@payelll
|
Bütün mutluluklar birbirine benzer; Her mutsuzluğunsa kendine özgü bir hikâyesi vardır. Tolstoy/Anna Karanina
İç hatlarda kollarını kavuşturmuş, omuzunu kolona vermiş parlak zeminin göz alıcılığından kaldırdığı bakışlarını etrafına çevirdi. Uçak on beş dakika önce inmişti, kızları geçen ay görmüş olsa da özlüyordu. Abi olmak zor işti vesselam. Kanından olmasa da abiydi sonuçta. Sevmenin genlerle bir bağı olmamalıydı. Sahi genlerini taşıdığın bir kardeş nasıl seviliyordu? Nereden bilecekti, kardeşi olmamıştı. Omzunu duvardan alıp ellerini cebine bıraktı. Sağa sola dönüp durmaya başladı. Aklında olacakların sonunun nereye varacağının hesabını yapıyordu. Kocaman bir kaosun içine gireceklerdi ve o, bunu istemiyordu. Düşüncelerini bıçak gibi sıyıran sesi işitti. Gülümseyerek sesin geldiği yöne dönerken ellerini cebinden çıkarıp kollarını açtı. “Abi,” diyordu İlay. En küçük olan İlay ona çok düşkündü. “Abim,” diyerek kızı sarıp sarmalarken iki numara olan Aybüke, üç numara olan Altınay gülümseyerek yaklaşmıştı. “N’aber abilerin en yakışıklısı?” dedi Aybüke. “İyilik kız kardeşlerin güzeli.” “Biz?” dedi Altınay, ona sarılırken. Küçük bir kahkahayla ona da sarıldı. “Hepiniz muhteşemsiniz.” Başını kaldırıp etrafına bakındı. “Efsaneniz nerede?” Kızların kaşları tatlı bir ritimle havalanırken gülümsediler. “Ablam telefondaydı, teyzemi arıyordu,” dedi Aybüke. Arkasına dönerken ablası telefonunu çantasına bırakıyordu. Sarı gölgelerin dokunduğu kumral saçları etrafına ışık saçıyor, bastığı yeri hükümdar misali adımlıyordu. Yaklaşırken gülümsedi. Elini yumruk yapmıştı. Genç adamın omuzuna hafif sevecenlikle vurdu. “Hoş geldin yok mu Hazar Bey?” Gülümseyerek başını salladı Hazar. “Hoş geldin İlbilge.” “Evet, nereye gidiyoruz önce?” dedi Altınay. “Eve!” dedi İlbilge. Ev dediği yer Selim amcasının eviydi. Bir daha kendi evlerine girmediler. Ev on senedir kapalıydı, bakımıyla yine amcası ilgileniyordu. Selim Bey’in evinde kızların odaları vardı. Her yıl geldiklerinde orada kalırlardı. Kendilerine ev açmak istedilerse de Selim Bey buna izin vermemişti. “Mustafa amca ve Zehra yenge sizin için yemek organize etti. Tüm ailelerimiz olarak birlikte akşam yemeği yiyeceğiz.” “Tüm aile…” dedi başını sallarken İlbilge. “Yiyelim bakalım ama önce konuşacağız.” “Babam da senin kadar heyecanlı,” dedi Hazar, memnuniyetsiz sesiyle. “Sen değil gibisin Hazar?” dedi İlbilge. Hazar arkasını döndü. “Valizleri alalım, evde konuşuruz.” İlbilge ardından kaşlarını çatarak baktı, yıllarca intikam ateşiyle yanıp kavrulmuştu. Kimsenin önüne ayak bağı olmasına izin vermeyecekti. Hazar bu işe gönüllü değildi ama ona yardım edeceğine de emindi. Yıldırımların villasının önünden geçerken yüksek duvarlara bakıyordu, ortada kendi evleri vardı ama onu es geçerek üçüncü evin bahçesine girdi araç. Yetmişine az kalan Selim Bey elleri arkasında bahçede dolanırken arabayı görünce gülümseyerek yaklaştı. Kızlar arabadan birer birer inerek amcalarının kollarına atıldılar. Selim Bey kahkahalar eşliğinde hepsini bağrına bastı. Allah ona bir kız vermemişti ama bu dört kadın onun evlâdı gibi olmuştu. Artık yoksunluk çekmiyordu. Hazar babasının kızlara olan düşkünlüğünü hep sevmişti çünkü kendisi de onun kadar düşkündü. Onlara bakarken en ufak kıskançlık hissetmiyordu. Hiç hissetmemişti. Kendi evleri gibi benliklerine yerleşen evin içine girip odalarına çıktılar. On beş dakika sonra hepsi çalışma odasında toplanmıştı. Kızlar koltuklara yerleşirken Selim Bey masasının koltuğundaydı. İlbilge on sene önce o gece oturduğu koltukta bugün daha güçlü oturuyordu. Hazar ceketini ve kravatını çıkarmış, gömlek kollarını dirseğine kıvırmıştı. Bedenini cam duvara yaslamış, kollarını birleştirmişti. İlbilge ona kısa bir an bakmıştı. Akşam güneşi arkasından vuruyordu. Saçlarını karmakarışık yapmıştı. Hazar ne zaman sıkılsa saçlarını dağıtırdı. Kahverengi gözleri ortamdan kaçmak istercesine dolanıyordu odada. Olayın dışında kalmak istemiyordu Hazar, onların bundan vazgeçmesini istiyordu ama İlbilge tam tersini düşünüyordu. “Evet,” derken amcasına döndü. “Kuzenlerim neler yapıyor?” “Hepsinin durumu içler acısı,” dedi Selim Bey. “Çözeceğiz.” “Bu daha çok onlara ödül gibi olacak,” dedi Aybike. “Sonuçta temizlik yapacaklar.” “Düzeni bozulan insanlar bunu çözemez,” dedi İlay. “Bazen bozuk bir düzen huzur verebilir.” “Yalanlarla yaşayan yalancı huzurlular,” diye burun kıvırdı Altınay. Kardeşlerine tek tek bakış attı İlbilge. İlay fazla dürüsttü. Aybüke mantıkçıydı, her şeyin önce kara köküne inerdi. Altınay kolay kolay memnun olmazdı, ama ablasına ve kardeşlerine karşı kullanmazdı bu durumunu. Dört kız kardeş birbirlerine çok sıkı bağlıydı. Bunda İlbilge’nin payı büyüktü. Teyzeleri Sezen’in hakkı yenmezdi ama üç kardeşine de pek çok şeyi o öğretmişti. Özellikle olanı korumak adına çaba sarf etmişti. Annesi ve babası yaşarken nasılsa aile düzenleri İlbilge onu korumuştu. Selim Bey, kızlar susunca devam etti. “Defne’nin eşi pis işlere bulaştı. Arkasında Mustafa gibi biri olunca affetmedi diyebiliriz. Akabinde kıza kötü davranıyor, bunu araştırma gereği görmedim çünkü Defne mutsuz. Kızı bu durumdan etkilenmesin diye Defne çaba sarf ediyor.” “Anlamıyorum amca,” dedi İlay. “O zaman neden hâlâ evli?” “Çünkü kocasını çok seviyor,” dedi Hazar. Başlar ona dönünce omuzunu silkti. “Siz görüşmüyor olabilirsiniz ama biz dostuz.” “Bu nasıl aşk?” dedi İlbilge. “Birine onu neden seviyorsun diye soramazsın!” dedi Hazar. Oğlunun ses tonu ve yüzünün değişen hâliyle sözü devraldı Selim Bey. “Asıl durum,” diyerek kızların ilgisini üzerine topladı. “Timuçin Defneyi aldatıyor, ama Defne bunu bilmiyor.” “Biliyor olabilir,” dedi Altınay. “Yani kadınlar anlar, değil mi?” İlbilge, Hazar’a döndü. “Biliyor mu?” Hazar başını iki yana salladı. “Bilse bana söylerdi.” “Sonra,” dedi Selim Bey. “İkra’nın eşi Cemal de Timuçin’in aynısı. Zaten ortak oldular, tüm pis işleri birlikte yapıyorlar ama Cemal İkra’ya fazla iyi davranıyor. İkra’nın ayakları buluttan inmiyor.” “Vay vay vay…” dedi İlbilge. “Bu nasıl aile?” Yıllar içerisinde her gelmelerinde bir kez uğrayıp hâl hatır sormaktan öteye geçmemişti kızlar. Ayrıntı istemiyor, nasıl olduklarıyla ilgilenmiyorlardı. Sinan da buna dahildi. O gece Sinan ile İlbilge arasına örülen duvar hiç kalkmamıştı. Sinan bunu yıkmak istediyse de başaramamıştı. En sonunda da pes etmişti. İstanbul’a geldikleri dönemlerde bir ya da iki kez ancak görürlerdi birbirlerini. Aranın açılmasına kimse anlam verememişti ama ailelerini kaybettikleri için kızların psikolojilerinin bozulmasına yormuşlardı. Artık kesin dönüşle bu durumun değişmesini en çok Zehra ve Mustafa istiyordu. “Dahası var,” dedi Hazar. Yaslandığı yerden doğrulup İlay’ın yanına oturdu. “En küçükleri Melek, evden taşındı, terk etti demek daha doğru olur. Sabahlara kadar eğlence merkezlerinde, akşama kadar uyuyor, gece yine aynı şeyi yaşıyor. Etrafı pislik dolu ama kimseyi dinlemiyor.” “Abisi?” dedi İlbilge. “Sinan’ı da dinlemiyor. Evin asi çocuğu Melek,” dedi Hazar. “Sinan’ın nişanlısı nasıl biri?” dedi İlbilge. “Hanımefendi birine benziyor,” dedi Selim Bey. “Para için yapılan bir nişan diyor magazinciler ama Selen’in de babası fakir biri değil.” “Sinan seviyor mu nişanlısını?” diye sordu İlbilge. “Öyle görünüyor,” dedi Selim Bey. İlbilge’nin kaşları havaya kalktı. “Demek seviyor.” “Evet, ne olmuş?” dedi Hazar. “Gözden düşürürüz diyorum Hazar sorun mu var? Senin neyin var? Her sözüme bir kulp takıyorsun.” Sinan başını yana çevirip sessiz kalmayı seçerken İlbilge ondan cevap bekledi ama alamadı. “Başka?” dedi amcasına dönerken. “Bana Mustafa lazım asıl, ailesine yardım ederken onu bitireceğim. Ve evet bu yapacaklarımız yardım gibi olacak.” “Mustafa ortağımız, işinde bir falso yok. Aramız Ekrem’den sonra açıldı denebilir. Elli yıl önceki dostluğumuz kalmadı. Yine de dünya üzerinde en güvendiği adam benim. O sonraki işimiz. İlk işimiz herkes görevine dağılacak. Ailenin içine on sene önceki gibi girmeniz gerekiyor. Sonrasına bakacağız,” dedi Selim Bey. “Pekâlâ,” diyerek ayağa kalktı İlbilge. Kardeşlerine döndü. “Altınay, İkra senin.” Kardeşi başını eğerek kabul etti. “Aybüke, Defne senin.” “Aldım kabul ettim,” dedi Aybüke. “İlay, Melek de sende.” “Ne yapacağım ben onunla? Dans partilerine mi katılacağım?” “Evet ama dikkat et, lütfen. Gece hayatı tehlikeli olabilir. Alışık değiliz.” İlay gözlerini tavana kaldırıp düşünerek başını sağa sola salladı. “Neyse… Tamam.” Usulca ayağa kalkan Hazar, İlbilge’nin karşısında durdu. “Ben?” “Sen benimlesin, sağ kolum sol gözüm olmaz mısın?” “Sen?” dedi Hazar ona cevap vermeden. “Senin görevin nedir?” Saçlarını geriye attı, başını havaya kaldırıp gözlerine şeytani bir gülüş yerleştirdi. “Önce Sinan’a bir bakalım, neler var neler yok.” Hazar’ın yüzünden eğreti bir gülüş gelip geçti. “Eski aşkın depreşirse alacağın intikamın kucağına düşersin!” Gözlerini devirip sıkıntılı bir nefes verdi İlbilge. Ona cevap vermek yerine arkasını döndü. “Amcacım biz hazırlanalım da geç kalmayalım.” Hazar’ın bakışlarını üzerinde hissederek yanından geçip giderken konuştu. “Hadi kızlar.” Kızların tamamı odadan çıkıp kapıyı çektiklerine babasının masasına yaklaştı. “Anlamıyorsunuz değil mi? İntikam dediğiniz şey hepimizi birbirimize düşürecek. Sen o kızların amcasısın! Ne suçları var onların? Tıpkı bu dört kadın gibi onlarda masum. Bunu neden anlatamıyorum size, senin benim yanımda olman gerekiyordu.” “Ece’nin de bir günahı yoktu. Kaldı ki kızlar bundan en az etkilenecekler arasında. Onlara hiçbir şey olmayacak, dahası huzur bile bulabilirler. Evlâtlar babalarının günahlarını öder. Bu düzen asla değişmedi.” Sesi bir tık yükseldi. “Ben neyin günahını ödüyorum baba?” “Senin benimle bir ilgin yok oğlum. Sen kalbinin diyetini ödüyorsun.” Geriye çekilip ellerini saçlarına daldırdı. Salonun ortasında bir tur döndü, babasının onun bu çaresiz hâline şahit olması umurunda bile değildi. Elini açarak babasına döndü. “Ona kapılıp gidecek! On sene önce yanan ateş tekrar harlanacak. Söndü mü emin bile değiliz. Ailesinin katilinin oğluna âşık olacak. Sinan nişanlandı da onu unuttu mu sanıyorsun? Dün geleceğini öğrendiğinde gözleri parladı. Kurduğunuz bu tuzağın içinde biz yanacağız. Ben yanacağım! Bir adım öteye gidemiyorum. Ne ileri ne geri.” Babasının gözlerine öylesine kederli bakıyordu ki Selim Bey gözlerini kapatıp başını çevirdi. “Üzgünüm. Ben onun kalbi değilim. Eğer ona kapılmasını istemiyorsan bir şeyler yapmalısın. Ona abi gibi yaklaşmadın belki ama o seni erkek kardeşi gibi gördü. Bunu değiştirmek senin elinde, eğer seni sevmesi gibi bir şansın olursa mükafatın olur.” Omuzları düşen Hazar, hızlı adımlarla odayı terk ederken babasını derin bir kederin içinde bıraktığından habersizdi. Durum tam da otuz sene önceye dönüyordu. Ona engel olamamıştı ki buna olsun. Ama bu kez ipin ucundaki kalp oğluna aitti.
***
Odalarından hazırlanmış hâlde çıkıp aşağıya inmişlerdi. Üç kız kardeş ablalarını beklerken yanlarında başkası yoktu. İlay kendini tutamadı. “Hazar abinin ablama karşı boş olmadığını düşünenler?” Elini ayasını ortaya açıp ablalarına baktı. Altınay ve Aybüke sırayla kızın elinin içine vurdu. “Bir ama diyordum ama emin oldum,” dedi Aybüke. “Aklıma gelmezdi ama sanırım sizin gibi düşünüyorum,” dedi Altınay. Elini geri çekti İlay. “Ablam farkında değil, olacağını da sanmıyorum. Sesimizi çıkarmayalım, hislerini anlayacak kadar zeki olduğunu düşünüyorum.” “Sanmıyorum,” dedi Aybüke. “Konduramayacak hatta belki aklına bile gelmeyecek. Konu kalp olunca insanların zekâsı pek işe yaramıyor.” “Dedi psikoloğumuz,” dedi Altınay. “Göreceğiz. Konuyu kapatalım, ortalık karışacak zaten, iyice dağılmayalım.” “Geliyor susun,” dedi İlay. Süsüne süs katıp güzelliğini sonuna kadar kullanan İlbilge son basamağı da aşarak kardeşlerinin yanına geldi. Kan kırmızı elbisesi zarafetle duruyordu üzerinde. Makyajı dozunda, saçları büyük dalgalarla omuzlarını çevreliyordu. “Amcamla Hazar nerede?” Amcam bahçede Hazar abi inmedi, geliyor sanırım.” Ayak seslerine döndüler, Hazar siyah giyimi, spor tercihiyle göz ziyafetine yaraşırdı. Gömlek kolları kıvrık, üstten iki düğme açıktı. “Of abi yakıyorsun!” dedi İlay. Hazar yakalarını çekiştirip bıraktı. “Sağ ol abisi. Babam nerede?” Göz ucuyla İlbilge’ye bakıyordu. Kadın güzelliğini sonuna kadar kullanmıştı. O eskimeyen kadınsı sert kokusu ciğerlerine doluyordu. Sakin olacağına kendine söz vermişti. Bunca sene rol yapabildiyse bundan sonra da zor olmayacaktı. “Bahçede abi. Gidelim, bizi bekliyor zaten.” Birlikte tek arabaya binip arasında mesafelerin kısa olduğu aşmaları bir buçuk dakikalarını almıştı. Araç durduğunda derin birer solukla sevgi gösterilerine hazırlandılar. Işıklı bahçenin merdivenlerini çıktılar, altın yaldızlı büyük kapı onlar için aralandı. Bir yıl önce gelmişlerdi ve bir kez uğramışlardı. Zehra Hanım kollarını açıp gülüşüyle onlara doğru yürürken kızlar eve adım atmıştı. “Kızlarım…” diyerek hepsine tek tek sarıldı. Kızlar inkâr edemiyordu, Zehra onları sevmişti, sarıldıklarında bunu hissediyorlardı. Ece ile Zehra her zaman iyi dost olmuşlardı ki kan bağıyla akrabaydılar. “Yengecim,” dedi İlbilge yıllardır sunduğu yalancı şen gülüşüyle. “Çok özledim.” “Canım kızım.” Zehra tekrar sarıldı. “Ben de çok özledim. Artık burada olduğunuza göre hep birlikte olacağız.” İlbilge ayrılırken kocaman gülümsedi. “Seninle partilere katılmayı düşünüyorum. Annemin yerini çok boş bıraktım.” “Ah canım benim…” dedi Zehra kadının yüzünü ellerine alırken. Hüzünlü bir bakış oturmuştu yüzüne, İlbilge bunu görebiliyordu. Gerçeklerin tamamına mahzar değildi, o yüzden hepsi düşmandı. “Bize de bırak hanım,” dedi Mustafa Bey. İçinden nefret kusarken amcasına sarıldı. “Amcacım.” “Canım kızım, hoş geldiniz evinize.” Çekilip amcasının elini tuttu. “Çok hoş bulduğumu bilmeni isterim.” Etrafına bakındı. “Kuzenlerim yok mu? Kızlar? Sinan?” “Hepsi arka bahçede sizi bekliyor.” “Ben yaşlıyım, oturmam lazım,” diyen Selim Bey bahçeye doğru yol aldığında hepsi gülüşerek onu takip etti. Havuzun yanına kurulmuş dev masanın etrafında dolanan aile üyelerinin markajına girdiklerinde kızlar birbirine yaklaşırken Sinan geriden baktı. Nişanlısı Selen yanındaydı. Selen kapıdan geçtiği anda İlbilge’yi göz hapsine almıştı. Gergindi, Sinan bunu aralarındaki kısa mesafeden bile hissediyordu. Melek’in boşboğazlığı yüzünden Selen, İlbilge’ye durduk yere düşman olmuştu. Selen biliyordu ki İlbilge, Sinan’ın ilk aşkı. “Artık daha sık görüşecek miyiz?” dedi Defne. “Yeter artık kaldırın şu ayrılığı.” “Artık buradayız!” dedi Aybüke. “Kendini sana adayacağım, tatile mi çıksak?” Defne kahkaha attı. “Çıkarız. Of çok özledim.” Tekrar sarıldı. “Anne!” diyerek evin içinden koşarak geldi Defne’nin kızı Mila. “AA… Gelmişler.” Sene de bir de olsa gördükleri ve sevdikleri kızı sarılıp öpücüklere boğdular. Mila teyzelerini seviyordu. Sinan, Selen’le birlikte yaklaşırken İlbilge de yaklaşıp umursamaz bir gülüşle elini Selen’e uzattı. “Merhaba, İlbilge.” Selen elini sıkarken eğreti bir gülüş sundu. “Selen.” “Memnun oldum, tebrikler. Nişana gelemedik, bu konuda üzgünüz ama düğünde buradayız açığı kapatırız.” “Çok seviniriz, nedimem olursun belki. Sonuçta Sinan’ın kardeşi sayılırsın.” “Ah… Tabii ki elbette,” dedi ve Sinan’a döndü. “Nasılsın?” El sıkışma yok, sarılma yok. “İyi, hoş geldin.” “Teşekkür ederim.” Sinan’a gülümseyerek bakıyor, Selen’i asla umursamıyordu. Ama onun kendisini umursadığını görüyordu. Sinan yıllar önce nasılsa şu an daha fazla yakışıklıydı. Kendine has özgüveni, dik duruşu ve bunu gösterme şekli azalmak bir yana artmıştı. Esmer güzeli bir adamdı, hafif yanık teni, ona yakışan gamzesi, koyu kahverengi gözleriyle köşeli geniş yüz hatlarına sahipti. Kısa kesim saçlarından hiç vazgeçmemişti. Bakışları Sinan üzerinde fazla kalmıştı ama bunu kasıtlı yapmıştı. Selen’in kıpırdamasıyla tebessüm ederek arkasını döndü. Hazar onları uzaktan izliyor, izledikçe içten içe deliriyor ama dışarıya bir gülüş sunuyordu. En sona masanın başında oturan Melek kalmıştı. Aşırıya kaçmış makyajıyla ve akşam yemeği için seçilmemiş cüretkâr giyimiyle ayağa kalktı. “Sevgili kuzenlerim benim sıram geldi galiba.” Kızlar ona da diğerlerine gösterdiği özeni gösterdi ama Melek her şeyiyle aileden farklı duruyordu. Bakışlarında bir boşluk, umursamazlık, tavırlarında olmak istemediği bir yerde olmanın verdiği gerginlik vardı. İlay bilerek hemen yanına oturmuştu ama Melek sohbet edecek biri gibi durmuyordu. Defne’nin eşi Timuçin kızların tamamına kısık gözle bakıyordu. Bu kızlar onun tüm planını altüst ederse hiç hoş şeyler olmayabilirdi. İkra’nın kocası da onunla aynı duyguları paylaşıyordu. Mesafeli duruşları, kısa bir hoş geldin demeleri ardından köşelerine çekildiler. Masada herkes yerini aldığında içinde eskiler olmayan bir sohbet başladı. Zehra Hanım bilerek kaçıyordu bu durumdan, kızların tadını kaçıracak herhangi bir söz etmemeye özen gösteriyordu. Mustafa Bey geriye yaslanıp, “İlay avukat oldu, Aybike psikolog, Altınay radyo televizyon,” dedikten sonra İlbilge’ye döndü. “Sende yok yok. Avukat İlbilge, İşletmeci İlbilge, son olan neydi?” “Kardeşlerime bakarken boş duramadım,” dedi İlbilge. “Yarım bıraktım, ekonomi. Sıkıldım artık. Kızlar da bitirdi. Öğreneceğimi de öğrendim diyebiliriz. Artık iş başı yapma zamanım geldi. Birkaç gün dinleneceğim ama pazartesi holdingdeyim.” “Elbette, bizim de size ihtiyacımız var,” dedi Mustafa Bey. “Yaşlandık. Selim tahtını oğluna bıraktı, ben de ayak sürüyorum diyelim. Odanı hazırlamalarını söylerim.” “Teşekkür ederim amca, gerek yok. Babamın odasına yerleşeceğim.” Etini çatala takmış, ağzına götürüyordu ki masada oluşan sessizlik dikkatinden kaçmadı. Gözlerini aile üyelerinin üzerinde gezdirdi. “Yanlış bir şey mi söyledim?” “Hayır,” dedi Sinan. “Ekrem amcamın odasına Selen yerleşti.” Üç kız kardeşin gözleri büyürken öfke bedenlerini sarmaya başlamıştı. İlbilge’nin keskin kısık bakışı Selen’e döndü. Selen zafer kazanmış bir gülüşle hoşnut bakıyordu. Sessizlik uzarken Hazar keyifle izliyordu onları. Bakışları İlbilge’deydi. İlbilge havada kalan çatalı tabağına bırakıp başını hafifçe salladı. “Pazartesi günü babamın odasını bıraktığımız gibi bulmak istiyorum. Böyle bir şeyi yapılmamış kabul ediyor, Selen Hanım’ı ailemizin üyesi olarak gördüğümden sorun etmiyorum.” Selen’in yüzü beyaza dönerken nişanlısına dönmüş, ama Sinan ona bakmamıştı. Masada kimseden, görümcelerinden, kayınvalide ve kayınpederinden destek bulamamıştı. Şımarıklığıyla aldığı odayı vermemek gibi bir şansı yoktu. Öfkeyle burnundan nefes bıraktı. “Elbette, bir oda sonuçta.” Sesi sert, kırgın ve kızgındı ama kontrol sahibi bir kadındı. “Bir oda değil,” dedi Aybüke. “Babamızın odası!” “Bir oda değil,” dedi İlay. “O holdingin her üç odasından biri bize ait.” “Bir oda değil,” dedi Altınay. “Babamıza ait anıların olduğu oda.” “Tamam!” dedi İlbilge. Gülümsedi. “Bir karışıklık olmuş.” Mustafa Bey’e döndü. “Değil mi amca?” Mustafa Bey köşeye sıkışmış gibi ter döktü. “Öyle oldu diyelim.” “Ah… Bırakın iş konuşmayı,” diyen Zehra Hanım gerginliği bir çırpıda dağıttı veya hepsi ona uyum sağladı. İlbilge bir ara Hazar ile göz göze geldi. Bundan neden haberinin olmadığını bakışlarıyla soruyordu. Melek birden kıkırdadığında İlay ona döndü. Kıkırdama kahkahaya dönüştüğünde masadakilerin tüm dikkatini üzerine toplamıştı. “Melek!” dedi annesi. Melek elini ağzına kapatarak sorun yok işaretiyle masadan kalktı. “Bazılarımızın konuşma hakkına sahip olmasını eğlenceli buldum.” İlbilge ve kızlar birbirlerine baktı ama ne demek istediğini anlayamadılar. “O da ne demek Melek?” dedi İlbilge. “Hiç ablacım, öylesine söyledim. Bana müsaade arkadaşlarım bekliyor, yine görüşürüz.” “AA… Nereye?” dedi İlay. “Eğlenmeye, bu evin havası bana yaramıyor.” “Ben de gelebilir miyim?” derken kalkmıştı bile İlay. “Sıkıcı ablam bana Belçika’yı dar etti Melek. Biraz açılsam fena olmaz.” Melek burun kıvırdı ama gelme demedi. “Gel!” “Hadi gidin bakalım,” derken gülümsüyordu İlbilge. “Ama geç kalma İlay, merak ederim biliyorsun.” “Tamam anne,” derken Melek’in arkasından koşturuyor, aileye iyi akşamlar diliyor, bir arada Zehra Hanım’a öpücük kondurmayı ihmal etmemişti. “Hadi biz de salona geçip kahveleri orada alalım,” dedi Zehra Hanım. Salona geçtiklerinde, kızlar avlarını bir köşeye çekmişlerdi. Hazar tek başına oturuyor, Selim Bey ve Mustafa Bey İlbilge’ye işler hakkında üstünkörü bilgi veriyorlardı. Hazar kendini bu oyunun en gereksiz piyonu gibi hissediyordu. Yumruk yaptığı elini dudak kenarına bırakmış, düşünüyordu. Selen ve Sinan yana yana oturuyor, arada konuşup tebessüm ediyorlardı ama gece büyük bir kavga çıkacağını biliyordu Hazar. Selen’i çok iyi tanıyordu, kimsenin bilmediği şeyleri o biliyordu. Sinan ya açık ara aptaldı ya da çok âşıktı. Bakışları bazen İlbilge’ye kayıyordu. Duru güzelliğiyle evin içindeki altı kadından daha güzeldi. Farklıydı İlbilge, alımlı, çekici, sevimli, sevecen, güçlü daha pek çok şey. Bir kadının zalim olması için her şeyi bünyesinde barındırıyordu. Ne olduğunun farkında olan kadınlar vardı, güzelse bastığı yerin titreyeceğinin, zekiyse herkesi önünde diz çöktürecek bakışların, o gülüşün ve tatlı dilin. Bir bakışıyla Sinan’ı avucuna alacağını düşündükçe derin nefesler alıyordu. Saçlarının arasında çocukluktan kalma sarı gölgeler vardı. Yıllar biraz koyulaştırmıştı belki ama o Hazar için on yaşında altın saçlı kızdı. Ela gözlerinde parlayan yeşil hareler kıvılcım misali yanıyordu. “Hazar!” dedi Selen üçüncü kez. Hazar uyanır gibi irkildi. “Efendim.” “Âşık mısın oğlum, kaç kez sesledik.” Sinan’ın sorusuyla doğruldu. “Düşünüyordum dalmışım.” “Kim âşık?” derken Hazar’ın yanındaki berjere oturdu İlbilge. “Hazar,” dedi Selen. İlbilge kaşları havada Hazar’a döndü. “Kime? Benim neden haberim yok?” Göz devirirken başını yana yatırdı Hazar. “Saçmalıyorlar, yok öyle bir şey. Ayrıca âşık olunca sana neden söyleyeyim?” Elini havada salladı İlbilge. “Sen benimle konuşma bu gece, geldiğimden beri tersin üzerinde.” Sinan’a döndü, Selen’i görmezden gelircesine. “Düğün ne zaman?” “Sonbaharda,” dedi Selen. “Tam bir tarih ayarlamadık, sonbahar diye düşündük,” dedi Sinan. İlbilge arkasına yaslanırken gülümsedi. Demek ki önünde iki veya üç ayı vardı. “Beğendim tarihi, ne giyeceğime bakmaya başlasam iyi olur.” Selen düşmanını yakın tutmak adına sinsice yaklaştı. “Çok iyi bir modacım var tanışmak ister misin?” “Tabii ki isterim.” |
0% |