Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@payelll

 

 

 

“Söylediğin en cesurca şey neydi?” diye sordu çocuk.

“Yardım et,” dedi at.

 

Charli Mackesy

                                                              

 

 

Son model arabasıyla emniyetin önünde durdu İlay. Güneş gözlüklerinin arkasından bakıyorlardı birbirlerine. Kaan sağa sola bakıp burnunu kıvırdı.

“Beğenmedin mi Başkomiserim?” dedi gözlüğünü tepesine taşırken.

Kaan ellerini açık pencereye bıraktı. “Bu arabayla oraya gidemeyiz. Ben zenginim diye bağırıyor. Dönerken üç beş derin çizik atılmış bile olabilir.”

“Canları sağ olsun deriz. Zenginlik güç gösterisidir, güç korkutur. Bu arabayla gideceğiz.”

“İyi o zaman.” Kaan arabaya biner binmez konuma adresi girdi İlay.

“Tam adresi biliyor musun?”

“Biliyorum.”

“Nerede? Dün dosyadan mı ezberledin?”

“Hayır.” Telefonunu yerine taktı İlay. Gaza basarken, “O mahalle babamın zengin olmadan önce yaşadığı mahalleymiş. Amcama danıştım.”

Kaan şaşırarak başını çevirdi İlay’a. İlay da ona baktı birkaç saniye. “Neden şaşırdınız ki? Başarı Holding bir başarı ürünüdür. Açlıktan ve sefaletten geliyoruz yani babam ve amcamlar. Bu arada öz amcamız değiller ama bunun bir önemi yok. Onlar hiç ayırılmadı, kan bağı yok can bağı var. Ablam ve abilerim doğduğunda katlanmış zenginliğimiz. Babam hep ‘Kızımın bereketi’ derdi. Otuz yıl önce neredeyse… Biz rahat bir hayat yaşadık, yaşıyoruz da. Sağ olsunlar geldikleri yeri hiç unutturmadılar.”

“Biraz daha açar mısın? İlgimi çekti.”

“Olur, babam yetimhanede büyümüş. Kaçmış sonra oradan, amcalarım bulmuş onu gece sokakta donmak üzereyken. Ondan sonra gideceğimiz mahallede bir ev tutmuşlar. Çok çalışmışlar, az harcamışlar. Sigara bile içmemişler para harcarız diye. Hiç sevgilileri olmamış mesela. Kim ne kadar kazanıyorsa bir kutuda topluyorlarmış ta ki bankaya yatacak miktara gelinceye kadar. Üçleri beş olmuş beşleri ona. İnşaatla başlıyorlar, sonra babam annemle tanışıyor. Annem inşaat mühendisiydi. Gel zaman git zaman annem hayatlarına ışık gibi dokunmuş, üçü de evlenmiş. Bizler olmuşuz.” Güneş gözlüğünü burnunun üzerine indirdi. Yüzü biraz sertleşmiş, ses tonu kalınlaşmıştı İlay’ın. “Çok mutlu bir aileydik, o güne kadar.”

“Üzgünüm, hatırlatmak değildi niyetim.”

“Alıştık, bir kalp sancısı gelip geçiyor. Ablalarım var, Hazar abim ve Selim amcam var. Yine de mutlu bir aileyiz.” Kaan’dan başka soru gelmeyince İlay sordu. “Ya siz, evli misiniz? Aileniz vardır illaki.”

“Evli değilim, evlenmek gibi bir düşüncem de yok. Ailem Kayseri’de yaşıyor.”

“İşiyle evli olan polislerdensiniz çok belli oluyor.”

“Bizim gibileri taşıyacak kadınlar çok az. Ne ben onları üzeyim ne onlar beni yıpratsın.”

“Haklısınız.”

Git git bitmeyen yolun sonuna geldiklerinde arabayı aradıkları evin önüne park ettiler. Bakımlı, tek katlı bahçeli betonarme bir evdi. Başını çevirip etrafına bakındı İlay. Ara ara yeni binalar yapılsa da çarpık kentleşmeye hizmet eden bir yerdi. Derin bir iç çekti. Bazı evler sefaleti yaşıyordu. Babasının bu mahallede yaşamış olması ve şu an kendi hayatının görkemi kalbini burdu.

“Ne oldu?” dedi Kaan.

“Babamın bir zamanlar burada yaşamış olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. O kadar çok çalışmamış, Allah yürü ya kulum dememiş olsa ben de burada büyüyecektim belki de.”

“Pek tabii. Havalı diploman da olmazdı.”

İlay gülümserken dudaklarını sıktı, sağa sola kıvırdı. “Diplomamın havalı olduğunu nereden biliyorsunuz Başkomiserim?”

Hakkında araştırma yaptığını açık bir dille itiraf eden Kaan gülümsedi. “Kanımıza araştırmak gibi delice bir hücre yerleştirdiler Avukat Hanım.”

“Şaşırmadım.” Demir kapıya doğru yürüdü. “Kimse yok gibi,” dedi başını uzatıp.

Kaan kapıyı açıp girdi. “Beni görmediler. Var mısın oyuna?”

“Varım, yalanımız nedir?”

“Buralarda arsa arayan zengin evli bir çiftiz.”

“Anlaştık.”

Evin kapısında tül perde asılıydı ama ana kapı açıktı. “Merhaba, kimse var mı acaba?” dedi İlay.

Elli yaşlarının sonunda belinde mutfak önlüğü asılı başında tülbenti olan tombulca bir kadın elini havlusuna silerek geliyordu. “Buyurun?” dedi perdeyi kenara çekerken. Karşısında son derece şık giyimli genç bir kadınla genç bir adam görmeyi beklemiyordu. Başörtüsünü düzletirken onları inceledi.

“Merhaba teyzeciğim, bir buralardan geçiyorduk da suyunuz var mı? Yakın bir markette bulamadık, hava çok sıcak ve galiba kaybolduk.”

Kaan’ın altı dudağı ardı ardına gelen yalanlarla büküldü. “Ya evet, dayı yok mu evde?”

Kadın ikisine de baktı, emin değildi ama yolu düşen iki genci geri de çeviremedi. “Dayın hasta, yatar oğlum. Buyurun oturun ben hemen su getireyim, nereye gidecekseniz yardım ederiz.”

Kadının tatlılığına gülümsedi İlay. “Çok teşekkür ederiz. Burada bekliyoruz.”

Kadın hızla eve girdiğinde onlarda pencere önündeki divana ilerledi. Pencere önündeki çiçekler alanı sevimli bir hâle getirmişti. Açık pencerenin önüne oturacağı anda içeride yatan adamla göz göze gelince irkildi. Kaan da o yöne bakınca gördü adamı. “Hata demişti ya.”

“Birden korktum. Merhaba amca,” dedi İlay, henüz oturmamıştı. Adamdan ses gelmiyordu, kıpırdamıyordu bile, gözlerini iki kez kırptı yaşlı adam.

“Geçmiş olsun dayı,” dedi Kaan. Birbirlerine bakıp yan yana oturdular. Adamın onları duyuyor olduğu gerçeğiyle doğal konuşmaya başladılar.

“Burada bir arsa alıp ne yapacağız aşkım?” dedi Kaan.

İlay gülmek istedi. “Yatırım hayatım, ileride çok değerlenebilir. Çocuklarımız için endişe ediyorum ben, kendim için istemiyorum inan.”

Bu kez Kaan gülmek istedi. “Haklısın sevgilim, buluruz umarım.”

Kadın elinde soğuk su ve ayranla çıkıp geldi. “Hiç alışık değiliz öyle kapımızı çalan misafirlere kusura bakmayın.”

Anadolu kadını olduğu o kadar belliydi ki İlay doğrulup tepsiyi aldı. “Estağfurullah teyzem, sen kusura bakma öyle pat diye geldik.”

İlay ayranları doldurup otururken kadın başörtüsünü bir kez daha düzeltiyordu. “Afiyet olsun için, yoğurdu kendim yaparım.”

“Adın teyzem?” dedi Kaan ayrandan bir yudum alırken. Tat damağında patlamıştı. Bardağa baktı, “Bu nasıl ayran, bu ayransa biz ne içiyoruz?”

İlay da bir yudum içti. Gözlerini kırpıştırdı. “Gerçekten, bu şahane.”

Kadın övülmenin verdiği utançla gülümsedi.

Kaan bardağı İlay’a çevirdi. “Aşkım sen de mi evde yapsan, hatta sana inek alayım sen sağar yaparsın.”

İlay’ın ikinci yudumu boğazında kaldı. Öksürerek bardağı masaya bıraktı. Kaan’a ters bir bakış attı. “Ben mi?” dedi.

“Ben mi sağayım, giyersin kara lastikleri, şalvarı sağarsın.” İlay’a şöyle bir baktı. Elinde cıngıl, üzerinde şalvar başında yemeniyle hayal etti. Kahkahası içinde patladı.

“Sen sağ ben neden sağıyorum?”

“Aman çocuklar durun,” dedi kadın kıkırdayarak. “Ben de sağılmış alıyorum zaten. Buralarda satan yerler var.”

“Adın neydi teyze?” dedi ikinci kez Kaan.

“Semiha, oğlum.”

“Semiha teyzem benim hanım zamane kızlarından, ömründe ne inek görmüş ne koyun. Bilmez zaten, şakasına diyordum.”

İlay diş bileyip kadına döndü. “Kocam çok şakacıdır Semiha teyze.”

“Yeni mi evlendiniz?”

“Yeni teyzem, iki ay oldu. Tutturdu arsa alalım, keşfedilmemiş yer olsun ileride değer kazanır diye, düştük buralara. Dolandık, emlakçı da bulamadık.”

“Allah Allah, buralar emlakçı kaynar ama yolu bulamadınız zaar,” dedi Semiha Hanım. “Değerleniyor, bazıları çoktan evini müteahhitlere vermeye başladı bile. Zamanla bize de gelirler ama ben evimi vermem.”

“Evin güzel ama bence de verme teyze,” dedi İlay. “Amcayı gördük, nesi var?”

“Felçli, on sene oldu yavrum bir başıma bakıyorum. Nefesim oldu, ben anlatıyorum o dinliyor. Çocuğum gibi bakıyorum ona.” Hüzün çökmüştü kadının yüzüne.

“Çocuk var mı?” dedi Kaan.

“Var iki tane ama gelip gitmezler, üç beş seneye kadar yine uğrarlardı ama evlendikten sonra ayakları kesildi. Bolca para yollarlar. Arada bir telefon ederler.”

“Kıyamam teyzem, gelinler yaman çıktı desene?” dedi İlay.

“Tanımıyorum ki,” dedi kadın omuz silkerek. “Elin kızına ne derim, benim oğullarım hayırsız çıktı. Anamız babamız var demezler.”

“Üzüldüm,” dedi İlay. Üzülmüştü, kimi vardı kıymeti bilinmezdi kimi yoktu aranırdı.

“Hayat işte, bir yerde bir yanlış yaptık. Zamanında adam olsunlar diye birine teslim ettik, adam oldular ama bizi unuttular.”

“Nasıl yani?” dedi Kaan. “Evlatlık mı verdiniz?”

“Yok oğlum,” dedi kadın. “Olur mu hiç, yoklukta büyüttük biz onları. Sizin isim neydi çocuklar?”

“İlay benim adım, eşim Kaan.”

“İlay kızım ne güzle adın varmış. Yıllar önce tamirciye teslim ettik, eti senin kemiği bizim okumuyor bunlar dedik. Aldı götürdü, çok çalıştılar, eve yorgun geliyorlardı. Sonra bir gün eve biri geldi, oğullarınız çok yaman verin bana daha iyi işler vereceğim dedi. Yaşları büyük de değildi. Çok para verdi, çocuklar sizin yine gelip gidecekler dedi. Sözünü tuttu, çok para getirdiler, hâlâ onlar bakıyor bize. Öyle kopup gittiler.”

“Bu nasıl tamirciymiş ki?” dedi Kaan.

“O değildi, oraya gelen zengin bir adam varmış oydu.”

“Adını biliyor musun?” dedi İlay. “Belki bize de yardım eder. Arsa için,” dedi gülümseyerek.

“He biliyorum. Hâlâ aynı yerde, kime sorsanız söyler; Hasan Usta derler, çok sevilir buralarda. Şu aşağıda yeri.”

Alacaklarını alan ikili kalan ayranlarını başka yöne çektikleri sohbetle tamamladılar. Kapı önüne kadar geçirdi Semiha Hanım onları. Arabaya binince sessizce birkaç saniye önlerine baktılar.

“Çocuklarını çok paraya satmışlar,” dedi İlay.

“Para bu, yoksul insanları çabuk cezbeder.”

“Eleştirmeye hakkım olduğundan değil, ama ne bileyim…” dedi İlay direksiyonu kırarken. “Bulalım şu adamı?”

“Amcan tanıyor olabilir mi?”

“Emin değilim, buradan ayrılalı otuz seneden fazla var.”

“Dönelim,” dedi Kaan. “Önce Hasan Usta kim ona bakalım. Gidip ne diyeceğiz? Semiha teyze gibi ağzından laf alamayız.”

“Haklı olabilirsin, önce ona bakalım. Olmadı ben minilerimi çeker gelirim.”

“O da ne demek?” dedi Kaan başını hızla ona çevirdi.

“Lüks arabamın pahalı lastiğine bıçak sokup mahallenin önünden geçeceğim. Havalı havalı inip güzelliğimle önce büyüleyip sonra bir göz kırpmaya çırağı konuşturacağım.”

“Çok mu film izliyorsun?”

İlay ona baktı. Kocaman bir kahkaha attı. “Çok mu belli ettim?”

Kaan yüzünü buruşturdu. “Ama inek sağmayı bilmiyorsun.”

“İstersem öğrenirim.”

“Gaza bas gaza.”

“Emrin olur Başkomiserim.”

İlay gaza sertçe basınca Kaan’ın sırtı koltuğa yapıştı. “İlay!” dedi sertçe.

“Bir karar verseniz Başkomiserim,” dedi köşeyi dönerken yavaşlamıştı. Sağında kalan sokakta gözüne bir şey bir kişi çarptı. Bir kez bakabildi ama kalp atışı hızlandı. Döndüğü köşede firene bastı. Kaan ona baktığı için kaçırmıştı görüntüyü. Firenle bir sekte yapıp koltuğa yapıştı Kaan. “Neyin var?” dedi sertçe. İlay önüne bakıyordu, aniden kemerini çözüp indi. Kaan anlam veremediyse de kötü bir şey olması hissiyle onun hızıyla indi. Koşan kadının peşine düştü. Binanın köşesine sinen İlay’ın yanına koştu Kaan.

İlay gördüklerine inanamıyordu. Sadece gözleri görünüyordu binanın çıkıntısından. Kaan’ı eliyle yanına çekmişti. Ama o çekmeden Kaan göreceğini görmüştü. Bir polis olarak gördükleriyle o an ne yapacağını düşündü. Koşsa yakalardı, ama ondan sonra yanındaki güzel kadınla aralarında çıkacak bir savaşa neden olacaktı. Beklese işine ihanet edecekti. Başını önüne eğdi. Burun kemerini sıkarken öylece bekledi. Başarı Holdingciler gizemdi, her şeyleri gizliydi ve bir o kadar da kirli. Onu durduran tek şey İlay’ın kendi göğsüne duran koluydu. Dur diyordu, kımıldama, yapma. Çelişkisine inanmıyordu, umuyordu ki pişman olmasındı. Buraya bir ekip yollayacaktı, narkotikten.

İlay başını geriye çekti. Önündeki yola bakıyordu. Ağlamak istiyordu, canı yanmıştı. Kalbi kırılmıştı. Olmamıştı ki bu. Gözlerinden birer damla yaş usulca indi.

“Melek…”

Dönüş yolunda Kaan kullandı arabayı, İlay ağzını bile açmamıştı. Ölüm sessizliği denen şey yaşandı uzunca bir trafik boyunca. İlay’a sormadı, onu Kırkhan malikanesine kadar götürdü. Arabayı bahçeye kadar soktu, ağır bir yorgunlukla indiler. Selim Bey adım adım yaklaşıyordu. Yanında da Sezen ve Altınay vardı. İlay’ın dağılmış hâline de onu buraya Kaan’ın getirmiş olmasına da anlam veremediler. Sessiz ve ürkmüş bakışlar gezindi aralarında. İlay başını salladığında kimse ona bir şey sormadı.

“Selim Bey biraz konuşabilir miyiz?” dedi Kaan.

“Elbette Başkomiserim,” dese de sesi zor çıkmıştı. Çalışma odasına geçtiklerinde İlay da onlara katıldı.

“O mahalleye gittik,” dedi Kaan.

“Haberim vardı, İlay söylemişti.”

“Anne ile konuştuk amca, baba felçli, on senedir.”

Selim Bey’in kaşları havaya kalktı.

“Oğullarının içeride olduğunu bile bilmiyorlar,” dedi Kaan. “Yıllar önce iki kardeşi yani bizim bilinen Timuçin ve Cemal’i bir tamirciye vermişler. Oraya gelen zengin bir adam ikisini yanına almış, aileye de çok para vermiş.”

“Adını biliyor muyuz?”

“Alan kişin adını soramadık, çok belli etmek istemedik kendimizi,” dedi İlay ama tamirciyi bulduk.”

“Adı Hasan Usta, tanıyor musunuz? Kilit adamımız o usta. Tahminlerim doğru çıkarsa bu işin altından daha çok şey çıkacak.”

“Hasan Usta mı?” dedi Selim Bey. “Hasan Usta… Tanıyorum.”

“Ve?” dedi İlay. “Kim?”

“İtin teki, hâlâ tamircilik mi yapıyormuş? Hoş tamirci olmaktan başka her şeydi.”

Kaan yerinde kıpırdandı. “Yani?”

Selim Bey ayağa kalkıp dolanmaya başladı. “Kaçakçılık, uyuşturucu gibi işler yapıyordu. Zamanında ben ve Ekrem çalıştık yanında. Yaşımız ufaktı, bizi bazen elimizde paketler, çantalar bir yere yollardı. İçinde ne var ne yok hiç bakmadık. Ustamızdı, iş verirdi yapardık. Koşarak gider koşarak gelirdik. Bir yıla yakın çalıştık yanında, Mustafa uyandı bir gün; şüphelendi. Çıkarttı bizi oradan, bir yıl getir götür işleri yaptık ama hiç polis çalmadı kapısını. Sürekli araba gelir giderdi ama tamir için günde bir iki iş ancak yapardık, basit işler olurdu. Lastik değişimi, yağ falan filan. Biz ayrılacağız dediğimizde itiraz etti ama Mustafa’dan biraz korkardı. Mustafa bizim abimiz gibiydi, daha iriydi ve tehlikeli birine benzerdi. Tüm mahalle çekinirdi ondan, sadece Hasan değil. Birimizin diğerlerini koruması gerekiyordu ve bu Mustafa olmuştu. Yoksa kim bize hayat verirdi orada? Yerlerdi bizi, Hasan da bizi yemeye çalıştı ama Mustafa bir gece yarısı yolunu kesip bunu adam akıllı benzetti. Bıçağı boğazında bilince peşimizi bıraktı, işlerinin pis oluşu orada netlik kazandı. Polise gidemedi, olay çıkarmayı da göze alamadığından bıraktı bizi. Birkaç güne kendine yeni kurbanlar buldu zaten.”

“Size bir düşmanlığı olduğu netlik kazandı o zaman,” dedi Kaan.

“Daha fazlası var,” dedi Selim. “Biz biraz paralandığımızda Hasan tatlı tatlı yanaşmaya çalıştı. Mustafa buna kaş kaldırsa geri adım atardı ama atmamıştı. İnşaat malzemelerimizi çaldı önce, yetmedi. Bir gün inşaata polis geldi, ilk işimizdi. Tüm bu ihtişamın ilk temeliydi. Tüm birikimimizi oraya dökmüştük. Uyuşturucu aradı polisler, her bir tuğlanın arkasına baktılar ama bulamadılar oysa o elleriyle bırakmıştı. Malzemeler çalınınca bekçiye para vermemek için her gece birimiz sabaha kadar inşaatta kalıyorduk. Ekrem görmüştü onu, o bırakmıştı Ekrem almıştı. En son biz orayı terk ederken görmüştük. Bir daha hiç rastlaşmadık. Etrafta bunlar hırsız, çalıyor, yasa dışı işler yapıyor diye konuşur gezerdi.”

“Şimdi biraz anlaşılıyor,” dedi İlay. “Ama oturmayan şeyler var; Hasan Usta hâlâ yoksul mahallede, zengin falan değil. Düşman olabilir ama içimize o sızmadı. Cemal ile Timuçin’i onun tanıdığı biri sızdırdı.”

“Onun parmağı var,” dedi Kaan. “Biliyordu. Belki de çalınan malların parasının bir kısmı Hasan da.”

“Öyle gibi görünüyor. Sus payı aldığına eminim,” dedi Selim Bey. “Asıl düşmanı Mustafa!”

Kaan dışındakiler göz göze gelmeyi akıllarından bile geçirmediler. Bu da onlara tam olarak şunu ifade ediyordu.

Rauf Çetin!

O gün Semiha Hanım’ın evine oğullarını almaya gelen kişi Rauf’tu.

“Mustafa Yıldırım’a uğrayacağım,” dedi Kaan yerinden kalkarken. İlay ne yapsa ona engel olamazdı. “Ben de sizinle geleceğim Başkomiserim. Kızların o an yanında olmak istiyorum. Yıllardır bir yalanı yaşıyorlar. İkinci bir yıkım olacak onlar için.”

“Gidelim o hâlde,” dedi Kaan.

 

                                                              ***

 

Akşam hepsinin evde olduğu anda İlay ablasına tek tek aktardı olanları. Hasan usta aklını bulandırmıştı. O an peşinde olan bu anda peşinde demişti İlbilge. İlay onlara Defne ile İkra’nın perişan olduğunu anlattı. İki kadında içlerine düştükleri yalan çemberine şaşırmış, yıkılmıştı. Mustafa Bey2in sağlığı için ona bir şey denmemişti.

“Ok yaydan çıkıyor,” dedi Hazar. İlbilge ile karşılıklı ayakta duruyorlardı. “Ok yaydan çıktı.”

İlbilge alt dudağını büktü. “O zaman ilk saplanacak kişinin vah hâline.” Arkasını dönerek odada ağır adımlarla dolanmaya başladı. “O kişi ben olmak istemiyorum.”

“Sinan susuyor, bir an kolluyor ve bence seni karşısına almak istemiyor,” dedi Hazar.

“Beni karşısına alamaz, alsa bile ben durmam. Yıldırım kardeşleri düşman edinmek istemiyorum.”

“İyi misin abla?” dedi Aybüke. “Hedefimiz babaları, sonunda düşman olacaklar.”

İlbilge başını iki yana salladı, saçlarını geriye taradı eliyle. “Artık bundan emin değilim. Her gün başka şeyler çıkıyor ortaya.”

“Senin gibi düşünüyorum,” dedi Hazar. “Babamın anlattığı hikâyeye göre Mustafa amcam Ekrem amcama ihanet edecek son insan.”

“O da var,” dedi İlbilge. Gözlerini kapatıp ellerini saçlarına götürüp sıktı. Düşünüyor da düşünüyordu. “Bir şey var ama ne bilmiyorum. Mustafa amca bana bakarken gözlerinde o kadar derin bir şefkat beliriyor ki çığlık gibi.”

“Anneni seviyordu, belki babandan bile fazla,” dedi Selim Bey.

Tüm gözleri kendine çekti yaşlı adam. Bir an eski bir gerçeği dile getirmek hem zoruna gitmişti hem de tehlikeli bulmuştu.

“Amca?” dedi İlay.

“Baba!” dedi Hazar. “O ne demek?”

“Nasıl yani?” dedi Sezen Hanım.

“Ne?” dedi Aybüke.

“Seviyor muydu?” dedi İlbilge.

Selim Bey bakışlarını masasının üzerine devirdi. “Biraz geç itiraf etmek gibi oldu ama üzgünüm çocuklar. Bunu bilmek size önceden bir şey kazandırmazdı ama şu an olabilir.”

“Anlamıyorum?” dedi İlbilge. “Neden söylemedin?”

“Bu sadece benim bildiğim bir gerçek, Mustafa hiçbir zaman bana açıklamadı. Ben onu hep izledim, gözlerinde yaşadığı bir şeydi. Mustafa annenize bakarken ağlar gibi acı çekerdi. Bir gün olsun söylemedi, hiç dile getirmedi. Anneniz çok güzel bir kadındı, onu ilk tanıdığımızda babanızla ilgilendi. Ama Mustafa da onun etkisi altına girmişti. Hiç taşkınlık yapmadı, Ekrem’le arasını bozacak en ufak bir söz etmedi. Baktı gördü; ikisi birbirini seviyor, içinde yaşadı.”

İlbilge yorgunlukla koltuğa çöktü. “On dokuz sene sonra ne değişti?”

“Bilmiyorum,” dedi Selim Bey. “Bunu sadece Mustafa biliyor.”

Hazar’ın kalbi derinden sarsıldı. Bakışları babasıyla İlbilge arasında gezindi. Yıllar önce Ekrem ve Mustafa’nın yerinde şimdi kendileri oturuyordu. Acımasızdı dünya, aşk ve karşılıksız seven. Başını kederle önüne eğdi. “Bu doğruysa Mustafa amcam annenize ve babanıza kötülük edemez.”

“Kafam karıştı,” dedi İlbilge yerinden kalkarken.

“Mustafa onu fark ettiğimi biliyordu ama yine de sustu, o yüzden aramıza mesafe ilk orada girdi. Babanız ve ben hep daha yakındık, ruhlarımız birdi ama Mustafa’yı abi bildik. Hep sözünü dinledik, hiç ikiletmedik. Saygımız hep var oldu.” İlbilge’ye baktı. “Muhtemelen annene benzediğin için öyle bakıyor sana.”

Derin, yorgun bir soluk bıraktı İlbilge. “Ben biraz düşüneceğim, odama çıkıyorum.” Bir iki adım atıp geri döndü. “Amca, başka bir şey var mı?”

“Sakladığım için kusura bakmayın çocuklar, ama bende sizin gibiyim. Anlamaya çalışıyorum. Bunu yıllar önce Mustafa gidip sorabilirdim de ama sizin için, sen sus dediğin için sustum İlbilge. Bu konu hakkında bildiklerim bu kadar.”

“Anlıyorum. Bunlar onun suçsuz olduğunu göstermiyor,” dedi İlbilge. “Yarın Rauf’un dosyası masamda olacak, biraz netleşir diye düşünüyorum.”

“Abla bir dakika, bir şey daha var,” dedi İlay.

“Kota dolmuyor,” derken kardeşine döndü İlbilge. “Ne?”

“Bugün o mahallede birini gördüm.”

“Sen eve geldiğinde bir tuhaftın zaten,” dedi Sezen Hanım.

“Ağladım,” dedi İlay. “Kendimi çok kötü hissettim.” Ne olduğunu anlatmasını bekleyen ailesinden çekti gözlerini. “Melek. Torbacıdan uyuşturucu alıyordu.”

Elini yüzüne kapattı Hazar. “Yanlış görmedin ya?”

“Keşke yanlış olsaydı, yıkıldım. Tahmin etmekle görmek arasındaki o farkı yaşadım.”

“Kaan görmedi mi?” dedi Hazar.

“Gördü, ben ağlayınca bir şey yapmadı. Beni eve o getirdi.”

İlbilge ellerini havaya açtı. “Maşallah aile değil kaos. Her yerleri dökülüyor. Elime bir sopa alıp hepsini sıradan geçirmek istiyorum. Kendi derdimizi unuttuk.”

“Ne yapacağız?” dedi Altınay.

“Bir kere de açık olacağız,” dedi Hazar. “Gidip konuşacağız. O istemezse ona yardım edemeyiz.”

“Doğru,” dedi İlbilge. “İlay?”

“Yarın giderim, ama Melek birini dinleyecek türde biri değil. Önce inkâr edecek sonra inat.”

“O zaman gerçekten onu elime alıp pataklayacağım,” dedi İlbilge.

“Ailesine demeyecek miyiz?” dedi Aybüke.

“Hangi aile?” dedi Hazar.

Sinirleri harap olan ve aslında üzülen ama bunu öfkesiyle ortaya seren İlbilge, “Ne aile ama ne ne?” diye bağırdı. “Ben böyle ailenin…”

“İlbilge!” dedi Hazar. “Hadi ben seni dışarı çıkarayım.” İki adımda kadının yanına varıp sırtından iteklemeye başladı. “Bırak, dertlerimle odama kapanacağım ben.”

“Sonra kapanırsın, sen iyi değilsin.”

Onlar didişerek kapıdan çıkıyorlardı ki Altınay sırıttı. “Ablamın sözünü dinlediği tek adam.”

“Ormanlar kralı Hazar,” dedi İlay.

“Ablam hiç farkında değil ama Hazar abinin avucunda,” dedi kıkırdayarak.

Sezen Hanım tek kaşını kaldırdı. “Neler de bilirlermiş Selim.”

Selim Bey içinde derin bir korkuyla gülümsedi. “Kızlarım ne diyorsa o doğru Sezen.”

 

 

 

Loading...
0%