Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@payelll

 

 

 

Bunların hepsini yarın Tara’da düşüneceğim. O zaman dayanabilirim. Yarın onu geri almanın bir yolunu düşüneceğim. Hem, yarın yepyeni bir gün.

Rüzgâr Gibi Geçti – Margaret Mitchell

 

 

İnce kabanının kemerini sıktı. Ellerini cebine atıp başını arkaya atarken rüzgâr saçlarını öptü. Bir oyunun içinde olduğunu biliyordu, kimse saklamıyordu zaten. Ama kendini neyin beklediğini tam bilmiyordu. Bu, içine düştüğü en güzel en tatlı oyundu. Emirgan korusunda kurumuş yaprakların üzerinde geziniyordu. Ortalarda kimsecikler görünmüyordu. Satıcılar vardı sadece, gül satan bir kadının yanında geçecekken durduruldu.

“Abla beee,” dedi bir ses. Dönüp baktığında eski şalvar giymiş başında örtü çekili bir kadın gördü.

“Abla bu gül senin.” Kırmızı bir gül uzattı.

Kıkırdadı, hatta gülüşü kahkahaya döndü. Uzatılan gülü alıp kokladı. “Ücreti?”

“Abim halletti be ablam. Düz deva edip sola sap.”

Aybüke’ye arkasını dönerek uzaklaştı. Başını sağa sola sallayıp gülümsüyordu. Gülün sapını kırıp kulağına yerleştirdi. Daha neler bekliyordu onu merak etti. Düz devam edip sola saptı. Simit satan biri çıktı bu kez karşısına.

“Hanımefendi,” dedi adam başını kaldırmadan. Şapkadan göremedi kim olduğunu ama yaklaştı. “Buyurun?” dedi.

Simit sandığının altından pembe bir gül çıkardı simitçi, başını kaldırıp gülümsedi. “Bu sizin, düz gidip ilk sola sapın.”

“Teşekkür ederim.”

Barlas! Pembe gülü kokladı, ellerini cebinden çıkardı. Gülünü severek ilerdi. Bir sonraki durağında temizlik görevlisini kesti yolunu. İç cebinden beyaz bir gül çıkardı. Başını kaldırıp gülümsedi. “Şuradan aşağı hanımefendi,” dedi.

Reverans yaptı Giray’a. “Teşekkürler.” İşaret ettiği yola döndü. Bir tane palyaço çıktı karşısına. İlbilge’nin elini tutup onunla dans etmeye başladı. İlbilge Emirgan’ı inleten kahkahasıyla palyaçonun elini bıraktı. “Oradan!” diyen sese bir kez daha güldü. Yağmur…

İki yanından birer genç adam geliyordu. Ortalarından geçerken beyler önünü kesti. Ceket ceplerinden birer demet papatya çıkarıp uzattılar. İlbilge onların başlarını kaldırmasını papatyalarını alırken bekledi. Başları kalkan beyler pardon kızlar, İlay ve Altınay göz kırparak, “Otuz metre sonra ilk sol,” dedi İlay. Erkek gibi tavırlar takınıp bıyığını düzletti. Onlar normal adımlarla uzaklaşırken İlbilge hayatının en güzel gününü yaşıyordu.

Otuz metre sonra ilk sola girdi. Kırmızı başlıklı kız pelerini takmış, kolunda sepetiyle haydi gibi seken biri geliyordu. Başlığı o kadar aşağıdaydı ki İlbilge kaşlarını çattı. Kırmızı başlıklı kız yakınına kadar sokuldu. Sepetinden bir elma aldı, uzatırken başını kaldırdı. “Yolun sonunda prensin seni bekliyor olacak.”

“Teşekkür ederim.”

Bahar yine aynı şekilde sekerek uzaklaşıyordu. Arkasından bakıp alt dudağını ısırdı. Yolun sonuna yürüdü. Geniş bir alana açıldı yolun sonu. Kaldırıma oturmuş, şapkasını çıkarıp yere koymuş, gitarını hafif tonda çalan bir genç gördü. Banka oturup sağına soluna bakındı. Yaşlı bir kadın yaklaştı yanına. Kadına bakarken oyunun dışında olduğunu sanıyor, umursamıyordu. Gerçekten oyunun dışındaydı.

“Oturabilir miyim genç hanım?”

“Elbette,” dedi kadına gülümseyip incelerken. Saçları gri değil beyazdı. Bastonuna dayanarak oturdu, bir altmış boylarında formunu koruyan bir hâli ve duruşu vardı.

Kadın sırtını banka verip gitarcı gence baktı. “Ne kadar güzel bir gün değil mi?”

“Kesinlikle. Benim için çok özel ve güzel bir gün.”

Yaşlı kadın başını çevirdi. İlbilge’nin güzel yüzünü izledi bir süre. “Ne kadar güzelsin.”

“Teşekkür ederim. Siz de hâlâ güzelsiniz.”

“Teşekkür ederim. Söylesene güzel kız, insanları affetmekte nasılsın?”

“Çok iyi sayılmam!”

Onlar konuşurken kulaklarından birbirlerine sorular soran ekipten Barlas, “Bu teyze kim? Oyunda mı?” dedi bir ağacın arkasından.

Başka bir ağacın arkasından Aybüke. “Kim bu ya ne işi var şimdi oturdu?” dedi.

Kulaklıktan gelenleri dinleyen Barlas kadına bakarken susmayı tercih etti.

“Ay mahvedecek işi ya,” dedi Bahar. “Kalksana teyze.”

“Biraz bekleyin,” dedi Hazar en nihayetinde.

Yaşlı kadın başını sallayarak önüne döndü. “Haklısın, ben de iyi değilim. Birbirimize benziyoruz, sen benim elli sene önceki hâlimsin.”

“Kendime benzemeyi tercih ederim. Ah, ama yüz olarak anneme benziyorum.”

“Bak bunu biliyorum. Annen çok güzel bir kadındı. Biliyorsun,” dedi kadın bastonu kavrarken. “Sen çok özel bir kadınsın, tahtıma varis olmanı dilerdim. Galiba en büyük pişmanlığım sen olacaksın, sana ulaşamamak.”

“Benim büyük bir tahtım var,” dedi İlbilge. “Babam bıraktı.”

Yaşlı kadın derin bir nefes aldı. “Biliyorum. O da babasına benziyordu.”

“Eminim öyledir. Aybüke de size benziyor. Mavi gözleri nereden aldığını hep merak etmiştik.”

“O da çok güzel,” dedi kadın bastonunu yere vurarak. “Hepiniz çok güzel ve özel kadınlarsınız.”

“Teşekkürler… Emel Hanım.”

“Babaanne demeyeceksen neden yaşadım bu kadar?”

“Ben sadece babamı kabul ediyorum.”

“Anlıyorum. Haklısın.” Bastonuna yaslanarak kalktı yaşlı kadın. “Hoşça kal.”

“Siz de uzak. Aileme yaklaşmayın! Bana inanmanızı isterim; bir adım gelirseniz on adımda yok ederim sizi.”

“Merak etme! Uzaktan izleyeceğim,” dedi yandan, çarpık bir gülüşle.

“Teşekkür ederim.”

Yaşlı kadın torununa son kez bakıp gülümsedi. İlbilge de ona gülümsedi. Dönerek uzaklaştı Emel Hanım. İlbilge gitarcıya dönerek ellerini çenesine yasladı. Huzurlu bir iç geçirdi, giden kadına bir daha bakmadı. Kaç dakika geçti bilemedi, burnunun ucunda bir adet kırmızı gülü görünce doğruldu. Hazar ona ışıl ışıl gözerle bakıyor, önüne ayakları üzerine eğilmiş, gülümsüyordu. Çiçeği alırken Hazar onu yanağından öptü. Az önce yaşananların onu etkilemediğini gözlerinden görüyordu.

“Çok iyiydi sevgilim,” dedi İlbilge.

“Sana yakışır olsun dedim ama bitmedi.” Elinden tuttu, İlbilge çiçeği banka bırakıp kendini çekmesine izin verdi. Gitarın sesi yükseldi, eski bir şarkının melodisi yankılandı. Hazar onu ortaya çekip karşısına geçti. “Bu dansı bana lütfeder misiniz?”

İlbilge elini kalbine götürüp başını gökyüzüne kaldırdı. “Allah’ım çok şükür bugünü gördüm.” Hemen pozisyon alıp reverans yaptı. “Bundan tüm danslarımı size lütfedeceğim.” Elini Hazar’a teslim ettiğinde sevdiği adamın kollarına çekildi.

“Babaannen gelecek günü mü bulmuş?” dedi Hazar.

“Öyle deme! Torunun bu özel gününe eşlik etmek istemiş.”

“Torununu çok sevdiğimden bu kez bir şey demiyorum.”

“Ya…” dedi İlbilge. “Çok mu seviyorsun?”

“Ölüyorum, bilemezsin.” İçli bir nefes aldı kadının dudaklarına bakarak.

“Sen böyle dans etmeyi nerede öğrendin.”

Hazar yüzünü buruşturdu. “Annemden ders aldım.”

İlbilge şen bir kahkaha attı.

“Gülme. Annem ayak parmak ameliyatına girecekti az daha.”

Daha şiddetli güldü İlbilge. “Zavallı anneciğim.”

“Annem seni duysa tüm acılarını unuturdu.”

“Yüzüğüm nerede?”

Hazar gülümsedi. “İki tane yüzük var, hangisini istersin bilemediğimden, şansımı çift tutmak istedim.”

“Neden iki tane?”

“Babam anneme ben doğunca çok kıymetli bir yüzük hediye etmiş. Annem onu bana saklamış, takarsan çok sevineceğini söyledi. İstemezsin diye bir tane de ben aldım. Bizim yüzüğümüzün de anısı olmalı.”

“Allah’ım,” dedi havaya doğru. “Ne kadar şanslı bir kadınım.” Hazar’ı bırakıp iki elini birden uzattı. “İkisini de istiyorum.”

İki cebine el atarken ağzı kulaklarına gelecek şekilde gülümsüyordu Hazar. İki kutu birden çıkarttı. Biri kırmızı diğeri siyahtı. Siyahı uzattı. “Bu annemden gelen.” Kırmızıyı kaldırdı bu da beni seçimim.”

“Tama tak, çatlatma!”

“Diz çökmeyeyim mi?”

İlbilge başını yana yatırdı. “Hazar…”

“Canım…”

“Senin kalbin bana secde ediyor, dizin aşınmasa da olur.”

Bir nefes bırakıp etrafına bakındı Hazar. Onları izleyen yakınlarına bakıp gülümsedi. İlbilge’ye çevirdi başını. Önce annesinin yüzüğünü çıkarttı. Sağ el parmağına taktı, diğerini de sola.” Ellerini çevirip yüzüklerine baktı İlbilge. “Ay… Bu kadar güzel olacaklarını düşünmemiştim.”

“Sayın İlbilge Payidar, Payidar Kırkhan olmanı istiyorum. Benimle evlenir misin?”

Ellerini iki yanına indirdi. Tatlı bir bakış sundu -uzun yıllardır asla fark etmese de- sevdiği adama. “Evlenirim.”

İki gülüş bir kalpte toplandı. Onlar artık tek yürek ve bir hayattı. Hazar’a sıkıca sarılırken arkadaşları ve kardeşleri ıslık çalıp alkışlayarak yanlarına geldi. Gitarın sesi ortamda ince ince yankılanıyordu.

Emirgan, Emirgan olalı böyle mutluluk görmüş müydü bilinmez ama biraz geride çalı çiçeklerinin arkasında Selim Bey ile Sinem Hanım izliyordu ve ağlıyordu.

“Ay Selim…” dedi gözlerini silerek. “Oğlumuz evleniyor.”

Selim Bey de gözlerini kuruladı. “Hem de ilk ve son aşkıyla Sinem Hanım.”

“Çok duygulandım, çok sevindim. Oğlumuz mutluluğu sonunda buldu.”

“Hiç kaybetmesin, bol bol da torun olursa ben daha mutlu olabilirim.”

“Sana katılıyorum. Görünmeden gidelim.” Sessizce geldikleri yoldan geri döndüler.

“Hadi o zaman!” dedi İlbilge. “Dans vakti.” Gitarcıya yaklaşıp bir şeyler söyledi. Hareketli bir şeyler çalmasını söyledi. Bir sonbahar günü, serin rüzgâr eşliğinde, kurumuş yapraklar ve solmuş yaz çiçeklerinin arasında konuşup gülüşen ekip dans etmeye başladı.

İlay girdiği erkek kılığından bıyıklarını burarak, kırmızı başlıklı kızın omuzuna kol dirseğini dayadı. “Dans mans etmem ben, karizmam bozulur.”

Bahar yüksek kahkahasıyla bıyığını çekip aldı. “Şimdi döndün, kıvırt bakayım.”

“Ayol oldu mu şimdi kızzz,” diyerek kıvırtarak yürüdü İlay. Geri dönüp baktığından ona gülen ailesinin arasına katıldı.

“Hadi Hazar, bir ileri iki geri.”

“Nasıl böyle mi?” diyor ama asla beceremiyordu Hazar. İlbilge kahkaha atıyor, hayatının en özel gününü içinden geldiği gibi yaşamanın huzurunu yudumluyordu. Geçmişten yaralı gelecekten umutluydu…

 

Loading...
0%