@payelll
|
Mağlubiyettir aşk, bir selamına bile yenilirsin.
Sezen Aksu
Sabah kahvaltı masasında toplanan ailede yüzü gülen İlbilge idi. Hazar odasından inmemişti evde olduğunu bilen yoktu. “Sen hayırdır?” dedi İlay. “Ne o yüzünde güller açıyor.” Omuz silkti İlbilge, çayından bir yudum almadan önce gülümsedi. Masada Hazar’ın yokluğu taş gibi otururken İlbilge’nin keyfinin dört köşe olmasına gözlüğünün üstünden baktı Selim Bey. Dudağını bükerek oğlunun sandalyesine baktı. “Bugün cumartesi, ne yapalım?” dedi Aybüke. “Evet bir yere gidelim,” dedi Altınay. “Kızları da alalım.” “Benim işim var,” dedi İlbilge. “Cumartesi’de mi gideceksin işe?” dedi Sezen Hanım. “Hayır, birine sözüm var. Yakışıklı bir beyle geçireceğim günümü muhtemelen de ömrümü.” “Ne?” dedi Selim Bey. “Hazar abi döndü!” dedi İlay. Kapı önünde onları dinleyen Hazar odaya girdi. “Günaydın ailem.” Kızlar bir tur sarılırken Sezen Hanım gülümsedi. Selim Bey oğluna sarılırken gözleri nemliydi. Koca ömründe canından bir tane evladı vardı. Öyle de hayırlı bir evlâttı ki Selim Bey’in göz nuruydu. Hazar İlbilge’nin yanına otururken ona göz kırptı. “Tanıştırayım, yakışıklı bey bu bey.” “Ay siz barıştınız,” dedi İlay çığlık atarken. “Evli bile olmadan hatta gerçek sevgili değilken sizin kadar tartışan kaç kişi vardır?” dedi Aybüke. Birbirlerine bakıp gülümsediler. Selim Bey de onlara eşlik etti. Sezen Hanım iç geçirdi. “Aşk ne güzel şey Selim,” dedi. “Ah gençlik.” “Öyledir muhakkak,” dedi Selim Bey. “Düğün ne zaman?” dedi Sezen Hanım. “Hemen yapalım,” dedi Selim Bey. “AA…” dedi Altınay. “Ablamı istemeyecek misin amca?” Selim Bey kafasını kaşıdı. “Siz benim kızımsınız, nasıl olacak o?” “Mustafa amcamdan istersiniz?” dedi Aybüke. “İstemeden vermeyiz kızı.” “Biraz sakim,” dedi İlbilge. “Ne evlenmesi?” Hazar başını eğerek kaşlarını havaya kaldırdı. “Ne?” “Ne ne? Ben evlenme teklifi almadım, otuz yıldır birlikteyiz diye es mi geçeceksin?” Hazar bunu hiç düşünmemişti. Masadakilerin yüzüne tek tek bakındı, birinin onun lehine bir şeyler söylemesini bekledi ama hepsi ayrı köşeye bakıyordu. “Ne kadar zor olabilir ki?” dedi mırıltı şeklinde. “Hatırlıyor musun, sana bir şey söylemiştim o dans ettiğim gece.” Ona bakarken o gece bir misafir gibi gitti Hazar. “İyi ki çakma sevilisin, yoksa müzik duyduğunda benimle dans etmeyen biriyle evlenmek zorunda kalırdım.” “Hayır!” diye inledi. “Bilmem,” dedi İlbilge elleri havada. “Ne dedin?” dedi Selim Bey merak onu bile sarmıştı. “O bilir amcacım.” “Biz de bilelim,” dedi Aybüke. “Onunla dans etmemi istiyor. Ben dans edemem. Sevmiyorum. Yapamam.” “O zaman böyle yaşar gideriz,” dedi İlbilge. Masanın etrafını donatan aile Hazar’ı dans ederken düşünüyordu ve ilk kahkaha İlay’dan geldi. Onu takip edenlerle Hazar ve İlbilge’den başka hepsi kahkahaya tutulmuştu.
***
İlbilge Hazar’ın elindeki tablete bakıyordu. Müdavimi oldukları kafedeydiler. Tüm gün gezdikten sonra buluşmak için sözleşmişlerdi. Onlar gelinceye kadar ev bakma işine başlamışlardı. “Geç, küçük,” dedi İlbilge. “Bize beş altı katlı bir şey lazım. Hadi ben orada olacağım ama kızlar evleninceye kadar bizimle kalacaklar. İlay daha küçük ve diğerleri beyaz atlı prensleri ne zaman bulurlar bilinmez. Teyzem de var, ileride üç beş çocuk desek; kalabalığız Hazar.” “Üç beş tane?” Hafifçe başını çevirince dibindeki kadının burnunun ucuna öpücük kondurdu. “Benim bir sürü kardeşim var, sen tek çocuksun bunu senin istemen gerekir.” “Tek çocuğum ama sayenizde hiç eksiklik yaşamadım ama haklısın, sürekli taşınacak değiliz, büyük olsun.” “Mustafa amcamlarda taşınacakmış, bakarken yanında boş ev var mı bakalım. Beğenirler belki, yalı istiyorum. Orman içinde çok oturduk, biraz deniz iyi gelir.” “Tamam,” dedi Hazar sayfayı çevirdi. “Uygun bir tane bulsak bakmaya gideriz. Biraz mesafe olur dersen yaparım ben, zevkimize göre.” “Çok zaman alır, olanlara bakalım en iyisi.” “Hanımım ne derse o.” Bir sayfa daha çevirdi. İlbilge kahkaha atmıştı. “Hanımcı mı olacaksın sen?” “Bugüne kadar neydik?” “Haklısın, benciydin. Sana bir şey diyeceğim.” Hazar yeniden ona döndü. “İstersen başkanlığı sana devredebilirim. “Neden?” dedi kaşlarını çatarak. “Bilmem, eşi emrinde çalışıyor dedirtmemek için olabilir. Bizim camia kıskançtır, bilirsin.” “Kime ne ben belki karımın emrinde çalışmak istiyorum. Duymamış olayım.” Tatminkâr bir gülüş sundu İlbilge. “Tamam, o zaman sana yeni projeden bahsedeceğim. Şu an sadece düşünüyorum. Kahvemizin açılışı ertelendi olanlardan, onu hallettikten sonra kozmetik alanına girmek istiyorum.” “Bu zamana kadar girmediğimiz hata, tabii bir kadın yönetmeyince akla gelen bir şey değil. Ben beğendim, Sinan’a söyleriz.” Sayfaları arasında bir ev gördü İlbilge. “Geri dön,” dedi Hazar bir sayfa geriye döndü. “Detayları oku bakalım.” “Kot farkıyla beş kat, on altı odalı.” Detaylı fotoğrafları açtı Hazar. Tek tek baktılar, İlbilge beğenmişti. Hakan’a gönderdiler, kalanıyla o ilgilenirdi. Tableti kapatıp masaya bıraktı. Sıcak çayından bir yudum alan İlbilge, “Bazı şeyleri yenilemek gerekebilir.” Hazar onu daha önce bu denli kayıtsız görmemişti. Kimliğindeki sakin kadına ulaşmış gibi görünüyordu gözüne. Tozu alınmış parlayan gümüş gibiydi duruşu, bakışı. “Yenileriz,” dedi yüzünün sakinliğini ve güzelliğini seyrederken. “Bir iç mimar bulalım,” dedi telefonunu alıp Pınar’a mesaj attı. İç mimar bulmasını istedi. “Buluruz.” “Eşyalar da önemli, eve uygun olmalı. Hem modern hem eski bir yalıya yakışır şekilde nasıl olur ki.” “Olur bir şekilde.” “Aksesuar bile dert, seçmek zorunda kalmak daha büyük dert. Kızlar da yarım eder.” “Ederler.” “Evdekilerinde fikrini almak gerekiyor, tek başımıza oturmayacağız sonuçta.” “Alırız.” “Taşınmak zormuş gibi hissediyorum.” “Ben de.” İlbilge yandan bir bakış attı Hazar’a. Hazar’ın odak noktası şu an saçlarında gibi görünüyordu. “Kar diyorum bu sene kırmızı yağacak.” “Yağar.” Dudaklarını sıktı İlbilge, gülmemek için direndi. “Hazar beni sevmiyor, kullanıp köşeye atacakmış.” “Atar.” Kadının saçlarında oyalanan bakışlarını yüzüne çevirdi. Gözlerini kırpıştırdı birkaç kez. “Kim ben mi seni sevmiyorum?” Sessizce kahkaha atmak için elini ağzına kapattı İlbilge. “Sen neredesin?” Oyuna geldiğini anlayan Hazar, bakışlarını devirdi, gülümsüyordu geldiği oyuna. Kolunu uzatıp kendine sardı İlbilge’yi. Tepesine bir buse kondurdu. “Keşfe çıkmıştım, doyamadım da.” Kulağına eğilip fısıldandı. “Herkes uyuyunca odana gelebilir miyim?” “Hayır!” derken çıkmak istedi Hazar’ın kollarından ama çıkamadı. Bırakmadı Hazar. Onlar didişirken masanın başında dikilen dört kişi aralarında bakışıp gülüşüyorlardı. “Öhhö,” dedi Giray. Toparlanıp onlara gülümsediler. Herkes yerini alırken Hazar yan dönerek İlbilge’yi kollarının arasına aldı. Arkadaşlarını net görüyorlardı şimdi. “Aşk kuşları, ne güzelsiniz,” dedi Yağmur. Hazar kolunu biraz daha sıktı, İlbilge’nin başını kolunun arasıyla kendine bastırdı. “Eve bakıyorduk, anlaşamadık,” dedi Hazar. “Taşınıyor musunuz?” dedi Bahar. “Evlenince mi oturacaksınız?” dedi Barlas. “İlbilge hayatta bırakmaz kabilesini,” dedi Yağmur. “Hep birlikte oturacağız,” dedi İlbilge. “Evleninceye kadar kimse ayrı eve çıkamaz.” “Ama sen hep aynı yerde kalacaksın,” dedi Giray. “Kardeşlerini biraz salsan mı?” “Kimse bir yere gidemez!” dedi Hazar. “Gözümüzün önünde olacaklar.” Elini kaldırıp Hazar’ın sakalını okşadı İlbilge. “Enişte değil, abi. Sevmeyeyim de ne yapayım?” Yağmur iç çekip gülümsedi. “Şöyle sevilmedik ya yanarım da ona yanarım.” Barlas yandan bir bakış atıp sırıttı. “Senin gibi cad…” “Barlas!” dedi Hazar. “Bir şey demedim ki.” Yağmur yüzünü buruşturdu. “Sen kim bana bir şey diyecek zaten. Önüne dön sen önüne.” Hazar’la İlbilge’ye döndü. “Ben bu ikisini izleyeceğim.” “Sizde bir rahatlık bir gariplik var,” dedi Bahar. “Bilmediğimiz bir şey mi var?” Başını kaldırıp Hazar’a baktı İlbilge. O da ona bakıyor, bilinemeyen sırların geçip gitmesini aralarında kutluyorlardı adeta. “Yok canım, ne olacak,” dedi İlbilge. “Bana evlenme teklifi ederse evlenmeyi düşünüyoruz.” “Eder, ne var ki onda?” dedi Giray. “Edersin herhalde,” derken Hazar’a bakıyordu. Hazar’ın düşen suratına bakan İlbilge kahkaha attı. “Edemiyor, çünkü dans etmesi gerekiyor.” “Dans mı? Hazar mı?” dedi Barlas. “Onu unut sen. İlk okulda halay bile çekemezdi o.” “Evet,” dedi Giray. “Lise son sınıfta halk oyununa katılmasını istedi hocalar, yüzü güzel ya. Aslında Romeo olması için yalvarmışlardı ama istemedi her neyse onu bile kabul etmedi.” “Juliet’im başkasıydı, oynayamazdım yoksa onu isterdim.” “AA… Hatırlıyorum,” dedi İlbilge. “Hoca bana gelip ikna etmemi istemişti, Hazar’a gittiğimde…” “Sen Juliet olacak mısın, demiştim.” “Ben de hayır demiştim,” dedi şaşkınlıktan dudakları aralık başını çevirdi. “Sen de o zaman oynamıyorum,” demiştim. Hazar gülümsüyor, İlbilge on yedi yaşında anlamadığı gerçeği hatırlıyordu. “O gün anlamam gerekiyordu.” “Olsun, sonuç değişmedi.” Dudağını bükerek önüne döndü İlbilge. Ona sürekli kendisini anlamadığı için aptal diyordu ama asıl anlamayanın ta kendisi olduğunu fark etti. Çıkışta arabalara geçmeden önce bir konu üzerinde konuşan beylere bakıyordu hanımlar. Yağmur hüzünlü bir sesle fısıldadı. “Sizin gibi olabilirdik, beni bırakıp gitmeseydi.” Bahar’la İlbilge birbirlerine bakıp Yağmur’a döndüler. “Yağmur,” dedi Bahar. “Kimse geleceği bilemez, hayat keşkeler için fazla kısa.” Yağmur başını sağa sola salladı. “Haklısın. Ona takılıp kalmam benim hatam.” “Hayır,” dedi İlbilge. “Hata falan değil, Hazar ve ben buna gerçek bir örneğiz. Sen takılıp kalmıyorsun, kalbin kalıyor ve ona söz geçirmek dünyanın en zor şeyi. Kim kalbine söz geçirmiş ki sen geçireceksin. Ve… Eğer karşına ondan fazla seveceğin biri çıksaydı bunu anlardın.” “Belki ben doğru düzgün bakmamışımdır etrafıma, sen bile yıllar sonra fark ettiğine göre benim de hatam olmalı.” “Kendini suçlamayı bırak,” dedi Bahar. “Hâlâ çok genciz, aşkı yeni buluyoruz.” “Buldunuz, benim sorunum ne?” “Sevmek,” dedi İlbilge. “Sen biraz fazla sevdin, belki bizden bile fazla.” “Hak etmeyen birini evet,” dedi Yağmur. “O yüzden düğünlerinizde çiçeği bana doğru atacaksınız.” “Üzme kendini, önümüze bakalım,” dedi Bahar. Başını salladı Yağmur. “Beni çağırmayın onun olduğu yere, görmek istemiyorum.” “Sen öyle istiyorsan…” dedi İlbilge. “Gidiyor muyuz?” dedi Hazar. “Geliyorum,” dedi İlbilge. Giray ve Barlas yanlarına gelince kızların yüzündeki soğukluğu fark etti. “Ne oldu şimdi?” dedi Giray. “Hiç,” dedi Bahar. “Neyin var?” dedi Barlas, Yağmur’a bakarak. Ağladı ağlayacak gibi hâli dikkatini çekmişti. Yağmur ona cevap vermedi, görüşürüz bile demeden arabasına binip uzaklaştı. Arkasından bakanlar boğazını temizliyordu. “Yağmur’dan uzak dur,” dedi İlbilge. “O senden duracaktır merak etme. Yoluna çıkma, gittiği yerlere bile gitme. Canımı sıkıyorsun Barlas. Senin yüzünden yıllarını heba etmiş arkadaşım üzülürken ben sana uyuz olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum.” “Ben ne yaptım şimdi İlbilge?” dedi oflarcasına bir tavırla. “Suçlusun veya değilsin, arkadaşlıkta bu tür şeyler esastır. Onu sevmedin, anladık. Çektin gittin onu da anladık. Yaşımız küçüktü hadi onu da anladık. Arkadaşımızsın, seni arkadaş olarak seviyoruz ama Yağmur’un canını yakıyorsun. Dolaylı yoldan canımız yanıyor. Sen geldin günü gün ederken onu umursamadın bile, özür dileyerek biteceğini mi sandın. Senden özür falan beklemiyor. Hatta artık seni de beklemiyor.” Bozulan Barlas’a son kez bakıp arkadaşlarına iyi geceler dileyip uzaklaştı.
***
Arabayı sahile sürdü Hazar. Bindiğinde söylenerek anlatmıştı İlbilge, Barlas’ı biraz payladığını. Hazar susmuş, tek kelime etmemiş, sinirini çıkarsın diyerek dinlemişti. Bakırköy sahilinde el ele biraz yürümek iyi gelmiş, öfkesi balon gibi sönmüştü. “Juliet’in olacaktım demek, onca zaman hiç aklıma gelmedi.” “Sinan vardı,” dedi Hazar. “Ama şansımı denemiştim. Çok gizli olsa da.” “Çok da severdin o kitabı, hep elinde sürüklerdin.” “Hâlâ okuyorum, her okuduğumda farklı bakış açısı buluyorum.” “En son ne zaman okuduğumu bile hatırlamıyorum. Salak Romeo. O peder her şeyi mahvetmişti. O kadar sinirlenmiştim ki bir daha elime almadım.” Hazar kuvvetli bir kahkaha attı. İlbilge kitabı hâlâ sevmezdi, yüzünü buruşturdu. “Gülme.” “Bu bakış açısı hiç aklıma gelmemişti.” “Öğrenmiş oldun, bak kaç senedir okuyorsun anlamamışsın.” “İmkânsız ve ölümsüz bir aşk bana kalırsa… Sevmem ondandır, bilemiyorum. Bak ne diyeceğim, bir kuple oynamaya ne dersin, on yedi yaşımıza armağan diyelim.” “Hiçbir satırını ezbere bilmiyorum.” “Ben sana söylerim.” Birkaç dakika boyunca ezbere bildiği cümleleri aktardı İlbilge’ye. Gözlerini bir sağa bir sola çevirip ezberlemeye çalıştı. Biraz duruma uyum sağlamak için dizinin üzerine çöktü Hazar. İlbilge kıkırtısının geçmesini bekledi. Boğazını temizledi. “Hazırım.” “Gülme.” İlbilge bir kahkaha daha attı. “Konuşma role gir.” “Tamam.” Son bir boğaz temizleme gerçekleştirdi. “Hoşça kal sevgilim, elveda! Bir öpücük daha ver, ineyim aşağıya.” “Gidiyorsun öyle mi, kocam, sevgilim, dostum benim! Her gün her saat haber bekliyorum senden, bir dakika içine nice günler sığar. Ah bu hesapla iyice yaşlanmış olacağım, Romeo’mu bir daha görünceye kadar.” “Hoşça kal! Hiçbir fırsatı kaçırmayacağım selamımı, sevgimi iletmek için sana.” Elinin tersini alnın bıraktı İlbilge. “Ah, Romeo, bir daha görüşebilecek miyiz, dersin?” Hazar gülmemek için direndi. “Hiç kuşkum yok, bu çekilen acılar ileride konuşacağımız tatlı bir anı olacak.” Rolden sıyrılan İlbilge elini indirdi. Küçük bir kız çocuğu gibi dudaklarını büktü. “Öyle değil mi Hazar? İleride tatlı bir anı olarak anabilecek miyiz?” Dizini yerden alıp doğruldu. İlbilge’nin yüzünü ellerinin arasına aldı. “Önce güzel anılar biriktirip yirmi sene sonra dönüp bakacağız. Muhtemelen acıtacak ama umursamayacağız.” “Öyle bir güne uyanmak istiyorum.”
***
Elindeki anahtarı havaya atıp yakaladı Hazar. Bir kez daha havaya attığında İlbilge’ye fırlatmıştı. İlbilge havada yakaladı anahtarları. Kardeşleri ona o anahtara bakıyordu. “Ailenin en büyük çocuğuyum diye mi yapıyorsunuz bunu bana?” dedi ve anahtarları İlay’a fırlattı. “Aramızda büyümesi gereken biri var.” İlay düşmeden tuttu. “Neden benmişim, on senedir girmedim. Ellerim titrer. Oyuncaklar hâlâ içeride.” Anahtarı Altınay’a fırlattı. “Ne şimdi bu, ortanca olmanın bir şans olduğunu bilinir?” dedi Altınay. “Ablam var benim,” dedi ve Aybüke’ye fırlattı. Aybüke göz devirdi. “Annemin en cesur çocuğu benmişim meğer,” dedikten sonra kilide geçirdi anahtarı. Kapıyı iterek titrek bir kalple içeri girdi. Ardından da kardeşleri ve en arkada Hazar. “Odalarınızdaki özel, istediğiniz hiçbir şeyi bırakmayın. Eşyalar gidecek, boş bir ev olarak kalacak. Bana kalsa satarım ya kimse almaz burayı. Torunlarımın bile bu eve girmesini istemem,” dedi İlbilge. “Sen almıyor musun?” dedi Aybüke. “Sonra bakacağım, babamın odasında olacağım. Kasasına bakmak istiyorum. Annemin mücevherleri orada olmalı. Hep oraya bırakırlardı. Paylaşmanın zamanı geldi.” “O zaman önce oraya,” dedi Altınay. “Merak ettim.” “Şifreyi biliyor musun?” dedi Hazar. “Biliyorum.” “Ya?” dedi İlay. “Nereden?” “Babam benden saklamazdı bu tarz şeyleri.” Kütüphane artı çalışma odasına yürüdüğünde arkasından takip ediyorlardı. Kapıyı açıp girince eski anılar gözlerinin önünde canlandı hem de hepsinin. Maun masa, önünde iki tane konuk koltuğu, pencere önündeki uzun josefin koltuk. Babası çalışırken annesi orada kitap okur bazen de örgü örerdi. Üç yanı kitap kaplı duvarlar… Babasının koltuğunun hemen yanında bir tane daha vardı. “Abla senin koltuğun,” dedi Aybüke. “Evet, babam çalışırken oturup onu izlememi isterdi. Amacı beni işlere ısındırmaktı, yaşasa muhtemelen bu işi yapıyor olmazdım.” Masanın karşısındaki aile tablosunun altında durdu İlay. On yaşındaki hâliydi, ablaları da ikişer yaş büyüktü. Yağlı boya bir tabloydu. “Bunu alalım mı?” dedi parmağıyla işaret ederek. “Alalım, ama kimse kalacak?” dedi İlbilge. “Kura çekeriz,” dedi Aybüke. “Adaletli olur.” “Olur,” dedi ablası. Hazar ayağının altına bir sandalye çekti, çivisinde duran tabloyu indirdi. Kapı önüne bırakıp geri döndü. Dönerken de elinde bir büyük kutu getirmişti. Kızlar özel eşyaları birer birer toplamaya başladı. “Kitaplar yeni evimize artık. Evlenirken istediğini alır. Mal paylaşımımızda adil olmaya çalışıyorum.” “Başka insanlar hisse ve gayrimenkul paylaşımı yaparken bizim durumumuz daha acı göründü bana,” dedi Altınay. “Kader…” dedi Aybüke. “Bunları nereye koyacağız?” “Yeni evimizin çatı katına. Depoya bırakamayacağımız kadar değerliler,” dedi İlbilge. “Kasa nerede?” dedi İlay. “Ben hiç görmedim.” Masanın arkasındaki kitaplığa döndü İlbilge. Sağına soluna bakındıktan sonra parmak girecek kadar olan kenar deliğine parmağını takıp var gücüyle çekti. Altmış santimlik raf kapı gibi açıldı, ardından çıkan duvarda kasa göründü. “Vay babam vay,” dedi İlay. “Bu ne? Kapı kadar kasa.” İlbilge elini kalbine bırakırken Hazar yanında duruyordu. Kollarını göğsünde bağlamış, dudakları sessizce kımıldayan kadına hayranlıkla bakıyordu. İlbilge titreyen eliyle tuşlara bastı. Kızlarının doğduğu ayları tek dörtlükte toplamıştı Ekrem Bey. “Şifre iki beş sekiz bir. Bir on birinci ayın biri, kalanları bizim doğum aylarımız. Birinci ay benim doğum ayım ama sona koymuştu.” Kolu çevirip kapağını sonuna kadar açtı. Kızlar yaklaştı, yerden bir buçuk metre uzundu kasa, üst bölmelerin üçünde kutularda mücevherler duruyordu. Alt raflarda zarflar, birkaç dosya. Mücevherleri masaya yığdı Hazar ile İlbilge. Hepsini bırakınca kızlar tek tek açıp incelemeye başladı. “İnci kolyesi…” dedi Aybüke, titreyen sesiyle. “Elmas broşu,” dedi Altınay. “Küpeleri, babamın ben doğduğumda aldığı değil mi? Bu benim!” dedi göğsüne basarak. İlbilge gülümsedi. Dönerek kalan zarf ve dosyaları aldı. Kucağına toplayıp geniş koltuğa geçti. Hazar da yanına oturdu. Ortaya koyduğu kâğıt yığınına bakıyorlardı. “Lütfen iyi şeyler olsun,” dedi Hazar. “Sana yürekten katılıyorum. Saçma sapan şeyler çıkmasın.” Bir tane aldı, üzerinde Kızım İlay’a yazıyordu. Hazar’ın elindekinde de Kızım Aybüke’ye. Zarfları değiş tokuş edip birbirlerine baktılar. Kalan iki zarfta İlbilge ve Altınay’a idi. Kenara ayırdılar. Dosyaları açıp bakmaya başladılar. Ekrem Bey’in kızlarına bıraktığı gayrimenkul, banka hesaplarıydı. Bunları biliyorlardı. Avukatları yıllar önce inci tanesi gibi hepsini dökmüştü. Babaları ölmeden çok önce bırakmış olmalıydı. Son sarı zarfı birlikte açtılar. Birlikte okudular.
Ekrem Payidar Annesi-Emel Gençler Babası-Akdemir Bayer Büyükbabası – Babaannesi- Feriha Bayer Okumayı bırakıp hızla başları birbirlerine döndü. İkisi de şaşkın ikisi de suskun ve ağızları aralıktı. Bir daha baktılar kâğıda. Aşağıya doğru yukarıdaki isimlerden olma çocuklar ve onların çocukları yazıyordu. İsimlere göz gezdirdiler. Aralarından çıkan bir isimle ikinci bir şok dalgasına yakaladılar. Şehirler, adresler ve yaptıkları işlere kadar hepsi ayrıntılı olarak yazıyordu. Hazar usulca kâğıdı aldı elinden, katlayıp arka cebine tıktı. İlbilge boşalan eline bakıyordu. Farkında olmadan başı önüne düştü. “Abla,” dedi Aybüke. “Ne oldu?” Üç kardeşte ablalarına bakıyordu. “Hiç, şey… Babam hepimize birer mektup bırakmış, kötü hissettim.” “Ya…” dedi İlay. “Nerede hani?”
***
Evden koli koli eşya çıkardılar. Özel hiçbir şey bırakmadılar. Annelerin kıyafetlerine kadar paylaştılar. İlbilge sadece bir hırka, bir yüzük ve küpe aldı. Sanki onları kuşansa annesine sarılmış kadar olacaktı. On sekiz yaş odasından küçük birkaç ayıcık çocuklarına vermek için aldı. Kalanları kermese bağışlandı. Kızlar ne aldı bakamadı, aklı o kadar dağılmıştı ki… Hazar onun yanında verdiği şeyleri kutulara bıraktı. Konuşmadılar, sessizliği paylaştılar bu kez. İçi dolu dolu bir sessizlikti. Bu sırla ne yapacaklarını sonra konuşacaklardı. Kardeşlerini ikinci bir sırra ortak etmek istiyor muydu, bilmiyordu. Hazar’a bırakacaktı bu kararı. Yorgundu, kırgındı. Kimdi bu insanlar? Babası ne zaman bulmuştu ve bu isimler hâlâ yaşıyor muydu? Akşamüstü gelen kamyon kitaplar hariç her şeyi alıp götürdü. Ev bomboş ve kocaman bir hüznü taşıyordu. Çalışanlar kitapları koliliyordu, o da boşalacaktı. Babasının masasından bir kalem çekti, artık çalışmadığına emindi ama aldı. Masanın üzerinde duran aile fotoğrafını, yatak odalarından bir kol saati, bu kadardı geçmişin tozlu izleri ve geleceğin nasıl anacağına hâlâ karar veremediği anıları… Tüm ev uyuduğunda en üst kattaki salonun büyük koktuğunda karşılıklı oturmuş, tekrar tekrar okuyorlardı yazanları. “İlbilge…” dedi söyleyeceği şey sanki canını yakacakmış gibi. “Ben bu isimleri bir yerden hatırlıyorum.” “Nereden?” dedi kâğıda bakarken. “Hatırlamıyorum.” Yerinden kalkıp alt kata indi, dakikalar sonra elinde bilgisayarla geldi. Yerine oturup isimleri aratmaya başladığında ortaya çıkanlar kanını dondurdu. Hazar laptopu kapattı yavaşça. “Hazar! Kızlar asla bilmemeli.” “Yanlış yapıyorsun! Senden saklananlar için on seneni verdin, şimdi onlardan bunu saklayamazsın. Senin peşine mi düşsünler. Sonuç ortaya çıktığında ne olacak? Çok sevip sonsuz saygı duydukları ablaları sen! Gözlerinden düşeceksin.” Yerinde küçülerek sindi koltuğa. “Sadece onları düşünüyorum.” “Düşünme!” dedi Hazar, saçlarından öperken. “Lütfen artık düşünme. Bırak ben düşüneyim, yükün ne zaman yüküm olmadı? Bana bırak. Kimse size yaklaşamaz.” “Bildiklerini mi düşünüyorsun?” “Bilmediklerini hiç düşünmedim. Baban ulaşabildiyse onlar da ulaşır. Bunca sene yaklaşmışlarsa bundan sonra neden yapsınlar? Ha! Yaptılar mı? O zaman karşılarında bulacakları Hazar, onlara dünyayı dar edecek. Rahat bırak kendini.” Başını Hazar’ın omuzuna yasladı. Yorulmuş ruhu biraz olsun sakinleşirken bedeni e gevşedi. “Seni seviyorum.” “Ben sana âşığım… Git kızları uyandır, babamla teyzen uyuyorken halledelim. Babamların bilmesine gerek yok. Biraz huzur, kızlara söyleyeceğiz ve herkes içine atacak. Kimse bize bulaşmadıkça bizde onları unutacağız.” İsteksizce yerinden kalkıp alt kata inerek kızları sessizce odalarından çıkardı. Yine sessizce çatı katına çıkardı. Esneyen kızlar birer koltuk seçerek otururlarken biraz endişe biraz da merak karışımı bir duygu içindeydiler. “Sorun nedir?” dedi Aybüke. “Bu saatte, siz hiç uyumuyor musunuz?” “Uyku tutmadı. Hazar size bir şey anlatacak, lütfen onu dinleyin ve ondan sonra soru sorun.” Uykuları aniden dağılan kızlar Hazar’a bakıyordu şimdi. “Bugün kasadan bir belge çıktı, içinde babanızın dolasıyla da sizin ailenizin gerçek isimleri, kimler oldukları ne iş yaptıkları ve nerede yaşadıklarına kadar yazıyor. Biz araştırdık ve iki ailenin de tekin olmadığını gördük. Bunu sizinle paylaşmak istedik.” “Kim?” dedi Aybüke. “Kimler desen daha doğru olurdu? Babamızın annesiyle babasının aileleri,” dedi İlbilge. “Nasıl, o kadar kalabalık mı?” dedi Altınay. “Oldukça,” dedi Hazar. “Neden tekin değiller, mafya mı bunlar?” dedi İlay. Hazar da İlbilge de sustu. Evet diyemedi. “Ne? Mafyanın torunları mıyız?” diye cırladı İlay. “Yok artık, şaka değil mi?” “Keşke öyle olsa, dosyada fazlası yok. İnternetten isim araştırması yaptık, o şekilde yüzeysel bir görüşümüz var,” dedi Hazar. “Şimdi size söylemek istediğim; bunu bilmeniz ve unutmanız. Belki de bizi bilmiyorlardır, bilseler şimdiye kadar karşımıza çıkarlardı.” “Bu doğru, bilmiyorlardır,” dedi Altınay, daha çok bilmemeleri için dua eder gibiydi. “Biz daha yeni huzura kavuştuk,” dedi Aybüke. “Bilmek istemiyorum kim olduklarını.” “Ablama katılıyorum,” dedi Altınay. “Ben katılmıyorum. Bilmek istiyorum. Bilip uzak durmak, karşıma çıkarlarsa kaçmak isterim.” “Neler olduğunu bilmiyoruz, babamı neden yetimhaneye bıraktıklarını veya anne babasının hiç evlenmemiş olma ihtimallerinin altında ne yattığını ve iki ailenin aslında düşman olduklarını. Belki de babaanne ve dedemiz yasak aşk gibi bir şey yaşadı. Bilemiyorum,” dedi İlbilge. “Her ne ihtimal olursa olsun babamız aç kalırken onlar rahat bir hayat yaşıyordu,” dedi Aybüke. “Bazen bilmenin bir şey kazandırmadığı olaylar vardır. Bizimki tam olarak bu!” “Haklısın,” dedi İlbilge. “Babam keşke bunu bırakmasaydı. Ama ölmeden çok önce orada olduğuna eminim.” “Kim?” dedi İlay. Hazar ona dik bir gözle baktı. “İlay, araştırmaya veya altını kurcalamaya kalkmayacaksın.” “Yok! Söz veriyorum. Başıma, başımıza bela açmam, açamam.” “Bayer ve Gençler. Babanızın gerçek soyadı Bayer.” “Payidar’ı tercih ederim,” dedi Aybüke. “Bana bir şey çağrıştırmadı,” dedi Altınay. “Öyle olsa bilmez miydik? Medyatik kişiler mi?” “Tam emin değiliz,” dedi Hazar. “Araştırmak gibi bir arzumuz yok.” “Şimdi öğrendiniz, sabaha unutmuş olacaksınız,” dedi İlbilge. “Bir dakika,” dedi İlay. “Yere bakıyorken kaldırdı başını. “İsim benzerliği mi? Kaan’ın soyadı Bayer. Yani o bir Amir, ne işi olur değil mi mafya falan?” Konuşmasının sonunda sözlerinin saçmalığına gülümsemişti. Ama ablası ve abisi gülmüyordu. İlay şaşkınlığını atarken öfke, nefret ve aydınlanmayı bir arada yaşadı. “Biliyor.” Geçmişi gelecekle birlikte yuttu Payidar kardeşler ve Hazar. Aralarında bile konuşmamaya yemin ettiler. Kalplerinin en gizli odasına kilitlediler sırlarını. Açılmamak üzere unutmak için tek yürek oldular. Gelecek bir muammaydı. Onlara ne getirecek bilemezlerdi, bilmek istemiyorlardı.
|
0% |