin altını üstüne geçirilişlerini izlediler. Bir hırsız gibi didikliyordu ama hiçbir şey çalmıyordu.

“Ne arıyor?” dedi İlay ama soruyu kendine soruyordu. “Ne kadar ciddi bir arayış, ne aradığını bilir gibi.”

“Evet, ne aradığını biliyor, incelemiyor ve aradığı her neyse ona benzemeyen hiçbir şey dikkatinde değil.”

Eli boş evden çıkıp geldiği yönde kaybolan kar maskeli adamın duvardan atladığı son görüntüyle bitit kayıtlar. Doğrulup birbirlerine baktı Kaan ile İlay.

“Kartı var!” dedi İlay.

“Şifreyi biliyor,” dedi Kaan. “Bu aile sizin olduğuna göre mutlaka sen de tanıyorsun bu adamı?”

“Veya bu adamı tutanı.” İlay saatine baktı. “Gitmem gerekiyor, işimi bitirip döneceğim. Bu konuşmaları şimdilik kimseye söylemeyeceğim. Madem aileden biri veya çok yakın biri haber anında uçabilir.”

“Bunu benim söylemem gerekiyordu,” dedi Kaan hafifçe gülümseyerek.

Keşke bilseydi Kaan, hayatları ince eleyip sık dokumaktan geçtiğini ve her bilginin gizli bir silah olduğunu o kadar iyi biliyor olmasının çok başka nedenleri olduğunu. Hisleri yüzünden okunuyor olsa gerekti ki Kaan kaşlarını çatmıştı biraz. “İlay…”

“Efendim,” dedi yerinde kıpırdarken. “Şey… Mesleğimi seviyorum da… Gitmeliyim, akşam olmadan döneceğim.”

“Tabii gel seni geçireyim.” Birlikte odadan çıktılar, kat ayrımına kadar geçirdi İlay’ı. Kadının arkasından baktı birkaç saniye. “Bu kadınların bir derdi var ama neyse…”

 

                                                                    ***

 

Kahve markasının açılışı için son kontrollerin raporunu okuyordu İlbilge. Bir hafta sonra beş ayrı şehir merkezinde açılışlar gerçekleşecekti. “Davetiyeler hazır mı?”

Pınar, “Evet efendim, yerlerine ulaşmaya başladı. Sağlık bakanlığı raporlarımız elinizde, Bakan Hanım açılışa katılacağını bildirdi bu arada. Belediye başkaları da gelecek, üst düzey yöneticilere de ulaşmaya devam ediyor davetiye.”

“Güzel…”

“Ses getiriyorsunuz,” dedi Pınar. “Kahve sektörü canlanıyor, bizden sonra Türk kahve markaları atağa geçecek.”

“Onlar bizim arkamızdan gelsin, önce biz olacağız. Kek ve diğer yiyecekler ne durumda?”

“İmalathane bir haftadır tarifler üzerinde test ürünleri deniyor. Tamamlandı sayılır.”

“Gizlilik anlaşmaları yapıldı mı?”

“Şu an için tek imalathanede otuz kişi çalışıyor, onun da bakanlık onayı alındı. Tüm çalışanlarla sert bir anlaşma imzalandı.”

“Başka imalathane olmayacak, sadece bir tane. Ama zamanla sayı artabilir, işten ayrılmak isteyenlere ayrı bir belge hazırlasınlar. Tarifler sızarsa ömürleri boyunca tazminat öderler.”

“Peki efendim.”

“İmalathaneye bildir, bir ürün en çok iki gün muhafaza edilecek şekilde yapılacak. Sınırlı üretilecek, ulaşım devir şeklinde ürünler tazeliğini kaybetmeden dağılacak. Katkı maddesi olmayacak. Özel kutlularda taşınacak, bu en önemlileri.”

Notlarını temize alan Pınar, “Tamam,” dedi. “Başka bir şey var mı?”

“Hazar nerede?” Sabah erken çıktığından onu görememişti. Neden kaçtığını tahmin ettikçe gülmek istiyordu.

“Odasında olmalı, öğrenir bilgi veririm.”

“Tamam, başka bir şey yok.” Pınar tam çıkacakken, “Ya da dur ben bakarım.” Pınar çıkarken çalan telefonunu aldı. “Efendim İlay?” odasının kapısını çekip Hazar’ın odasına yürüdü.

“Abla, kayıtları izledim. Bir erkek, iki eve de aynı kişi girmiş.”

“Şaşırmadım.”

“Şaşıracağın bir şey diyeceğim o hâlde.”

“Ne?” derken Hazar’ın kapısını açıp girdi. Masasının başında çalışan adamın yanına yürüdü.

“İkra’nın evine şifreyle giriyor, Defne’nin sitesinin ana kapısını kartla açtı.”

Duydukların ağırlığıyla masanın ucuna oturdu. Hazar ona bakıp, ‘Ne’ işareti yapmıştı. “O zaman…” dedi İlbilge.

“Ya aileden biri ya da kart ve şifreyi daha önceden bir şekilde temin edecek kadar yakın.”

“Cemal ile Timuçin birine söylemiş de olabilir derdim ama kasayı bulamadığına göre onlar değil.”

“Değil. Akşam tekrar Kaan’ın yanına gideceğim. Dosyaları bana vermedi ama incelememe izin verdi. Benden bilgi istiyor, aileden biri olmadığına dair.”

“Dikkatli ol.”

“Merak etme. Kapatıyorum.”

“Kimdi o?”

“İlay, eve girenler aynı kişiymiş. Elinde güvenlik giriş kartıyla alarm şifresi olan biriyle karşı karşıyayız.”

“Defne’nin evine alarm yok, o gün Kaan sordu. Varmış ama aktif edilmemiş o hafta. Eşinin unutmuş olacağını söylemişti.”

“İkran’nın evinin şifresini biliyor, Defne’nin de giriş kartına sahip. O her kimse bize yakın biri. Kasayı o evden çıkarmamız gerekiyor.”

“Kasa yere gömülmüş, onu çıkaramayız.”

“Sanırım biraz beklememiz gerekiyor. Ortalık çok karışık, birkaç gün daha geçsin.”

“Evet,” derken önüne döndü Hazar.

“Sabah seni göremedim, acil işin mi vardı?”

“Çocuklarla kahvaltıya gittim.”

“Çocuklar?”

Hazar ona çevirdi koltuğunu. “Giray ve Barlas’la.”

“İyi,” derken kalktı. “Şimdi de beni yemeğe götür. Canım makarna istiyor.”

“Hadi gidelim. Canının bir şey istemesi nadir bir durum, es geçmeyelim.”

“Odamdan çantamı alıp geliyorum.” Hazar’ın kapısını çekerken Sinan’ı gördü. “Sinan!” diye seslendi. Sinan ona dönerken gülümsedi. “Efendim.”

Yanına yaklaşana kadar bir şey demedi ama yakınına kadar sokuldu. “İlay aradı, eve giren bir kişiymiş ve erkekmiş. Kamera görüntülerini izlemiş. Kimliği hâlâ belirsiz.”

Sakalsız çenesini ovaladı Sinan. “Ne oluyor bir anlasam, kasa işini ne yapacağız?”

“Birkaç gün bekleyecek o. Defne’ye kimseye söylememesini söylemiş miydin?”

“Evet, bu konuda bana açıklama yapmak istemiyorsun sanırım.”

“Yapacağım ama şimdi değil. Hazar’la yemeğe gidiyoruz, gelmek ister misin?”

“Hayır, odamda olacağım. Size afiyet olsun.”

İlbilge elini Sinan’ın koluna yaslandı. “Merak etme kötü bir niyetim yok. Biraz sabır.”

Sinan başını sallarken ileride onları izleyen Selen’le göz göze geldi. “Git, Selen bize bakıyor.”

“Gittim.” Elini çekip odasına yürüdü. Kapısını kapatmış, masasına dolanmıştı, eşyalarını topluyordu ki kapı açıldı. Bakışları kapıya çevrildiğinde Selen içeri girmişti çoktan.

“Çıkıyorum Selen, daha sonra gelirsin.”

“Hayır, konuşmak istiyorum.”

“Çıkıyorum dedim.” En son telefonunu atıp ağzını kapattığı çantasını eline aldı. Selen’e ilk kez baktı. Yüzündeki öfkeli ifadeyi ilk kez görüyordu. “Ne istiyorsun?”

“Bunu ben soruyorum, sen ne istiyorsun?”

“Seni anlamıyorum.”

“Sinan benim nişanlım, birkaç ay sonra kocam olacak.”

“Ne kadar güzel hayallerin var, sana onlarla mutluluklar dilerim. Başka?”

“Hayal değil, bırak peşini.”

“Sinan benim çocukluk arkadaşım, onun peşinde değilim. Biz aynı ailenin üyeleriyiz yani sen yokken ben vardım.”

“O seni sevmiyor.”

“Ben de seviyor demedim. Küçücük beyninle on sene önceki şeyleri karıştırmaya kalkma seni pişman ederim Selen.” Biraz öfkelenmeye başlıyordu. Bu konuşma hiç iyi bir yere gitmeyecekti.

“Beni aşağılayıp durmayı kes!” derken sesi yükseldi. “Senin buranın CEO’su olman bu hakkı vermiyor. Ben bir Yıldırım olacağım.”

Güldü. Tutamadığı gülüşüyle kahkaha attı. Adımlarını Selen’in önüne kadar atıp durdu. “Buna asla izin vermeyeceğim. Sinan’ı rahat bırak. Biraz onurun olsun, o seni sevmiyor.”

“Sen gelinceye kadar durum farklıydı sadece kafası karışık. Bu senin iznine ihtiyaç duyacağımız bir durum değil. Haddini bil.”

Kadının gözleri öfkeden parlıyordu ama ses tonu o kadar usuldü ki İlbilge bağırıp çağırsa suçlu çıkacak gibiydi. “Bana haddimi sen mi bildireceksin? Kimsin sen?”

“Hazar’ı avucuna aldın, hisselerin üçte biri elinde, Sinan’ı istiyorsun ki kalan hisselerde senin emirinde olsun. Bir Hazar’dasın bir Sinan. Ne güzel oynuyorsun İlbilgecik.”

Dişlerini birbiri üzerinde gezdirirken sırıtıyordu. “Sana ne? Ben bu imparatorluğun kraliçesiyim, canım ne isterse onu yaparım.”

Selen sinsice sırıttı. İlbilge’ye bir adım daha yaklaştı. “Biliyor musun, şaşırmamam gerekiyor. Tıpkı annene benziyorsun. Ekrem olmazsa Mustafa demiyor muydu annen?”

Şimşekler çaktı, gök delindi belki. Belki yer ayaklarının altında çatırdıyordu. Kaynar kazanların fokurtusunu duyuyordu, başından deviriyordu selen. Bakışlar silah olsaydı Selen onlarca kurşun yemiş olurdu. İnsan bakarken öldürebilseydi Selen asite düşmüş gibi erirdi ve erirken cızırtı çıkarırdı. Nefesi hızlandı. Selen’in son bir gülüşle odadan çıkışını izlerken elindeki çantayı fırlattı. Kapanan kapıyı açıp çıktı.

“Orada kal!” dedi çığlık gibi çıkan sesiyle. Tüm başlar onlara döndü. Bir adım daha atan Selen, “Bir daha söyle!” diye bağırdı.

İlbilge’nin çatırdayan sesiyle gözlerini yumdu Selen. Sesteki kurşunları dönerek karşıladı. İlk kez ürkütücü duruyordu. Hazar ile Sinan odalarından çıkmıştı.

“Kimse yaklaşmasın!” diye tekrar bağırdıktan sonra ikisi de adım atamadı. Selen’e döndü. “Bir daha söyle derken adım adım yaklaşıyordu. “Söyle!” dedi katı saran sesiyle.

Ya cesur olacaktı ya da sinerek önünde diz çökecekti Selen. Saçını geriye savurdu. “Yalansa yalan desinler. İkisini de parmağında oynatıyorsun. Annen gibisin İlbilge!”

Hazar alt dudağını ısırdı. İlbilge’nin içine saplanan okun diğer ucu ona saplanmıştı. Adım attı ama geç kaldı.

İlbilge Selen’in saçlarını dibinden yakalayıp olanca gücüyle ki fazla bir güç yüklemesi yapılmış gibiydi. Selen’i koridorun boşluğuna savurdu. Topuklu ayakkabıları dengesini tamamen kaybetmesine neden olan Selen savrularak sert zeminde sürüklenerek durdu.

Çalışan asistanları, sekreterler Sinan ve Hazar gözleri dehşete şahit olmuş gibi nefeslerini tutmuştu. Hazar en sonunda ayaklarını kımıldattı. Selen’in yanından koşar adım geçti.

“Güvenliği çağırın! Bu kadının holdingle tüm bağlarını kesin!” diye bağırdı İlbilge. “Neyse tazminatı eline verin yollayın. Bir daha Başarı Holding’in küçük harfle yazılı tabelasının altından bile geçmeyecek!”

Hazar onu odaya çekerken Sinan başını sağa sola salladı. Selen’i kaldırmak için eğildi. Kolunu ovuşturan Selen rezil olduğuna mı yansa neye yansa bilemediğinden ağlamaya başladı. Bu gerçek gözyaşlarıydı. Babasının onu düşürdüğü durumdu, o ne Sinan’ı istiyordu ne de evlenmek. Hak ettiğini bilse de gururu da canı da fena darbe almıştı. Sinan’ın uzattığı ele nefretle baktı. Kendisi inleyerek kalkıp odasına girdi ve kapıyı sertçe kapattı. O kapısını çarparken asansörden iki erkek güvenlik iniyordu. “Ben halledeceğim!” dedi Sinan. “Size gerek kalmadı teşekkürler.”

İlbilge odasına girince dişlerinin arasından adeta tıslıyordu. “Ne dedi duydun mu?”

“Yalvarırım bağırma!” İlbilge’yi belinden kavrayıp bir elini ağzına kapattı. “İlbilge, şimdi değil.”

Üzerinde barınan güçle Hazar’ı itip kurtuldu. “Anneme dedi, benim anneme Hazar!”

“Sus!” İşret parmağı kendi dudağına dokunuyordu. “Sessiz ol.”

“Nasıl susayım Hazar? Öldürsünler beni, bitsin bu acı!” Ne birinin duyacakları umurundaydı ne ortaya çıkacak gerçekler. “Yapmadı benim annem yapmadı.”

Hazar yalvarır bir tonda, çaresiz yüzüyle yaklaşıp tekrar yakaladı İlbilge’yi. “Yapmadı sevgilim, yemin ederim ki yapmadı. Kendine gel.” Onu bırakıp iki eliyle İlbilge’nin yüzünü elleri arasına aldı. “Yapmadı!”

İlbilge’nin gözleri doldu. Hazar’ın çaresiz görünüşüyle bedeni gevşemeye başladı. “Vallahi yapmadı Hazar,” dedi yaşlar iki yanından akarken. “Benim annem yapmaz!”

Hazar başını iki yana salladı. “Yapmaz. Senin annen bir melekti. Mümkün değil, olur mu öyle şey?”

İlbilge’nin başını göğsüne yasladı. “Sakinleş, seni buradan çıkaracağım.”

“Hazar,” dedi başını kaldırıp. “Selen her şeyi biliyor.”

 

Loading...
0%