@payelll
|
Öyle bir ‘Yar’ sev ki evlâdım; elinde su tasıyla iftarı bekleyen oruçlu gibi beklesin seni. Hz. Mevlâna
Kritik saatleri atlatıp ilacın kesilmesiyle uyanması beklenen Hazar odasının önünde kamp kuran aile üyeleri oturuyor, kalkıyor, dolanıyor, bir daha oturuyordu. Sinem Hanım bitip tükenmiş hâliyle başı eşinin omuzunda oturuyordu. Selim Bey yanında Sezen Hanım ile sessizce bekliyordu. Altınay ve Aybüke ablasının yanındaydı, İlay sabah uğramış ama hemen Kaan’ın yanına dönmüştü. Birazdan gelecekti. Yıldırım kardeşler tam takım ordaydı. Birilerin işlerine sahip çıkmaları gerekiyordu. Sinan günün birkaç saati holdinge uğruyor, imzaları atıyor, gerekenleri söylüyor ve geri dönüyordu. Mustafa Bey eve gitse de birkaç saate geri dönüyordu. Zehra Hanım da peşinden bir an ayrılmıyordu. Saat sabaha kavuşmak üzereydi ama kimse eve gitmiyor, Hazar’ın gözlerini açmasını bekliyordu. Mustafa Bey günlerdir kendine aynı soruyu soruyordu. Derin derin düşünüyor, onları buraya neyin getirdiğini nerede yanlış yaptıklarını sorguluyordu. “Selim,” dedi yanında oturduğu adama usul bir sesle. Selim Bey ona çevirdi başını. “Selim biz nerede yanlış yaptık? Ne oldu da böyle oldu?” Selim Bey İlbilge’den aldığı yeni haberleri sindirmişti. Yıllardır bir yanlışın peşinde olmak onu yaralamıştı. Sanki esas ihanet eden Selim Bey’di. O an öyle hissetmişti. “Bilmiyorum ama bir yerde yaptık ona bende katılıyorum.” “Harama el sürmedik, kimsenin hakkına girmedik. Aç açıkta kaldık, çabaladık ama başardık. Kime ne yaptık biz Selim? Çocuklarım acı çekiyor, Hazar ölümden döndü, İlbilge kardeşlerine bakarken büyüdü. Ekrem gitti, giderken de Ece’yi götürdü. Biz ne yaptık Selim? Kimse mutlu değil, her şeyi tüm o fakirliği ve açlığı biz bu aile için yaşamadık mı? Mutlu olamadık?” Selim Bey’in gözleri doldu. Çenesi titredi. “Bilmiyorum. Keşke bilseydim.” Koluna giren Aybüke ile yaklaşıyordu İlbilge. Bir elinde baston tarzında bir metal vardı. Üzerine günler sonra ilk kez siyah bir eşofman takımı giymişti. Diğer yanında da Altınay yürüyordu. “Neden kalktın kızım?” dedi Selim Bey. “Uyanmadı mı amca?” dedi oda kapısına bakarken. “Bekliyoruz,” dedi Sinem Hanım. “Sen iyi misin?” “İyiyim yengecim, müsaade ederseniz içeri girmek istiyorum.” “Gir çocuğum,” dedi Sinem Hanım. “İlk soracağı sensin zaten.” İlbilge utangaç bir gülümseme sundu kadına. Altınay onu bıraktı, yavaş adımlarla girip kapıyı kapattı. Kısık ışıkla aydınlanan odada başucuna kadar yürüdü. Ayakta durup kablolardan ve solunum cihazından kurtulan adama uzun uzun baktı. Sakalları yüzünü çevrelemişti. Parmaklarını sakalların üzerinde gezdirmeye başladı. “Böylede yakışıklısın hatta fazla yakışmış.” “Yalan söylemiyorsan sakal bırakacağım.” İrkilerek elini çekti İlbilge. “Ödümü kopardın. Uyuyorsun sandım.” Hazar gözlerini araladı. Kapı açıldığında uyanmıştı, odaya girene bakma gereği bile duymadı. Kokusu ondan önce ulaşmıştı. Kuru dudaklarını diliyle ıslatmak istedi ama ağzında saman varmış gibiydi. Sevdiği kadına bakarken gülümsemeye çalıştı. “Yaşıyoruz.” İlbilge yorulduğu için yatağın kenarına ilişti. “Yaralıyız ama yaşıyoruz. Üç kurşun yaram oldu, iki tane de sende.” “Rauf…” dedi Hazar. “Onu öldüreceğim.” “Boş ver şimdi onları. Ölmedik Hazar. Seninle ölüme yürürüm dediğinde bunu laf olsun diye dedin sanmıştım. Bir gün başımıza geleceğini düşünmezdim.” “Şüphen mi vardı? Biraz erken fark etseydim önüne geçerdim.” “O zaman gerçekten ölürdün.” “Sana bir şey olmasın.” “Sen olmayınca ben ne yapacağım bu dünyada?” dedi İlbilge. “Biz seninle ayrılmaz bir bütünüz.” “Öyle mi düşünüyordun? Bana daha çok her an gidecekmişsin gibi geliyor.” “O senin aptallığından.” Nefes almak istedi ama tüm bedeni sızladı. “Olsun sevgilim, bu aşkın aptalı ben aşığı sen ol.” Küçük bir kahkaha attı İlbilge. “Tamam. Anne baban ve tüm ailemiz dışarıda bekliyor. Ben çıkıyorum, onlar gelsin. Hemşireler çok kızıyor oda kalabalık olunca.” Bastonundan güç alarak kalktı İlbilge. Hazar ona özlemle ve büyük bir mutlulukla bakıyordu. “Odama transfer olsana, sıkılırım ben yapayalnız.” “Benim çıkışım geldi, yani yatmam için bir neden kalmadı ama burada kalacağım. Birlikte çıkacağız. Refakatçı olmak isterdim de işte hâlim ortada. Su istesen veremem.” “Sen karşımda otur, yeter.” İlbilge elini Hazar’ın siyah, dağılmış, gözlerine gelen tutamlarına götürdü. Parmaklarıyla onları geriye itti. “Burada olacağım, her zaman.” Yavaşça eğilip dudaklarını adamın alnına değdirdi. Hazar gözlerini kapatmıştı ve nefes alan bedeni sızlıyordu. Aynı yavaşlıkta doğruldu. “Görüşürüz, sakal yakıştı cidden.” “Sakal bırakıyorum.” “Destekliyorum.” Odadan çıkarken annesi ve babası girdi. Ardından sırayla tüm sevenleri… Ama onun aklı giden kadında ve alnındaki sıcak dokunuştaydı…
***
Bir hafta sonra…
“Kaldır kolunu,” dedi İlbilge. İnce mevsimlik gri bir kazak vardı elinde. “Dışarısı soğuk mu?” dedi Hazar. “Neden kazak giyiyorum.” “Sonbahar geldi, serin diyorlar. On günde ne kadarsa artık, ben de bilmiyorum. Annen giysin dedi. Karşımda çıplak durmayı kez ve şunu giy. Ayakta çok kalamıyorum.” Hazar kollarını uzattı. “Tamam. Annem nerede, o giydirseydi. Sen neden yoruluyorsun?” “Bende bilmiyorum, elime tutuşturdu.” Hazar’ın başından geçirdi kazağı, bandajlara dikkat ederek eteklerini aşağı çekti. “Sinan ve Kaan birazdan gelir, helikopterle gideceğiz. Ama sonra buraya geri döneceğiz. Basın bizi kapıda bekliyor olacakmış. Sinan dedi.” “Kasamı patlattın!” dedi yine aklına gelmişti. “Hem de benim adamımla.” “Çok zor olmadı,” derken ceketi uzatıyordu. Hazar kalkıp kollarını yavaşça geçirdi. “Tuğra’nın benim için yapamayacağı pek bir şey yok gibi.” “Ona ayrı hesabını sordum.” “Neden bu kadar kızdın? Kasada ne vardı ki?” İlbilge ile Hazar’ın çocukken çekilmiş bir çerçeve içindeki fotoğrafı. Hazar ona hayran hayran bakarken İlbilge gülümseyerek başka yöne bakıyordu. “Bir şey olması gerekmiyor, özel bir şey sonuçta.” “Abartma Hazar. Kapat artık konuyu, her gün bir kez konuşuyorsun.” İlbilge de kemerini bağladı. Karşılıklı ayaktaydılar. “İlbilge, bitiyor muyuz?” “Bitiriyoruz. Biz plan yaparken hayat kendi planını bize yaşattı. Ne düşündüysem tersi oldu, yapacağım dediğim hiçbir şeyi yapamadım ve iyi ki de yapamadım. Alınmış bir duam olmalı. Yarın bu defteri kapatıyoruz. Tabii etkileri biraz sürecek ama uzaktan izleyeceğiz.” “Allah’ım çok şükür.” “Ama bu demek değil ki intikamımı almıyorum. Sonuna kadar davanın takipçisi olacağım.” “Tamam, ondan zarar gelmez. Baksana…” dedi Hazar. Ayakta kalmaktan yorulan İlbilge yatağa oturdu. “Baktım.” “Sinan da bir değişiklik var, ona ne anlattın?” “Geçmişi, annemi ve babamı… Ne yaşadıysam onu anlattım. Beni anladı veya anlamadı ama kabullendi.” Hazar da usulca yanına oturdu. “Sana değer veriyor.” “Sana da değer veriyor,” dedi İlbilge. “Bizi seviyor, bizim onu sevdiğimiz gibi. O ve kızlar da bütünün bir parçası. Bir şekilde gerçeğe vakıf olacağız, sonunda da kabulleneceğiz. Mustafa amcaya karşı bir şey hissetmiyorum. Nefretim sevgimi sildi sanırım. Görüntüleri midem hazmetmiyor, masum olmaları değiştirmiyor.” “Buna da alışacaksın, amcam bir şey yapmadı. Net olarak ortaya çıktığında hislerin zamanla değişecek.” “Kim bilir…” Kaan kapıya vurup girdi, arkasından da Sinan. “Gerekli izinleri aldım, istediğin tanık korumalar halledildi. Helikopter geldi, gidiyor muyuz?” dedi Kaan. “Sen harika bir birisin,” dedi İlbilge. “Geleceğin İstanbul Asayiş Şube Müdürüyle ortak iş yürütüyorum.” “O kadar erken değil. Önce müdürümün ayağını kaydırmam gerekiyor. Ama o da oldu sayende.” Hazar, Sinan ve İlbilge’nin gözleri dehşetle aralandı. “Hayır!” dedi Hazar. “Şaka!” dedi İlbilge. “Yazıklar olsun,” dedi Sinan. Kaan ellerini kaldırdı ve kayıtsız bir gülüş sergiledi. “Ben bir şey yapmadım. Bendeki veriler yaptı. İki güvendiğim arkadaşımla yürüttük, tabii bir de İlay. Üs olarak sizin holdingi biraz kullandık. Müdürüm sordukça araştırıyoruz dedim. İzinler için biraz yağlama yıkama yapmak zorunda kaldım, gizlilik önemli.” İlbilge ayağa kalktı. “Canım ekibim, gidiyoruz.” Helikopter Silivri Cezaevinin alanına indi, müdür bey onları odasında ağırladı ve belgeleri inceledi ve Cemal ile Timuçin çağrıldı. Müdür beyden müsaade istendi, o da meraklı olmadığından ve bu pis işe bulaşmak istemediğinden kabul etti. Suçlu kardeşler üzerlerindeki zenginliği soyunmuş, hapis hayatına alışmamış, yüzleri beton gibi odaya girdiler. Neden çağrıldıklarını bile bilmiyorlardı ama odaya girince anladılar. “Oturun bakalım damatlar,” dedi Sinan. İtiraz edecek gibi oldular ama Kaan’ı görünce sessizce yan yana oturdular. Başlarını pek kaldırmıyorlardı, kaldırdıklarındaysa nefretle bakıyorlardı. “Beyler beyler…” dedi İlbilge. “Nasılsınız? Keyfiniz yerinde mi burada? Dışardaki zengin hayatı özlediniz mi?” “Dalga geçmeye mi toplandık?” dedi Cemal. “Onu siz bizimle geçtiniz, en çok da kardeşlerimle ve Mila. Babasını soruyor, ne desek bilemiyoruz?” Timuçin kızının adını duyunca omuzlarını içe çekti. “Kızımı seviyorum.” “Kızın da seni seviyor,” dedi Sinan. “Ama sen buradasın ve biz ona gerçeği açıklayamıyoruz.” “Pişmanım.” “Çok güzel,” dedi İlbilge. “Paralarım nerede?” “Bizde değil,” dedi Cemal. “Bize hakkımıza düşen verildi.” İlbilge elleri arkasında bir sağa bir sola yürüdü. “Kim?” “Konuşmayacağız,” dedi Timuçin. “Boşuna kendinizi yormayın.” “Evindeki kasayı bulduk,” dedi Hazar. İki kardeşin başı aniden kalktı. “İçindekiler bende,” dedi Kaan. Adamlar nefesini tutuyordu. “İş birliği yapacağız,” dedi İlbilge. Kardeşler ona döndü. “Buraya siz şeytanlarla anlaşmaya geldik.” “Anlaşma falan yok!” dedi Timuçin. “Öyle mi?” dedi Hazar, oturduğu koltuktan biraz öne eğildi. “O zaman şöyle yapıyoruz; evinde bulduğumuz diskler ve fotoğrafların suçunu size yıkıyoruz.” Kaan’a baktı. “Yapabiliyor muyuz Başkomiserim?” “Çok basit, bir iki ekleme bu iş biter. Zaten evinden çıkması bile yeterli.” Timuçin’in bedeni biraz daha içeri çekildi. “Kaç yıl yatarlar?” dedi Sinan. “Mila kaç yaşında olur mesela babası içerden çıktığında?” “İyi hâl falan desek bile en az yirmi sene, yeğenin genç bir kadın olur.” “Yapamam!” dedi Timuçin. “Öldürürler bizi.” “Sen ölme diye geldik zaten,” dedi İlbilge. Önce çıktı, adamlara biraz daha yaklaştı. “Bak! Bize yardım edersen seni buradan çıkaracağız. Tanık koruma izni aldık, tanıklık edersen ve tüm gerçekleri anlatırsanız çıkacaksınız. Şikâyeti geri çekeriz, belgelere sahte deriz. Biri komplo hazırlamış diyeceğiz. Temize çıkarsınız, Timuçin veya Tolga mı demeliyim?” Bir gerçeği ya da yalan yüzlerinde tokat gibi patladı. “Annenle babanı da ziyaret ettik,” dedi Hazar. “Hasan Usta diye biri çekmiş sizi bu işe, biz her şeyi biliyoruz. Bir şey hariç. Onu bize verin size özgürlüğünüzü ve saygınlığınızı geri verelim.” “Öldürürler,” dedi Cemal. “Yaşatmazlar bizi.” “Evindekiler delil olarak saklıyordun?” dedi Kaan. “Artık onlarda elinde değil. Bu işi çok saklayamam zaten öleceksiniz. Buralar biraz karışık yerler, bizi ceset olunca arıyorlar. Yanınızda olamayabiliriz.” “Son teklifim,” dedi İlbilge. “Bir milyon dolar ve yurtdışına çıkış için tüm gerçekler. Tercih sizin.” Alttan göz ucuyla birbirlerine bakan kardeşler teslim oldu, sözcü olarak Timuçin, “Bizi koruyacaksınız ve kızımı göreceğim.” “Defne senden kızını esirgemez. Ne zaman görmek istersen görürsün.” “Söylediğiniz tek bir şey eksik çıkarsa belanız olurum,” dedi Timuçin. “Burada düzenbaz da yalancı da sizsiniz. Kiminle konuştuğunuzu unutmayın!” dedi İlbilge. “Biz de söz bir kez verilir. Şeytanla da yapılsa anlaşma anlaşmadır. Ama…” dedi üzerine basarak. “Buradan çıktığınızda İkra ve Defne’ye yaklaşacak, canlarını sıkacak herhangi bir şey yaparsınız o zaman bela nedir ben size gösteririm. Ölümlerden ölüm seçersiniz. Bunu da kabul edeceksiniz. Ha!” dedi ek olarak. “Annenizle babanızı da unutmadık. Çocuklarının adi birer suçlu olduğunu bilmiyorlar. Allah’ın garibanları, onlara da ömür boyu bakacağız. Ne de olsa yeğenimizin dedesi ve babaannesi. Biz bu kadar ayrıntıyı düşünürken sizin aklınızdan itlik yapmak geçmeyecek ve hayatınızda bir kere işe yarayacaksınız. Ama sizden bir ricam var.” “Rica?” dedi Timuçin. “Evet, konuşurken ailemizi konuya katmayacaksınız. Bizimle ilgili tek bir cümle geçmeyecek. Neden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun.” “Kabul ediyoruz,” dedi Cemal. Abisi konuşmazsa o konuşacaktı. “Tamam,” dedi Timuçin. “Ama önce şunları imzalayın,” dedi İlbilge, masanın üzerine duran iki dosyayı aldı. “Bunlar boşanma belgeleriniz. Avukat olarak sunuyorum size bunları, Mila’nın velayeti annesinde kalacak, Defne’nin belirlediği bir gün seninle olacak. Nafaka talep etmiyoruz.” Sehpanın üzerine birer kalemle bıraktı. “Anlaşmalı boşanma olacak. Mahkemede ağzını açana dev nafaka bağlarım ona göre. Avukatlığım yabana atılmasın. Sonra ömrünüzün sonuna kadar borç içinde yüzersiniz.” Timuçin kahkaha attı, sesi İlbilge’nin tüm tüylerini ürpertti. “Siz buradan çıkarken eski siz olmayacaksınız.” Dosyaya uzandı, imzalarını atlarken Timuçin devam etti. “Gerçekler acıdır İlbilge, Sinan ve Hazar. İmparatorluğunuz sarsılacak, dostluğunuz bitecek.” “Ne saçmalıyorsun sen?” dedi Sinan. “Evet canım aynen öyle yaparız,” dedi Hazar. “Sen bizi çok düşünme Timuçin,” dedi İlbilge. “Biz kolu kırar yeni içinde saklarız.” “Siz istediniz,” dedi ve son imzayı atıp dosyayı uzattı. Kaan kamerayı hazırladı, tam karşılarına bıraktı. Soruları o soracaktı. Kimsenin sesi videoda çıkmayacaktı. Kaan onlara tanık belgelerini de imzalatmıştı ve kaydı başlattı. “Hasan Usta kimdir?” “Hasan Usta ömrü boyunca gençleri zehirlemiş, onlara çeşitli ve kötü amaçlar yüklemiş, zenginlere çocuk satmış ve onları tüm pis işlerinde kullanılmak üzere yetiştirmiş biri,” dedi Timuçin. “Tamirhanesinin altında uyuşturucu hazırlıyor, bunları yakın çevreye satıyor. Zengin müşterileri ona yeni avlar gönderiyor, aslında çok zengin biri, ama bu hayatı seçti. Saf bir kötüdür.” “Sizi o mu yetiştirdi?” “Evet, babam kendi elleriyle verdi bizi. Bize uyuşturucu taşıttı. Sonra da bizi yüksek paraya bir kötüye sattı.” “Sonra ne oldu?” “Sonra ben o adamın sağ kolu oldum, kardeşim de öyle. Her işine koştum, en iyisiydik. Sır tutardık, öldürseler konuşmazdık. O kadar iyi olduk ki bize plana dahil ettiler. Önce adımız soy adımız değişti sonra bize paravan şirketler kurdular. Biz olduk patron, ama emelleri daha farklıydı. Zengin soysuzları ağlarına düşürüyorlardı. Çektiğimiz video fotoğrafları eline veriyorduk. O da şantaj için kullanıyordu ama ismi cismi asla geçmiyordu. Para elden alınıyor, yine deniz yoluyla yurtdışına akıyordu. Banka hesabı hiç olmadı. Parayı almaya bazen ben bazen Cemal gidiyordu. Yüzümüz kapalı oluyor, plana uygun alanı saatlerce tarıyorduk. Zaten korkudan polise gidemiyorlardı. Listelediğim isimlerde eksik yok ne yazmışsam hepsi doğru. Kimler yok ki… Oyuncular, devlet içinden üst düzeyler, şarkıcılar iş insanları kadın ve erkek fark etmiyor. Ajans gibi bir şey kurulmuştu, gerçekten mankenlik yapanlar ve yapmayanlar olarak ikiye ayırmıştık. Kimse fark etmiyordu. Hâlâ etmiyorlar çünkü susmak işlerine geliyor. Para çok tabii. “Sen neden belgeleri yedekledin? Sana bir şey mi yaptı?” “Hayır, ben onun en iyi adamıydım, bana bir şey yapmayı hiç düşünmedi ama pis bir işin içindeyseniz bir gün tek bir hatanızda ayağınız kayardı hem onun için yaptım hem de başka bir nedeni daha var.” “Nedir o neden?” “Kendimizi garantiye almak. Bunun için çok düşündüm ve sonra bir yol buldum. Bize çok büyük bir iş yıktı, o işin altından da dram çıktı. İlk defa orada üzüldüm ve acımasızlığı beni korkuttu.” “Ne işi?” “Birbirleriyle ilgisi olmayan iki kişiyi uyutup mekândan kaldırdık, ikisi de farklı yerlerdeydi. Aynı ailedenlerdi. Hatta biri yengesi biri kayınbiraderi gibi bir şeydi. Onları kendi kullandığımız lüks otele götürdük. Kameralar kayıt yapar gibi görünür ama yapmaz yapsa da silinir. Biraz çıplaklık ve yakınlık verip fotoğraflarını vidolarını çektik. Sonra da orada bırakıp çıktık. Sonra o kadını kocası öldürdü.” İlbilge kaskatı kesildi. Taş kadar ağırlaştı yerinde, bir kaya parçası belki. Ağlayan bir taşa dönüştü. “Orada pişman oldum ama dönüşü yoktu bu işin, bir kez bulaşıyorsun ve kurtuluşun zor. Kendimizi kurtarmak istedim, bunu yaparken başka belalara düştüm. Bir gün bir konuşmasına şahit oldum, o konuşmanın peşine düştüm. Konuştuğu adamla görüntülerini kaydettim. Artık elimde kocaman bir koz vardı. O kozumu kullanıp Defne Yıldırım’ın markajına girdim. Evlendim. Ama rahat duramadım, durdurmadılar. Bu kez de Başarı Holding’in içini boşaltmaya başladık. Malları bizim üzerimizden yürütüyorlardı, satıştan kâr veriyorlardı. Benim onlara karşı onların bana karşı kozlarımız vardı. Gitgide dibe vurdum ve sonunda ifşa oldum.” “O kişinin adını söyler misin? Yıllarca kime hizmet ettin? Bu şebekenin patronu kim?” “Rauf Çetin.” “Teşekkürler. Şimdi o ajans ve diğer tüm adresleri say.” Timuçin hepsini on beş dakika boyunca saydı. Unuttuğu yerlerde Cemal hatırladı. Hepsi kayıt altına alındı ve Kaan kamerayı kapattı. “Sana teşekkür edeceğim aklıma gelmezdi,” dedi Sinan. “Daha bitmedi…” dedi Timuçin sinsice gülümsedi. “Kamera karşısında ailenin adı geçmeyecek dediniz diye asıl güzel kısmı size sakladım.” “Ne demek o?” dedi İlbilge. Timuçin şen ve gir bir kahkaha attı. “Kemerleri bağlayın, uçacağız.”
|
0% |