Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@payelll

 

 

 

Hangi ressam o anlamlı gözlerin hakkını verebilir ki?

                    

Jane Austen/Aşk ve Gurur

 

 

Şık giyimleriyle merdivenin ucunda bekleyen kızlar ablalarını beklemekten sıkılmış, söyleniyorlardı. İlay, annesiyle babası arasında kalmış, kimse benzesem derken ortak bir benzerlikle doğmuştu. Annesinin tenini, açık saç rengini alırken babasından çene ve elmacık kemiklerini almıştı.

Altınay anneannesi benziyordu. Kardeşlerinden tamamen farklı görünüyordu. Kar beyaz ten, yeşil gözler, koyu kestane saç rengi…

Aybüke hepsine fark atacak kadar farklıydı. Cam gibi mavi gözleri vardı. Kumral teni, kuzguni saçlarıyla kimseye benzemiyordu.

Hazar dış kapıdan içeri girerken, “Abla,” diye bağırdı İlay üst kata. “Kök saldık kök.”

“Geliyorum,” diyen ses yakından geliyordu.

Hazar kızlara bakıp kaşlarını çattı. “Kızlar?”

“Abicim,” dedi Altınay.

“Bu kıyafetler çok açık değil mi?”

Kızlar başlarını eğerek kendilerine baktı, üçü de kendini beğenerek dudak büktü. “Aman abi ya eğleneceğiz,” dedi Aybüke.

“Size eğlenmeyin mi dedim? Neyse... Gözüm üzerinizde olacak.”

“İnsanın abisi olacak işte,” dedi İlay. İki adımda Hazar’ın koluna girdi. “Sen ablamı görmedin daha.”

Hazar daha cümleyi toplayıp düşünemeden topuk sesleri tıkırdadı beyninde. Başını merdivene çevirdiğinde gözleri fal taşı gibi açıldı.

Minicik! Etek mi o? Dudakları aralandı, gözleri kadının üzerinde basamak basamak arttı. İlbilge kalem gibi düz saçlarıyla, gece makyajıyla ve o kalçasını saran elbisesini dar eteğinin pililerini savurarak iniyordu. Ayağındaki bordo sivri uçlu ayakkabılarına bakıp gözlerini sıkıca kapattı Hazar, aynı hızla geri açtı. Uzun kolları olan elbisenin tek kapalı olan yeri ön kısmıydı.

“Nasılım?” dedi İlbilge etrafında bir tur dönerek.

Sırtı yok sırtı! Diyordu Hazar’ın sesi.

Kızlar Hazar’a, İlbilge hepsine birden bakıyordu.

“Efsane olmuşsun ablam,” dedi Aybüke. “Can yakacaksın can!”

“Can kalırsa yakar, adam öldürür bu güzellik,” dedi İlay.

“Abi!” dedi Altınay.

“Hazar, olmamış mı?”

Başını iki yana sallayan Hazar, kadının güzelliğine mi yansın gerçekten can yakacak olmasına mı, bilemedi. Omuzları inen adam pes etti. “Yanımdan ayrılmıyorsunuz!” Arkasını dönerek kapıya yürürken, “Allah’ım imtihanım Payidar kadınları olmasın!” diyordu. Kahkahalar eşliğinde doluştular arabaya.

Arabanın içindeki dört kıza bakarken deliriyordu Hazar. Eline bir örtü alıp hepsine sarmak istiyordu. “İkinci bir emre kadar etek boyları aşağı çekilecek!”

Kızlar dudaklarını ısırarak sessiz kalırken İlbilge, “Benim abim olmadığını hatırlatırım, ama onların da ablası benim.”

“Önce senin için geçerli!” dedi Hazar.

Kızlar kıkırdarken İlbilge’nin ağzı açık kaldı.

Gözlerini kısıp baktı İlbilge. Ağzını açarsa kavga ederlerdi, kısa süreli küsme garantiliydi. “Yarın vereceğim cevabını. Keyfimi bozma.”

Ona kısık gözlerle bakan Hazar başını aşağı yukarı geleceğin varsa göreceğin var diyerek sallıyordu. Aralarında sessizlik oluştu, araç adresinde durunca kapı açıldı ve güzeller güzeli dört kadının peşinden içeri girdi. Arkadaşları çoktan gelmiş, eğlenemeye bile başlamışlardı.

Selamlaşıp sarıldılar. Sahne hemen önlerindeydi, Melek çoktan fazlaca eğlenmeye başlamıştı. Selen de ona eşlik ediyordu. Silahlarını kuşanan Yağmur’un da İlbilge’den aşağı kalır yanı yoktu. Barlas’a ters ters bakıp arada laf sokuyordu. Barlas da boş durmuyor, iğnelerini hazır tutuyordu.

Sinan, İlbilge’yi görünce başını önce eğmiş sonra gözlerini çekmeden ona bakmaya devam ederken Hazar’ın radarına takılmıştı. İlbilge onu sevmiyor olabilirdi ama o, onun sevdiği kadındı. Karşısındaki eski sevgilisiyse özellikle ve gözlerini çekmeden bakıyorsa; kadın da yanındaysa gerekeni yapardı.

İlbilge yanında Defne ile konuşuyor, ikisi arasındaki soğuk savaşı göremiyordu. Beline dolanan kolu hissedince tüm bedeni kasıldı, başını eğdi, hissettiği şeyi görme dürtüsüydü bu. On santim kadar çekildi, sert bedene çarptı. Kol daha da sıkılaştı. Hazar’ın eli belini sarıp durdu. Parmakları beline baskı yaptı. İşaret gibiydi, ama farklıydı işte.

Hazar yapmak istediği, hep yapmak istediği ama asla olmayacak bir hayali yaşarken kendine eziyet ediyordu. Sıcak sarılma değildi belki, belki onun nezdinde gerçek bile değildi ama kolunun sardığı kadın hayatının tek anlamıydı, ruhunu yangın yerine döndüren ânı kalabalıklar arasında yaşıyordu. Olsun, sevdiği kadını kolunun altına hapsederken dünyanın tek hâkimi gibi hissetmesi bile yeterdi ona. Zaten öyle değil miydi? Ömrünü adadığı kadına sahip olan erkek dünyaya hükmedecek kadar güçlü hissetmez miydi? Dünya üzerinde ne için yaşardı insan, bir avuç sevgi için değilse ne? Kalbinde dağları devirecek gücü buluyorsa bunun nedeni sevdiği kadındı. İlbilge çok şeydi, her şeydi. Sevdiği kadına böyle sarılan bir adam her şeye sahipti.

Arkasına dönemedi, ne yapıyorsun diyemedi. Sırtının adama dokunmasını atlatmaya çalıştı, içine daha çok battı. Hızlı düşünen biri olarak düşünceleri zelzeleye kapılmış, saniyelerle geçmesini bekledi. Hazar’ın son darbesi daha vurucu oldu, kulağına eğildi. “Sana bir sürprizim var.” Tüm tüylerinin havalanıp hücrelerinde bedenine sıcak bir hava girdiğini hissetti.

O an kaldırdı başını, ela gözlerinde bir karışıklık, farklı bir bakış gördü Hazar. Gülmüyordu, ama asık da değildi yüzü. Anlamak istercesine karışıktı kadının bakışları. “Ne?” dedi İlbilge toparlayabildiği sesiyle.

Müzik değişti, bir an durdu ve yüksek, tanıdığı bir melodi kulaklarından dudaklarına gülümseyiş olarak asıldı. Hazar’a bakarken gözleri ışıldadı. Gülüşü büyüdü. “Yalan!”

Hazar’ın gülüşü de yüzüne dağılırken onu öpmek istedi, tam da gülüşünden. “Değil.”

Başını çevirdi, müzik yükseliyor İlbilge’yi ateşe çağırır gibi titreşiyordu havada. Ergenlik yıllarının başında konserlerine koşarak gittiği, evde ayna karşısında deli gibi klip koreografilerini ezberlediği pop sanatçısını sahnede gördü. Aynı hızla adamın kollarından kopmak istedi ama Hazar bırakmadığında ona döndü. “Benimle dans et!” dedi Hazar’a.

“Sanmıyorum, ama sahne senin.”

Yüzü düşer gibi olduysa da umursamadı, gülüşünü söndürmedi. Hazar’ın kulağına uzandı. “İyi ki çakma sevilisin, yoksa müzik duyduğunda benimle dans etmeyen biriyle evlenmek zorunda kalırdım.”

Kadının sıcak nefesini kulağında hissedince söyledikleri anlamını kaybetti. Geri çekilip gülümseyen İlbilge’ye çapkın bir gülüşle karşılık verdi. Kolunu gevşetince İlbilge kaçar gibi uzaklaştı. Hazar’ın ricasını kırmayan sanatçı sahneye çıkan İlbilge’ye elini uzattı. Çok sevdiği bir şeyin gerçeklemişi onu içine almıştı. Dans edecekti, en sevdiği sanatçıyla hem de. Elini ona uzatırken hafifçe reverans yaptı. Erken sanatçının yaşlanmak bilmez yakışıklı yüzüne hayranlıkla bakıp kendini çekmesine izin verdi. Sahnenin ortasına gelip durdular. En sevdiği parçanın ritmi yükselirken kendini müziğe kaptırdı.

Ondan sonrası Hazar için daha zordu. İlbilge’nin sahne ışığı vardı. Güzelliği tartışılmaz, çekiciliği aşılmazdı. Kadının saçlarına giden ellerini mi izlesin, kıvrılan bedenini. Şöyle bir etrafına bakındı. Eşi dostu hayranlıkla izliyordu. Kıskandı. Damarlarında dolaşan kıskançlık ruhunu talan etti. Tekrar sahneye döndüğünde sanatçının elini İlbilge’nin belinde görünce damarı şahlandı. Dans figürleri tensel temas gerektiriyordu ve sevdiği kadına bir başkası dokunuyordu. Ama o kadar mutlu görünüyordu ki hislerini yuttu. Birkaç dakikaya sığan danstı en nihayetinde, bitecekti. Süre uzuyor gibi geliyordu Hazar’a. Bitmeyen işkence gibiydi izledikleri. Tatlı ama kıskanç bir işkence.

Sonunda son tel tıngırdadı. Şarkı bitti, İlbilge ile sevdiği sanatçının sarılışın izledi. Birkaç kelime konuşmalarını izledi. Konuşurken Hazar’a döndü kadının ela gözleri, öyle güzel bakıyordu ki, ölecekti en sonunda. Sahnenin küçük platformundan öyle hızlı indi ki düşecek sandı Hazar. Ayağındaki topukları yok sayar gibi adım atıyordu. İki adımı hızla kapatıp Hazar’ın kollarına bıraktı kendini. Bir adım geriledi ama tuttu onu Hazar. Eli çıplak tenine değdi, diğer elini de sarmak zorunda kaldı.

“Teşekkür ederim,” dedi İlbilge. “Çok mutlu oldum.”

Dünyada cennet vaat edilecek olsaydı, bu; sevdiğin kadının sana koşması olurdu. Yalancı falan olamazdı o cennet, hissetmek yalan olamazdı. Onu kendi teninde hissediyordu Hazar.

Topukları üzerine inerken gülüşü eşsizdi, bakışı değişikti. Tüm kalabalığı dünyadan silmek ve onu deli gibi öpmek istedi. Hazar ona kilitlenmiş, aklı bambaşka yerlerdeyken bir ses geldi hemen diplerinden.

“Yanıyor ortalık yanıyor,” dedi Melek.

Ona bakıp gülümsediler.

Melek yanında yüzü sirke satan abisine bakıp dudak bükerek sırıttı. Yanaştı biraz daha, iğnelerini batırmaya hazır bir terzi gibiydi. Ama o konuşamadan Sinan’ın öldürücü bakışlarına gülümsedi Melek. “Canım abim,” derken abisinin yakasındaki hayali tozu silkeler gibi hareket yaptı. “Çok seviyorum seni.” Kahkaha atarak ayrıldı yanından.

Sinan derin bir soluk alıp gözlerini açıp kapadı. İnanmak istemiyordu, inanmayacaktı.

 

                                                                 ***

Ertesi akşam çalışma odasında toplanmışlardı. Selim Bey’in anlatacakları vardı, kızlar merakla hazır dururken Hazar her zamanki huzursuz tavrını takınmıştı.

“Seni dinliyoruz,” dedi İlbilge.

“O zaman başlayalım anlatmaya...” diyen Selim Bey koltuğuna kuruldu. Meraklı gözlere bakıp anlatmaya başladı.

“Selen’in babası iş adamı biliyorsunuz, tanıdığımız bildiğimiz biri. Burada bir sıkıntı yok, Mustafa ile uzun yıllardır dost arkadaş yani ben öyle biliyorum. Aslına bakarsanız ortada sorun yok. Mustafa ile Selen arasındaki sır her neyse sadece Selen, Mustafa ve babası Rauf arasında bir sır. Bilen duyan hatta izah eden bile yok. Mustafa Selen’e hisse verecek biri değil, hisseleri çocuklarından sadece Sinan’a pay verdi, kızların kocalarına güvenmiyor. Başkanlık koltuğu ortak kararımızla onda, biliyorsunuz. Mustafa bir şeye zorlanıyor, ama bunu asla çaktırmıyor.”

“Yani elde var sıfır,” dedi Hazar.

“Bu konuda evet,” dedi Selim Bey. “Defne’nin ve İkra’nın kocasının ne çevirdiğini bulduk. Hazar buldu daha doğrusu, ben de kontrol ettim.”

“Ne?” dedi İlay merakla.

“Biz önce bir fabrika zannettik ama dört fabrikada da yaptığı bir şey var. İkisinin de görev alanları içinde oradan vurmak istemişler. Nasıl fark etti Hazar anlatsın, size de tecrübe olur.”

Bakışlar Hazar’a kaydı.

“Dört fabrikaya giren ham madde ürünleri kontrol ettim, tonlarla ham maddenin bize getirisi hesap edilir, ama bu detayı yakalamak her zaman kolay olmaz. Ben giren ham maddeyle elimize geçen ürünleri karşılaştırdım ve büyük miktarda açık çıktı.”

“Malları çalıyor!” dedi İlbilge.

“Evet,” dedi Hazar. “Tam olarak bir yıldır, bizi uğrattığı zarar milyon dolarlarla hesap edilecek rakamlar. Bu kadar geç fark etmiş olmak benim hatam.”

“Kendini suçlama! Yılların kurdu Mustafa bile fark etmedi henüz,” dedi Selim Bey. “Yine erken uyandık sayılır.”

“Nerede bu mallar?” dedi Aybike.

“Muhtemelen bizden çalıp başkasına satıyor,” dedi İlbilge.

“Evet,” dedi Hazar.

“Ne yapacağız?” dedi Altınay.

“Öncelikli planımız Defne ile İkra’nın gözü açmak,” dedi Selim Bey. “Plan şu...”

 

                                                           ***

 

Günler sonra bir gece siyah kıyafetleriyle odalarından çıktılar, birbirlerine bakıp sırıttılar. Baştan ayağa siyah giyinmişlerdi.

“Abarttık mı? MİT gibi olduk,” dedi İlbilge.

“Bu geceki işimiz kendi paramızın peşinde MİT olmak,” dedi Hazar.

“Haklısın, gidelim o zaman.”

“Hanımlar önden.” Eğilerek geriye çekildi Hazar.

“Çok naziksiniz Hazar Bey.”

Yanlarına şoför almadılar, siyah dağ aracını seçmişlerdi. Araba bahçeden çıktı, biraz gidince durdu. Kendileri gibi giyinmiş olan Sinan onları bekliyordu, ama nereye gideceğinden haberi yoktu. İlbilge arka koltuğa geçmişti, Sinan Hazar’ın yanına oturup kapıyı çekince ikisine döndü.

“Ne oluyor, kim anlatacak?” Bir İlbilge’ye bir Hazar’a bakıyordu. Akşamüzeri telefon etmişti Hazar, sabaha karşı ikide kapı önünde hazır ve siyah giyin, demişti. Sinan anlamasa da tamam demişti. Yıllar önce, hayatlarının tatlı dönemlerinde birlikte sinemaya, konsere her yere birlikte giderlerdi. “Eski günlerdeki gibi mi takılacağız, bu saatte?”

“Keşke öyle olsa,” dedi Hazar.

İlbilge öne kayarak yaklaştı. “Silivri’ye gidiyoruz, plastik fabrikasına.”

“Bu saatte?” derken kaşları çatıldı Sinan’ın. “Neden?”

“Çünkü soyuluyoruz,” dedi Hazar.

“Ne oluyoruz?” Sinan’ın sesi yüksek ve şaşkın çıkmıştı.

“Eniştelerin bizi soyuyor Sinan,” dedi İlbilge. “Bizim, kardeşlerimizin paralarını ceplerine indiriyorlar.”

Sinan anlamaya çalışırken nefesini yuttu, ağzı aralandı.

Hazar motora yüklendi. “Defne ile İkra’nın eşi...” Bildiği her şeyi anlatırken araç otoyola çıkmıştı. Sinan onlara emin misin diye bile sormadı. Şaşkınlığı geçince öfkesi bedenine yüklenmeye başladı.

“Geberteceğim onları, ikisini de.”

“Kardeşlerin sana inanmaz!” dedi İlbilge. “Hiçbir şey yapmayacaksın.”

“İnanmaz tabii ikisi de kör kütük âşık.” İki eliyle yüzünü sıvazlayıp dirseğini cam kenarına yasladı. “Bir gün bir şey çıkacağına emindim ama bu beklediğim şey değil. Defne’ye annem de babam da yapma dedi, dinlemedi. İkra zaten ayran gönüllü, Cemal zorlanmadı kandırırken.”

“Engel olmalıydın,” dedi İlbilge.

Arkasına dönmeden, “Ne dememi isterdin, sevmeyin mi? Bu zamana kadar kim bu sözü dinlemiş ki onlar dinleyecekti?”

“Haklı olabilirsin, ama ne bileyim bile bile yanlışa oynamak olmuş evlilikleri.”

Sinan ona cevap vermedi, yolun geri kalanı sessizlik içinde devam etti. Şehir dışında olan fabrikaya uzak bir dağ başına farları kapatıp yanaştırdı Hazar arabayı. Fabrikanın mal giriş bölümünden geniş bir ışık huzmesi yayılıyordu. İlbilge elinde üç dürbünle indi arka koltuktan. Adım attıkları alanlara dikkat ederek ayakta konuşlandılar. Dürbünleri uzattı İlbilge. Tırdan mallar iniyordu, porklift araçla içeri alınıyordu. Tırın tamamen boşalması bir saati aldı, kapı önünden biriken ham madde ürünleri beklemeden ayrıldı tır.

Sabırla beklediler, aralarında laflıyor, nöbet tutarak izlediler. Yorulan toprağa oturdu ama vazgeçmediler. Tır ayrıldıktan bir süre sonra başka bir kamyon yanaşırken ayaklandılar. Üçü de elinde dürbün nefes almadan izlemeye başladılar.

“Kahretsin,” dedi Hazar. “Paralarımız uçuyor.”

“Son uçuşu, sakin ol,” dedi İlbilge.

“Delireceğim, gidiyor mallar,” dedi Sinan.

“Sakin ol şampiyon,” dedi İlbilge gülerek. “Sondu.”

“Babam sessiz olmamızı, duyulursa, suçüstü yapamadan müdürleri ve damatları elimizden kaçıracağımızı düşünüyor. Ellerine milyon dolarlar var. Defne, İkra ve Mila demeden kaçar giderler,” dedi Hazar.

“Amcam her zaman haklıdır,” dedi Sinan.

“Katılıyorum, amcam...” Biraz durdu ama sözlerini sakınmadı. “Mustafa amcamdan daha stratejik düşünüyor,” dedi İlbilge.

“Buna da katılıyorum,” dedi Sinan.

Paralarının kamyona binip gidişini izledikten sonra birbirlerine döndüler. Karanlıktan bir şey görünmese de kendilerini seçebiliyorlardı.

“Planımızın bundan sonraki evresinde bizimle misin?” dedi Hazar. Eski günlerde olduğu gibi elini ortaya uzattı.

“Her zaman seninleyim ben,” diyerek elini Hazar’ın elinin üzerine bıraktı İlbilge.

“Sonuna kadar sizinleyim,” dedi Sinan, elini İlbilge’nin elinin üzerine bıraktı. Birkaç saniye sonra elini ilk çeken İlbilge oldu.

“Sinan!” dedi, üzgün bir sesle. “Bilmen gereken bazı şeyler var.”

O sesi çok iyi bilen Sinan gelecek olana kendini hazırladı. “Daha ne olabilir?”

“Timuçin ve Cemal kardeşlerini aldatıyor.”

“Kızların bildiğini düşünmüyoruz,” dedi Hazar. “Defne bana mutlaka anlatırdı.”

“Bunu bekliyordum, ama yakalamadım hiç,” dedi Sinan, şaşırmadı ama üzüntüsü sesine yansımıştı. Derin bir soluk alıp verirken sıkıntısı geceye karıştı. Kardeşleri adına canı yandı, yaşanacak acıları bir an kalbinde hissetti.

“Üzülme,” dedi İlbilge, sırf laf olsun diye. “Yaşanacak acıların önüne geçemiyoruz ama en az hasarla atlatmak için elimizden geleni yapacağız.”

“Ne yapacağız İlbilge?” dedi Sinan. “Kardeşlerim bunu öğrendiğinde onların kalplerini mi sökeceğiz?”

İlbilge başını eğdi, cevap veremedi.

Sinan da eğdi başını, Hazar da. Üçü de toprağa bakıyordu.

Sinan ayak ucuyla toprağı eşeledi. “Acının içimizden geçişini izleyeceğiz. Ama az hasar ama yıkım...”

 

Loading...
0%