Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@payelll

 

 

 

Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner.

 

Victor Hugo

 

 

Arabanın içinde ölüm sessizliği hüküm sürüyor, İlbilge sessizce ağlıyor, Sinan ile Hazar kalplerine düşen ateşin dinmeden harlanmasının acısını yaşıyordu. Hastane kapısında beş dakika süren basın açıklaması verilmiş, arabaya geçilmişti. Konuşmanın hiçbir anlamı yoktu artık, tek bir sırra yer kalmamıştı. Her şeyin açığa çıkmasını bekleyen İlbilge sonsuza kadar susmak istiyordu artık.

Yıldırım malikanesinde durdu araç, Sinan indi, eve doğru yürürken Hazar ile İlbilge onu takip etti. Sinan salona girdiğinde Selim amcası, Sezen Hanım da dahil tüm aile toplanmıştı. Bunu onlar istemişti. Melek bile odanın bir köşesindeydi. Hiç eksik yoktu.

Sinan derin bir soluk alıp ailesine baktı. “Kimse kalmasın, hepiniz beni dinleyeceksiniz!”

“Ne oldu oğlum?” dedi Mustafa Bey.

“Çok fazla şey oldu.” Ceketini çıkarıp salonun bir köşesine fırlattı.

“Oğlum,” dedi Zehra Hanım.

“Susun!”

Hazar ile İlbilge Sinan’ın arkasında durdu. Oturmak istemiyorlardı.

Abilerine bakan kızların kafası karışmış, konunun kendileriyle ilgili olduğunu düşünmüşlerdi. Melek içten içe ayyuka çıkmış olma ihtimaliyle yerinde kıpırdandı.

Payidar kardeşler ablalarına bakıp sorar gibi baktılarsa da ağlıyor olan kadının gözyaşlarını fark ettiler. Soramadılar ama meraktan delirdiler.

Oda sessizliğe büründü. Hepsinde bir korku, kaldıramayacaklarını fark ettikleri bir soğukluk oturdu üzerlerine.

“Yıllar önce amcamla yengemi kaybettik. Amcamın cinnet geçirdiğini söylediniz, inandık. Ben asla bilemedim neden olduğunu.” Babasına döndü. “Sen biliyor muydun?”

Mustafa Bey’in gözleri doldu. “O zaman bilmiyordum, üç sene sonra öğrendim.”

İlbilge kalbinin delindiğini hissetti. Islak bakışları amcasını buldu. İlay’ın Altınay’ın ve Aybüke’nin gözleri doluyordu.

“Bana anlatmaya kimse gereği görmedi. Ben amcamı yengemi ve sevdiğim kadını kaybettim. Mutlu musunuz? Ben zannediyorum ki ailem inci gibi, pırlanta gibi. Timuçin ile Cemal konuştu, olayın arkasında Rauf’un olduğunu anlattı. Meğer o ikisi bizim ailemizin içine zorla sızmış birer casusmuş. Şantaj yapmış, eğer kızlarla evlenmezse her şeyi ortaya sereceklerini söylemişler.”

Artık Defne ile İkra da ağlıyordu.

“Tam on iki sene önce bir örgüt kurulmuş, ünlüleri, siyasetçileri ve devlet çalışanlarını ağlarına düşürüp seks videoları çekiyorlarmış. Para karşılığı şantaja başlamışlar. Aynı şekilde Ece yengemi ve babamı kayda almışlar.”

“Ne?” diyen sesler duyuldu odanın içinde. Sinan hepsini bir el hareketiyle susturdu.

“Babam da yengemde masum. Ama bunu yapan kayıtları Ekrem amcama göndermiş. Şantaj yapmak için kullanmamış. Sonra…” dedi sağ gözünden bir damla yaş inerken. “Amcam yengemi öldürdü.” Odanın içini taradı Sinan. “Anne…” dedi ağlayarak. “Nasıl yaptın bunu?”

Odaya bomba düşse daha az insan katledilirdi. Kalpleri ölüyordu… Bir an herkes ayaklandı.

“Abla ne diyor?” dedi Aybüke.

“Ne diyorsa doğru söylüyor,” dedi İlbilge, Sinan’ın yanından geçerek Zehra Hanım’ın önüne geldi. “Sen benim annemin kuzenisin, biz seninle aynı kandan geliyoruz. Utanmadın mı? Canın da mı yanmadı, elin de mi titremedi?”

Zehra Hanım cici anne kostümünü üzerinden sıyırıp gözlerini kısarak ayağa kalktı. O kadar sakin duruyordu ki katili andırıyordu.

“Hiçbiri olmadı. Senin annen yüzünden sevilmedim, kocamın gözlerinde annen yaşıyordu.”

Mustafa Bey koltuğuna çöktü. Otuz yıldır evli olduğunu kadını asla tanımamın acısını yaşamaya başladı.

“Bunlar sana ailemi yok etme hakkını mı verdi?”

“Ekrem’in bunları yapacağını düşünmedim. Ama manyak baban yaptı, annenden nefret ettim ama ölmesini istemedim.”

“Tabii,” dedi Sinan. “Ayrılacaklardı ve Ece yengem de Rauf’a koşacaktı. Bu yüzden onunla ortak oldun, ah anne; sen kurdun bu şebekeyi. Rauf’u yanında işe aldın çünkü babam onu iflasa götürüyordu senin de aklına işine yarayacak birini buldun. Babam onun bize zarar vereceğini o zaman anlamıştı ama sen o adamı içimize soktun.”

“Anne!” dedi Defne.

Zehra Hanım kızına bakmadı, İlbilge’nin gözlerinin içine bakıyordu. “Bir kadın en çok ne zaman tehlikeli olur biliyor musun? Sevdiği adam tarafından sevilmediğinde ve gözlerinin önünde başka bir kadını severken izlerken.”

“Hastasın sen!” dedi İlbilge. “Kafanda kurduğun şeyleri elle tutulur hâle getirdin. Yok ettin,” dedi bağırarak. “Yıktın sen bizi, mahvettin. Yaraladın, öldürdün. Bak bize ne yaptın? Ne yaşadım biliyor musun? Annemin amcamla olduğunu ama olmadığını. On senedir cehennemi yaşıyorum. Annemle babamın başında ağladım, onların akan kanlarını izledim. Uyuyamıyorum, yaşamıyorum. İlay gecelerce koynumda anne baba diye ağlarken ben yok oldum. Seni sevmeyen bir adamla otuz sene evli kalmaz senin suçun. Senin hastalıklı beynin.” Nefes nefese durdu. “Sen bize ne yaptın? Sen nasıl bir annesin?”

Zehra Hanım yüzünü ellerinin arasın aldı. “Sus!”

“Hayır, konuşacağım. On sene bekledim bugünü, amcama nefret besledim; intikam için döndüm. Amcama kondurdum sana konduramıyorum. Kızlarını sana şantaj yapan iki suçluyla evlendirdin. Damatların sana ya kızların ya ortaya dökeriz dediler sende elinle sundun onları. Melek’i bu hâle sen getirdin. Oğlunu sevmediği bir kadınla evlendirecektin. Sen anneden başka her şeysin. Bana bize yaptıkların çocuklarından çıktı ama sen anlamamakta ısrar ettin. Ben buraya döndüğümde ne gördüm biliyor musun? Dört tane kaybolmuş insan! Bana sorsalardı, senin gibi annem olacağına ölmeni tercih ederdim.” Mustafa amcasına döndü.

“Senden özür dilerim amca, yıllarca sana kin besledim. Bilemezdim. Sen babamın başına gelen en iyi şeydin. Ortaklığımız sonsuza kadar devam edecek. Zehra Hanım’ın bize daha fazla kayıp yaşatmasına müsaade etmeyeceğim.”

Zehra Hanım’a döndü. “Sen sakın ölme! Hayat uzun, bu kötülüğünün acısını yaşa.”

“Bana hiçbir şey olmaz!” dedi Zehra Hanım. “Dört tane çocuğum var. İstiyorsanız hapse tıkın, ama bana hiçbir şey olmaz.”

“Artık bir oğlun yok!” dedi Sinan.

“Ben de yokum,” dedi Melek. “Ablamlara acımadın, beni ne zaman kullanacaktın anne?”

“Hayatımı bitirdin anne!” dedi Defne. “Yirmi yedi yaşında çocuklu, boşanmış ve mutsuz bir kadına dönüştüm. Keşke sadece beni harcasaydın anne!”

“Seni seviyorum anne,” dedi İkra. “Ama bir süre görüşmesek iyi olacak.”

Mustafa Bey ayağa kalktı. “Eşyalarını topla Zehra Hanım, seni götürsünler. Çok yanlış yaptım belki ama sen en büyüğüymüşsün. Geçen Selim’e soruyordum biz nerede yanlış yaptık diye. Meğer o yanlış senmişsin. Tek başına hepimizi bitirdin.”

“Ablamı öldürdün sen,” dedi Sezen Hanım iki gözü iki çeşme ağlıyordu. “Ah Zehra ah… Ablam sana ne kötülük etti? Mustafa ile seni ablam tanıştırmadı mı? Bu hayatı sana ablam vermedi mi? Sen yediğin kaba pisledin, seni Allah bile affetmesin.” Ayağa kalktı. “Müsaadenizle…” diyerek ayrıldı, çıkarken hıçkırıkları duyuluyordu.

“Kalbimi kırdın yenge,” dedi Altınay. “Beklemezdim.”

“Seni ellerimle parçalamak istiyorum ama çocuklarına dua et,” dedi Aybüke.

“Ölünceye kadar affetmeyeceğim seni,” dedi İlay.

“Gidiyoruz kızlar,” dedi Selim Bey. Üç kardeşi alıp çıktı.

Defne İkra ve Melek ağlayarak odadan çıkarken Sinan orada öylece dikildi. Hazar, Mustafa amcasının yanına oturup elini sıktı.

Bir saat önce kocaman bir ailesi olan kadın şimdi yapayalnızdı. Sevgisizliğin yükü bazı insanlara çok ağır geliyor, kendini kötülük yaparken buluyor ve bundan zevk alıyordu. Kendi mutlu değilse etrafındaki acılar onu tatmin ediyordu. Zehra Hanım da otuz yıldır bunu yaşıyordu. Hesabı kesilmişti. Sekiz tane evlâdı acıya sürüklemiş, iki insanı toprağa bırakmıştı. Oğlundan aşkını almış, kocasının nefretini sonunda kazanmıştı. Kızlarını hiçliğe sürüklemiş, her şeyi birbirine katmıştı.

“Sana bir şey oldu gördün mü?” dedi İlbilge. “Yanlışın varmış, bize bir şey olmaz. Sana olan oldu?” Mustafa amcasına döndü. “Kalk amca bize gidiyoruz, kızları da alacağım. Bu evde size bir şey yaparsa bunun altından kalkamam.”

“Gelirim kızım, kızlarıma da söyle ama onlar da gelsin.”

Zehra Hanım hızlı adımlarla oğlunun yanından esip geçti. Sinan da hızla ardından çıktı. Annesinin yanına gidiyor sandığı için ardına düştü İlbilge.

“Sinan!” dedi bahçeye çıktığını görünce arkasından koştu ama karanlığa karışan adamı bulamadı. İçeri girip kızları aldı, Hazar Mustafa Bey’in koluna girdi. Bahçeden çıkacakları anda ağlama sesi duyuldu.

“Siz gidin,” dedi İlbilge. Hepsi giderken İlbilge sesi takip etti. Sinan ışığın ulaşamadığı kuytu bir köşede ağacın altına oturmuş küçük bir çocuk gibi ağlıyordu. İlbilge’nin içi titredi. Yanına oturup onunla ağlamaya başladı.

“Geçmiyor, şimdi ağla sonra ayağa kalkman gerekecek. Üç tane kardeşin var.”

“Canım yanıyor,” dedi Sinan başını karanlık geceye kaldırdı. “Bir yalanı yaşamak acıtıyor. İnsanın en değer verdiği kişi annesidir.”

“Evet, öyle. Anne her şeydir. Onu affedersiniz, acınız geçince, özleyince… Anne sonuçta.”

“İçimiz alacak mı?”

“Bilmiyorum.”

“Sana sarılabilir miyim?”

İlbilge yan dönerek kollarını ona açtı. “Bugün değilse ne zaman…”

Sinan sığındığı sıcak sinede öyle çok ağladı ki, kadını da ağlattı. Aileleri paramparça olmuş en büyük çocuk olmanın yükünü sırtlanır gibi döküldü yaşlar. Bir zamanlar çocukluk arkadaşı olur gibi sonra ilk aşkı yaşamış iki genç ve sonra kaderin oyununa gelmiş; artık zamanları geçmiş iki eski dost gibi sarıldılar.

Onları seyreden Hazar geldiği sessizlikle uzaklaşırken evde bir silah sesi yükseldi. Eve koştu, açık kapıdan geçip etrafına bakındı ama nereye bakacağını bilemedi. Sinan ile İlbilge arkasındaydı şimdi.

“Anne!” dedi Sinan yüksek sesle. “Anne!”

Üst kata çıkmak için adım atmıştı ki İlbilge önüne geçip tuttu onu. “Hayır, Sinan.”

“Burada kalın!” dedi Hazar.

“Bırak beni!” diyen Sinan İlbilge’yi ezip geçerken Hazar peşinden gitti.

Bunu kaldıramazdı İlbilge. Bir kez daha tekrardan olamazdı. Çıkmadı. Çıkamadı. Sinan’ın anne feryadı evi başına yıktı. O çoktan vazgeçmişti ama kimse ektiğini biçmeden gömüyordu bu dünyadan.

 

Saatler geçerken ve Yıldırımların evi polis ambulans dolup taşarken, kızlar bir köşede ağlıyor, kendilerinden geçerek acı çekiyorlardı. Anneleri ceset torbasıyla önlerinden geçerken dünyada daha önce acı yok sanmalarına hayıflanıyorlardı. Ne tatlı hayatları vardı oysa… Acı neydi ki…

Payidar kardeşler geçmişe yolculuk yaparak ağlıyor, tüm bunları sindirmeye çalışıyordu ama o an İlay bir şey fark etti. “Melek yok!” Telefonu alıp aradı ve aradı. Tam yarım saat boyunca durmadan aradı. Mesaj attı. Annesinin haberi verilmişti oysa. Başına bir şey gelme ihtimali kanını dondurdu.

“Abla!” dedi evin içinde dolanan, Sinan’ın etrafında pervane olan İlbilge.

“Efendim.”

“Abla Melek yok, Defne abla onu aradı ama hâlâ gelmedi.”

Birbirlerine bakan kardeşler aynı şeyi düşünüyordu. “Koş İlay koş!” dedi bardağı yanına bıraktı. “Hazar!” diye bağırdı İlbilge. “Kaan!”

İlay onu duymadı bile. Bahçeye çıkıp önüne gelen ilk arabaya bindi. Gaza basıyorken Kaan yanına oturdu. “Bas gaza sosyete güzeli. Yüksek doz aldıysa yetişmeliyiz.”

İlay cevap vermedi. Gaza öyle köklü bastı ki lastikler yandı. Kaan eğilip alttan bir yerden siren çıkarıp tavana yapıştırdı, İlay o an anladı onun arabasına bindiğini. Camı açtı Kaan, bedenini dışarı çıkarıp bağıra çağıra yolu açarken İlay daha çok bastı gaza. Kırk beş dakika yirmi beşe düştüğünde Melek’in evinin önündeydiler. Araçtan kopar gibi indiler. Güvenlik onu görünce kapıları açtı.

“Melek Yıldırım evde mi?”

Telaşlarına bakan adam kekeleyerek, “Evet, uzun süre oldu,” dedi.

“Anahtarı ver!” dedi İlay.

Adam başını salladı. “Veremem.”

Kaan kimliğini çıkarınca aceleyle uzattı. Asansör kata çıktı, anahtarı kapıya taktı İlay. Kapıyı iterek ayakkabılarla eve daldılar. “Melek! Melek!” ev sesle inliyor Melek’ten ses gelmiyordu. Yatak odasına girdi İlay. Yatağında cenin pozisyonunda yatan Melek’e koştu. “Kahretsin, Melek!” dedi uyuyor gibi masum bir fikir geçti aklından.

Kaan, kadını yan çevirince bembeyaz bir yüz karşıladı onları. Şah damarına baktı Kaan. Kucağına aldı. “Yol aç, kapıları aç asansörü çağır İlay!”

İlay hem ağlıyor, hem dediklerini yapıyordu. Melek’le arka koltuğa oturdu İlay. Kaan bastı gaza bu kez, siren sesleri ortalığı inletirken hastaneye sürdü. İlay, Melek’in başını kendine yaslamıştı. Hem ağlıyor hem de kızın saçlarını öpüyordu.

“Ölme Melek, ölürsen döverim seni. Küserim sana, en sevdiğin bebeğini saklarım. Ölme…”

Siren sesiyle acil kapısı ardına kadar açılmıştı. Kaan sedye diye bağırıyordu yaklaşırken. Ani bir frenle durdu. Melek’i çıkarıp sedyeye yatırdı.

“Uyuşturucu! Ne olduğunu bilmiyoruz, hap tarzı bir şey olmalı.” Kaan açıklama yapıyor, sedyeyi takip ediyordu. Kapılar bu kez onların yüzüne kapandı. Hıçkırdı İlay.

Kaan ailenin içine düştüğünden bu yana bu kadına dayanamıyordu. Ne yapsa kaçamayacağını anlamamak gibi bir düşünceye kapılmıştı ama İlay ağlayınca onda bir sızı oluşuyordu. Kızı kolundan tutup kendine çekti. İtiraz etmedi İlay, Kaan’ın göğsünde ağladı. Gelmişine geçmişine tüm acılarına ama en çok Melek için.

 

                                                               ***

 

İki gün sonra…

 

Melek, sakalları uzamış, saçı başı birbirine girmiş abisine bakıyordu. Biraz utanç çokça hüzün doluydu ikisinin de gözleri.

“Annemin cenazesini kaçırdın,” dedi Sinan.

Melek sesli ağladı. “Benim de ölmem gerekiyordu.”

“Benim canım daha çok yansın diye mi Melek? Kendine bunu yaparken ablalarını, beni ve babamızı düşünmedin.”

“Çok canım yandı, geçmesini istedim.”

“Annem bizi düşünmedi ya sen Melek, sen neden bizi düşünmedin. Abim kahrolur, ablalarım toparlanamaz, babam kahrından ölür demedin mi?”

Başını iki yana sallarken gözyaşları iki yanına saçıldı. “Özür dilerim.”

“Hayır, ben özür dilerim. İyi bir abi olamadım, sizinle gerektiği kadar ilgilenmedim. Görmezden geldim, iyiler dedim. Bilemedim. Affet beni.”

“Yapma abi, eziliyorum.”

“Ben ezildim, ben tükendim Melek. Birlikte yurtdışına gideceğiz, gerekli ayarlamaları yaptım. Bir merkezden randevu aldım.” Kardeşinin elini tutup dudaklarına götürdü. “Bana yardım et, sen istemezsen sana yardım edemem.”

Abisini daha önce hiç bu kadar dağılmış hatırlamıyordu Melek. Hayata karşı dirayetsiz oluşuna içerlendi. Ailesinin yok olmasını istemiyordu, ölmeyi denemiş ama başaramamıştı. Hâlâ hayatta olmasının bir nedeni olmalıydı. “Gidelim abi.”

Sinan ıslak gözleriyle gülümsedi. “Başaracağız.”

“Ölmediğime göre… Kim buldu beni?”

Avuncunda kardeşinin elleri ileri geri ovaladı Sinan. “İlay. Yokluğunu o fark etti, ben… Ben bilmiyordum ama onlar biliyordu. Kaan’la ikisi seni ucu ucuna yetiştirdi. Sadece on on beş dakika daha geç kalmış olsalar…” Derin bir soluk alarak başını çevirdi Sinan. “Öyle işte. Artık bir de can borcumuz var.”

“Annemin tüm bunları yapmış olmamasını dilerdim. Hayatımızın hiç değişmemesini, hiç acı çekmemiş olmamızı ama olmuyor değil mi? İlla biri kötü olmak zorunda, biri canımızı yakmak. Ablalarımın yerinde olmadığıma mı sevinsem kaybolan hayatlara mı üzülsem yok en kötüsü babama mı? Onların yerinde olsak bizim gibi bir aileye yardım etmek değil, yüzlerine bakmamak için kilometrelerce öteye taşınırdım. Hayatımı kurtarıyor…” Elini abisinin avucundan çekip gözyaşlarını sildi.

“İlbilge gibi bir ablanın kardeşleri olmanın hakkını veriyorlar.”

“Onu hâlâ seviyorsun.”

“Artık bir önemi yok, onların mutluluğuyla yaşayacağım.”

“Ne kadar acımasız bir hayat,” dedi Melek. “Babamın kaderini yaşıyorsun.”

“Hayır, hatalarımın bedelini ödüyorum. Bir şansım vardı ve ben onu mahvettim.”

Kapı pat diye açıldı, Kaan ile İlay itişerek içeri girdi. “Başkomiserim,” diyordu İlay.

“Sosyetenin gülüsün diyorum alınıyorsun İlay.”

“Allah sizi bana imtihan diye mi gönderdi, hayır son üç gündür canımı neden sıkıyorsunuz anlamadım ki.”

Konuşmaya şahit olmalarına sevinen ve gülümseyen abi kardeş onları izlerken biraz mutlu olabiliyor, geleceğe umut besliyorlardı. Birilerinin enerjisi çok yüksekti.

“AA…” dedi İlay. “Uyanmış.” Koşar adım yatağın diğer tarafına dolandı İlay. Melek’in üzerine abandı. “Geçmiş olsun.”

“Boğacaksın İlay,” dedi Melek.

Melek hızla doğruldu. “Sen sus! Ömrümden ömür gitti. Zaten ölseydin dövecektim seni.”

Kaan küçük bir kahkaha attı. “En sevdiğin bebeğini saklayacaktı evet bende duydum.”

Nemli bakışlarını İlay’a çevirdi. “Küçükken saklardı, öyle inat ki on gün vermezdi.”

İlay kocaman sırıttı ama gözleri ıslanıyordu. “Son sakladığım hâlâ bende.” İkisi birbirine bakıp hem gülüyor hem ağlıyordu. “Beni sen kurtarmışsın.”

“Başkomiserim de vardı, arabaya siren taktı; çok hızlı geldik evine.”

“Teşekkür ederim.”

“Etme Melek, kendine iyi bak. Çok uzun bir ömrümüz olacak, iş kuracağız seninle. Ben karar verdim. Seninle ortak olacağız.”

Sinan kahkaha attı. “Biz elli senedir ortağız.”

“Öyle abi, bu bizim olacak.” Ellerini kaldırıp havaya bir çizgi çekti. “Başarı Avukatlık!”

“Ben avukat değilim ki,” dedi Melek. “Ayrıca bizim olacak deyip isimden vazgeçmemen?”

“Olacaksın işte, biz bu işi büyütür tüm ülkede adalete ek koyarız. İsim alnımıza yapıştı. Kader.”

“Hiç avukat olmayı düşünmedim.”

“AA…” dedi İlay. “Çok güzel meslek. Neyse… detayları sonra konuşuruz. Ne zaman çıkıyorsun?”

“Yarın,” dedi Sinan. “Ama üç gün sonra İngiltere’ye gidiyoruz.”

İlay ellerini havaya kaldırdı. “Hiç sorun değil, vaktimiz çok. Yaparız biz bu işi.”

 

 

                                                                   ***

 

Ülke Yıldırım ailesinin başına gelen trajik olayı konuşurken Kaan bombanın pimini çekti ve o kadar hızlı unutuldular ki bir gün bile sürmedi. Haber kanalları sabahtan akşama çevirip durdular, Rauf kaçarken yakalanmıştı. Ömrünün kalanını hapiste geçirecekti, Hazar’a göre canını yakanlar tarafından fazla yaşatılmayacaktı. Emniyet müdürü görevden alınmış, geçici müdür atanmıştı. Timuçin’in verdiği tüm adreslere baskın düzenlenmiş, hepsine mühür vurulmuştu. Delil dosyaları ayyuka çıkmamış, tozlu ve kilitli bir rafa kaldırılmış sayılırdı, dosya üzerinde gizlilik kararına varılmıştı. Şantaj yapılan tüm insanlar ekran karşısında hem bir oh hem de bir ter dökmüştü. İlbilge intikamın son yudumunu da bu haberlerle içmiş, defteri kapatıp ateşe atmıştı. Üzerinden kalkan yüklerin huzurunu yaşıyordu son bir gündür.

Yıldırımların malikanesinden içeri girdi. Kızlar hâlâ baş sağlığı kabul ediyordu. Mustafa Bey kalbi olduğundan rahatsız edilmiyordu. İlbilge misafirlere selam verip taziyeleri almak için İkra’nın yanına oturdu.

Annesinin çok uzun yıllardır camiadan arkadaşlarının biri geliyor diğeri gidiyordu. Biraz ağlıyor biraz anıyor ve kalkıyorlardı.

“Baban nerede?” dedi İkra’ya.

“Çalışma odasında, çıkarmıyoruz daha fazla üzülmesin.”

“Ben yanına geçiyorum.” Kalkıp hoşça kal dediği insanların yanından hızla geçti. Çalışma odasının kapısını açtı. Pencereden bahçeyi izleyen adam gülümsedi. “Gel kızım.”

İlbilge kapıyı kapatıp yanına geçti. “Nasılsın amca?”

“Nasıl olabilirsek o kadar. Gel oturalım.” Karşılıklı oturup birbirlerine baktı. Kimin söze gireceğine karar veremiyor gibiydiler.

“Senden özür dilemeye geldim,” dedi İlbilge. “Çok uzun yıllardır yersiz bir nefret besledim sana karşı. Bilemezdim.”

“Nereden bileceksin, benim bile bilmediklerimi var sayarsak. Özür dilemene gerek yok. O özür bana ait belki de. Hayatımıza Zehra’yı sokarak en büyük hatayı ben yaptım.”

“Eh… Onu da sen bilemezdim. Yaşayarak öğrendik.” Ellerine baktı İlbilge. “Babam o gece bir mektup bıraktı, okudum ve seni zanlı ilan ettim. Mektupta seni öldürmektense annemi ve kendini öldürmeyi yeğlediği yazıyordu. Babam annemi sevdi ama seni annemden daha çok seviyordu. Bu her zaman canımı yaktı, annem yerine senin ölmüş olmanı diledim. Hem de her gün yeniden hiç yılmadan. Fotoğraflara inandım ama tuhaf bir şekilde annemi akladım, annem yapmaz sen bir şey yapmışsındır dedim durdum. Sen de bir şey yapmamışsın.”

“Yapmadım, o günü hatırlıyorum aslında hiç unutmuyorum. O otele beni Zehra çağırmıştı, yemekteyiz sende gel demişti. Ben gittim ama o yoktu. Arıyordum açmıyordu. Sonra içimin geçtiğini hatırlıyorum. Uyandığımda aynı odada ve yatakta Ece ile birlikteydik. İkimiz de o kadar korkmuştuk ki ne olduğunu bile anlamadan, konuşamadan üzerini ağlayarak giyinip kaçıp gitmişti. Neden buradayım, neden buradasın diyor yine ağlıyordu, ben bilmiyorum diyordum. Bir ay birbirimizi görmedik, ikimiz de her ne olduysa unutmak istiyorduk. Sonra baban…” Sustu Mustafa Bey. “Ben o zaman da bunu var olduğunu bilmiyordum. Yıllar sonra öğrendim. Rauf sürekli ihalelere balta vuruyordu, sürekli saçma konuşmalarla iş yaptığımız insanları bize karşı dolduruyordu. Karşıma çıkıyor, beni rahatsız ediyordu. Ondan güçlüydüm ama zalim değildim. Damarıma bastığı bir anda karar verdim, iflasını verene kadar uğraşacaktım. Yılanın başını erken ezecektim ve aslında tam sonuna gelmiştim. Ama sonra o fotoğrafları ve videoyu bana yolladı. O zaman anladım Ekrem’e de gitmiş olacağını, yazmıştı çünkü yaptığını. Sustum, yolundan çekildim. O da benim önümden çekildi. Sonucunda Selen ile Sinan’ın evliliği ve hisse için şantaja girişti. Yine sustum, mecburdum. Kimseyi inandırmazdım, itibarımız yerle bir olurdu ama en çok size zarar gelir diye kabul ettim. Sinan onunla evlenmek zorunda kalacaktı. İtiraz etti Sinan ama ona bunun bizim için ölüm kalım meselesi olduğunu söyledim. Başka soru sormadı, o da kabullendi. Geldiğimiz nokta beni üzse de mutlu ediyor. Zehra’nın ölmesini istemezdim, bu onun seçimi oldu. Asıl benim sana teşekkür etmem gerekiyor. Benim yapamadığımı sen yaptın, siz yaptınız. Çocuklarımı kurtardınız, geleceğimizi ve itibarımızı. Bundan sonra havada karada ölüm yok bize.”

“Amca…” dedi kalkıp amcasının ayakları önüne diz çöktü. Elini adamın yaşlı elinin üzerine bıraktı. “Bu oyunun tek suçlusu babam, sormadan sorgulamadan ölüm fermanı imzaladı. Kendince bile haklı tek bir yönü yok. Yapan suçludur ama ona inanan daha suçludur.”

“Baban annen için dünyayı yakar, yıkardı. Öyle seviyordu onu, ona her baktığında dünyanın en mutlu adamı oluyordu. Bazı insanlar bazı durumları kaldıramıyor, babana kızma. Onun yerinde olmak istemezdim. Ekrem benim oğlum gibiydi. İçimizde en küçük oydu, onu bulduğumuzda açlıktan ölmek üzereydi. Öyle cılızdı ki adım atamıyordu. O gün yandı ona yüreğim ne anası ne babası kimsesi yoktu. Ben babanı çok sevdim, hâlâ seviyorum. Yaşasaydı da kızlarının başarısını görebilseydi.”

“Babamı affetmeyeceğim, benden çok şey aldı.”

“Affet, ölümcül hatalar yapmış olsa bile… O senin affına ihtiyaç duymuyor şu an. Ama senin onu affetmeye ihtiyacın var. Bir gün anne olacaksın, hayatına huzurla devam edebilmek için onu kalbindeki nefretten arındırman gerekecek. Babanız size tapardı, her doğumda kızım oldu diye nara atardı. İnsanlar hata yapar.” İlbilge’nin ıslak bakışlarına gülümsedi. “Bu kadar yıl yaşayınca her şeyin boş olduğunu anlıyorsun. İnsanlar hata yapar yaşar ve ölür. Ölene bir şey olmaz, kalana olur ne olursa. Bak! Zehra da gitti. Acıları dindi, hasretleri bitti. Bizi hissetmiyor. Biz onun yerine de acı çekiyoruz. O yüzden babanı affet. Artık unut ve hayatına bak.”

Hak vermek isteyen inat hücreleriyle vermek istemeyen kalbi birbiriyle kavgaya tutuştu. Bakışları yere indi. “Haklı olabilirsin, zamana ihtiyacım var, bilmiyorum.”

Mustafa Bey diğer elini İlbilge’nin elinin üzerine bıraktı. “Anne o kadar benziyorsun ki… Ama ruhun babandan bir parça. Baban içinde yaşıyor İlbilge. Ondan nefret edemezsin.”

“Şey…” dedi utanç içinde. “Saçımın rengini değiştirdiğimde ilk sana uğramamdan dolayı beni affet. Biraz canını sıkmak istemiştim, kriz geçireceğini düşünmemiştim. Özür dilerim.”

Mustafa Bey gülümsedi. “Fena mı oldu, annen canlanıp gözlerimin önünde belirdi. Benim için özel bir andı.”

“Amca…” dedi sesi içine kaçarcasına. “Annemi gerçekten sevdin mi?”

Yaşlı adam derin bir soluk aldı, bakışları odanın kapısına döndü. “Çok güzeldi, çok özeldi. Işık gibiydi, etrafına taze bir bahar havası dağıtırdı. O ilk geldiği günü unutamıyorum, arabadan inişi, yanımıza gelişi… Baban çok şanslı bir adamdı. Ece onu seçmişti. Özür dileyecek değilim. Ben anneni çok sevdim. Öyle çok sevdim ki bunu bir Allah’ın kuluna anlatamadım. Ama aşk gizlenen bir duygu değil, sen gizledim zannediyorsun. Masum bir aşktı benimki, uzaktan, çaresiz ve umutsuz. İçimde yaşadım, içimde yaşıyor. Ben son nefesimi verene kadar annen benimle kalacak. Kime ne ki! Kalp benim aşk benim.” Gülümseyerek İlbilge’ye baktı. “Seni gördükçe ömrüm uzuyor. Özellikle şu görünüşün yok mu? Ama en kötüsü ne bilemezsin kızım.”

“Ne?” dedi merakla ve ağlayan bir sesle.

“Oğlum benimle aynı kaderi yaşıyor. Ben annenden başka bir kadına gönül veremedim. Oğlumun bir şansı olmalı. Aynı acıları yaşamamalı, çok sevmeli ve çok sevilmeli. Bu kader çıkmazında bir ışık yanmalı. Aksi olur da Sinan başka bir kadını sevemezse gözlerim açık giderim bu dünyadan.”

Ağlayarak dudaklarını büktü İlbilge. “Ben inanıyorum, bir gün o kadın onu bulacak.”

“Umarım, ölmek istemiyorum. Yaşamak ve oğlumun o hâlini görmek istiyorum.”

“Ah amca ne ölmesi… Daha çok iş var sende.”

Mustafa Bey acı dolu bir kahkaha attı. İlbilge o seste çok fazla acı çok fazla hüznün tınılarını yakaladı.

“Sen çok yaşa,” dedi Mustafa Bey. “Kızlar buradan taşınmak istiyor, kabul ettim. Bu evi kapatıp başka bir eve geçeceğiz.”

“Ne tesadüf, biz bir süredir düşünüyoruz. Ayrılmak yok, yine beraber olalım.”

“Neden olmasın, bir de bir şey isteyeceğim senden.”

“Ne istersen yaparım, söyle.”

“Sinan Melek ile İngiltere’ye gidiyor, en az altı ay burada olmayacak. Kızlarımın dilinden anlamıyorum, onlara ablalık yaparsan beni mutlu edersin. Zor bir süreç bekliyor bizi, ruhsal olarak çökmüş durumdalar. Bu durumdan çıkmalarına yardım ederseniz beni mutlu edersiniz.”

“Hiç merak etme, uzmanlık alanım. Çok dikkatli olacağım, gözüm üzerlerinde olacak.”

 

                                                            

 

Loading...
0%