Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm

@payelll

 

 

 

Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.

Malcolm X

 

 

Kaan mesai arkadaşıyla odasında, beyaz tahtanın önündeydi. Kafası her an her geçen gün daha çok karışıyor ve bir çıkış nedendir bilinmez asla görünmüyordu. Siyah kalemiyle tahtaya önce Timuçin ve Cemal yazdı. Altına Başarı Holding yazdı, onun hemen altına Mustafa, Ekrem ve Selim yazdı. Onların hemen altına İlbilge, Sinan ve Hazar’ı ekledi. Yan tarafa İkra ile Defne’nin isimlerini ekledi. Diğer yanına Semiha Hanım ile babaları Tekin’i ekledi. Tahtanın diğer boşluğuna geçti, oraya da Hasan Usta yazdı ve bir de isimsiz o adamı x olarak ekledi. Kalemi bırakıp masaya yaslanmış Ferdi’nin yanına yaslandı.

“Ne görüyorsun?”

Başkomiser Ferdi elini kaldırdı, işaret parmağını tahtaya çevirdi. “Bu Hasan Usta diğer tüm isimlerin geçiş noktası. X abimiz de Hasan’ın patronu.” Elini indirdi. “O adam ölse konuşmaz. Bu Hasan Usta denildiği gibi pis işler yapıyorsa nasıl bugüne kadar bir falso vermemiş, hayret.”

“Arkasındaki güçler diyorum,” dedi Kaan. “Güç demiyorum, güçler. Çok düzenli ve dikkatli olmalı, başka bir sebebi olamaz.”

“Nasıl konuşturacağız? Paketlesek bile delil namına çekirdek kabuğumuz bile yok.”

Kaan’ın aklına İlay’ın mini etekli görüntüsü geldiğinde gülümsedi. “Mini eteğimiz olsaydı kolaydı.”

Ferdi kaşları havada ona döndü. “Ne minisi?”

“Hiç. Bizim kızlardan birini bozuk bir arabayla gönderelim yarın. Kolaçan etsinler nedir ne değildir, ona göre bir yol çizelim.”

“Tamam,” dedi Ferdi, tabloya geri dönerken. “İnsanın parası olmayagörsün, ne çok düşmanı oluyor. Bu koca aile bu adamın yaptığı ve yapacaklarını bekliyor. Zenginlik her şeyi alıyor da bir huzur alamıyor.”

“Bu ailede çok garip bir şey var, ne olduğunu bilmediğim bir gizem. Bu arada… Narkotiğe de söylersin o mahalleye sivil polis yollasın, bugün bir torbacıyı değiş tokuş esnasında gördüm.”

“Şaşırmadım. Bir şey yapmadın mı?”

Başını iki yana salladı Kaan. Kalemin boyasının bulaştığı ellerine baktı. “Sorma. Oldu bir şeyler.”

“O kadınla gitmiştin değil mi? İlay Payidar.”

“Evet.”

“Çok güzel kadın, havası bile değişik.”

Kaan göz devirip yerinden kalktı. Tahtaya yürüdü, kalemi aldı. Hasan ustadan başlayıp bağlantılı kişilere ekledi. O kişileri diğerlerine derken tek bir kişiden görsel bir bağ çıktı ortaya.”

“Evlere giren adamdan hiç iz yok mu?”

“Yok,” dedi Ferdi. “O da ayrı gizem. Onun da bu Hasan’la bağlı olduğunu düşündüm şu an.”

“Hasan’ın bağlı olduğu birine bağlı. Ama o kim?” Kalemi eline vuruyordu. “Kim?”

 

                                                                            ***

 

Rauf Bey telefonun diğer tarafındaki sesi dinlemekle meşguldü. İşler sarpa sarıyor, yıllardır kurdukları büyük çarkın demirleri çatırdıyordu.

“Duyuyor musun beni Rauf?” dedi karşıdaki. “O kadın ayak bastığından bu yana her şey birbirine girdi. Ayakta mı uyuyorsun sen?”

“Tabii ki uyumuyorum. Ne yapacağım, emirlerimi verip köşemde bekliyorum. Ne istiyorsun anlamıyorum, kurşuna mı dizeceğim Payidarları?”

“Hepsini değil, sadece birini. İlbilge Payidar ölmeli.”

“Bu sorunumuzu çözmez. İlbilge Payidar diyorsun, anında bulunuruz. Kansız halledeceğiz.”

“Kan yoksa kendini hapiste bil. O kadın hiçbir şeyin peşini bırakmıyor. Kızına yaptıkları da ortada, daha ne bekliyorsun? Selen asla Yıldırım olmayacak, bunu göze alıyor musun?”

Alnı terledi Rauf’un, mendiliyle silerken, “Olacak, o kadar.”

“Sinan onu sevmiyor, İlbilge Payidar’ı seviyor. Elini çabuk tutmazsan batacak bu gemi, geçmişe ayna tutmaya çalışacaklar ilk yanan da sen olacaksın.”

Rauf bir kahkaha attı. “Batarsam önce senin elini tutarım, bunu aklından çıkarma.”

“Biz seninle aynı gemideyiz Rauf! Ne çabuk unuttun Mustafa’nın iflasa götürdüğünü, ne çabuk unuttun iş birliği yaptığımız günü. Bugününü bana borçlusun! Ece diye ağlıyordun bir zamanlar, peşinde pervane olduğun günleri unutma!”

Rauf derin bir iç geçirdi. “Kes sesini!” Kahkaha sesi kulaklarını parçaladı adeta.

“Kızı ne kadar da ona benziyor fark ettin mi? Sanki Ece hiç ölmemiş gibi.”

Odasının uzak bir noktasına bakıyordu Rauf Bey. “Öyle bir benzerlik olamaz. Ama annesi kadar sevimli değil, annesi melekti kızı şeytanla anlaşma yapmış.”

“O şeytanı yok etmezsen seni avlayacak. Senin peşinde. Sonunu getirecek Rauf. Bizi bitirecek, bir şeyler yap.”

 

                                                        ***

 

Saat akşam sekiz civarı İlbilge ile Hazar, Sinan’ı evden aldılar. Bu gece o kasanın açılmasını istiyordu İlbilge. Sinan arabaya bindiğinde sessizdi ve bu sessizliği yol boyunca devam ettiğinde İlbilge dayanamadı. “Ne düşünüyorsun?”

“Seni!” dedi Sinan kati bir sesle. Hazar başını çevirdi, sert bir bakış fırlattı ama Sinan bununla ilgilenmedi.

“Anlamadım,” dedi İlbilge. “Neden?”

“Neyin peşindesin İlbilge, bana açıklama yapacak mısınız?” derken Hazar’a da bir bakış attı.

Hazar başını kararan havaya çevirdi. “Neyin peşinde olabiliriz Sinan? Ailemizi kurtarmaya çalışıyoruz.”

“Bakın! Ben ikinize de saygı duyuyorum, o yüzden de çok soru sormuyorum ama bir şey saklıyorsunuz. Aptal değilim.”

Değildi evet, Sinan her zaman bir beyefendiydi. İlbilge bunu biliyordu, kendine olan duygularını bildiği kadar. Susmasında ve saygı duymasında hisleri yatıyordu. “Konuşacağız,” dedi İlbilge. Elbette bir gün konuşacaktı, ok yaydan firar etmişti evet, ama neyi nasıl açıklayacağını tam olarak bilmiyordu.

“Bir şey sakladığınız doğru,” dedi Sinan. “Peki ben neden bu sırrın gerisinde kaldım? Biz bir aileydik, bunu kabul ediyoruz ama sırlarımız ne zaman bizden ileri oldu?”

“On sene önce,” dedi İlbilge.

Sinan öfkeyle başını sağa sola salladı. “Ah… Tabii arkana bile bakmadan gittiğin yıllar. O zaman da bir şey vardı, düşün düşün bulamamıştım ne acı ki hâlâ bulamıyorum. Sen annenle babanı kaybettin ben, seni.”

Sesindeki öfke Hazar’ı kızdırdı, ama susmayı tercih etti. Konuşmaya dahil olursa farklı bir alana açılacaktı. “Yeter!” dedi sertçe.

“Yetmez!” dedi Sinan.

İlbilge, Sinan’a bakıyordu. Adamın yılların öfkesini kusmaya o kadar hazır durduğunu fark etti ki bunu beklemiyordu. Tek bir söz bile etmeden ayrıldığı, kendinden sessizce uzaklaştırdığı ve kaçıp gittiği Sinan bir gün ona bunların nedenini soracaktı elbette. İlbilge için sorun neden bu kadar sene beklediğiydi. Neden Sinan hiç ağzını açma gereği duymamıştı? Neden bir kez bile neden dememişti?

“Sakin ol,” dedi İlbilge. “Düşmanın değilim. Ne yapıyorsam hepimizin geleceği için, bir gün beni anlayacaksın.”

“Seni bir gün değil, bugün anlamak istiyorum. Anlamak ve bu defteri kapatmak istiyorum. İkinize mutluluklar dilemek istiyorum. Tabii eğer gerçekten sevgiliyseniz.”

“Haddini aşma!” dedi Hazar.

“Haddimi aşmak istiyorum. Kusura bakmayın elimden daha iyisi gelmiyor.”

“Kesin şunu! Birbirimize düşeceğiz,” dedi İlbilge. “İhtiyacımız olan son şey bile değil.”

Ben Hazar’ın sevgilisiyim demiyordu İlbilge ve bu Hazar’ı yaralıyordu. Kendi kurduğu oyuna onu yine kendi çekmişti ve şimdi yalanları ortaya çıkıyordu ama ağzından çıkan şeyler doğrular nitelikteydi.

“Kasada ne bulmak istiyorsun?” diye sordu Sinan.

İlbilge omuz silkti. “Bilmiyorum.”

“Bilmediğin bir şeyin peşinden koşmak hiç sana göre değil,” dedi Sinan. “Sen sonraki basamağı görmeden adım atmazsın.”

“Belki görüyorumdur belki de hissediyorumdur. Körler de hisleriyle yol alır, belki körümdür, beni kör eden bir nefretin pençesindeyimdir. Bunlar sana yeter mi şimdilik.”

“Siz benimle alay ediyorsunuz,” dedi Sinan. “Onun bildiğini ben neden bilmiyorum.”

“O sensin, sinirlerimi bozuyorsun Sinan,” dedi Hazar.

“O dediğin Hazar, Hazar benim her şeyim, o her şeyim olurken yanımda sen yoktun. Bence de biraz haddini aşıyorsun. Bu gecelik susma hakkımızı kullanmak istiyorum.”

“Sen benim yanında olmama izin vermedin, Hazar’a verdin o izni, suç benim değil.”

“Suçlu aramıyoruz,” dedi Hazar.

“Yeter!” dedi İlbilge ve araba durdu. Hazar kapıyı açıp çıktı. İlbilge’ye elini uzattı, Sinan inip eve doğru yürüdü. Cebinden çıkarttığı anahtarı kapıya takıyordu. Bir araç daha durdu yanlarına, kasayı açacak genç bir çocuktu bu. Başı önünde yanlarından geçti. Çocuğun saçları karmakarışık, üzeri darmadağındı.

“Bu mu açacak kasayı?” diye fısıldadı İlbilge.

“Bu dediğin devletler arası savaşa neden olacak kadar iyi bir hacker.”

İlbilge dudak büktü. “Çocuk bu Hazar.”

“Yirmi beş yaşında, çocuk değil. Fiziksel yapısı bu.”

Başını eğerek kabullendi, genç adamın geçtiği kapıdan onu takip ettiler. Korumalar evin etrafını sararken onlar en alt kata spor salonuna indiler. Sinan ile Hazar yürüme bandını kenara çekti. Sinan eğilip Defne’nin tuş dediği çıkıntıyı parmaklarıyla yokladı. Bir iki dakika kadar zeminde arama yaptı, tam bulamayacağım diyecekti ki tırnağına bir çıkıntı geldi. Bastığında zemin seksen santim yukarı attı. Hazar da bir ucundan tuttu zeminin. Kaldırdıklarında tabut şeklindeki kasa gözler önüne serildi. Kasayı çıkarmak için sağını solunu aradılar ama gömülü gibiydi.

Genç çocuk saçlarını kaşıdı, kasa görmüşlüğü çoktu ama zeminde ilkti. “Kalsın abi, açarım orada.”

Hazar onu yıllardır tanıyordu, karşılaşmaları bambaşka bir masaldı. “Emin misin Tuğra? Zorlanırsan bir şekilde çıkartırız, sonuçta buraya sonradan bırakıldı.”

Tuğra yaklaşıp kasayı kontrol etti. “Betonla bütünleşmiş, çıkmaz bu. Bırakın.”

Sinan, “Ne kadar sürer açman?” dedi.

“Bilemem, önce sistemi kontrol etmem lazım.” Bilgisayarını, kabloları, kulaklığını çıkarıp kurmaya başladı. İlbilge uzakta duran şezlonga oturdu. Bir yanına Hazar diğer yanına da Sinan yerleşti. Tuğra’yı yalnız bıraktılar.

“Ne kadar güvenilir biri?” diye sorarken Hazar’a döndü İlbilge. Hazar, Tuğra’yı izliyordu. “Canını emanet edecek kadar. Altı sene önce onu hırsızlık yaparken yakaladım.”

“Hırsız ama canını emanet edebilirsin?” dedi Sinan.

“Bana da biraz garip geldi,” dedi İlbilge.

“Hastan annesine ilaç çalıyordu, eczacıyı yaralayacaktı. Annesi artık yaşamıyor, o da sevdiği işi yapıyor. Uzun hikâye…” dedi Hazar.

“Üzüldüm,” dedi İlbilge. Hazar’a yaklaştı, kolunu kolundan geçirip çenesini adamın omuzuna sabitledi. “Ne güzel yüreğin var,” dedi. “Bir ara dinlemek istiyorum o uzun hikâyeyi.”

Sinan başını sağına çevirip onların samimi görüntüsünden kendini kurtardı. Sen seversin o sevmez, gözlerinin önünde başka birinin onu mutlu ettiğini görmek düşer nasibine. Ne acı bir kaderdir ki… Bir yanı onlara inanmıyor, bir yanı bu da gördüklerini sindirmeye çalışıyordu. Hızla kalktı. “Bahçede olacağım, haber verirsiniz.”

Hazar da İlbilge de başlarını kaldırıp onun gidişine bakıyordu. “Neden inanmıyor bize?” dedi İlbilge. “Hazar sevgili olmayı bile beceremiyoruz, gerçek bir ilişki yaşayacak olsak bizden hiçbir şey olmaz. Partnerlerimiz bizi terk eder.”

“İnanmıyor değil, inanmak istemiyor.” Yandan ona bir bakış attı. “Ben yeterince iyi olduğumu düşünüyorum. Sen biraz soğuksun galiba.”

“AA!” derken kollarını geriye çekti İlbilge. “Mumlu yemek mi hazırladın bana da konuşuyorsun? Neyini gördük ki?”

Mumlu yemek mi? Hazar ne anlardı mumlu yemekten. Mumlu bir masada kendilerini hayal etti oracıkta. Ne konuşacaklardı? İş mi? Kahkaha attı. “Seninle eğitim almamız gerekiyor, hiç aklıma mumlu yemek gelmezdi.”

“Sen hiç mum ışığında yemek yedin mi?” dedi İlbilge yandan bakışlarıyla.

“Yemedim. Yemiş de olabilirim ama bir kadınla özel bir yemek olmadı. Sen diyeceğim ama aldığın nefesi bildiğimden sormuyorum bile.”

İlbilge gözlerini kırpıştırdı, yüzünde tatlı bir gülüş vardı.

“Kiminle?” derken hızla ona döndü. “Ne zaman?”

“Yemedim canım ama direkten döndüm. Belçika’da okulda Türk biri vardı. Yakışıklıydı, kibardı. Bir an aklımı çelecek gibi oldu ama yapamadım. Boş işlerin kadını olmamaya yemin etmiş bir kadının hiçbir şey hissetmediği biriyle yemeğe çıkmasını yanlış buldum. Güzel bir yüzden, birkaç kibar hareketten daha önemli şeyler arıyordum. Sadakat, güzel bir ahlak ve sonsuz güven. Gitmeden bir gün önce iptal ettim, bir süre daha dolandı peşimde ama baktı ki ben o kadın değilim sıkıldı; bıraktı peşimi.”

Bir an içi sızlasa da rahatlamıştı. Kadının güzel yüzüne bakarken kaynayan yüreğine söz geçiremiyordu. Onun gerçekten de sevdiği adam olsa hayat nasıl olurdu, bilmiyor ama delice merak ediyordu. “Buldun mu?”

Tuğra’ya bakan İlbilge,” Neyi?” diye sordu.

“Arıyordum dedin, buldun mu?”

İlbilge ona bakmadı, bilgisayarına gömülmüş Tuğra’ya odaklanmıştı. “Geçmiş zaman diye öyle dedim hâlâ arıyorum. Umarım bir gün bulurum.”

“Umarım,” dedi Hazar fısıltı sesiyle.

Bir saat geçti, iki saat geçti, Sinan bahçeden dönmedi onlar da onun yanına gitmedi. Otur kalk saat gece yarısı on bir olmuştu. Bir tık sesi çınladı geniş odada.

“Abi açıldı.”

“Ben Sinan’ı çağırıyorum,” dedi İlbilge. Cam kapıdan arka bahçeye çıktı, Sinan’ı alıp bir dakika bile sürmeyen zaman diliminde geri döndü. Tuğra eşyaların topluyordu. “Çok zorladı, ama imkânsız değildi.”

“Şifre nedir?” dedi İlbilge.

Tuğra başını kaldırmadı, daha çok eğdi. “0828.”

İlbilge bu rakamları nereden hatırlıyordu? Hazar’a döndüğünde onun da hatırladığını ama bulduğunu ifade eden bakışlar gördü.

“Bu…” dedi Sinan. “Annenle babanın ölüm tarihi değil mi?”

Kalbindeki çınlama geçerse etrafındaki sesleri daha iyi duyabilirdi ama Tuğra’nın gidişini hayal meyal hatırlayacaktı. Kasanın açık kapağına bakıyordu, kapak kısmı açıktı sadece birileri onu tutup kaldırınca içindekiler ortaya çıkacaktı.

“İlbilge!” dedi Sinan. “İyi misin?”

“Sanırım, açın artık bakalım.”

Odanın içinde üçü kalmıştı. Sinan ile Hazar ağır metali iki yandan tuttular. Kapağı ters çevirdiklerinde İlbilge içine bakmak için dizlerini yere bıraktı. Bölmelerden birinde tomarla paralar, altın külçeleri görünüyordu. Kapağı bırakıp eğildi beylerde. Diğer bölmelerdekilerine elini uzattı İlbilge. Bir tane hard disk, birkaç tane bellek, üst üste birçok büyük zarf duruyordu.

Hard diski eline aldı İlbilge. “Ne arıyorsak bunların içinde.”

“Çantanı getir İlbilge,” dedi Hazar. İlbilge şezlongda duran çantasını getirip ağzını açtı. Sinan ile Hazar para ve altınlar hariç diğer her şeyi İlbilge’nin çantasına doldular. Kasanın kapağını kapatıp zemini eski hâline getirip, yürüme bandını çektiler.

“Holdinge gidiyoruz,” dedi Sinan. “Şu an en müsait yer orası.”

“Gidelim,” dedi Hazar.

“Gidelim,” dedi İlbilge, çantasının kulpuna öyle sıkı asılıyordu ki eli acıyordu. Sinan yol boyunca şifreyi düşündü. İlbilge’nin ailesinin geçmişinin peşinde olduğunu kavradı. Bilmediği ne vardı? Nasıl bilmiyordu, neden? Soru soramıyor, alacağı cevapların onu tatmin etmeyeceğini düşünüyordu. Güvenlik onları görünce şaşırsa da selam vermişti. Yönetim katına çıkıp toplantı odasına birer bilgisayar taşıdılar. Çantanın içindekileri masaya serdiler.

“Önce disklere bakalım,” dedi Sinan. “Sırayla.”

“Hard diski alıyorum,” dedi Hazar. Sinan bir bellek çekti önüne bir tane de İlbilge. Yan yana oturdular ve aralarında İlbilge vardı. “Umarım bunlar da şifreli değildir,” dedi İlbilge. “Tuğra’yı bir daha yormak zorunda kalmayalım.”

Hiçbirinde şifre yoktu. Hepsinin önüne aynı anda serildi sayfalar. İlbilge ‘Ünlüler’ dosyasına tıkladı. Önüne serilen ücretlere ve isimlere bakarken gözleri kocaman oldu, dudakları aralandı. “Şuna bakın!”

Beyler başlarını uzatıp ekrana baktılar. “Tüm bu insanlardan neden paralar alınmış?” dedi İlbilge. “Şarkıcı değil mi bu?”

“Evet, altındaki de oyuncu ve liste hep halka mal olmuş insanlar,” dedi Sinan.

“Şantaj,” dedi Hazar. Kendi önündeki dosyaları açmaya başladı, keza Sinan da. Videolar ekrana düştüğünde Sinan başını eğip Hazar’a baktı, Hazar da ona ama gözleri dehşetle açılmıştı. İkisi de aynı anda bilgisayarların kapaklarını indirdiğinde İlbilge irkildi. İkisine baktı. “Ne oldu?”

“Bunlar şantaj videoları,” dedi Hazar. “Özel, çok özel.”

“Gerçekten mi, kimin?”

“Oyuncu birinin,” dedi Sinan, eliyle alnını sıvazlarken. “Bendeki en azından. Neden o paraların alındığı belli oldu.”

“Kaan bu işe bayılacak,” dedi Hazar. “Şu listeleri bir daha açsana.”

Hazar İlbilge’nin bilgisayarına eğilmişti ama Sinan belleği çıkarıp masadan bir zarf ve başka bir bellek aldı. Takıp açılmasını beklerken yanında fısıldaşan çiftle ilgilenmedi. Açılan dosya isimlerine göz gezdiriyordu, açmayacaktı sadece isimlere bakıyordu. Dosyalardan birinin altında kocaman harflerle ‘Ece Payidar Mustafa Yıldırım’ yazıyordu. Kanı dondu, gözlerini kırpmayı unuttu, eli bir an buz kesti. Dosya üzerinde duran tike basamadı. Yüreğinde kırlangıç sürüleri ayaklanmış, bir sağa bir sola dönüyorlardı. Mekândan soyutlanmış gibiydi, anlam vermek bir yana neden isimlerin yazdığını sorgulamadan tıkladı. Açmadan anlamayacaktı. Önüne düşen videoda babasıyla Ece yengesini aynı yatakta sarmaş dolaş uyurlarken gördü. Eli boğazına dolandı, yüzü gerildi, buruştu, nefes alamadığını hissetti. Babası bunu yapmış mıydı? Ya Ece yengesi? Ekrem amcasına nasıl yapmışlardı? Şantaj vardı buralarda, bunlar bir oyun muydu yoksa gerçek miydi? Başını İlbilge’ye çevirdi. O biliyor muydu? Sakladıkları sır bu muydu? Ellerinin titremesinin geçmesi için bir iki kez yumruk yaptıktan sonra videoyu başa sardı. Başlatıp çevirdi.

“Bunu mu arıyordunuz?” derken kalktı. İkisini de ekrana bakarken o masanın etrafına dolandı. Zarfları kendine çekti ve açmaya başladı.

İlbilge ile Hazar kendilerine dönen ekrana baktı. Hazar başını çevirdi, İlbilge gözlerini kapattı. Odadaki sessizliği açılan zarfların sesi dolduruyordu. Sinan çıkan fotoğrafları masaya saçıyordu. Yanıyordu Sinan, tutuşmuştu yer yanı. Öfkeden elleri titriyor anlamsızlığa anlam yüklemekle bilinçsizce hareket ediyordu. İlbilge uzanıp bilgisayarın ekranını indirdi. Sinan son zarfı açtı, babasıyla Ece yengesini çıktı. İlbilge’nin önüne doğru fırlattı.

“Ne demek bu?”

“Oturur musun lütfen,” dedi Hazar.

“Yeni yalanlar dinlemek için mi?” dedi Sinan. İlbilge gözlerinin nemini parmak uçlarıyla sildi. Başını sağa sola sallayıp görüntüleri zihninden atmaya çalıştı.

“Ne demek bunlar?” dedi Sinan ama bu kez sesi odayı dolanıyordu.

Onun yersiz öfkesi İlbilge’yi de kızdırdı. Kalkarken koltuğunu devirdi. “Ne bilmek istiyorsun? Senin babanla benim annem!”

“Sen bunu ne zamandır biliyorsun?”

“Babam annemi öldürdüğü geceden bu yana.”

Sinan ona bakarken gözleri kısıldı. Havaya kalkmış omuzları ona bakarken indi. “Baban bunları gördü, anneni o yüzden öldürdü.”

“Babanı öldürmesi gerekiyordu ama benim annem kurban oldu.”

Gözleri dehşetle açıldı Sinan’ın. “Kimsenin ölmesi gerekmiyordu İlbilge. Bunun bir açıklaması olmak zorunda. Benim babam şerefsiz değil.”

“Benim annem de böyle bir kadın değil, babam da senin gibi düşünseydi keşke ama benim ailem yok oldu.”

“Ve sen…” dedi yıkılmış ruhuyla yakta duran Sinan. “Gerçeğin peşine düştün, amacın intikam mıydı?”

“Ben kimseye bir şey yapmadım, gerçeği aramak benim hakkım.”

“Bunu bana söyleyebilirdin, ben senin için Hazar kadar değerli değil miydim?”

Hazar başını eğdi, bu ikisinin hesaplaşmasıydı. Ne kadar acı çekse de konuşmak istemiyordu.

“Sana söyleyemezdim, sen onun oğlusun. Karşına geçip senin baban benim annem diye başlayan sözlerim olamazdı. Ben hiçbir zaman inanmadım, annemin babamı ne kadar sevdiğini biliyordum. Yapmaz annem.”

“Babam yapar mı?”

İlbilge arkasını döndü. Çok daha kötü şeyler söylemek istiyordu ama bir yanı buna izin vermiyordu. “Babam o gece bir mektup bıraktı, orada babanı öldürmektense kendilerini yok etmenin doğruluğuna karar vermişti. Babam inanmıştı, benim fazla seçeneğim yoktu.”

“Senin baban bir aptal!” diye bağırdı Sinan. “Bir hain!”

İlbilge gözlerini yumdu, bütün bedeni sarsıldı ama cevap veremedi. Olduğu yere sinmek, yerin yarılıp onu içine almasın bekledi.

“Benim çocukluğum üçünün anılarını dinlemekle geçti İlbilge. Babamın onlara nasıl abilik yaptığını, nasıl bir yokluktan geldiklerini, birbirlerine nasıl bağlı olduklarını dinlemekle geçti yıllarım. Ben size canımı malımı ailemi ve paramı emanet ediyorum, neden? Kimsiniz siz? Kan bağımız mı var? Hayır! Biz bir geçmişin ipleriydik, kör düğümüz biz. Bu kadar mı güvenmedin bana?”

Ne Hazar konuştu ne İlbilge. Kollarını göğsünde bağladı, başını kaldırdı. “Yerimde değilsin, beni eleştirmeye hakkın yok,” dedi en nihayetinde.

“Bu yüzden açtın mesafeyi, bu yüzden kızları birbirinden kopardın. Bu yüzden çekip gittin. Beni bu yüzden bıraktın. Kaç kez kapına geldim, elini tutmama bile izin vermedin. Yanımdayım bile diyemedim. Onlar bir hata yaptı veya yapmadı, sen kalanımızı kurban ettin.”

“Evet,” dedi İlbilge hırsla döndü. “Yaptım, yine olsa yine yaparım. Yüzüne bakamadım, nefretim beni yendi. Hiçbirinizi görmek istemedim. Kardeşlerimi uzak tutacaktım, onlara bile yıllar sonra söyledim. Bu sırrı amcam ben ve Hazar taşıdık. Sana her baktığımda babanı görecektim, babamın yaptıklarını, annemin olmayışını, ailemin olmayışını. Sana ihtiyacım yoktu, en son gerekli olan şey ailemin yok oluşuna sebep olan adamın oğlunu sevmekti. Kalbimi yerinden söktüm ve attım. Pişman değilim.”

Sinan’ın kalbini söktü şimdi de. Bir an sancıdı adamın tüm hücreleri, can çekişir gibi dağıldı. “İntikam için döndün,” dedi yavaşça. “Ama bunları bilmiyordun, ne yapacaktın, iflasa mı götürecektin bizi?”

“Aklımdan bile geçmedi, burası hepimizin.”

“İntikam için döndüğünü kabul ediyorsun yani?”

“Başta evet, benim acılarımın, uykusuz gecelerimin ve kabuslarımın bir hesabı olacaktı. Ama size bir zarar vermek istemedim. Biz ne kadar günahsızsak sizde o kadar masumsunuz. Benim babam kendi kurşunuyla öldü. Ona sebep olanlar nefes alıyordu, hırsımı alacağım. Üzgünüm.”

“Sen aklını kaçırmışsın.” Hazar’a çevirdi başını. “Ona bir şeyler söylemedin mi Hazar? Yapma demedin mi? Öyle körü körüne mi destek oldun?”

Hazar acı çeken yüz ifadesine meydan okuyan bir ifade yerleştirdi. Sinan’a kaldırdı başını. “Ben ona onunla gerçeği arayacağıma söz verdim. Benim için hepiniz aynı konumdasınız. Bu senin başına gelseydi sana destek olurdum. Ayrıca bilmediğin şeyler var, yargılaman bittiyse otur dinle.”

Ona birkaç saniye baktıktan sonra arkasındaki koltuğa bıraktı kendini. Çökmüş bir ruha sahipti, elini gözlerine siper etti.

“Bu fotoğrafların aynısı Selen’in babasında da var,” dedi Hazar. “Senin Selen’le evlenmen için babana şantaj yapıyor. Babanın seni zorlaması bu yüzden. Biz bunu çözdüğümüz de İlbilge ne yaptı biliyor musun?”

İlbilge kollarını göğsünde bağlayıp pencere kenarına yürüdü. Sinan elini yüzünden çekti. İlbilge’ye bakıyordu, kadının gergin sırtını görüyordu.

“Selen o gün İlbilge’ye annene benziyorsun demesinin nedeni de bu, onun o gafı bizi Ruaf’a götürdü. Selen seninle evlenmezse tüm bunları medyaya vermekle tehdit etti bizi ama İlbilge bunu yapmasını söyledi. Senin Selen’le evlenmeyeceğini söyledi. O, senin için geçmişin ortaya dökülmesine izin veriyor. Senin onu suçlamaya hakkın yok.”

Sinan başını eğip gözlerini yumdu. Sindirmeye çalışıyordu.

“Ve… Babamın söylediğine göre baban da Ece yengemi seviyordu ama asla taşkınlık derecesine gelecek bir durum yaşanmamış. Babam çok emin, hiç söze dökülmemiş, ama öyle işte…”

Sinan gülümser gibi oldu. “Ne kadar hoş bir geçmiş ve günümüz… Biz şimdi burada bu odada babalarımızın günahlarını mı ödüyoruz? Bir kadını seven Yıldırım ve Payidar’dan Yıldırım ve Krıkhan’a mı terfi ettik.”

İlbilge dönmedi, kollarını daha sardı kendine. O annesi değildi, değildi. Durum farklıydı, başkaydı. Çağlayan gibi coşuyordu içi ama dışardan fısıltı bile duyulmuyordu.

Hazar gözlerini Sinan’a dikti, Sinan da ona. İkisi de çekmedi. Meydan okunuyor, sessiz bir savaş hüküm sürüyordu bakışlarda.

“İyi tarafından bakın,” dedi İlbilge. Sinan ona baktı, ama Hazar başını yana çevirdi. “Timuçin ile Cemal’in arkasındaki adamın Rauf olduğunu artık biliyoruz.”

Sinan gülerek yerinden kalktı. “Babamla konuşacağım, Selen’le evleneceğim. Başarı Holding hisselerimizi biriniz alırsınız artık. Bozuyorum oyunu, ben sizin gibi tiyatro çeviremem. Kimsenin Ece yengemle Ekrem amcamın hatırasına leke sürmesine izin vermeyeceğim. Zaten bunlar elimizde, ne yapacaksınız yapın. Benden buraya kadar!”

Odanın kapısını çarparak çıktı Sinan. Bir dakika kadar ikisi de konuşmadı, Hazar ayağa kalktı. Fotoğrafları topladı, amcası ve yengesine ait olanları un ufak ettik. Kalanları zarflara bıraktı. Videolardan yine Ece ve Mustafa olanları sildi. İlbilge cam duvarın önüne çökmüştü. İstanbul’un ışıklarını izledi. Hazar’ın ne yaptığıyla ilgilenmedi. Geçmişi, geleceği ve içinde olduğu acıları düşündü. Sinan’a hak verdi ve kızdı.

Hazar her şeyi toplayıp odadan çıktı. Dakikalar sonra geri döndüğünde İlbilge’nin yanına ayakları üzerinde çöktü. Elini uzattı. “Gidelim mi kraliçem?”

İlbilge dünyaya bir daha gelse veya tüm dünyayı dolaşsa Hazar kadar sadakati arsız bir adam bulamazdı. İlbilge’nin omzuydu, kolu, bazen damarlarında dolaşan kanı, hücreleri. Ona burukça gülümsedi. “Hisseleri almayacağım, ortaklığı o bile bölemez.”

“Şimdi biraz kızgın, daha sonra konuşuruz.”

İlbilge elini Hazar’ın eline bıraktığında genç adam sıkıca kavradı. “Hazar…” dedi Hazar onu ayağa çekerken.

“Efendim.”

İlbilge’nin gözleri dolmuştu. “Ben ikinizi idare etmiyorum.”

Hazar gülümsedi bu kez. “Biliyorum.” Onu kendine usulca çekip kollarına hapsetti. Sarı saçlarına dudaklarını bastırdı. “Sen İlbilgesin, ne istediğini bilen bir kadın. Sinan öyle demek istemedi.”

“Götür beni buradan.”

El ele indiler, holding girişine kadar elleri birbirini bırakmadı. On basamak aşağıda arabaları onları bekliyordu. Nereden geldiğini seçemedikleri kurşunlar ikisini de bulmadan hemen önceydi.

Loading...
0%