Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@payelll

 

 

 

An gibi aklımdasın

İbrahim Sadri

 

Sıcacık ortamı olan müzikli, sakin bir kafeye gelmişlerdi. Buraya lise yıllarından beri aralıklı olarak gelirlerdi. İlbilge gittikten sonra yılda bire düşmüştü. Kafenin sahibi hiç değişmemişti ama babadan oğula geçen miras misali artık Cesur amcaları değil oğlu Sezgin yönetiyordu. En ufak değişiklik yapmadan üç yılı devirmişti Sezgin. Çocukluğu bu kafede geçmişti, bu sıcak ortamı o da seviyordu. En fazla eskiye masaların sandalyelerinin yerini aynısının yenisi almıştı. Duvarlardaki soyut tablolar ilk asıldığı yerde duruyordu. Kalabalık topluluklar için köşelerde minderli tahta koltuklar vardı. Kızlar her zamandaki köşelerini boş bulunca koşar adım oturmuşlardı oysa sakın bir akşam yaşanıyordu.

“Hanımlar…” diyerek yaklaştı Sezgin. “Hoş geldiniz.”

“Hoş bulduk Sezgin,” dedi Yağmur. “Nasılsın?”

“Çok iyi.” Yağmur ve Bahar nadir de olsa uğruyordu, zamanla arkadaş olmuşlardı. Ama İlbilge yılda birdi.

“Siz de hoş geldiniz,” dedi mesafeli bir tavırla ama sıcak gülümsemeyle.

“Hoş buldum, teşekkür ederim. Babanız nasıllar?”

“Sağlığı yerinde, işi bırakınca gençleşti diyebiliriz.”

Adamın sıcak gülümsemesi tıpkı babasına benziyordu. Sarışın genlere sahipti babası, oğlu da ona benziyordu. Mavi gözleri, beyaz teniyle babasının 30 sene önceki hâli olduğuna yemin edebilirdi. İlbilge onu babasına benzetince daha samimi gülümsedi. “İlbilge’nin selamı var derseniz sevinirim.”

“Elbette. Ne alırdınız ne göndereyim size?”

İçeceklerini söyledikten sonra ayrıldı Sezgin yanlarından. Bahar elinde telefon durmadan yazıyordu. Yağmur ile İlbilge ona bakıp gülüyor, arada da alay ediyorlardı ama Bahar omuz silkip önüne dönüyordu.

“Pazartesi işe başlıyorum,” dedi İlbilge. “Koca beş günüm var.”

“Mesleğini yapmak istemiyor musun?” diye soran Yağmur’a başını iki yana salladı. “Adaletsiz bir dünyada adalet satmak istemiyorum. Avukat olmamı babam çok istiyordu, o gitti her şey bitti ama yine de bitirdim. Sanki ona ödediğim bir borç gibiydi. Hayalimdeki meslek hayal olarak kalacak.”

İlbilge bir dans tutkunuydu, her türlü dansın ustası sayılırdı. İçinden gelen saf bir yetenekti bu, müziğe dayanamıyor, ruhu ona teslim oluyordu.

Bahar telefonu masaya bırakıp yaklaştı. “Sen çok güçlü bir kadınsın, bunu biliyorsun değil mi?” Sözlerinin sonunda masanın üzerinden İlbilge’nin elini tutup sıktı.

İlbilge de arkadaşının elini sıkıp gülümsedi ama buruktu gülüşü. Yarım ağız, gülmese de olurdu türden, acı barındıran, içinde çok şey saklayan.

“Bence kadınlara sorulmalı bu güç olayı. Güçlü olmak istiyor musun yoksa az bilen çok hisseden mutlu ve gelecekten umutlu bir kadın mı olmak istersin, diye sorulmalı. Bazen gücün insanı yorduğunu hissediyorum. Huzursuz ettiğini, bir şeylere engel olduğunu. Bir adım sonrayı hesaplamadan gelişigüzel yaşamak istiyorum. Annem babam yaşıyor olsaydı tam da böyle bir kadın olurdum. Kardeşlerimi bu kadar düşünmezdim, benim yerime onlar düşünürdü. Geleceğimizi garanti altına almak gibi düşüncelerim de olmazdı, onu da düşünen olurdu. Yıllarımı kardeşlerim okulu bitirmeli, meslek sahibi olmalı, büyümeli, zeki olmalı ve en önemlisi iyi mi başına bir şey geldi mi diye düşünmeden geçirmek isterdim çünkü bunu da benim yerime bir yapan olurdu.”

Karşısında duygulanan arkadaşlarına bakıp hüsranla başını eğdi. “Ben galiba çok yalnızım, güveneceğim beş kişi var, sizin dışınızda. Kardeşlerim, amcam ve Hazar. Bana her zaman yardım ettiler, desteklerini asla ödeyemem. Ama ben güç kazanırken yaşamayı, hissetmeyi unuttum. Bir şey… Yani hayatında birini kaybedince o kaybın tekrar başına gelebileceğini hissetmeden yaşayamıyorsun. İçinde bir şeyler hep tetikte, yanlış yapma lüksün yok.” Tekrar acı bir gülümsemeyle başını kaldırdı. “Kocaman bir imparatorluk avuçlarımda, ama gelin görün ki para içimdeki hisleri değiştirmiyor. Boşluğu, yaşanmamışlıkları tamamlamıyor. Giden geri gelmiyor, yaşananlar unutulmuyor ve para hiçbir şeyi değiştirmiyor. Dışardan bakıldığında her şeye sahip görünen insanların aslında pek çok şeye sahip olmadıkları anlaşılmıyor.”

Yağmur’un dudağı hüsranla büküldü. “Üzgünüm. Senin adına, kardeşlerin adına yaşadığın her şey adına.”

“Ben de üzgünüm,” dedi İlbilge, Yağmur’a gülümserken gözleri nemlenmişti. “Bir gün güç zırhımı çıkarıp huzur bulmak istiyorum. Hayattan kendim için başka bir dileğim yok.”

“Canım!” dedi Giray. İlbilge başını hızla kaldırdığında karşısında üç adam gördü. Hazar onun o Hazar’ın gözlerine baka kaldı. Daha bir kelime edemediler ki Hazar, “Neden ağlıyorsun?” diyerek yaklaştı.

İlbilge cevap vermek için ağzını açmıştı ki Yağmur, “Bu kim?” dedi umursamaz yüzü ifadesiyle ama ok atan yeşil gözleriyle.

“Merhaba Yağmur!” Barlas geçen on senenin ona verdiği ağırlıkla makul bir tonda gülümseyerek selam vermişti. Giray usulca Bahar’ın yanına ilişti. Biraz yana kayan İlbilge’nin yanına Hazar oturdu. Hazar’ın yanına da Barlas. Yağmur tam karşısında kaldı.

“Beni tanıyorsun, ben seni tanıyor muyum?”

Tek bir ağızdan bir kelime çıkmıyordu. İkisi üzerinde yoğunlaşan bakışmalar merak biraz da tedirgindi.

“Unutmuş olabilirsin, doğal karşılıyorum.” Elini uzattı Barlas. “Barlas Âdemoğlu.”

İsim kadının bünyesinde çarpa çarpa terk edilmişliğini ilk günkü gibi yüzüne vurdu. Elbette onu tanıyordu, onu nasıl unutabilirdi ki?

“Seni tanıyor olsaydım, mutlaka hatırlardım.” Adamın elini sıktı ve bıraktı. Parmaklarıyla sıkmıştı ama kadıncalar elini sarmıştı. “Yağmur Seven.”

O anda Barlas on sene önceye bir yağmurlu güne kadar uzandı. Yağmur’un arkasından koşarken Yağmur Seven diye bağırmıştı. Yağmur bundan nefret ederdi, damarına basmak için demişti Barlas. Kız durup ona dönmüştü.

“Ne var be?”

Barlas durmuş, “Hiç, Yağmur sever misin?” demiş, gülmüş ve Yağmur’un kırılan noktasını bulmuştu. Yağmur ondan hoşlanıyordu, çünkü gözlerinin içi gülüyordu ve sonunda sesli gülmüşlerdi. Ama şimdi kadının gözlerinden kar taneleri düşüyordu. “Yağmur sever misin?”

“Severim,” demişti genç kız.

O kadar dik duruyordu ki karşısında acı gülüş ona geçmişti bu kez. Yutkunmadı, içinden ağlamak geliyordu ama dudakları yukarı kıvrıldı. “Sevmem!”

“Merhaba,” dedi İlbilge. “Bölüyorum ama.”

Barlas onu görmek için başını eğdi. “Merhaba İlbilge, nasılsın?”

“İyi, sen de iyi görünüyorsun.”

Yağmur kalkmak istiyordu, burada karşısında durup hiçbir şey olmamış gibi yapması gerekirken uzaklaşmak için deliriyordu. Yıllar acımasız falan değildi, erkeklere asla değildi. O kadar iyi görünüyordu ki ona bakmak istiyordu. Saçmalıyor olsa da kendine ihanet ediyor olsa da bakmak istiyordu. İçecekleri geldi, beyler bir şeyler söyledi. Kendi kahvesinden bir iki yudum alırken ortamda dönen muhabbete katılamadı. Vakit geçirmek için telefonuna sığındı. Sosyal medya hesabına girip birkaç post kaydırdı, bir iki hikâye açtı. Kahvesini masaya bırakıp, çantasına uzandı.

“Gitmem gerekiyor,” diyerek ayaklandığında Barlas masaya bakıyor, kalanlar onu anladığından kal bile demiyordu. Kızları öptükten sonra hızlı adımlarla kapıya yürüdü.

“Kalk git bir özür dile,” dedi Giray. “Bilseydim böyle olacak senin gelmeni istemezdim.”

“Gidersen çantayı kafana yersin,” dedi Bahar. “Ama sen yine de git. Ona yaşattıkların bir çanta darbesine ne der ki.”

Barlas onları anlamıyordu, uçarı bir erkek olmanın bedeliydi belki de bunlar. Yapmak istediği bir şey değildi ama kalktı. “Biraz konuşsak iyi olabilir.” Aynı hızla kalkıp uzaklaşırken masada dört kişi kalmıştı. İlbilge Giray’a döndü. “Sen anlat Giray, arkadaşımın kalbini kazanmışsın.”

Giray kocaman sırıtarak kolunu Bahar’ın omuzuna sardı. “Hayatımda başıma gelen en güzel şey, iyi ki kazanabildim.”

İlbilge dudak bükerek gülerken Bahar adamın kolunun altında eriyordu. Hazar da onlara hayranlıkla bakıyordu. Yarım saat daha oturduktan sonra Bahar ile Giray da kalktı. İlbilge de kalkmak istedi ama Hazar kalkarız diyerek durdurdu. Kısık, ruhu okşayan, taş plaktan gelen müzik sesiyle yan yana oturuyorlardı.

“Geldiğimde ağlıyordun, benim yüzümden mi?” Bedenini ona döndürdü, İlbilge masanın üzerindeki yetmişli yıllardan kalma eski bir tuzluğa bakıyordu. “Hayır.”

“İlbilge…” dedi Hazar, kadın başını çevirip ona bakarken saçları masaya döküldü. Bir an gözleri sarı gölgeli kumral saçlara kaydı. Bir zamanlar güneş kadar sarı olan saçlar. “Neden ağlıyordun?”

“Ağlamıyordum ama ağlayabilirdim, tam zamanında geldiniz. Hayatımda o kadar çok şey var ki Hazar, seninle ettiğim küçük bir münakaşaya gülüp geçiyorum tabii bu gece biraz canımı sıkmış olsan da sana küsmek, uzun süre kızgın kalmak gibi huylarım yok. Bunu biliyorsun. Ama senin bu Sinan takıntın beni zorluyor.”

“Hayır, neden ağlayacaktın ben orada kaldım?”

İç çekerek inat olan adama baktı. İnatçıydı, çocukluktan bu yana inat onun diğer adıydı. Geçiştirse bile daha sonra yine soracaktı.

“Yoruldum, yorgunum. On sekiz yaşında annemi ve babamı kaybettim. Bir anda kendimi ebeveyn olarak buldum. Hayatımın on senesini, en güzel yıllarımı kardeşlerime adadım. Yanlış anlamanı istemiyorum, geriye dönsek yine aynı şeyleri yaparım. Hayatımda bir şeylerin değişmesini istiyorum. Mustafa ve planlarımız bunun dışında elbette. Bir gün her şey bittiğinde kendime bir yol çizmek istiyorum. Sakin ve huzurlu bir hayat.”

“Bunun için yanlış yerdesin, Mustafa dediğin sorunun içinde kaybolacağız. O istediğin huzuru bulamayabilirsin.”

“Ne diyorsun şimdi? Alma intikam, boş ver bırak mı?”

“Hayır, bunu diyebilir miyim bilmiyorum. Ama bunun sonunda Mustafa kendine bir şey yaparsa başını yastığa her bıraktığında vicdanın sana ihanet edecek. O aradığın huzur gelmezse, o zaman ne olacak?”

Dudakları kımıldadı, adamın yüzüne baktı bir süre. “Kötü biri için vicdanımın beni rahat bırakmaması… Olası olduğunu düşünmüyorum.”

“Düşünmek istemiyorsun, sen kötü biri değilsin. Kötü kalpli insanların vicdanı susar, seninki her gün konuşacak. Pişman olacağın şeyler olacak, benim tek korkum bu.”

“Peki bunların Sinan ile ilgisi nedir?” Eğreti bir gülüş yerleşti Hazar’ın yüzüne. İlbilge bu gülüşe sinir oluyordu, kendini beğenmiş, çok bilen gülüşüydü.

“Kalbini ona kaptırırsan asıl zararı o zaman alacaksın.”

Kaşları öfkeyle birleşti. “Ne kadar eminsin bundan, sence ben kendimi hiç tanımıyor muyum?”

“Aşk insanın elinde olan bir şey değil, bunun kendini tanımakla ilgisi yok.”

“Aşkın ne olduğunu ben biliyorum da…” derken başını sallayarak sırıttı. “Hayırdır sen?”

Önüne dönerek sırtını tahta koltuğa bıraktı. Karşısındaki tabloya bakıyordu, içinden geçenler çok farklıydı ama dili dönmüyordu. “Aşkın akılla ilgisi olmadığını bilecek yaştayım, birini sevmek gerekmiyor. Kitapta da mı okumadık?”

“Öyle diyorsan… Sinan konusunda beni sıkıştırmaktan vazgeç, işimize bakacağız. Geçmiş bir gönül meselesi değil sorunumuz.”

“Gerçekten eski mi eskidi mi? Attın mı onu kalbinden?”

İlbilge de usulca dönerek sırtını yasladı, o da Hazar’ın baktığı tabloya bakıyordu. “Hoş biri, yakışıklı da. E tabii ona bakınca eski anılar gelip geçti aklımdan, yalan söyleyecek değilim. Selen’e gelene kadar hayatından kimler geldi kimler geçti, sen de biliyorsun. Bence Sinan sadakatsiz biri, kadınları umursuyor gibi durmuyor. Kullanıyor ve bırakıyor. Eğer onun yerinde ben olsaydım, peşine düşerdim gidenin. Neden derdim neden? Demedi. Yaşımız küçüktü, aklımız bugünkü kadar net değildi. Duygularımız gençlik hormonlarına biat ediyordu belki… Bilemiyorum. Bizim hikayemiz orada bitti.”

Biraz olsun içi rahat etmişti ama Hazar bir oyun oynuyorsa dürüst olurdu. “Ya onun için durum farklıysa? Peşinden gelmedi belki ama her kadında seni aradıysa?”

“O zaman aramaya devam edebilir. Bu ‘Her kadında seni aradım’ zırvası kadar salakça bir şey yok. Ben kayıp mıydım da onlarda aradın, arayası vardı belli ki.”

“Bir gün sana bu sözlerini hatırlatmak zorunda kalırsam aramız bir daha düzelmeyecek şekilde açılacak İlbilge.”

“Sen beni bırakamazsın,” derken gülümseyerek başını çevirip kendi omuzu üzerine yatırmıştı. “Dünya üzerinde güvendiğim, erkek konumundaki tek adamsın. Bence sen beni yanıltma! Benim de keskin çizgilerim var.”

“Bilemezsin! Hayat bu, insan ne yaşayacak bilemiyor. Bir gün bir nokta olurum hayatında.”

“Güvenimi sarsıyorsun şu an,” derken ona bakıyor, anlamaya çalışıyordu.

“Sana asla ihanet etmem! Ölünceye kadar bana güceneceksin.”

“Bazen seni anlamakta zorlanıyorum. Tam da bu zamanlarda annem yanımda olsaydı diyorum. Erkekleri anlamakta en iyi yardımcı anne sanırım yani kızlardan onu anlıyorum ki on sekiz yaşıma bastığımda annemle bir konuşmamızı net hatırlıyorum.”

Hazar da ona döndürdü başını. “Ne demişti?”

“Annem Sinan’la olmamı, ona bir şeyler hissetmemi istemiyordu tabii buna engel de olmuyordu. Acele etme demişti, gerçek aşk karşına çıktığında onu anlarsın, tanırsın. Hissedersin. Önünde sonunda o kişi gelir, onunla yaşayacağın anları geçici heveslerle harcama, demişti.”

Onu tanımıyorsa o kişi kendisi değil miydi? “Doğru söylemiş. Bu tam olarak ben olabilir, doğru kadını bekliyorum.” Kim olduğunu bilsem de… “Bir de çok dert etme, biz de kadınları anlayamıyoruz.”

“Birbirini anlamayan iki cinsin neden âşık olduğunu sorguluyorum.”

“Bunun cevabını ben sana bir gün vereceğim. Gidelim.”

Loading...
0%