Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@payelll

 

 

 

Ben sana yazdıklarımı hep içim yanarak yazdım,

Ama

Sen nasıl okursun bilmem

Bedirhan Gökçe

 

Ertesi sabah kahvaltıda masanın etrafını saran kızlar konuşup gülüşürken İlay araya girdi. “Melek’e tahammül edemiyorum, o kadar boş yaşıyor ki. Ama peşindeyim, yılmak yok.”

“İkra’nın anladığı tek konu alışveriş,” dedi Altınay.

“Defne farklı, çok içine kapanık. Bir gülüyor bir ağlıyor gibi. Dikkatli bakarsan Mona Lisa.”

“Sinan ilgilenmiyor mu kardeşleriyle?” derken Hazar’a döndü İlbilge.

“Çok değil, dışardan bakınca ilgi bekleyen kardeşler gibi durmuyorlar zaten.”

İlbilge’nin aklına yatmamıştı bu cevap. “Neyse ben bugün Sinem yengeme gideceğim, sabah erkenden aradı beni, erken kalkar malum.”

“Ben de gelirim, ama önce toplantıya girmem gerekiyor. Bir hafta oldu görmedim annemi,” dedi Hazar. “Benimle gel toplantıdan sonra çıkarız.”

“Olabilir, ne kadar sürecek?”

“Bir saat sürer, ben içerideyken kameradan izlersin, ön izleme dersi gibi düşün.” Tatlı tatlı bakıp göz kırpmıştı.

Bunu gören kızlar merakla birbirlerine bakmıştı. “Siz ne ara barıştınız?” dedi Aybike.

“Dün ikininiz de eserek çıkmıştınız,” dedi Altınay.

Omuz silkti İlbilge. “İşinize bakın siz.”

“Vay,” dedi İlay. “Ablam bize posta koyuyor.” Yanında oturan ablasını belinden gıdıkladı. “Se hayırdır?”

İlbilge kardeşinin eline vurdu. “Artık büyüdünüz, sizi evlendirip hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim.”

“Önce senin evlenmen gerekiyor abla,” dedi Altınay. “Sıranı alırsak hepimiz oturur ağlarız.”

“Önce siz,” dedi İlbilge.

“Ya abla ya ben daha yirmi üç yaşındayım, ne evliliği? Beni beklersen karta kaçarsın.”

“İlay!” dedi hiddetle. “O nasıl söz?”

İlay kendi ağzına vurdu. “Yemin ederim Melek ve çevresi beni etkiliyor.”

“Bir yerde doğru söylüyor,” dedi Selim Bey. “Karta kaçma değil tabii ki.” Kızları güldürürken kendi de gülümsedi. “Sen ablasın, önce sen yuvanı kuracaksın, ön ayak olacaksın. Hem sonra torun sahibi olmak istiyorum artık.”

Kalbine ağır bir kütle oturan Hazar bakışlarını ağır çekimde İlbilge’ye kaldırdı. Bir gün evlenecekti, adının ne olduğu önemli olmayan başka bir adamla. Bir belki birkaç çocuğu olacaktı. Anne olacaktı. Düşünceleri öylesine canını yakmıştı ki hızla kalktı. “Çıkalım mı? Geliyor musun?”

Onun hızlı kalkışı dikkatleri çektiyse de üzerinde duran olmadı. “Hayırlısı amca,” dedi ve kalktı. “Çantamı alıp geliyorum.”

“Dışarda bekliyorum.”

Hazar bahçeye çıkarken İlbilge üst kata çıktı.

“Abimin damarına bastık sanki,” dedi Altınay.

“Basılmış damar iyidir kızım, kan toplayıp patlar,” dedi Selim Bey.

Ayak sesleri üst kattan alt kata indi, kapıdan, “Görüşürüz,” diyen İlbilge Hazar’ın peşine takıldı.

Kapısı açık VIP tarzı arabaya geçti. Hazar çoktan asistanından gelen mesajlara cevap vermeye başlamıştı. On dakika kadar ikisi de birbirine dokunmadı. İlbilge penceren akan yolu izliyordu, Hazar da arada başını kaldırıp onu. Tableti ve telefonu yanına bıraktı. İlbilge dalmıştı, aklından bir şeyler geçiyordu, yüz ifadesinden okuyordu Hazar. Tatlı sevimli bir şeyler düşünüyordu.

“Hazar,” diyerek hızla başını çevirdiğinde adamın onu izlediğini gördü.

“Efendim,” dedi sakin bir tonda, gözlerini çekmedi.

“Bir akşam kızlarla veya arkadaşlarımızla lunaparka mı gitsek? Uzun zaman oldu, çok uzun zaman.”

“Gideriz, hafta sonuna ne dersine?”

“Harika olur.”

“Onu mu düşünüyordun?”

“Hem bu hem de bir şeyi çok özledim.”

“Ne?” O söylese Hazar anında yerine getirse sever miydi? Açılır mıydı gözleri, kıpırdar mıydı kuş gibi kalbi?

İlbilge kaşlarını kaldırıp sırıttı. “Sıcak helva!”

“Oldu bil.”

Holdinge gelip Hazar’ın odasına girdiler. Asistanı Hakan hemen arkalarındaydı. Toplantı için ayrıntıları sıralıyordu, günlük randevularını sayıyordu ki, “İptal et ya da Sinan’a söyle o ilgilensin. Bugün işim var.”

Hakan elinde kalemle kalakalmıştı. “Peki efendim,” dedi. “Toplantı on dakika sonra. Akşamki yemek peki?”

“Ona katılacağım.” İlbilge’ye döndü. “Geliyorsun değil mi?”

“Evet,” dedi İlbilge.

“Tamam.”

Hakan çıkarken Hazar bilgisayarını açıp toplantı odasının kamerasını açtı. Sadece yöneticilerin kullandığı bir sistemdi. “Gel,” dedi yerinden kalkarken. “Koltuğum senindir. Elimden geldiğince çabuk bitireceğim.”

Otururken, “Acele etme,” dese de İlbilge Hazar kalemini cebine atıp, “Keyfine bak. Kendi holdingin gibi yap.”

“Deli!” Hazar çıkarken gülümsüyordu. Kendine bir kahve söyledi, toplantı başlamıştı. Sesi de açmıştı, Hazar’ı dinliyor, dikkatini, konuşma tarzını ve duruşuna odaklanmıştı. Kesinlikle bir lider gibiydi, önüne geçilemez biri. Konumunu o kadar belli ediyordu ki o konuşurken herkes onun iki dudağına bakıyordu.

“Selam,” diyen sesle irkildi. Kapı çalmamıştı. Sinan odaya girmiş, masasına yaklaşıyordu.

“Selam,” dedi suni bir gülüşle.

“Burada olduğunu öğrendim, ne yapıyorsun?”

“Hazar’ı izliyorum.”

“Neden?” derken Sinan masanın etrafını dolanıp ekrana baktı.

“Hiç, biraz tüyo biraz iş öğrenme adına diyebiliriz.” Bir tuşa basıp sesi kapattı İlbilge. Sinan’ın gitmeye niyeti yoktu, aradığı fırsat ayağına gelmişti. Masanın kenarına oturdu Sinan, İlbilge de koltuğunu çevirdi.

“Nasılsın Sinan, özel olarak hiç konuşamadık?”

“İyi, fena değil.”

“Yakında evleniyorsun, harika demeni beklerdim.”

Omuzları düşen adam, burnundan sesli bir soluk saldı. Aradan birkaç saniye öylece bakışarak geçip giderken İlbilge şaşkındı. Bu kadar belli etmesini beklemiyordu.

“O kişinin sen olması gerekiyordu Bilge.”

“Benim adım İlbilge! On sekiz yaşında değiliz Sinan, ona göre davranırsan sevinirim.”

“Sorunumuz adının ilk hecesi mi?”

“Bizim seninle bir sorunumuz yok ki. Sen durduk yere eski defterleri açıyorsun. Çok güzel bir nişanlın var, hayrını gör.” İlbilge ne yapacaktı, Sinan ne yapıyordu? Kendi ayaklarıyla kucağına düşüyordu, hem de hiç tahmin etmediği şekilde.

“Konuşmak istiyorum. Özel bir alanda, ikimiz.”

“Bunun çok geç kaldın.”

“Geç değil, sen ve ben hâlâ genciz, yaşıyoruz ve ihtimalimiz var.”

Midesi bulandı kadının, sıcak bir sıvı genzinden midesine aktı. “Nişanlı bir adamın bana bunları söylüyor olmasına mı yanayım o kişinin sen olmasına mı?”

Sinan çaresizce başını eğdi. “Üzgünüm, böyle bir adam değildim, ama sen karşımda dururken her şey tersine dönmeye başladı.”

“Benden tam olarak ne istiyorsun?”

“Konuşmak! Bana bir şeyler anlatmak zorundasın, sana anlatmak istediğim çok şey var.”

“Sinan…” dedi ayağa kalkarken. “Aradan çok sene geçti, çok şey değişti. Neden unutup hayatımıza devam etmiyoruz?”

“Edemiyorum!” dedi yaslandığı masadan kalkarken. “Ediyormuş gibi yapıyorum.”

“Hiç öyle görünmüyor, beni kandırmaya falan çalışıyorsan vazgeç! Güzel bir kadınla evlilik yolunda ilk adımı atmışsın.”

“Evlenmek istemiyorum, babam zorluyor. Nişan da onun zoruyla oldu.”

Şaşkın yüz ifadesi Sinan’a konuşması için fırsat veriyordu. “Sevmiyorum İlbilge. Kimseyi sevmedim, öyle bir kadın yok. Eğer kendini saymazsan.”

“Ne demek baban zorluyor ne alaka?”

“Selen’in amcası babamın yakın arkadaşı, öyle bir şeyler.”

İçine kurt düşmüştü İlbilge’nin, kıpırdanıp duruyordu. “Her neyse… Nişanlı biriyle özel bir konuşma yapacak türde bir kadın değilim. Bir gün ayrılırsan o zaman konuşuruz.”

“Ben sana ne diyorum sen bana ne!”

“Ah…” diye inleyerek masanın etrafını dolanıp büyük odanın ortasına yürüdü. “Bunlar beni ilgilendirmiyor, başka sözüm yok.”

Hızlı üç adımda kadının yanında durdu Sinan. Gözleri biraz öfkeli, ağzından çıkacak acı sözleri var gibiydi. “Beni bıraktın gittin, arkana bile bakmadın. O gece ne olduysa oldu, ondan sonra adımı bile anmadın. Burada seninle neden diye konuşmak istiyorum ama sen…”

“Evet, ben!” derken sesi sertleşti. “Gittim, açıklama yapmayacağım. Çok seviyordun da beni neden bıraktın, neden gitme demedin? Ben ittim, kabul. Sen de dünden razı gibi önüne baktın. Ben sana hesap sordum mu?”

“Sen aklını mı kaçırdın? Bana neden hesap soracaktın?” Sinan işaret parmağını kadına çevirdi. “Sen beni arkanda bırakıp gittin. Hesap bana verilmeli.”

Haklıydı belki ama açıklama yapacak kadar görmek istememişti. Yüzüne bakarsa toy aklı ona her şeyi anlatırdı belki. O anki nefreti tüm Yıldırımlar içindi. Geçen zaman ak ve kara ayırt etmesini sağlamış olsa da onun da altından kalkamayacağı anları olmuştu.

“Git!”

“Konuşmak istiyorum.”

“Nişanını boz gel, konuşacağız.”

“Yapamıyorum anlamıyor musun?”

“O zaman konuşmayacağız. Yirmi dokuz yaşındasın, istemediğin bir kadınla evleniyorsan duruşundan şüphe ederim.”

Dişlerini sıktı Sinan, İlbilge’nin kararlı ela gözlerine kilitlendi. Seviyordu, hep sevmişti. Hep yapmak istedi ardından gitmek, elinden gelmedi.

Kapı ardına kadar açıldı ama ikisi de bakışmayı kesmedi. Hazar’ın öfkeli sesi bile ayıramadı gözleri.

“Ne oluyor?”

Sinan’ın öfkeli gözlerinden en sonunda İlbilge çekti gözlerini. “Sinan ile sohbet ediyorduk.” Hazar’a döndüğünde adamın kısılmış gözleriyle Sinan’a katil soğukluğunda baktığını görünce dönerek masaya yürüdü.

“İşin bittiyse çıkalım mı-” durdu, aklına gelen düşünceyi hızlıca elekten geçirip devam etti. “Sevgilim.” Arkasındaki iki adamı göremiyordu ama odaya çöken ikinci sessizlik hayra alamet değildi.

Hazar’ı çekip vursa daha canını yakardı İlbilge. Adamı dağıttığını göremeyecekti.

“Birlikte misiniz?”

Sinan’ın sorusu odaya bomba gibi düştü, ama en çok İlbilge’nin kalbine. Pişman oldu, dilini ısırdı. Gözlerini sıkıca yumdu, Hazar’ın onu bozmayacağını bilse de hata etmişti. Sinan’ın damarına basmak, biraz da hırçınlaştırmak istemişti. Durup onu beklemeyeceğini bilsin, ne olacaksa bir an önce olmalı diye düşünmüştü. Yüz ifadesini toplarken döndü. Sinan ile Hazar birbirine bakıyor, ama konuşmuyordu.

“Sorun nedir Sinan?” Hazar odanın ortasına kadar gelip karşısında durdu. “Bunda ne var?”

“O benim sevgilimdi, bunu kendine nasıl yedirdin? Biz seninle kardeş gibi değil miyiz?”

“Sen kendine bir hayat çiziyorsun, durup bizim bu küçük ayrıntıyı düşünmemizi mi bekliyorsun? O senin nişanlın değildi, eşin veya çocuğun annesi falan da değil. Çocukluk yaşlarınızda yaşadığınız bir şeylerin bugünümüzü alt etmesini mi bekliyorsun?”

Sinan ona hak verdi ama kalbinden, içinden, sessiz düşüncelerle. “Sizin birbirinize karşı bir şey hissettiğinizi sanmıyorum. Yirmi dokuz sene sonra mı? Şaka mı bu? Ortada benim bilmediğim ne var?”

“Hiçbir şey yok Sinan. Burnumun ucundakini görememişim, olan bu. Rica ediyorum büyütme!”

Başını iki yana salladı, bir adım geriye çıktı. “Siz bir şey çeviriyorsunuz, amacınız ne?”

“Sinan!” dedi Hazar sert sesiyle. “Tartışmak istemiyorum. Saçmalıyorsun!”

“Siz saçmalıyorsunuz! Ben yabancı değilim, yalancı değilim. Ne oluyor burada?” İkisinin gözlerine bakıp, tavırlarını tartıyordu.

“Onu sevebileceğime inanmıyor musun?” dedi Hazar. “Neden? Onu bir tek sen mi sevebilirsin?”

“O seni sevemez! Dönüşünü mü bekledin onu sevmek için?”

Hazar’ı paramparça eden başka bir cümle gerçekliğiyle canını yaktı.

“Yeter!” dedi gür çıkan sesiyle Hazar. “Seni inandırmak zorunda değiliz!”

Kapı vurulmadan hışımla açıldı. Mustafa Bey sert bakışlarını üçü üzerinde gezdirdi. Hazar amcasına bakarken Sinan İlbilge’ye bakıyordu.

“Sesiniz dışarı taşıyor, nerede olduğunu unutmayın! Neden tartışıyorsunuz?

Sinan hızlı adımlarla babasının yanından geçip gitti. İlbilge kendini sorumlu tuttu. “Bir şey yok amca, biraz gerildik. Kusura bakma.”

Mustafa uzun uzun baktı İlbilge’nin gözlerine, bir şey demeden kapıyı çekti.

“Hazar özür dilerim.” İki adımda yaklaştı. “Birden çıktı ağzımdan ama öncesinde beni kızdırdı.”

Ona kızmak istiyordu, yalan bile olsa demeyecektin; bize yakıştıramadım diyecekti ama diyemedi. “Neden?” dedi sadece. İlbilge aralarında geçen konuşmayı bir çırpıda anlatırken Hazar dikkatle dinledi.

“Mustafa neden oğlunu zorluyor olabilir?”

“Selen de bir şey var, bir koz,” dedi Hazar. “Ama ne olduğunu kimse bilmiyor olmalı.”

“Ben de öyle düşündüm,” derken bakışları odanın bir köşesine kaydı.

“Damarına basmak istedin, ne yaşıyorsa hızlandırmak için yaptın.”

İlbilge ona dönerken gözleri hüsran doluydu. “Biraz öyle oldu, ani karar vermek bana yaramıyor.”

“Neden İlbilge? Zaten istediğin peşine düşmesi değil miydi? Bu birazda kendinden uzaklaştırmak olmadı mı?”

Elini saçlarına daldırıp karıştırdı. Bunu küçükken de yapardı, Hazar ona gülerdi. “Kafam karıştı bir an, nasıl çıktı ağzımdan bilmiyorum. Allah konuşturdu gibi bir şeydi inan bana. Amcam duymasın!”

“Sinan inanmadı zaten, birine söyleyeceğini sanmıyorum.”

“O da ayrı, neden inanmadı? Hem ne o öyle sevgilimdi falan, ona mı soracağım kimi seveceğimi?”

Başını yana çevirdi Hazar. “Artık nasıl eminse onu unutmadığına? Ayrıca...” derken yeniden ona döndü. “Nişanı at konuşuruz diyorsun, ama benimle sevgilisin. Sana ne oldu İlbilge?”

“Aklım karışıyor Hazar,” dedi acı çeker gibi.

Hazar bundan korkuyordu, korktuğu başına geliyordu. “Madem benim sevgilimsin, onun yakınında durmayacaksın, yaklaşmak yok.”

İlbilge başını sallarken sözlerin kendi suçu olduğunu düşünüyor, plan dahilinde konuştuğunu var sayıyordu. “Zaten ona gerek kalmadı. Biraz bekleyelim, Selen kısmı kendiliğinden çözülecek gibi hissediyorum.”

“Asistanım ilgileniyor, yakında ne olduğunu öğreniriz. Ecdadına kadar ineceğiz, her neyse o koz bu bizim için de önemli. Amcamın başına gelecek bir rezillik hepimizi bağlar.”

“Haklısın.”

Bir saatin sonunda annesinin evinin önündeydiler. Sinem Hanım evin arka bahçesinde günlük okumalarını gerçekleştiriyordu. Ev kadınıydı, evde yaşamak en sevdiği aktiviteydi. Her gün yürüyüşe çıkar, sağlığına dikkat ederdi. Cildi yaşının daha altındaydı, bakımı çok severdi. Eşiyle sekiz yıl önce tanışmış, sakin bir yaşam sürüyordu.

Oğlunun geldiğini hisseden kadın başını çevirdi. “Annem sen de mi geldin?” Kollarını oğluna açarak önce onu sardı. “Nasılsın anne?”

“İlbilge’yi gördüm daha iyi oldum. Hoş geldin bebeğim.”

Annesinin en yakın arkadaşlarındandı Sinem Hanım. O zor günlerde hep destek olmuştu. “Yengecim,” diyerek sıkıca sarıldı İlbilge.

“Ah... Çok özlemişim.” Tekrar sıkıca sarıldı. Karşılıklı oturduklarında ikramlar gelirken sohbete daldılar. Neler yapacaklarından, neler olduğundan. Kızlardan, mesleklerinden. Sinem Hanım’ın bakışları arada oğluna kayıyor, İlbilge’yi izlemesini izliyordu. Oğlu için son derece üzgündü. Amansız bir duyguydu karşılıksız sevmek. Bir gün oğlunun İlbilge’ye kavuşması için çok dualar ediyordu.

“Evlilik yok mu planların arasında? Ne kadar güzelsin, annen gibisin hatta aynısı. Güzel huyun, bakışın gülüşün bile ona benziyor.”

Hazar göz devirdi ama İlbilge bunu görmedi, annesi gördü.

“Önce bir damat adayı bulmalıyım, sonra sevebilecek miyim ona bakmalıyım hatta önce güvenmeliyim.”

“Sevmeden önce güvenmek çok iyi bir düşünce. Ama bunun pek mümkün olduğunu sanmıyorum. Güvendiğin insanlar arasına bak belki çıkar.”

Hazar öksürürken, “Anne! Sergi ne durumda?”

“Ah... Sergi,” dedi gülümserken. “Yakında açıyoruz.”

“Ne sergisi?” dedi İlbilge.

“Resim yapıyorum bir süredir, vakfa bağlıyız; yakında ortak bir sergi açılacak. Sizleri de görmek isteriz. Küçük sergimize jet sosyete katılımı hoşumuza gider.”

“Kızlarla geleceğiz, ne demek.”

 

                                                     ***

 

Annesinin yanından ayrıldıklarında eve geçtiğini düşünen ilbilge yolun değişiyor olmasıyla, “Nereye gidiyoruz?”

“Sürpriz,” dedi Hazar hoş gülüşü, çapkın göz kırpmasıyla.

“Beni şımartıyorsun gibime geliyor Hazar Bey.”

“Tanıdığım en şımartılacak kadınsın.”

“Allah Allah,” derken kocaman sırıttı İlbilge. “Ama olsun hoşuma gitti. İltifat almak her kadının hoşuna gider, benimkine biraz fazla gider.”

“Bak sen... O neden?”

Omuz silkti İlbilge, bakışları akan yola döndü. “Yalnızım, hayatımda biri yok olması gibi bir ihtimali bile göremiyorum. Baksana çakma sevgilimle geziyorum.”

“Çakma! Ben! O senin suçun.” Gerçekte olabilirdi.

“Vurma yüzüme, tamam. Hazar...” dedi aniden. “Garip bir şekilde Sinan’a güveniyor olmam aptaca değil mi?”

Ölecekti Hazar, can nasıl verilir öğreniyordu. “Normal bir duygu, Sinan kötü biri değil. Ben bir yanlışını görmedim.”

“Her neyse... Onu konuşmak istemiyorum artık.” Saatine bakındı. “Ne kadar sürecek? Daha eve gidip hazırlanmam gerekiyor.”

“Merak etme yetişiriz.”

Tabelasında ünlü bir markaya ait olan restorana girdiler. O an anladı İlbilge buraya neden geldiler. Ağzı şimdiden sulanmış, yiyeceği sıcak helvayı hayal ederken yine ani bir kararla Hazar’a sarıldı. “Sen muhteşem birisin, biliyorsun değil mi?”

Bedenine dolanan kolların şoku kısa sürdü. Elini İlbilge’nin sırtına koyarken gülümsedi. “Bunu duymak da benim hoşuma gitti malum ben de yalnızım.”

“Deli,” diyerek ayrılıp elinin tersiyle adamın koluna vurdu. “Hadi hadi, girelim.”

Sıcak helvalar önlerine geldiğinde kaşını zevkle batırdı İlbilge. O kadar hayran olunası, doğaldı ki Hazar gözünü kırpmak istemiyor en kötüsü her dakika yeniden âşık olduğunu hissediyor, iki yaman duygu birbiriyle kavgaya tutuşuyordu. Biri diyor ‘O seni sevmiyor’ diğeri ‘Sevebilir.’ Kazanan olmuyor, her şey havada kalıyordu. Ela gözleri öyle hayat dolu gülümsüyordu ki Hazar’a, o an dünya dursa ve bu anda kalabilselerdi.

Dünya dönüyor, Hazar acıyla yutkunuyordu.

Dünya dönüyor, Hazar nefes alamıyordu.

Dünya öyle hızlı dönüyordu ki Hazar kalbinin cenazesini kaldırıyordu.

Kadın onun sonu olacaktı...

 

 

Loading...
0%