Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@payelll

 

 

 

Salonda babasıyla karşılıklı oturuyordu, kendisi hazırdı. İlbilge’nin inmesini bekliyordu. Kızlar akşma yemeğiyle ilgileniyorlardı.

“Amcamın sakladığı bir şey var baba.”

“Durum onu gösteriyor. Mustafa her ne yaptıysa bu hepimizi etkileyebilir, çok dikkatli ol. Sorunu içerden çözmemiz gerekiyor, bunun altından tehdit gibi veya ahlaksız tehdit gibi bir şey çıkarsa hisselerimiz etkilenir. Ekrem ile Eve öldüğünde yaşadık bu sorunu, sessizlik önemli.”

“Ya karşı taraf sessiz olmazsa? Selen’in ne çevirdiğini bilmiyoruz ve tabii arkasında kim olduğunu.”

“Öğreneceğiz. Hakan’a söyle bıraksın araştırmayı, bu onunla olacak bir durum değil. Hakan bir asistan öğreneceği her şey aleyhimize dönebilir. Bana bırak, bizim de kendimize göre tanıdıklarımız var. Cemal ile Timuçin peşine taktığım biri var, yarın haber gelir.”

“Tamam, yarın ilk iş iptal ederim. Fakat...” dedi düşündü bir süre. “Hesaplarda bir yanlışlık var.”

“Hangi hesaplar?”

“Silivri’deki plastik fabrikasında bir karışıklık var, yanılıyor muyum diye düşünüyorum. Çünkü aslında karışıklık yok gibi.”

“Müdürlerle konuşma! Tekrar bak, olmadı bir daha bak. Emin ol önce sonra düşündüğün gibiyse gerekeni yaparız.”

“Bu hafta bitmeden fabrikaları dolaşayım diyorum,” dedi Hazar.

“İyi fikir, İlbilge’yi da al yanına. Anlat tek tek, fikir sahibi olması daha çabuk adapte olmasını sağlayacak.”

“Ben hazırım.” Beyaz şık elbisesiyle salona girerken çantasına telefonunu bırakıyordu. Saçlarını dalga dalga yaparak omuzlarına dökmüştü. Kusursuz tenine kusursuz makyajıyla akıl alıcı çekiciliğiyle amcasıyla Hazar’a baktı.

“Ne? Olmamış mı?” Eteğine bakındı ne kısa ne uzundu. Bedenini ikinci bir deri gibi sarmıştı kumaş.

“Çok güzel olmuşsun,” dedi Selim Bey. “Annenin hayali gelip konuyor bazen gözlerimin önüne.”

İlbilge birkaç adımda Selim Bey’e ulaşıp yaşlı adamın yanağına babasını öpercesine buse kondurdu. “Bu bana çok iyi geliyor, anneme benzemek beni mutlu ediyor.”

Selim Bey babacan tavrıyla omuzunu sıktı. “İnan bana ben de mutlu oluyorum seni görünce. Hadi gidin gecikmeyin.”

Bu kadar güzel olunur muydu?

Hazar ölsün müydü?

Kıskanıp, ona bakan gözleri yerlerinden mi çıkarsaydı?

Ne yapsındı aciz kul Hazar?

 

Yemek boyunca Sinan keyifsiz, arada düşmanca bakışlar attı. Selen hiçbir şeyi umursamadan ortama uyum sağladı, iş kadını olmayı üzerinde taşıyordu Selen. Ayrı bir havası vardı, güzel, çekici ve zekiydi. Ama İlbilge kadar değildi. Masada ondan daha alımlı bir kadın yoktu, misafirlerin eşleri de bulunuyordu ama yaşları Selen’den de İlbilge’den de büyüktü ama uyum sağlayan da İlbilge oldu. Selen daha mesafeliydi. Avukat kimliğini de üzerine giymişti İlbilge, hanımlarla sohbetinde okuduğu okullar mevzubahis oldu, Selen fark ettirmeden göz altından keskin bakışlar atsa da onun önüne geçemedi. İş sohbeti tamamlanıp bitmişti bunlar konuşulurken, oluşan hoş ortam da hanımlardan biri, Hazar ile İlbilge arasındaki bariz çekimi yakalamıştı ki, “Özel bir soru olacak ama birlikte misiniz?” dediğinde kısa bir sessizliğin ardından İlbilge yaptığı hatanın bedelini ödercesine gülümsedi.

“Evet.”

Kadın, “Çok yakışıyorsunuz,” dedi.

Selen’in gülüşü hatırı sayılır şekilde büyüdü, Sinan derin bir nefes alıp suyuna uzandı. Hazar bundan hoşlanmasa da İlbilge’ye bakıp gülümsedi. Onun sözlerini onaylar nitelikteki gülüşü aksi bir düşünceye yer bırakmamıştı. Ortaklarının gönlü son derece mütevazi, iş bilen ve iyi bir aileyle iş yapmaktan rahatladı.

“Yakında sizi Katar’da ağırlamak isteriz,” dediler, dördü de bunu kabul etti. Mecbur gitmeleri gerekecekti, kurulacak yeni iş alanlarının toplantıları gerçekleşecekti.

Araçlarına bindirdikleri ortaklarının ardından kendi arabalarını beklerken Selen, “Ama bize neden söylemediniz birlikte olduğunuzu? Ben de aileden değil miyim? Kırıldım,” dedi.

“Özel hayatımız, özel hayatımızdır,” dedi İlbilge. “Haydi ve Peter gibi gezemeyiz Selen. Bize göre değil böyle şeyler, vakti gelen öğreniyor. Birlikteyiz diye yemek organize etmeyi hiç düşünmedik.”

“Ah...” dedi Selen bozulduysa da belli etmedi. “Tatlım ben onu mu diyorum? Yani iki insan birlikteyse ve ailedensek bunu yabancıların yanında öğrenmek hoş olmadı, ondan bahsediyorum.”

“Ben de aynı şeyi düşünmedim değil,” dedi Sinan, nişanlısını desteklercesine. “Biz onlardan daha yabancıysak tabii.”

Selen aldığı destekle omuzlarını dikleştirdi. “Canım neyse, sevindik sizin adınıza. Ve... Gerçekten yakışıyorsunuz.”

“Teşekkürler,” dedi İlbilge yarım ağız bir gülüşle.

Kendi araçlarına binerek uzaklaşırken İlbilge hırsla inledi. “Kahretsin, yarın herkes duymuş olacak. Aptalım ben!” dedikten sonra avucunu alnına vurdu.

“Olan oldu artık. Çok önemli bir ayrıntı değil. Bir iyi yanı varsa Selen seni tehdit olarak görmüyor,” dedi Hazar.

“O kadın düşündüğümüzden daha zeki. Her ihtimali ince ince düşündüğüne adım kadar eminim.”

“Düşünme fazla.”

“Yoruldum zaten, uyumak istiyorum.”

“Yarın seninle fabrikaları dolaşacağız. Ben gidecektim aslında ama babam senin de gitmende yarar gördü.”

“Olur, ben de isterim.”

 

                                                               ***

 

 

Fabrikalar gezilmiş, ön izleme tamamlanmış, pazartesiye giriş yapılmıştı. Günlerdir Hazar’la oraya buraya derken kendini koşturmacanın içinde bulmuştu ve bunu çok sevmişti. Sinan ile kaçıp kovalamaca devam etmiş, mümkün olduğunca konuşma fırsat alanı oluşturmamaya çalışmıştı. Kız kardeşler, Yıldırım ailesi içine sızmayı başarmış, güven tazeliğini eksiksiz yerine getirmişti. Elbette bir haftada olacak şeyler değildi ama eskiye dönmek de zor olmamıştı. Bazen her gün bazen aşırı buluşuyor, onlara uyum sağlıyorlardı. Bir akşam yine Zehra Hanım topluca yemek organize etmiş, kızların dönüşüyle hayatlarına renk geldiğini uzun uzun anlatmıştı.

İşin doğrusu kızlar da aynı şeyi düşünüyordu.

Birlikte geçirdikleri her vakit hepsine iyi geliyordu, uyuşmayan huylar göze batmıyordu. Ama henüz sırrını veren çıkmamıştı yine az kaldığını düşünüyordu kızlar ki sır bilmek istemiyorlardı. Sadece o güveni hissetmekti amaçları.

Düzmece sevgili konusu ayyuka çıkmıştı, Selim Bey kırk kez sorun olmadığını söylese de İlbilge amcasının oğluna göz koyan biri gibi görünmek istemediğinden sürekli açıklamak zorunda kalmıştı. Hazar bu konuda ağzını dahi açmıyor, dinleyip geçiyordu ama artık rol yapılacak insanlar listesi kabarıyordu. Hazar rol yapmak istemiyordu. Bu konunun yalana bağlanması onu yaralıyordu. Fırsat bu fırsat diyemiyor kendine yakıştıramıyordu.

Gelişen bazı olaylar da vardı. Yağmur, Barlas’ı fena benzetmişti ama kendine gelemiyordu. Yılların yorgunluğu, vurgunluğu çökmüştü üzerine. Lanet olası kalbini söküp atmak istiyordu. Ne aptal bir organdı ne diye hak etmeyen biri için acı çekip duruyordu ki. İlbilge ve Bahar kızın kalbine dayadığı kahvaltı bıçağını zorla almışlardı elinden. Yağmur üç gün evden çıkmadan ağlamış, zırlamış sonunda da zırhını kuşanıp kendine gelmişti. “Ona dünyayı dar edeceğim dar!” demişti yumruk yaptığı elini havaya kaldırıp. İlbilge ile Bahar ıslık çalıp alkışlamış, rahat bir nefes almışlardı.

Barlas cephesinde durum biraz farklıydı. Hazar ile Giray’ın karşısında bağırıp durmuştu. “Konuşalım mı dedim, dediğime bin pişman oldum. Ne adamlığım kaldı ne insanlığım. Abi ne yaptım bu kıza?”

Giray şöyle bir bakıp, “Terk ettin ya oğlum daha ne yapacaksın?” demişti kayıtsızca.

“Ulan delirtme adamı! On dokuz yaşındaydık diyorum.”

“Yaşın bir önemi yokmuş demek ki,” demişti Hazar. “Kadınlar unutmuyor, kindarlar. Ona da böyle dediysen hak etmişsin kafana aldığın çantayı. On sekiz olsun otuz sekiz olsun, bir kadını ters edip, döndüğünde onu bıraktığın gibi bulmayı hayal eden sende akıl yok.”

“Ne çantası? Tekme tokat girdi kız bana.”

Giray kahkaha atınca Barlas sinirle oflayarak başını arkasına atmıştı. “Cadının günümüze gelmiş hâlidir bundan sonra Yağmur.”

“Kes zırvayı! Duyduğuma göre sana dünyayı dar edecekmiş,” dedi Giray.

“Ne?” diyerek bağırdı, ayağa kalkıp hiddetle Giray’a döndü. “Ne yapacakmış?”

Giray pis bir sırıtışla omuz silkti. “Bahar söyledi, sana bundan sonra huzur yok Bari.”

Barlas Yağmur’dan korkuyordu ama onun düşmanlığı altında ezilecek de değildi. “Görelim kim kime dünyayı dar ediyormuş,” demiş ve bir savaşın start bayrağını çekmişti.

Sıcak savaş başlayadursun, İlbilge ilk iş gününü için yönetici katına Hazar ile birlikte gelmişti. Günlerdir gelip gidiyor ama babasının odasına girmiyordu. Hazar’dan odanın boşaltılıp eski düzenine getirildiğini duyduğunda başını sallamıştı.

Kapı önünde durup tokmağı tuttu, içeri girmek istemiyordu ama yapmak zorundaydı. Giremediğini gören Hazar, “Gelmemi ister misin?” dediğinde ona, “Hayır,” cevabını verdi. Kolu çevirip içeri girerken Hazar’a dönüp gülümsedi. Kapıyı kapatana kadar ayrılmadı Hazar oradan. Kapanmış kapıya bir süre bakıp iç geçirip odasına yürüdü.

İlbilge gözlerini sıkıca yumdu. Kocaman odanın kapı önünde gözlerini kapatmış, açmak için kendiyle savaşıyordu. On sene var ki bu odaya girmemişti. Babası hayattayken arada yanına uğrardı, Ekrem Bey ona gelecekte işin başına geçeceğini, her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmesini söylerdi. Haftada bir yanına çağırır, tüm günü ona işlerle ilgili şeyler anlatırdı.

O gün gelmişti ama babası yoktu.

Annesi de yoktu.

Gözlerinin yandığını hissedince açtı, nem dolu ela gözlerini odanın her köşesinde gezdirmeye başladı. Duvarda asılı duran –Selim ve Mustafa Bey’in de olan- fotoğrafa baktı. Elli sene önce o zaman tek bir şirket olan Başarı Şirket’ini açtıkları gün çekinmişlerdi. Babası o günü defalarca anlatmıştı. Üç ortağın geleceğe taşıdığı krallık bugün ülkenin önde gelen kuruluşlarından biri olmuştu ama babası yoktu. Annesi de yoktu. Ceviz masanın eskimek bilmeyen dokusu üzerinde elini gezdirdi, babasının adının yazdığı isimlikte kendi adı yazıyordu. İlbilge Payidar. Bilgisayar yenilenmişti, kalem kutusu babasına aitti. Dolma kalem de babasından kalmıştı, hâlâ çalışıp çalışmadığına bakmak için masanın etrafına dolandı. Koltukta yeniydi, usulca otururken çerçevedeki fotoğrafı fark etti.

Annesi babası kendi ve kardeşleriyle yıllar önce çekilmişti. On yıldan fazla olduğunu düşündü, İlay dokuz yaşındaydı o zaman. Annesinin gülen yüzünde parmaklarını gezdirdi. Aynaya bakıyordu adeta. Yıllar içinde koyulaşan kendi saçları biraz görüntünün dışına çıkıyordu, sadece o kadar. Babasına bakarken içi acıdı, çerçeveyi alıp masanın yan çekmecelerinin en altına bıraktı. Arkasına yaslanıp, değişen mobilyaları inceledi, tablolar babasından kalmaydı. Konsol ve üzerindeki ödüller, babasının en sevdiği şey oradaydı. İlk inşaatlarının betonundan bir avuç alıp kurutmuştu Ekrem Bey, onu da cam bir fanusun içine yerleştirmişti.

O koltukta yarım saat boyunca sessizce oturdu. Dalıp gitti eskilere, mutlu oldukları zamanlara. Kendini kocaman bir boşluğun içine atmıştı ve kapı açılıncaya kadar farkına varmadı. Kapı önünde genç bir kadının ona bakmasıyla ayıldı.

“Efendim, kapıya vurdum ama duymadınız sanırım.”

Koltukta dikleşip bilgisayarın açma tuşuna dokundu. “Evet dalmışım.” Kadına bakarken ona tanıdık gelen simasını derin derin inceliyordu.

Genç kadın adım adım yaklaştı. “Hazar Bey beni asistanınız olarak görevlendirdi, Ben Pınar Şen.”

“Merhaba Pınar, Hazar uygun görmüşse sorun yok. İlk asistanlığın mı olacak.”

“Şey... Evet. Ama deneyimimi annemden aldım. Sorunsuz çalışacağımdan emin olabilirsiniz.”

Annesini de mi asistandı? “Annen?”

“Annem babanızın asistanıydı. O emekli olurken ben başladım işe.”

İlbilge’nin gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Pınar!” dedi Gülümseyerek.” Babasının yanına geldiği bazı günler Pınar da burada olurdu, kendisinden birkaç yaş küçüktü.

Pınar da tebessüm etti. “Annemin size çok selamı var, bana sıkı sıkı tembihledi çok çalışmamı.”

“Benim de ona selamımı götür, teşekkür ederim. O zaman...” dedi etrafına bakındı. “İşe başlayalım.”

“Hemen efendim.”

 

                                                               ***

Koca günü önüne serilen şirketler grubu rapor incelemeleriyle geçirdi. Pınar odaya belki yirmi kez girip çıktı. En sonunda İlbilge, “Şurada otur lütfen, kapı eskidi Pınar,” dediğinde masanın önündeki koltuğa kedi gibi yanaştı genç asistan. İlbilge çalışırken o, telefonlarla mesajlara cevap verdi. Günün sonunda Hazar odaya girerken Pınar telefondaydı. Hazar’ı görünce ayağa kalkıp odanın bir köşesine geçti.

“Nasıl gitti?”

“Birkaç gün daha sürer, iyiyim merak etme,” derken adama bakıp gülümsedi.

“Koltuk mu sana sen mi koltuğa yakıştın ona bakıyordum.”

“Hım...” dedi, bilgisayarını kapatırken. “İkisi dersen sevinirim.”

“İkisi!” dedi yaklaşarak. “Bu özel günü kutlamak için yer ayırttım, sana sormadım ama sorun olur mu?”

“Nerede?”

“Bildiğim güzel bir yer var, ama herkesi davet etme suçu işledim.”

“Herkes kim?”

“Seninkiler, benimkiler, kuzenler ve eşleri.”

“Artı Selen.” göz devirdi. “Eh atamayız onu, günü gelene kadar.”

Pınar telefonu kapatınca ikisine bakmış, aralarındaki fısıltıyı öksürüğüyle bölmüştü. “İlbilge Hanım, iş dünyasının önde gelen beş dergisi sizinle hem röportaj hem de kapak resmi yapmak istiyor.”

Hazar’a baktı, “Gerekli mi?”

“Senin için iyi olur, hangileri?” derken Pınar’a döndü. Pınar dergi isimlerini saydı, Hazar içinden en uygun olanını seçti. Pınar notlarını alarak çıkarken, “O hâlde eve gidip, biraz dinlenip eğlenmeye gidiyoruz,” dedi Hazar.

 

 

Loading...
0%