Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@payelll

 

 

 

Kuş olsun insan olsun, yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı.

 

Edip Cansever

 

Eve girdiğinde amcasıyla teyzesini tatlı tatlı atışırken buldu, selam verip Hazar’ı aramaya koyuldu. “Odasında bebeğim,” dedi Sezen Hanım. Son günlerde Hazar da olan sessizlik dikkatinden kaçmamıştı. Neler olduğunu sormak istiyor bir türlü vakit bulamıyordu. Odasının kapısını iki kez tıklattı, daha önce odasına girmişliği yoktu. Aynı evde yaşayıp odalarına girmeyen iki sevgiliydiler. Çakma da olsa…

“Gir,” sesiyle araladı kapıyı. Koltuğunda elindeki tablete bakıyordu, başını kaldırmadı.

“Hazar,” dedi İlbilge.

Başını çevirdiğinde ilk odasında gördüğü kadına şaşkınlıkla baktı Hazar. İlbilge odayı inceliyordu, tam da Hazar gibi ferah bir oda karşıladı onu. Soft renkler hâkimdi odaya, kahve rengi koltuk, krem yatak örtüsü. “Hoş geldin, neredeydin?” dedi ve önündeki tablete bakmaya devam etti.

İlbilge yaklaşıp koltuğun kolçağına oturdu. “Amcama uğradım, kızlara bakındım biraz. Şimdi geldim. Haberlere mi bakıyorsun?”

“Bildiğim şeyleri izlemek istemiyorum. Bizden çıktı artık, merak etmiyorum. Ev bakıyorum.”

“Bana sormadan mı?” dedi iğnelercesine.

“Fikrinizi alacaktım, sadece bakıyorum. Yalıya ne dersin?” dedi ama sesi buz gibiydi. “Kızlar da sever belki.”

“Neyin var Hazar? Hiç olmadığın kadar uzaksın.”

Kaydığı görüntü durdu, bakışları bir ev üzerinde durdu ama görüyor denemezdi. “Sana öyle gelmiş, bir şeyim yok.”

“Güldürme beni, otuz senedir beraberiz. Seni tanıyorum.”

“Yirmi dokuz. Dediğim gibi sana öyle gelmiş, olanlar üzdü sadece.”

İlbilge yerinden kalktı. “Sen öyle diyorsan…” dedi kırgın bir sesle. “Yarın Sinan ile yemek yiyeceğim. Altı ay sonra dönecek, gitmeden konuşmak istedi.”

Başını kaldırmadı Hazar. Tableti tutan eli sertleşti. “Konuşun tabii, sonuçta bir geçmişiniz var.”

“Tüm söyleyeceğin bu mu?” dedi ona bakıyor ama Hazar asla başını çevirmiyordu.

“Ne dememi bekliyorsun, tüm sorunlarımızı hallettik, artık benden akıl almana gerek kalmadı. Sana söyleyecek neyim kalmış olabilir ki?”

“Ben de öyle düşünmüştüm.” Kapıyı çekerek çıktı İlbilge. Kapının önünde bir dakika kadar bekledi, kapıyı açar, hayır gitme, gidemezsin, onunla ne konuşacaksın demesini bekledi ama içeriden kırılan – muhtemelen tabletin- bir şeyin sesi geldi. Hırla odasına geçip kapısını sertçe kapattı.

 

                                                                      ***

 

 

Payidar kardeşlerin salonun ucunda baş başa vermişlerdi. Dün geceden bu yana ne ablalarının ve Hazar abilerinin suratından akan öfkenin nedenini bilmiyor ama tahmin ediyorlardı.

“Ben anlamıyorum ki,” dedi İlay. “Birini sevdiğinde bunu ona söylersin değil mi? Daha neyi bekliyor, hayır tüm erkekler mevzu aşk olunca aptal oluyor diyeceğim ama bu kez de tanımadığım müstakbelime ayıp olacak.”

“Gerçekten tanımıyor musun?” dedi Aybüke. “Bana Kaan’la çok yakınsınız gibi geliyordu.”

“Höh abla daha neler.”

“Ben de öyle düşünüyordum, Kaan bir amir ve sana haddinden fazla şe için izin verdi. Yanında geziyorsun İlay.”

“E tamam işte, işi yürüttük bitti,” diyen diliyle kalbi çelişiyordu. Ablaları yemiyor, ama yiyormuş gibi yaptı.

“Konumuza dönelim. Tartışmışlar çok belli,” dedi Aybüke. “Ben çözemiyorum ikisini, sevgililer gibi hareket ediyorlar, ama bu kapıdan girdiklerinde iki farklı insan oluyorlar.”

“Hazar abiden eminiz de ablamı çözmek mesele,” dedi Altınay.

“Ablam Sinan abiyle yemeğe gidecek birazdan, Hazar abinin buna izin vermemesini isterdim,” dedi İlay.

“Ablam da dinlerdi,” dedi Altınay.

“Bence dinlerdi,” dedi Aybüke. “Ama Hazar sustukça ablam konuşmayacak. Biraz tanıyorsam ablam da onu seviyor ama Hazar’ın korkaklığına katlanamıyor. Sinan abiyi neden bıraktı?”

“Bir kez bile mücadele etmediği için, neden bile demedi,” dedi Altınay. “Evet nedenimiz vardı, gerçek bir nedendi ayrılık için ama Sinan abi savaşsa kazanırdı.”

“Ablam mücadeleci bir ruha sahip, olursa olur olmazsa olmaz düşüncesini sevmiyor ve hayatına iki erkekte aynı şeyi yapıyor.”

“Ablam cesur seviyor,” dedi İlay. Üçü birden gülüşmeye başladığında İlbilge’nin salona girdiğini fark edemediler.

“Neşeniz bol olsun hanımlar, ben de güleyim söyleyin.”

Çok şık giyinmiş ablalarını görünce sustular. Saçı makyajı her şeyiyle efsane görünüyordu.

“Hiç abla,” dedi İlay. “Ne kadar güzelsin.”

“Abla,” dedi Altınay. “Sinan abiye dönmeyeceksin değil mi?”

Merak konusuyla gözlerini devirip gülümsedi. “Oturun bakalım, konuşalım.”

Geniş ve uzun koltuğa yana yana oturdular. İlay ablasının yanına, Altınay onların yanına ama yan dönerek ablasını görüş alanına aldı. Aybüke de yan oturdu. Üçü birden ablalarının dudaklarına bakıyordu.

“Sinan’ın kalbini kıracağım bu gece, o da biliyor ama netleştirmek adına konuşacağım. Bir umut taşıyor mu? Umarım taşımıyordur, geçmişte kaldık biz. Ona karşı içimde büyük bir sevgi var, ne yapsam atamam o sevgiyi. Bir ömür sürecek, ne zaman başı sıkışsa koşacağım. Sinan benim en iyi dostum. Bundan fazlası değil.”

Rahatlayan kızlar gülümsedi. “Peki Hazar abi?” dedi İlay.

“Ne olmuş ona?”

“Tartıştınız mı?” dedi Aybüke.

“Hayır, tartışacak kadar açıklama yapmadı bana. Kendi kendine köşesinde oynuyor. Hazar’ı konuşmak istemiyorum.”

“Of çok kızmışsın,” dedi Altınay.

“Biz senin bacıların değil miyiz, anlatsana kız,” dedi İlay ablasını dürterken.

İlbilge kahkaha attı. Uzun zaman sonra çok içten gelen bir gülüştü. “Tamam, salonun kapısını kapatır mısın?” dedi Aybüke’ye. Aybüke koşarak kapatıp yerine oturdu.

“Hazar abiniz bir aptal…” diyerek söze girdi. Biraz esti, biraz gülümsedi bazen kahkaha attı ama içinde bir şey bırakmadı İlbilge. Kardeşlerini memnun eden konuşmanın sonunda derin bir iç geçirdi. “Ağzınızı açarsanız sizi holdingde işer alırım.”

Kızlar aniden doğrulup ağızlarına fermuar çekti. “Tövbe ağzımızı açmayız,” dedi İlay.

İlbilge yeri gelmişken İlay’a uzunca baktı. “İlay… Öğrenmen gerek bir şey var. Aslında hepimizin.”

“Nedir abla?”

Kardeşinin elini tuttu. “Vurulduğumda kendini öyle dağıttın ki bu bana unuttuğum bir şeyi hatırlattı. Birbirimize çok sıkı kenetlendik, buna mecbur kaldık. Ama ölüm var İlay. Öyle olmazsa başka bir şekilde var. Kimsenin yarına bir garantisi yok, bir gün bu hayatı tek tek terk edeceğiz. Evet, acı evet çok acı ama kalanların hayatına devam etmesi gerekecek. Güçlü olmak zorundayız, zorundasın. Hiçbirimize bir şey olmasın ama dünya bu, bunu unutma. Küçüktün, bana çok bağlandın, haklısın seni suçlamıyorum ama unutma lütfen, hayat her şekilde devam etmek zorunda. Kendine sahip çık. Kendimize sahip çıkacağız.”

Başı önüne düşen kardeşine gülümsedi. “Ve… Önümüzde çok uzun bir hayat var. Ben daha teyze olacağım. Bir sürü yeğenim olacak.”

“Hiç biz olmayalım sen ol,” dedi Aybüke. “Öncelik senin.”

“Hı…” dedi İlbilge ayağa kalkarken. “Hazar’la bu iş zor görünüyor. Tek başıma çocuk yapamam. Tahminen kaç yıl daha beklerim acaba?”

Hüzün gömleğini çıkaran kızlar yüksek sesle kahkaha attılar. Salon kapısı açıldı o esnada. Hazar başını uzatıp baktığında kızları keyifli görünce gülümseyerek içeri girdi.

“Ne oluyor?”

“Hiç abi, ablam son okuduğu romanı anlatıyor,” dedi İlay. “Kitaptaki erkek karakterin hazin durumu bizi güldürdü.”

Hazar’ın gülüşü soldu. Bakışları İlbilge’ye kaydı. Yine silahlarını kuşanır gibi hazırlanmıştı ve Sinan’la gidecekti. İlbilge saçını arkasına atarak, “Geç gelirim, beni beklemeyin.” Hazar’ın yanından eser gibi geçip gitti ve Hazar onu durdurmadı.

“Ablam Sinan abiyle yemeğe gidiyor abi,” dedi Aybüke, damarına basarcasına.

“Uzun bir süre gelmeyecek, tabii konuşsunlar,” dedi Altınay.

“İnşallah nikâh tarihi çıkmaz masadan,” dedi İlay.

“Ben delireyim diye mi konuşuyorsunuz?” dedi ama burnundan soluyordu, delirmiş bile olabilirdi veya sağlam bir temeli kızlar eliyle atıyordu.

“Ne bekliyorsun ki?” dedi Aybüke.

“Evet, abi ne bekliyorsun?” dedi İlay.

“Atı alan Üsküdar’ı geçecek abi, sen beklemeye devam et.”

 

                                                         ***

 

Gözlerden uzak bir mekânda boş olan üst katta sessizce yemeklerini yediler. Sinan günlerdir ilk kez doğru düzgün yemek yiyor, saçını sakalını toplamış görünüyordu. Geçmişten, çocukluk yıllarından ve ilk heyecanlarını gülümseler eşliğinde anlattılar birbirlerine. Anne ve babalarından konu açmadılar. Yemekten sonra sahilde yürüyüşe çıktılar. Mevsim artık serinliği yaşatıyordu. Ceketini giymişti İlbilge. Sinan yanında elleri cebinde yürüyordu.

“Hazar çok şanslı,” dedi Sinan. “Ya da akıllı, benim yapmadığım ne varsa hepsini yaparak kazandı seni.”

“Baban da dün bunun benzerini söyledi, Ekrem çok şanslı bir adamdı dedi. Senin için çok üzülüyor.”

“Neden?” dedi ona dönerek.

Serin havayı içine çekti İlbilge. Esinti saçlarını geriye savuruyordu. “Babana annemi gerçekten sevip sevmediğini sordum. Çok sevdim dedi, ama o Ekrem’i seçti dedi, oğlum beni kaderimi yaşıyor; başka bir kadını sevemedim, ama oğlum sevsin mutlu olsun istiyorum dedi.”

“Bunu bende istiyorum. Karşına çıkan birine âşık olmak o kadar kolay olsaydı eminim babam da olurdu.”

İlbilge durup ona dönünce Sinan da durup baktı. “Sinan! Sen bana âşık değilsin, kalbinde olduğumu biliyorum ama yerimi alacak kadını henüz tanımadığın için bu böyle.”

“Bunu yaşamadan anlamam pek mümkün değil. Ya hiç gitmezsen?”

“Öyle düşünme! Ben gittim, ama sen boşluktan atamadın beni. Seni çok seviyorum, ama bunun aşkla uzaktan yakından ilgisi yok. Sen de öylesin, Hazar olmasa sana karşı ne hissederdim bilmiyorum. Mutlu olmanı istiyorum. Mutlu olmak istiyorum. Her zaman birbirimizi koruyup kollayalım istiyorum.”

Sinan tebessüm etti. “Merak etme, öyle olacak. Eğer aşkta bir şansım varsa karşıma çıkacağı günü bekliyorum.”

“Lütfen karşına çıktığında onun için mücadele et, ona değerli olduğunu hissettir. Gerçekten seni sevdiğine inanıyorsan peşinden git. Benim olan bana döner diye düşünme, dönmez.”

 

                                                                 ***

 

Saatlerdir salonda kendini dağıtmış, İlbilge’nin dönmesini bekliyordu. Bazen insanların kararlarına saygı duymanın yersiz olduğunu geçen birkaç içinde düşünmüştü. Hayatı sevdiği kadına saygı duyarak geçmişti. Her şeyine… İntikamına, acısına, çaresizliğine. Bir gün kendini sever diye beklemek bile ona bir umutla yaşama şevki vermişti. Yine başa dönse yine yapardı, gözünü bile kırpmazdı. Bir ömür beni bekle dese yine beklerdi. Geçmişine saygı duydu, geleceğine duymaya gücü kalmamıştı. İki arkadaştan öteye geçememelerinin altında elbette kendi hatası da vardı ama bir türlü emin olamadığı eski bir aşk vardı. O gece onları sarılırken görmek kahretmişti. Gözlerinin önünden silemiyor, kalbinden atamıyordu. Sinan onu hâlâ seviyor ve geri istiyordu. Bu gece onunla çıkarak İlbilge de ona karşı boş olmadığını ispatlıyordu. Hem öyle güzel giyinmişti ki diz bile çöktürebilirdi Sinan’a.

Kıskançlık damarları şahlanmış, kendi hatalarıyla birleşmiş ne kadar olur olmaz düşünce varsa hepsi üzerine abanmıştı. Aklı ‘onunla, birlikteler, geleceği mi konuşuyorlar, belki de tekrar birlikte olacaklar,’ gibi onlarca fikri önüne seriyordu. Hazar her bir ihtimalde hata üzerine hata yapmaya hazırlanıyordu. İçinden taşan şeyler vardı atık, tutacağını sanmıyordu. Sabır taşı çatlamış, paramparça olmuştu. Korkularının her an ayyuka çıkması an meselesiydi. Onu kaybedecekti belki de. Ben seni kardeş, arkadaş, dost gibi seviyorum diyecekti. İşte o zaman bitecekti Hazar. Dostluğunu ve sadakatini verdiği kadından aşkını alamamış olacaktı. Dayanacak, direnecek ve susacak nefesi kalmamıştı. Her gün bir hiçliğe açılıyordu, yanında ne kadar daha tutacaktı ki onu? Ne zamana kadar, birini sevinceye kadar mı yoksa Sinan’la evlenene kadar mı?

Saçları karışmış, yüzünün rengi atmıştı. Saat birdi, ev uykuya çekilmiş ama o gözünü bile kırpamayacak kadar dağılmıştı. Kaybedecekti… Tek düşündüğü buydu. Bir insan hayattan umutlu ama aşktan bu kadar umutsuz olabilirdi, Hazar en büyük örnekti.

Kapının kilit sesi döndü, sessizce içeri giren İlbilge ayakkabılarını çıkarıp eline aldı. Evin ışıkları kapalıydı, arada birkaç aplik yanıyordu. Odasına çıkmak isterken salon kapısından Hazar göründü. İrkilerek ayakkabılarını düşürdü.

“Salona gel,” dedi Hazar dönerek uzaklaştı. Çantasını ve ceketini konsolun üzerine bırakıp salona girdi İlbilge.

“Ne oldu, neyin var?” dedi salonun ışığını açarken.

Odanın ortasında duruyordu Hazar. “Neyin var neyin yok diye soracaktın.”

Kavga edecekleri bariz belli olunca İlbilge omuzlarını düşürdü. “Neyin yok Hazar.”

“Sen!” diye bağırdı. “Sen yoksun.”

“Aynı evde yaşıyoruz, bu hayatı birlikte geçirdik. Ben tam olarak nerede yoktum?”

Hazar öfkeyle gülümsedi. “Kalbinde bana yer açamadıktan sonra aynı evde yaşamanın hiç anlamı yok. Sen yanımdasın ama değilsin de.”

Eteğindeki taşları dökmeye hazırlanan Hazar’a bakarken sonunda dememek için kendine komut verdi. Damarına basacaktı. “Öyle mi?”

“Değil mi? Sana daha nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Yüzüme bile bakmadan eski sevgilinle yemeğe gittin. O sana baktıkça kahrolurken sen onunla yemeğe gittin. Nasıl iyi eğlendin mi? Geleceği planladınız mı?”

“Ah… Evet, güzel düşüncelerimiz oldu.”

Hazar onu dinlerken yüzündeki mutlu ifadeyle kontrolünü kaybetti. “Öyle mi? O zaman sana anlatmam gereken şeyleri dinle. İlk oğlunuzun adını Hazar koyarsınız belki.”

“Hazar saçmalıyorsun,” dedi ve ciddiydi. “Bağırma, evi başımıza toplayacaksın.” Bir adım atmak istedi ama Hazar gerildi.

“Umurumda değil. Senin için çok fazla şey yaptım, hepsini isteyerek sana olan sevgimdendi. Geriye dönsek yine yaparım. Başına vurmak için söylemeyeceğim ama sen körsün. Sinan mı vardı sen ağlarken? Sen kahrolurken? Sen kardeşlerini büyütürken ilk başın sıkıştığında Sinan’ı mı aradın? Sana hayatında kaç kez destek oldu?

Ama sende haklısın, aşk minnetle beslenmeyen bencil bir duygu. Hep onu sevdin, unutmadın. Ben de bir gün beni fark edeceksin diye bekledim. Attığın ize attım, hayatımı sana adadım, sırf bir gün sen beni fark edeceksin diye. Edersin de seversin diye, ben o fark ettiğin gün de yanında olacaktım. Sonsuza kadar seninle, benimle olacaktın. Haklısın sen ben gerçekten aptalım, kendimi tüm bunlara inandırmış olmam aptallığımın en büyük işareti.”

“Hazar!” dedi hiddetle. “Sus!” Karşısında kendini öylesine eziyordu ki içi ezildi İlbilge’nin.

“Bir şey soracağım,” dedi Hazar sesi normale dönerken.

Gözlerinde biriken yaşları görüyordu İlbilge. “Sakin olursan tatlı tatlı konuşabiliriz.”

“Sus! Sakinliğim de sabrımda buraya kadardı. Çok merak ediyorum İlbilge, ben seni severken sen neredeydin? Ben senin attığın adımda gezerken, senin için dünyayı yok sayarken, beni çağırdığında hemen arkadan gelirken; sana deliler gibi âşık olurken sen neredeydin? Aylardır Sinan’a her yaklaştığında yüreğim ağzıma geldi, ona dönecek, onu seviyor dedim durdum.”

Hazar’ın yanaklarından akan yaşlara bakarken sertçe yutkundu İlbilge.

“Farkında değildin, değil mi? O kadar avucundaydım ki tenezzül bile etmedin. Kadınlar kendine acı veren adamlara âşık olur, her şeyinde, acısında hasretinde yanında olanlara değil. Ama sen üzülme… Hiçbiri senin suçun değil, tek suçlu ben ve kalbim. Bil diye anlattık.”

Yanından geçip gittiğinde odasına çıkıyor sandı İlbilge, dış kapı sertçe çekildi. Bahçede araba çalıştı ve ilk kez Hazar evi terk etti. Koltuğa ilişirken kardeşlerini kapı önünde dikilirken gördü. Kızlar ablalarının etrafını sardı.

“Böyle hayal etmemiştim. Bu biraz… Acılı oldu,” dedi İlbilge.

“İnan bana daha fazlası var içinde, amcam bize anlattı,” dedi Aybüke. “Çok seviyor, ama asla doğru yolu doğru sözü bulamıyor.”

“Ne anlattı?”

“Hiç kız arkadaşı olmamış, biz yokken bile,” dedi İlay. “Öyle güzel olur mu abla?”

“Biz Belçika’dayken sürekli iş uydurup geliyormuş, işi olduğundan değil,” dedi Altınay. “Tüm hayatını senin gözlerinde görmek için geçirdi.”

Kızlar anlattıkça sevginin altında ezildi. Lâyık olup olmadığını tarttı, hak edip etmediğini. Ama işte kör kendisi değildi. Hazar da ayrı bir kördü.

 

                                                                 ***

O gece eve, ertesi gün holdinge gelmedi, Hakan onun dışardan yürüttüğünü söyledi. Bir sonraki günde gelmedi, nerede olduğunu öğrenemedi İlbilge. Hakan’ı kovmakla tehdit etse de öğrenemedi. Arıyor, ama asla açmıyordu Hazar. Kimsenin telefonunu açmıyordu. Sinan ile Melek İngiltere’ye uçtuğu akşam belki gelir diye bekledi ama gelmedi. Sinan’a sormaya çekindi, onu karıştırmak istemedi. Selim Bey çok üzülüyor, belli etmiyordu. Sezen Hanım onu sakinleştirmek adına her şeyi yapıyordu. Ama evde çok sert bir sessizlik hüküm sürüyordu. Akşam yemekleri sessiz yeniyor, herkes odasına sessizce çekiliyordu. Dördüncü gün holdinge adım attı, Pınar haberi İlbilge’ye uçururken Hakan’la kavgaya tutuşmuştu. Biri söyleme sus diğeri sana ne diyordu. Masasının başında oturan İlbilge hızla kalktı. Kendi odasından çıkıp koşar adım Hazar’ın odasına girdi. Kapıyı çarparak kapatmıştı. Masasına oturmak isteyen Hazar irkilerek geri dönmüştü.

“Neredesin sen?”

“Ne istiyorsun?” dedi acımasız bir sesle.

Öfkesi dağ olan İlbilge iki eliyle adamın göğsüne sertçe vurup itti. Sendeledi Hazar. “Benimle düzgün konuş!”

“Emriniz olur efendim.”

İkisinin kendileriyle ilgili konuşmamak gibi önemli sorunları vardı. Konuşmak yaramıyordu, hiçbir yere varamıyorlardı. Hazar kırmızı gözlerini İlbilge’ye çevirdi. Göz altları mora dönmüştü. Bir adım attı İlbilge. Hazar’ın yakasını tutup çekti. Dudaklarını Hazar’ın dudaklarına teslim etti. Bir an ne olduğunu anlamadı Hazar ama çabuk kavradı. Boynuna dolanan kolların büyüsüne kapıldı, bedenine yapışan bedenin sıcaklığını hissedince kalbi tutuştu. Kollarını İlbilge’ye dolarken kadın yaklaştığı hızla geri çekildi.

Tam bir boşluğa düştü Hazar. Tüm sıcaklık çekildi bedeninden. Yetmedi, yetemezdi. Bir adım atmıştı ki İlbilge geriye bir adım attı.

“Sinan’ı sevseydim onunla o uçakla olurdum.” Geldiği hızla odadan çıktı. Hazar kendine gelinceye kadar İlbilge holdingden ayrılmıştı, arasa da onu bulamadı.

 

                                                         ***

 

Gittiğinin beşinci gecesiydi artık, beklemekten yorgun düşmüştü. Geleceğine çok emindi ama yanılmıştı. Saatine baktığında gece bir olduğunu gördü. Gelmemişti. Odasına doğru yollandı, tokmağı tutacakken vazgeçti. Hazar’ın odasını geçti. Hazar’ın parfümünü seve seve kabul etmiş duvarlar karşıladı onu, başucu ışığına dokunduğunda oda aydınlandı. Bir yastık çıkarttı örtünün altından, elindeki örtüyü üzerine çekip Hazar gibi kokan odada huzursuz bir uykuya çekildi.

Karanlığı ve sessizliğini minnet bilerek eve girdi. İlbilge’nin odasının önünden geçerken durdu. Önce odasına uğramak üzerini değiştirmek istiyordu. Sessizce girdi, ama ışığın yanıyor olması gözünden kaçmamıştı. Kapı eşiğinden geçip birkaç adım attı. Dünyanın en güzel kadını onun yatağında uyuyor, sarı saçları yastığını süslüyordu. Ellerini başının altına almış, gergin yüz ifadesiyle uykuya dalmıştı.

Olduğu yerden kımıldayamadı, orada bin sene durur öylece o güzeli seyrederdi. Öylesine muhteşem bir görüntüydü. Ne işi vardı odasında ve yatağında? Arkasını dönüp gitse gidemiyor, kalsa ne yapacağını bilmiyordu. Görüntü kalbine fazla gelmişti, ne gidebiliyor ne bir şey yapabiliyordu. Kalsa ne yapacak gitse ne olacak düşünceleriyle tutuştu. Bu kadından çıkışı yoktu, onu severek ölecekti kesin. Direnişi kesip gülümserken buldu kendini. Ceketini yavaşça çıkarıp koltuğun üzerine bıraktı. Kol düğmelerini açıp kollarını geriye kıvırdı. Yakasını açıp kravatını çekti. Yatağa usulca dizini bıraktı, çok yavaş hareket ediyordu. Başını yastığa bırakırken İlbilge hareketlenmeden ürkerek başını kaldırdı.

“Şişşt,” dedi Hazar korkmaması için başka bir söz, açıklama gereği görmeden İlbilge’yi üzerine çekip dudaklarına saldırdı. Damağında kalan tadın devamını istiyordu. Kanarcasına içmek, sonsuza kadar yatağını, kalbini süslemesini istiyordu. Parmakları sarı saçların arasına daldı, kendine bastırıyordu, yetmiyor gibiydi. Hayallerinin ötesiydi İlbilge, her dokunuş onu tuzla buz ederken neyi hayal ettiğini bile unutmuştu. Gerçeği açık ara fark atıyordu hayallerine. İlbilge’nin saçları perde gibi sarmıştı yüzlerini, bırakmak istemese de izin verdi. Nefes almak gerekiyordu, hatırladı. Güzel yüzünü iştahla izlerken ışıkta parlayan sarı saçları tek eliyle topladı bir yanına.

“Yatağımda ne arıyordun?”

“Seni, gerçek sevgilim yapacağım.”

Dudakları iki yana ayrılırken gülümsedi. “Sevgilin olmak istemiyorsam ne yapacaksın?”

“Avazım çıktığı kadar bağırıp tüm evi bu odaya toplayacağım. Namusa leke getirdi, evlendir bizi amca, diyeceğim.”

“Kısa yoldan kocan yapacaksın yani?”

“Sana kalırsak yol uzuyor Hazar. Neden bu kadar sustun? Oysa sana aylardır anlatmaya çalışıyorum. Üzerine geldim o kadar, hep kaçtın.”

“Ben sana yıllardır anlatmaya çalışıyorum, ayların lafını mı yapacaksın?”

“Aslına bakarsan o yılların içinde anlamam gerekiyordu ama bilemedim. Hayatında kimse yoktu, kendini bize adamıştın. Bu bana bencilce sana sahipmişim hissettirdi. İçinde olduğumuz her şey fazlasını görmemi engelledi. Hazar aşağı Hazar yukarı derken geçti zaman. Her gün araman, her şeyimizle ilgilenmen bana yetiyordu. Aklımda olan son şey biriyle bir şeyler yaşamaktı çünkü sen vardın. Bir şey yaşamam gerekmiyordu, yaşıyordum. Yazılmamış, sözsüz bir kader gibiydin. Yaşıyordum seni. Bir erkeğe ihtiyacımın olmaması senin varlığındı. Telaş etmiyordum, merak etmiyordum. Gerçekten avucumdaydın. Gitmeyeceğine öyle emindim, bizden benden başka bir hayatın olmayacaktı. Ama bunları sonra anladım.”

“Ne zaman?” dedi kadının saçlarını okşarken.

İlbilge üzerinden kayarak Hazar’ın omuzuna başını yasladı. “İşe ilk başladığımda düzenlediğin partide. Sen bana dokunduğunda, belime sarılmıştın. Aramızda çok şey vardı temas yoktu. Tüm bedenim titremişti. O gece fark ettim.”

“Neyi fark ettin?” dedi şakağına dudaklarını bastırırken. Sarı saçların telleriyle oynuyordu. Biraz kayarak yüzünü görüşüne soktu Hazar. Kulağına yaklaştı İlbilge’nin. “Beni sevdiğini mi?”

Buğulu ses bedenini karınca istilasına uğratırken bakışlarını Hazar’a çevirdi. “Sensiz bir günüm geçmedi, hayatıma başkasını alamadım. Denedim ama olmadı, bir yanım sana sıkı sıkıya bağlıydı. Aslında her yanım. Seviyorum, valla çok seviyorum. Nasıl anlatayım Hazar?”

Hazar tüm derdi üzerinden alınır gibi derin ve rahat bir nefes aldı. Nefesin arasında içli bir inleme, bir şükür nidası vardı.

“Ben sana âşığım, doğduğumdan bu yana, ölünceye kadar seni seveceğim.” Doyamayacağı dudaklara sokuldu tekrar. Karşılıklı sevmenin tadını aldı, sevdiğinden aşk dolu dokunuşlarla dünyaya yeniden geldiğini hissetti. Yaşadı ve yaşattı. Hazar emellerine kavuşurken İlbilge bulutların üzerinde geziniyor başka bir dünya keşfediyordu.

 

                                                                

Loading...
0%