@payelll
|
Olmak sabır İster Kemal Sayar
Restorandan çıkıp holdinge geri döndüklerinde arabasını istedi İlbilge. “Eve geçiyorum, akşam arkadaşlarımla buluşacağım.” “Hangi arkadaş?” Bu özel soruyu normal karşıladı, genelde birbirlerine hesap verirlerdi. Sonuçta aynı evde büyümüş, bir hayatı paylaşmışlardı. Bir kadere ortaktılar, altında art niyet aramıyordu İlbilge. “Bahar ve Yağmur’la buluşacağım. Eskiden kalan başka arkadaşlarım olmadığını bilerek soruyorsun.” “Öylesine sordum. Yarın akşam özel bir yemeğe katılacağım, benimle gelir misin?” “Ne yemeği?” “İş, Katarlı ortaklarımız geliyor bu akşam.” “Sinan ve Selen de olacak mı?” “Selen’i bilmiyorum ama Sinan olacak, neden?” “Selen’siz gideceğini sanmıyorum. Gelirim, ne kadar yakın o kadar iyi.” Oysa Hazar yanında olması, her an her saniye dibinde durması için istiyordu gelmesini ama ona da hak veriyordu yine de bir yanı aksini isterdi. “Sabır, hafta başı işe başladığında istemediğin kadar çok göreceksin hatta sıkılacaksın.” “O da ayrı bir konu, uyum sağlamam için bana yardım etmen gerekiyor. İşlerden hep haberdar oldum ama hiç yönetici konumunda olmadım.” “Gece çok gecikmezsen eve iş getiririm, üzerinde konuşuruz. Bizler…” derken kadına doğru eğildi. “Patronuz, işimiz bilmek ve imza atmak. Beynimizi çalıştırmak, zeki davranmak ve yine imza atmak. Zor değil. Sen bu işin okulunu okudun, yapacağına eminim.” “Teşekkür ederim patron, sen iyi bir iş adamısın.” Kocaman gülümsemiş, kırptığı bir gözle adamın kalbinin kapısına sağlam bir yumruk atmıştı. “Rica ederim patron.” Hazar da aynı karşılığı ona gönderdi. Uzun kirpiklerinin arasından İlbilge’ye hoş bir bakışla göz kırptı. “Akşam altıda evde olurum, yedide çıkmam gerekiyor. Babamla konuşacağız, ondan sonra çıkarız.” “Çıkarız? Sen nereye?” dedi yine özel olan ama ikisinin arasında bir anlamı olmayan soruyla. “Benim de arkadaşlarım, özel hayatım ve eğlenmek için yaptığım şeyler var.” “Allah Allah…” İlbilge sözleri yayarak ve hafif bir gülüşle söylemişti. “Bak sen… İyi öyle olsun.” Arabası yanlarında bitince hoşça kal dedikten sonra ayrıldı. İlbilge eve kadar gülümsedi. Hazar ile vakit geçirmek her zaman keyifliydi. Onu rahatlatan, huzur veren bir yanı vardı ve çokça sakinleştirici gücü Hazar avucunda tutuyor, gerektiğinde ona hediye misali sunuyordu. Amcasını odasında kitap okurken buldu, hemen konuya girmek istediyse de bundan vazgeçti. Hazar’ı bekleyecekti, ama akşam konuşmaları gereken bir konu olduğunu söyleyip odasına çıktı. Ne giyeceğine karar verdi, duşunu aldı. Kız kardeşlerinin nerelerde, neler yapıyor olduğunu öğrendi. Altınay, İkra ile alışverişte, Aybike Defne ile kahve sözünde, İlay da Melek’in evine baskına gitmişti. Herkes görev başındaydı. Elinde sürüklediği kitabın daha birinci sayfasında bile değildi. Okuyacaktı sözde, kafasının içinde milyon tane tilkiyle okumakta zorlanıyordu. Kitabı kenara bırakıp yatağında döndü. Saate baktığında henüz üç olduğun gördü. Birkaç saat uyumaya karar verip gözlerini yumdu. Açtığında saatin altıya gelişine şaşırıp kalktı, üzerini giyinip makyajını yapana kadar saat yedi olmuştu. Kızların eve gelip gelmediğini merak etti. Hızla odasından çıktığında kendi gibi hazır olan Hazar’ı gördü. “Kızlar geldi mi?” dedi ama bakışları adamın üzerinde dolandı. Şık ve spor giyimi, değişik şekil verdiği saçlarıyla dikkatini çekmişti. “Evet, hepsi aşağıda.” Hazar yanından elleri cebinde geçerken peşine takıldı. Tek kaşı havaya kalkmış, adamın arkasından bıraktığı parfüm kokusunu soluyordu. Umursamadı. “Amcamla konuşalım, hazır kızlarda gelmiş.” “Babam bizi bekliyor,” derken son basamağı aşıp çalışma odasına doğru yürüdü. Ev koyu renklerine göre sıcak ve huzur doluydu. Koyu renk parkeler ayakları altında takırdıyor, duvarlardaki tabloları her gün yeniden görüyor gibi izliyordu. Hazar çalışma odasının kapısını onun için açtı, kısa bir teşekkürün ardından içeri girdiklerinde kardeşlerini ve amcasını odada buldu. “Sen gündüz uyur muydun?” dedi Aybike. “Dün gecenin yorgunluğu diyelim.” Geniş koltuğa, İlay’ın yanına kuruldu. “Sizi dinliyorum,” dedi Selim Bey. “Ben bugün Zehra yengeme uğradım. Selen’le ilgili konu açıldı. Bana Mustafa’nın Selen’e hisse vereceğini söyledi. Soluğu Hazar’ın yanında aldım.” “Kızım ben şuradayım, bana neden gelmedin?” İlbilge durup düşündü. Bu hiç aklına gelmemişti, aklı ilk önce hep Hazar’a kayıyordu. “O an aklıma Hazar geldi amca, ama haklısın sana gelsem daha kolay olurdu. Her neyse…” “Öyle bir şey olabilir mi?” dedi Altınay. “Ben hisselerin sadece çocuklardan nesle aktarıldığını biliyordum,” dedi İlay. “Öyle sayılır,” dedi Selim Bey. “Ama…” “Ama ne?” dedi Hazar. “Ama ne amca?” dedi İlbilge. “Hepimizin kan bağımızın olmadığı tek bir kişiye devir hakkımız var ki bu da soyadımızı taşımak zorunda. Bu da eş veya gelin olarak nitelendi. Onu seçmek bize kalmış. Mustafa hiçbir zaman Zehra’yı seçmedi, ben de dahil, keza babanızda. Çünkü buna gerek olacak bir durum yoktu. Zaten hepimizin elinin altında tonlarca para vardı ve eşlerimiz bunu talep etmedi. Çok şükür ki hiçbiri paragöz değildi. Bir de şu var tabii…” Kızların gözlerine tek tek bakarak oğlunda durdu. “Eşlerimiz bunu bilmiyordu. Şu ana kadar kimse bilmiyordu.” Annesini çok seviyordu Hazar, nazarında kadınların kraliçesi gibiydi. Saygısı sevgisi sonsuzdu. Şu an başka biriyle evliydi ama bunu sorun etmemişti. “Annem bunu bilmiyor. Muhtemelen Zehra yengem de bilmiyor.” “Bilmeleri için bir neden yoktu. Birimiz söyleyecek olsak eşler arasında nifak çıkacak korkusuyla mevzubahis etmedik. Bu bir sorun teşkil etmedi.” “O hisseler Selen’e geçerse yıkarım bu elli senelik ortaklığı!” Ayağa fırladı İlbilge. “Veriyorsa kendi hissesi İlbilge,” dedi Hazar. “Ne yapabiliriz?” “Kendisinin değil, Sinan’ın. Defne, İkra ve Melek’in geleceği. Babalarımızın aç karnına kazandığı bu imparatorluğu ne idüğü belirsiz birine veremez!” Hak verdi Hazar, öncesinde de vermişti ama yasal olan kurallara ne yapacaklardı? “Haklısın, ama buna bir çare ne bilmiyorum.” “Çok basit,” dedi Aybike. Tüm başları kendine döndürdü. “Ablam Sinan’ı tavlayacak, Selen de tarih olacak. Zaten planımız bu değil miydi?” “Doğru,” dedi İlbilge. Hazar için yıkım, ortalığı yakıp yıkma planıydı bu. Kalbine ağır taş oturdu. “Tek çözüm bu değil.” “Neymiş,” dedi İlbilge. “Selen’in peşine düşeriz, mutlaka bunun arkasında bir şeyler olmalı. Aileye tepeden inerek hisse sahibi olmak onun neyine. Başka bir şey olmalı.” “Bu da mantıklı,” dedi Altınay. “Mustafa bu kızda ne buldu da servetine dahil etmek istedi, önce onu araştırmak gerekiyor.” “Yani…” dedi Hazar rahatlamış sesiyle. “Biraz sabır, zamanla daha çok netleşecek her şey.” “Ya hiçbir şey yoksa? Ya Mustafa gelinini seviyorsa? Öylece nikah masasına oturuşlarını mı izleyeceğiz?” dedi İlbilge. İlay burun kıvırdı. “Allah aşkına abla sevilecek bir yanı mı var? Biz neyi görmüyoruz ki Mustafa görüyor? Zaten Sinan abi nesine vuruldu, güzel bile değil.” “Kız güzel İlay,” dedi İlbilge. “Burnunu indir de gör. Bu benim aklıma yatmadı. İki planı bir arada götürmeyi teklif ediyorum. Araştırmamızı yaparken ben aralarına sızacağım.” “Ha!” dedi Hazar elleri havada. “İlla diyorsun ben Sinan’ı ona yedirmem.” İlbilge’nin şaşkın, biraz da kızgın bakışları eşliğinde eğilip yaklaştı. “Söyler misin planlarının sonunda o nikah masasında Sinan ile sen var mısın?” Hazar’ın sözleri ağrına gitti, gücendi. Kalbi durduk yere kırıldı, canının yandığını hissetti. Gözleri hafifçe nemlendi. “Ailemi yok eden bir adamın oğluyla evlenecek kadar düşmedim. Dünya üzerinde sizden çok var ama işte adam yok. Şayet varsa bulup onunla evleneceğim.” Kızların ağzını açık bırakırken Selim Bey alnını ovuşturdu. “Çocuklar…” dedi usul bir sesle. Hazar ise hak ettiği sözleri duymanın pişmanlığıyla geriye çekilirken İlbilge odadan çıkıp gitti. “Birbirimize düşüyoruz,” dedi Altınay kalkarken. “Abi neden Sinan konusunda bu kadar üzerine gidiyorsun?” dedi Aybike. Hazar susuyordu. “Ablam Sinan’ı sevmiyor,” dedi İlay. “Korkun ona yeniden bir şeyler hissedecek olmasıysa sanmıyorum. Nişanladığını öğrendiğinde üzerinde bile durmadı. Kadınlar ilk aşkını unutmaz derler, sonsuza kadar âşık kalacak demezler abiciğim. Bence sen bu konuda tartışmaktan vazgeç.” “Yedin lafı oturdun oğlum, aferin.” Konu Sinan ve İlbilge olduğunda gözü dönüyordu, ne dediğini de bilmiyordu nasıl davrandığını da. Bunun önüme geçemiyordu. Kim ne derse desin artık içinde tutamıyordu. Tartışmakla da bir yere varamıyordu. Delirecekti. Kesin delirecekti. “Çıkıyorum ben!” Hiçbirine cevap vermeden odadan ayrıldı. Kapı kapanınca kızlar birbirlerine göz atıp Selim Bey’in etrafını sardılar. Koltuğunda oturan adamın üç yanı kızlarla çevrilmişti. Artık beyaz olan bıyıklarını tuttu İlay. “Amca…” dedi. Selim Bey şaşkın, “Kızım,” derken Aybike kalan son birkaç tek saçı geriye yatırıyordu. “Bu senin oğlan,” dedi Aybike, Selim Bey başını kaldırıp ona baktı. “Ne olmuş ona?” dedi ama Altınay iki eliyle kollarına masaj yaparken, “Ablamıza mı yanık?” Selim Bey son işittiği sözle gerilmiş bedenini saldı. “Şimdi o şöyle kızlar,” dese de İlay koltuğunu kendine doğru çevirdi. “Neyle amca? Bayağı kör kütük gibi hani, göz var izan var.” “Yeme bizi amca?” dedi Altınay. “Hadi konuş!” dedi Aybike. “Ablanıza söylemeyeceksiniz ama!” dedi Parmağı havada. İlay adamın elini tutup öperek alnına götürdü. “Söz. Payidar sözü.” Kızlara güveniyordu ki biraz zaman sonra bunun ortaya çıkacağı netlik kazanmıştı. Oğlu bu şekilde devam ederse sağır sultan bile duyacaktı. “Çok uzun yıllardır…” diyerek lafa girdi ve bir saat çıkamadı. Kızlar hüzünlü bir aşk hikayesi dinlercesine kulak kabarttı. Günlerine geldiklerinde de üçü de soru sormadı. Soracak bir şey de kalmamıştı zaten. Hazar adına üzgündüler. Üçü de aşk nedir bilmiyorlardı. Henüz şerefe erişememişlerdi, ama babasının ağzından Hazar’ı dinlemek onları etkilemişti.
***
Restorana vardığında burnundan soluyordu. Arkadaşlarını en son üç ay önce görmüştü. Kızlar hasrete son verip Belçika’ya gitmişler bir haftalık tatilin sonunda dönmüşlerdi. Girer girmez İlbilge’nin surat ifadesinden bir şey olduğunu anlamışlardı ama sarılıp oturana kadar bir şey sormadılar. Esmer güzeli, küçük ağız okka burunlu, şen sesli Bahar, “Ne oldu sana?” dedi. “Evet, yüzün sirke satıyor,” dedi Yağmur. Arkadaşlarına ailesel konularından hiçbir zaman bahsetmedi İlbilge. Bunu onlara güvenmediğinden değil, ne kadar az insan bilirse o kadar iyi mantığıyla yapmıştı. Üçü de lise yıllarından bu yana arkadaştı. En zor zamanlarında birbirlerine destek olmuşlardı. Belki onlara haksızlık yapıyordu ama durum ona göre çok hassastı. “Hazar’la atıştık. Önemli değil.” Zorla gülümsedi. “AA…” dedi Bahar. “Hazar seninle tartışmayı biliyor muydu?” “Doğru soru, Hazar tartışmayı biliyor muydu? Ben onun her zaman mülayim biri olduğunu düşündüm. Gülümsüyor, evet, hayır bu kadar konuşuyor.” “Nazı bana geçiyorsa… Neyse… Ne yiyoruz? Hem durun ya üç aydır görüşmüyoruz, konumuz Hazar değil.” Bahar’a döndü. “Sen bana telefonda neler diyordun, baştan al,” dedi ve morali yerine gelmeye başladı. “Kim olduğunu bile söylemedin.” Bahar gülümseyerek yerinde kıpırdandı, gözlerinden fışkıran bir enerji vardı. Aşkın ona verdiği enerji etrafına yayılıyordu. “Tanımadığın biri değil, sadece birbirimizi fark etmemiz zaman aldı diyebiliriz.” “Kim?” Şimdi daha çok merak etmişti. Tanıdıklarını aklından geçirdi ama bulması imkânsızdı. Yağmur sırıtarak dinliyordu, gözü bir Bahar da bir İlbilge üzerindeydi. “Üç saniyen var yoksa ben söylerim.” Bahar heyecanla öne eğildi. “Giray!” “Giray?” dedi kaşları birleşirken. Kaşları eski hâlini alırken düşünüyordu ki aklına tek bir Giray geldi. “Hazar’ın arkadaşı Giray mı?” “Ta kendisi,” dedi Bahar. Dirseğini masaya dayayıp yüzünü eline yasladı. “Öyle bir gün karşıma çıkıp havadan sudan konuşurken dan diye sevdiğini söyledi. Çıkalım, biraz görüşelim falan demedi, senden hoşlanıyorum da demedi. Seni seviyorum dedi.” “O anda başladı aşkı,” diyen Yağmur kahkaha attı. “Ne önemi var?” Bahar hülyalara dalmış iç çekmişti. “Evleneceğiz.” “Dün bir bugün iki Bahar,” dedi Yağmur. “Bismillah de.” “Başka erkeklere tövbe estağfurullah dedim.” “Bir dakika,” dedi İlbilge. “Bir aydır falan anlatıyorsun, yani bu yeni. Giray seni yeni mi fark etmiş?” “Yok,” derken toparlandı. “Öncesi de var ama söyleyememiş, arkadaşız yıllardır. Yani işte öyle dost falan değil de arkadaş, tanışıklık vardı biliyorsun. Mesele birkaç seneye dayanıyor, beğeniyle başlayıp hoşlanma falan derken bu sevmeye başlıyor beni. Söyleyemiyor çünkü o ara hayatımda biri vardı. O gereksizi hatırlarsın. Neyse işte ya… Bugün buradayız.” Arkasına yaslandı İlbilge. Dudaklarını bükerek başını salladı ve ardından kocaman gülümsedi. “Senin adına sevindim, çok mutlu oldum. Giray’ın aramıza katılacak olması da ayrı güzel. Hazar’ın dostları hep iyi adamlardan oluşuyor.” “Ben almayayım canım,” dedi Yağmur. “Ne o öyle hepimiz içi içe, biraz dışardan damat gelsin.” “Buldun da iç ve dış diye ayırman kaldı Yağmur,” dedi Bahar. “Aramıyorum, bekarlık sultanlıktır. Of erkek kahrı çekemem ben.” “Bir zamanlar bambaşka şeyler söylüyordun,” dedi İlbilge. “Seni bu hâle getireni kızgın ateşte çevirmek var.” Üniversitenin ilk yılında kendi cemiyetlerinden olan bir yakışıklı Yağmur’un kalbini sonsuza kadar kırmıştı. Önce kendine âşık etmiş sonra da ben ilişki adamı değilim diyerek terk ederek yurtdışına çıkmıştı. Hâlâ aynı cemiyete mensup olsalar da Allah karşılaştırmamıştı. Zaten o da dönmemiş, kısa ziyaretlerle gelip gitmişti Türkiye’ye, onun da çoğunu tatil şehirlerinde geçirmiş, yılların içine toz misali serpilmişti. Ama Yağmur kalbine ağır bir tekme yemişti. Aşka küsen kalbi bir daha kimseye kapsını açmamıştı. Canı ilk günkü kadar yanıyordu. Terk edilmenin acı mı yoksa çok sevdiği adamın onu terk etmesi mi çözemedi. Bir yerden sonra da düşünmeyi bıraktı ama kalbi o adam için atmayı bırakmadı. Barlas Âdemoğlu hayatının hem en güzel hatırası hem de en acı tecrübesi olarak kaldı.
***
Hazar elini sertçe kaldırıp gülümseyen adamın elinin içine sertçe vurduktan hemen sonra bağlanan elleri bedenleri birbirine çekerek sıkıca sarıldı. “Özlettin,” dedi Hazar. “Döndüm, artık özlemezsin.” “Ciddi misin, Barlas sahalara mı dönüyor?” Barlas açık kahve gözleriyle ona bakarak gülümsedi. “Ciddiyim, insanın ülkesi gibi yok. Annem babam çok sitem ediyordu zaten, benim de canıma tak dedi. Gezmeye de doydum göçebe hayatına da.” “Evlenirsin de sen,” dedi sırıtarak oturan Giray. “Neden olmasın.” Barlas oturdu, Hazar da karşısına oturdu. Giray Barlas’ın yanındaydı, Hazar’a bakınca yüzündeki sıkıntıyı fark etti. “Sana ne oldu?” Başını iki yana salladı. “Hiç.” İlbilge gibi o da aile sırlarını kimseye vermezdi. “İlbilge ile atıştık.” “Hiç bu mu?” dedi Giray. “Sen ve İlbilge tartıştınız?” Sesinde de yüzünde de şaşkınlık vardı. Barlas konuya az hakimdi ama hemen çözmüştü. “Cidden, sen nasıl oldu da?” dedi Barlas. “Bazen çok damarıma basıyor ama bilerek yapmıyor, benim hatamdı.” “Bahar’la yemekteler şu an, buluşsak mı?” dedi Giray. “Bilmiyorum. Senin derdin ben değilim zaten. Bahar aşağı Bahar yukarı.” “Bahar? Hangi Bahar?” dedi Barlas anlamak istercesine kaşları birleşmişti. “Kız arkadaşın mı var?” “Evet, İlbilge’nin arkadaşı Bahar. Hani senin şu kalbini kırıp paramparça ettiğin Yağmur da diğer yakın arkadaşı.” Yüzünü buruşturdu Barlas. “On sene geçti Giray, kalp mi kaldı?” On senede insan sevdiğini unutmuyordu işte, Hazar ona aptalmış gibi bir bakış atınca Barlas sözlerini yuttu. “Aptalsın biliyorsun değil mi?” “Beyler on dokuz yaşındaydım, o zaman aptal olmam gayet normal değil mi?” “Şu anda aptalsın,” dedi Barlas. “Bir kadının kalbini küçümsüyorsun.” “Hayır,” dedi Barlas. “Ne alakası var? O da beni unutmuştur, hayatından kim bilir kimler gelip geçmiştir.” “Sıçmıştın sıvıyorsun Barlas,” dedi Giray. Bahar’dan aldığı bilgileri aktarsa mı bilemedi ama en yakın dostunun hatırına konuşmaya başladı. “Yağmur hayatına kimseyi almadı, düzenli olarak kalbini kıran adamı anıyor.” Barlas’ın gözleri hızla aralandı, bakışları arkadaşlarının üzerinde gezindi. Bir yanda on yaşından bu yana bir kadını seven diğer yanda on sene önce kendini seven kadını terk eden biri vardı. Taban tabana zıt arkadaşlar birbirini süzüyordu. Hazar, İlbilge onu sevsin diye dualar ederken Barlas kendini seven kadını unutmuştu. Aşka zalim derlerdi, ne suçu vardı ki onun? Aşk değil, âşık zalimdi. “Bilmiyordum,” dedi Barlas ama iç hesaplaşması başlamıştı yine de aklını silker gibi Hazar’a döndü. “Sen ne yaptın? Döndüğünü söylemiştin.” “Döndü. Gerisini bilmiyorum.” “Beklemekle hata ediyorsun,” dedi Giray. “Bir adım atmak zorundasın.” “Atılmıyor, yirmi dokuz senedir bana hissedemediği duyguyu ona nasıl anlatabilirim? Eğer ona söylersem ucunda onu kaybetmekte var. Ben seni öyle sevmedim, kardeş gibi büyüdük, seni öyle seviyorum derse her şey biter. Bu şekilde bir umutla yaşıyorum.” “Sonsuza kadar umut edeceğin bir şey olmadığını biliyorsun Hazar,” dedi Giray. “Bir gün bir yerde ve belki de hiç olmadık bir zaman diliminde ortaya çıktığında her şey sarpa sarabilir.” Hazar bunları düşünüyordu, her bir parçayı binlerce kez bozup yeniden kafasında oturtuyordu. Hep bir parça eksik, hep kayıp kalıyordu. “Konuşmak istemiyorum.” “Sen bilirsin,” dedi Giray. Yemekler gelip sohbet değiştiğinde Bahar’a attığı bir mesajla rota değişmişti. Buz dağına çarpacak birileri vardı, batan kim olacaktı?
|
0% |