Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@payelll

 

 

 

Ağaçlar sallanıyorsa düşmanlar geliyor demektir; otlar ezilmişse kuşkulan, kuşlar uçuyorsa tuzak var demektir; vahşi hayvanlar kaçışıyorsa düşman baskın yapacak demektir.

 

SUN TZU

 

Kaan’ın odasında baş başa vermiş eldeki delillere göz gezdiriyorlardı. Mesai çoktan bitmiş gececiler kalmıştı. Rakamlar ve rakamlar bunları zaten biliyordu İlay. Kaan’ın raporunu okudu, elde sıfırdı. İfadeleri ikinci kez okumak için eline aldı. Birbirine benzer sözlerden ibaretti. Yalandı, biraz doğru. Nasıl yaptıklarını anlatıyorlardı. Biraz yatıp çıkacaklarını biliyorlardı.

“Başkomiserim?” dedi başını kaldırmadan.

Kaan zaten bir süredir onu izliyordu. “Efendim.”

“Özgeçmişleri var mı? Bu ikisi ağaç kavuğunda mı büyümüş?”

“Sizin bilmeniz gerekmez miydi, enişteniz oluyorlar?”

İlay başını ilk kez kaldırdı. “Pek bildiğim söylenemez. Dokuz yıldır yurtdışında yaşıyordum, birkaç ay oldu döneli. Evlendi falan filan. Detaylı bilmiyorum.”

Kaan kenarda tuttuğu dosyayı uzattı. “Burada.”

İlay uzanıp aldı, heyecanla karıştırmaya başladı. Bir iki sayfa derken diğerine geçti. “Cemal ile Timuçin kardeş mi?” Buna şaşırmıştı.

“Evet. Oldukça yoksul bir aileden geliyorlar. Aile hâlâ aynı yerde yaşıyor.”

Gözleri kocaman oldu İlay’ın. “Kızlar bunu bilmiyor. Gerçek isimleri Cemal ve Timuçin değil, bu nasıl olmuş?”

“Bilmedikleri ortada. On iki yıl önce değiştirmişler, görünen ve aslında hayatta olmayan anne babalar da sahte.”

Dosyayı kapatıp masaya bıraktı. “Size de şey gibi geliyor mu?” dedi İlay.

“Ne gibi?” Kadının düşünürken kımıldayan dudakları ve değişen yüz hatlarına bakmaktan kendini alamıyordu Kaan.

“Sanki kullanılmak üzere toplanan çocuklar türünde bir şey.”

“Tam olarak öyle geliyor.”

“Sandığımızdan daha büyük bir örgüt olmalı.”

“Eğer öyleyse kısa süre sonra dosyanın kapanması için tepeden baskı alacağım demektir.”

“Olmaz. Olamaz. Tepenin hakkından geliriz biz, bu dosya kapanacaksa bittiği için olacaktır.”

“Ne kadar da güçlüsünüz hanımefendi.” Eğleniyordu Kaan.

İlay ona dönerken gözlerini kırpıştırdı. Kızabilirdi ama kibirli biri değildi. O yüzden gülümsedi. “Tahmin bile edemezsiniz. Burada olmamızın tek nedeni size yardımcı olmak. Bunu yapacak onlarca insan var ama biz işimizi kendimiz yapamaya babalarımız tarafından alıştırılmış insanlarız.”

“Güven sorununuz var.”

“Herkesin var, bizim daha fazla var.”

“Her şeyi bilmeyi seviyorsunuz.”

“En ince ayrıntısına kadar. Hataya yer yok hayatımızda.”

Kaan ona bakarken on yıl önce ailesinin yok oluşunu biliyordu. Babasının annesini katlettiğini, bir yıl sonra yurtdışına gittiklerini. Dosyayı incelemişti ama tam olarak ‘Cinnet geçiren Ekrem Payidar’ın eşini öldürdüğü’ den başka tek bir cümle yazmıyordu. On yıl önce Kaan doğunun en derinlerinde ilk görev yerindeydi. Hatırlıyordu haberi, ama üzerinde durduğu olmamıştı. Herkes gibi o da unutmuştu. Payidarların bir şeyin peşinde olduğunu biliyordu ama ne?

İlay’ın çalan telefonu düşüncelerini böldü. Genç kadının açıp karşı tarafı dinlemesini izledi. “Hemen geliyorum,” dedi İlay. Kapatıp telefonu çantasına bıraktı.

“Ben mahalleye gideceğim, haberiniz olsun diye söylüyorum ama şimdi gitmem gerekiyor.”

“Gittik biz, ne bulacaksın?”

“Gideceğim ve bir şey bulacağım. Bulduğumda sizinle paylaşırım.”

“Ne zaman?” dedi Kaan.

“Yarın öğlen, neden?”

“Ben de geleceğim. Ellerinin boş kalmasını izlemek istiyorum.”

Oturan adama tepeden sırıttı İlay. “Başkomiserim” Adamın sinirlerini bozmasına izin vermeyecekti. “Göreceğiz.”

Kendinden emin adımlarla kapıyı ardından çekerken o mahallenin adını nereden hatırladığını düşünüyordu.

 

                                                             ***

 

İlbilge ailesine olanları anlattı. Hepsini alan derin düşüncelerle odayı sessizlik kapladığında İlbilge arkasına yaslanıp bahçeyi izliyordu.

“Zoruma gitti, kalbim acıyor,” dedi çatlayan sesiyle. “Ucuz bir kadının bana kalkıp annen gibisin demesi ruhumu yaraladı. Kimse bana böyle hakaret etmedi. Kimse benim anneme böyle hakaret etmedi. Etmemişti. Kanıma dokundu, kendimi kaybettim. Silahım yanımda olsa onu öldürebilirdim. Her şey orada bitebilirdi.” Sessizce akan gözyaşlarını sildi. Hazar’ın elini omuzunda hissettiğinde birkaç yaş daha indi yanaklarına.

“Ağlama!” dedi Aybüke. “Bize ağlamamayı sen öğrettin, olmayan bir hakareti sana Selen yaptı diye ağlayacak kadın mısın sen?”

Başını sağa sola salladı İlbilge. “Hata yapmışım, bazen ağlamak gerekiyor. Kalbinizin yerine taş koymamalıyız. Ağlamak istiyorum.” Hırsla ayağa kalktı. “Bana Sinan’la Hazar’ı aynı anda idare ettiğimi söyledi. Annem de yapmış, Ekrem olmazsa Mustafa dedi. Neden neden? Biz bunu hak edecek ne yaptık? Bu nasıl hayat, bu nasıl yaşamak?”

“Öyle bir şey yapmıyorsun abla?” dedi İlay. “Sinan’ı arkana bakmadan terk ettin sen, döndün ve ona en ufak bir ışık bile yakmadın. Kendini boşa yoruyorsun. Sonuca odaklanmamız şu an için en doğrusu. Selen nereden biliyor?”

“Babası biliyor olmalı,” dedi Selim Bey. “Bu da holdingde hisse sahibi olmak istemesinin nedenini açıklıyor. Rauf, Mustafa’ya şantaj yapıyor. Bu da çözülmüş oldu.”

“Elinde ne olabilir?” dedi Sezen Hanım.

“Bizde olan fotoğraflardan veya başka bir şey bilmiyorum,” dedi Selim Bey.

Saçlarını geriye attı İlbilge. Gözyaşlarını sildi. “Rauf’la görüşmeye gideceğim. Sıkıldım artık. İkimizin bildiği sır değil.”

“Hadi,” dedi Hazar. “Beklemenin bir anlamı yok.”

Başıyla onayladı İlbilge. Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum.”

Ablasının arkasından bakan İlay amcasına yanaştı. “Amca bir şey soracağım.”

“Sor kızım.”

“Küçükköy Çelikler mahallesi, sana bir şey hatırlatıyor mu?”

“Evet, babanın benim ve Mustafa’nın yıllarca oturduğumuz mahalle.”

İlay’ın başının üzerinde yanan lambaları hepsi görüyor gibiydi. Kadının büyüyen gözbebekleri, açılan ağzına bakıyorlardı.

“Ne?” dedi Hazar.

“Timuçin ile Cemal’in çocuklukları o mahallede geçmiş. Aileleri hâlâ orada yaşıyormuş. Asıl bomba gerçek isimleri değilmiş.”

Bu haber hepsini ayaklandırdı. İlay’a yaklaştılar. Selim Bey de kalktı. “Ne diyorsun?”

“Özgeçmişlerini okudum. Amca,” dedi heyecanla. “O zamanlardan düşmanınız falan var mıydı? O mahallede ne bileyim öyle bir şeyler.”

Yaşlı adamın bunu hatırlaması o kadar zordu ki… Yerine oturdu, yorgunluk sarmıştı bedenini. “Hatırlamıyorum. Yani düşünmem gerekiyor.”

“Gerçek isimleri Salman Yurt ve Tolga Yurt. Kardeşler. Bu isimleri hatırlıyor musun?”

Yaşlı adam düşündü ama bulamadı. “Hayır, hiçbir şey çağrıştırmıyor.”

“Yarın oraya gideceğim,” dedi İlay.

“Tek başına olmaz!” dedi Hazar.

“Kaan da benimle gelecek sanırım.”

“Hazar,” diye seslendi İlbilge dışardan.

“Geliyorum.” İlay’a döndü. “Yarın ablana söyleriz, bugün yeterince yorgun.” Koşar adım İlbilge’ye yetişmek için çıktı.

 

 

                                                                    ***

 

“Nasıl böyle bir aptallık yapabildin Selen?”

Öyle sakin oturuyordu ki babası delirmek üzereydi. “Canıma yetti. Bir köşede Hazar bir köşede Sinan ile cilveleşmelerinden bıktım.”

“Kocaman bir hata yaptın!”

“Kabul ediyorum. Söylememem gerekiyordu. Gözlerinde şimşekler çaktı, sonra keder oturdu ki görmeliydin. Bana yaptıklarının hesabını kestim farz et. Aylardır yapmadığını bırakmadı, Sinan o geldiğinden bu yana yüzüme bakmıyor.”

“Keder oturdu demek.” Bunu beğenmişti ama şimşek çakan İlbilge Payidar boş durmayacaktı.

Selan dertli bir soluk saldı. “Görmeliydin baba, ilk kez yıkılmış gördüm. Hoş herkesin içinde yere atılmam kötü oldu ama yapacağımın en kötüsü buydu. Artık holdingin yanından geçirmeyecek beni. Düğün işi yatar, onu unut bence.”

“Kes!” diye bağırdı Rauf Bey. “Olacak o düğün.”

“Sana öyle geliyor. O kadın Sinan’la evlenmeme asla izin vermez.”

“Öyle bir verecek ki…” Elleri arkasında gülümsüyordu. “Olan olmuş, yakındır soluğu yanımda alacak.”

“Efendim,” diyerek yaklaştı adamlarından biri. İkisi de ona dönmüştü. “Hazar Kırkhan ile İlbilge Payidar geldi, sizinle görüşmek istiyorlar.”

“Bu kadar erken beklemiyordum. Al içeri.” Kızına döndü. “Sen odana çık.”

“Hiç meraklı değilim yüzüne.” Selen kapıdan çıkacağı anda İlbilge ile burun buruna geldi. İki kadında birbirine öldürecek kadar sert bakıyordu. Selen sinsice gülümseyip yanından esip geçti.

“İçeri buyurun,” dedi Rauf Bey.

Hazar ile İlbilge beton gibi suratlarla adamın karşısında durdu. “Nasılsın Rauf Bey?” dedi Hazar.

“Nasıl olayım Hazar, kızımın onurunu iki paralık etmişsiniz.”

“Senin kızında onur var mı?” dedi İlbilge.

“Konuşacaksak haddimizi aşmayacağız İlbilge.”

Bu kapıdan çıkarken had nasıl bildirilir gösterecekti İlbilge. “Konuş, ne biliyorsun?”

“Oturmaz mısınız?”

“Hayır!” dedi Hazar. “Selen bildiğine göre ki doğru olmayan şeyler, sen de biliyorsun.”

“Ne biliyor muşum?” Yaşlı adam ikisine de çenesini kaldırıp bakıyordu. “Ha şu Ece ile Mustafa mevzusu.”

İlbilge yumruklarını sıktı.

“Falan filan evet,” dedi Hazar.

“Kabul ediyorum Selim çok iyi kapattı konunun üzerini. Bugün emniyette bile cinnet olarak geçiyor.”

“Neyse o geçiyor,” dedi İlbilge.

“Ah… Küçükhanım insan ailesine toz konduramıyor öyle değil mi? Ben şahittim ben!” dedi adam kendi göğsüne hafifçe vurdu. “Sen istediğin kadar hayal kur.”

“Şahit olduğun için mi Mustafa amcama Selen’le oğlunun evlenip de hisse sahibi olması için şantaj yapıyorsun?” dedi İlbilge.

Adam omuz silkti. “Ben miyim suçlu? Zamanında onlar yedi bu naneyi, ne derler bilirsin hatta en iyi sen bilirsin; babalarının günahlarını evlatları çeker. Sizde durum anne oldu gerçi.”

“Elindekileri hisseler için mi saklıyorsun yani?” dedi Hazar.

“Gül yüzlerinin hatırına değil ya. Daha doğacak torunlarıma da geçecek o hisseler.”

“OO…” dedi Hazar gülümsedi. “Sen istediğin kadar hayal kur.”

Rauf da gülümsedi. “Sana yaldızlı davetiye yollayacağım Hazar.”

“O kadar eminsin ki,” dedi İlbilge, sinir bozucu gülüşüyle Rauf’un gözleri kısıldı.

“Beni nasıl durduracaksın?”

“Sen beni nasıl durduracaksın?” dedi İlbilge bir adım daha attı. “Sen benim neler yapacağımı nereden biliyorsun? Sen beni tanıyor musun?”

“Kendinizi boşuna yoruyorsunuz, bu düğün olacak. Gidin Mustafa ile konuşun, biraz da o anlatsın size. Bu haltı ben yemedim ya.”

“Nereden bileceğim yemediğini?” dedi Hazar. “Belli ki sende işin içindesin, bu planı kaç sene önce yaptın söyle? Kiminle?”

“Yanlış kapısınız, ben size yardımcı olamam.”

“Biliyor musun Rauf Bey?” dedi İlbilge, adamın korkusuz ve kendinden emin hâli onu deli ediyordu. “Sen o düğünü yapamayacaksın! Sana Payidar sözü veriyorum.”

“Beni nasıl durduracaksın?” dedi Rauf gülümseyerek. “Yapacağım.”

“Sana tek bir hisse bile vermeyeceğim. Bunun için cesedimi çiğnemen gerekecek. Sürtük kızınla arkana baka baka gidişini izleyeceğim.”

Adam ona bakarken gözlerindeki eminlikten ürktü. Gözleri kısıldı, dudakları sımsıkı kapandı.

İlbilge gülümsedi, bir adım daha atıp işaret parmağını kaldırdı. “Sana yemin ederim ki yok edeceğim sizi, tozunuzu bile savurmayacak rüzgâr. Sen başlattın, ben durmayacağım.”

“Sonucuna katlanabilecek misin?”

İlbilge küçümser bir bakışla geri çekildi. “Sen kimsin? Ben kimim? Benim tek bir sözümle bu ülkede buyur hanımım demeyecek birini tanıyor musun? Bugün şu an şimdi batmaya başlayacaksın! On sene önce nasıl kurtulduysam bugün de öyle temize çıkarım.” Elini indirip geriye çekildi. “Şimdi ne istiyorsan yap hadi. Sana boyun eğeceğime kellemi kendim alırım.” Gözlerinin içine baka baka arkasını döndü. “Görüşeceğiz Rauf amca. Bu ilk ve son konuşmamız olsa da… Bunu sen istedin!”

 

 

                                                           ***

 

Ertesi gün odasında elindeki zarfa bakıyordu. Özel kurye getirmişti, üzerinde kocaman harflerle Rauf Çetin yazıyordu. Elleri bile titremedi açarken, tahmin ediyordu içinde ne olduğunu. Parmakları fotoğraf tomarını tutarken gözünü bile kırpmadı. Çekip çıkarttı. Kendi elinde olan fotoğrafların birebir aynısıydı. Burukça gülümsedi. Tek tek parçaladı, çöp kutusuna doldurup ellerini elbisesinin eteklerine sildi. Odasından çıkıp toplantı salonuna doğru yürüdü.

İçeri girdiğinde Hazar eşliğinde onu bekleyen on adamına göz gezdirdi. Masanın başına gelip ellerini dayadı. Öne eğildi. “Hedefiniz Rauf Çetin’i bitirmek! Tüm iş anlaşmalarının karşı firmalardan feshini bana getireceksiniz. Tek bir iş bile yapamayacak hâle getireceksiniz. Başarısız olursanız sizi de bitirim.”

Adamların yüzüne tekrar baktı. Tek tek gözlerinin içinde gezindi. “Kolay gelsin.”

 

Loading...
0%