@payelll
|
Ben seni yazdım, herkes şiir sandı...
Cemal Süreyya Payidar kardeşler asansör kapısından yönetim katına adım attılar. İlbilge o sırada Hazar’la odasından çıkıyordu. Kardeşlerini birer iş kadını gibi giyinmiş, etraflarına yaydıkları gücün hazzıyla izlerken gülümsedi. “Onlar benim kardeşlerim.” Hazar da onun gibi hayranlıkla izliyordu. “O kadar belli oluyor ki, nasıl anlatsam bilemiyorum.” Sekreterler, asistanlar gözlükleri altından izler gibi bakıyordu. Sinan da kızların ardından odasından çıkmıştı, onları takip ederek yürüyordu. Selen tam arkasındaydı, üç güzel kadının sırtları dönük yürüyüşüne hasetle bakıyordu. Sinan’ın ardından devam etti. Ablası ile Hazar’ın yanına gelen kızlar durdu. Üçü birden ablasına göz kırptı. “Olmuş mu?” dedi İlay. “Efsanesiniz,” dedi İlbilge. “Kızlarım da gelmiş,” diyen Mustafa Bey’i görmek için hepsi birden döndü. “Nasılsın amca?” dedi Altınay. “Sizi gördüm daha iyiyim.” Toplantı çıkışı ne kadar iyi olacaktı göreceklerdi. Kızlar sinsice gülümsüyordu. “Hazır mıyız?” dedi Sinan kalemini cenine atarken. “Babam yeni geliyor,” dedi Hazar, asansörden inen yaşına meydan okuyan Selim Bey indi. Çalışanlarına selam verip alarak topluluğa yürüdü. “Hazırız,” dedi İlbilge. Selim Bey takım elbisesinin şıklığıyla karşılarında durdu. “Bu işi ilk kurduğumuz gün tek hayalimiz buydu değil mi Mustafa? Bir gün çocuklarımızın bize eşlik etmesi, bak çoğu burada.” “Öyle...” dedi Mustafa başını aşağı yukarı salladı, yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. “O hâlde gidip başkanlarımızı seçelim.” Selim Bey önde grup hâlinde en uçtaki toplantı odasına ilerlerken gitseler de fısıldaşsak diye bekleyen ekip kapı kapanıncaya kadar nefeslerini tuttu. Hepsinin gözü Selen’in üzerindeydi, Selen o koridora, o giden gruba öyle büyük kıskançlıkla bakıyordu ki etrafındakiler onun bakışıyla kurşun sıkacağını düşünüyordu. Kaç saniye orada öylece kaldı bilemedi Selen ama etrafı biliyordu. Tam bir dakika kıpırdamadı. Bir gün o odaya girecekti, o hisselere ve söz hakkına sahip olacaktı. Ucunda ölüm olsa bile yapacaktı. Kimse ama kimse ona engel olamaz yoluna taş koyamazdı. Topuğunu yere vurduğundan habersiz, odasına yürüyüp kapıyı çarparak kapattı. “İşler karışacak,” dedi Hazar’ın asistanı Hakan, İlbilge’nin asistanı Pınar’a. Pınar kendine yaklaşıp dedikodu yapan adama yandan bir bakış attı. “Bizi ilgilendirmez.” Hakan başını kaldırdı. “İlgilendirdiği için demedim, ne bu hava?” “İşinize bakın Hakan Bey,” diyen Pınar dönerek uzaklaşırken Hakan ardından böceğe bakar gibiydi. Toplantı odasında yerlerini alan kurul üyeleri için şu an için konuşulacak tek şey yeni başkanların kim olacağıydı. Mustafa Bey, Selim Bey köşesine çekildiğinden bu yana yani tam olarak iki senedir başkanlık yapıyordu. Durum bu masada biraz değişecekti artık. Yerini gençlere bırakmak gibi bir niyeti asla olmamıştı. Hayatı boyunca çalışan biri olarak emekli olmak, tepeyi kimseye vermek istemiyordu. Selim Bey arkasına yaslandı. “Mustafa iki yıldır başkanlığı ziyadesiyle yerine getirdi,” dedi üyelere bakarak. Mustafa Bey ona bakıyor, kaşlarını çoktan çatmaya başlamıştı ki Selim Bey’in, “Benim dayım artık babasının koltuğunu devralması gereken tek kişi olan İlbilge.” Mustafa’nın kaşları daha çok çatılarak İlbilge’ye baktı. “Saçmalama Selim, daha üç hafta oldu işe başlayalı.” Kızlar çıt çıkarmadan izliyor, Hazar ile Sinan da Mustafa Bey’e bakıyordu. “Onun çocukluğu burada geçti, okudu, diplomalı işletmeci, avukat ve ekonomi okudu. Babasının yerine geçmesini istiyorum. Başı ne zaman sıkışırsa biz buradayız.” Mustafa Bey sinirli bir gülüş çıkardı dudakları arasından. “Selim, burası holding!” dedikten sonra İlbilge’ye döndü. “İlbilge çocuk işi mi bu?” “Ben çocuk muyum amca? Yakında otuz olacağım, ömrümü bu holding için öğrenerek geçirdim.” Sesi sakin ve biraz da alay edercesineydi. Oğluyla birlikte üçte bir hissesine sahipti ama Hazar ve Selim onu seçerse başkanlık uçacaktı. Sinan burada etki etmiyordu. Bu yasal bir haktı ve diyecek sözleri varsa bile yutmuştu. Alnında biriken teri mendiliyle silerken oylama yapıldı. Oylama boyunca ecel teri döktü, itibarı yerle bir olacak kazandığı her şeyi kaybedecek hissiyle boğuştu. Engel olamaz ne dese kararı değiştiremezdi. Ama onu en çok sarsan oğlunun hakkını İlbilge’den yana kullanmasıydı. Selen kapı önünde dönüp duruyor, kötü giden bir şey olduğunu hissediyordu. Birkaç dakika sonra kapı açıldı, Mustafa Bey en önden sinirli bir tavırla ışık hızıyla geçerken hislerinde yanılmadığını anladı. Selim Bey çıktı, Mustafa’nın peşine düştü. Kızların ona ters ters bakışını çekerek çıkışını ve yanında duruşlarını da izledi. En arkadan Sinan, Hazar ve İlbilge gülüşerek çıkmıştı. “Sinan, ne oldu baban çok sinirliydi?” dedi bir çırpıda. “Bir şey olmadı.” İlbilge’ye döndü. “Yani başkanımız İlbilge Payidar, onu kutlasana.” Buna mı gülüyordu Sinan? Nişanlısı kesinlikle aptaldı. Dudakları kımıldadı ama demedi, diyeceğine ölürdü. Hakan adım adım yaklaşıyordu, Pınar da öyle. “Hakan, fotoğrafçı gelsin,” dedi Hazar. “Pınar sen de bir metin hazırla,” dedi İlbilge. “Ne metni efendim?” “Başarı Holding yeni başkanlarını seçti, CEO İlbilge Payidar, COO Hazar Krıkhan ile Sinan Yıldırım. Basına verilsin. Başlıkta ‘Başarı Holding’de genç nesil devri başlıyor.” Selen kalbine tekme yedi, sarsıldı ama ayakta kaldı. İlbilge iki kolunu havaya açtı. “Beyler.” Hazar ile Sinan İlbilge’nin koluna girmek yerine kendi kollarını kaldırdılar. İlbilge küçük bir kahkaha eşliğinde ikisinin koluna aynı anda girdi. Selen’i arkalarında bırakıp İlbilge’nin odasına girdiler. Gözleri doldu Selen’in, hırçın bir duygu alaşağı etti onu, içi nefretle doldu taştı. Derin bir nefes aldı. Başını salladı. “Geber!” diye fısıldadı ve sesini yine kendi duydu.
Mustafa’nın çarparak kapattığı kapıyı Selim aynı hızla açıp yavaşça kapattı. Elindeki kalemi odanın bir köşesine savurdu Mustafa. “Ne yaptın sen?” diye bağırdı. “Hakkı olana hakkını teslim ettim, oğlun bile destek verirken bu soruyu bana mı soruyorsun Mustafa?” “Oğlum ona âşık! Senin sağ duyulu olanı beklerdim.” “Oğlunun ona âşık olduğunu biliyorsun da neden Selen’le nişanlı?” “Sana ne! Sana ne Selim!” Sözler karşısında kaşlarını çatarak geriledi Selim Bey. “Ne biçim konuşuyorsun?” Mustafa koltuğuna oturup masanın üzerindeki bilgisayarı sertçe kapattı. “Üç tane çocuğun eline geçmişimizi bıraktın! Sen soktun İlbilge’nin aklına, inkâr etme!” “Sen ne dediğini bilmiyorsun! O Ekrem’in kızı! Her şeyin üçte biri onların. İlbilge babasının koltuğuna oturmayacaksa neden var?” “Çocuk diyorum sana duymuyorsunuz beni? Otuz yaşındaymış! Batalım mı onu mu istiyorsun?” “Biz de o yaşta attık bu şatafatın temelini, onlar bizim çocuklarımız; onlara güvenmiyor musun?” Mustafa öne eğildi. “Güvenmiyorum!” “Güveneceksin! Köşene çekil artık, bırak çocuklar yollarını bulsun. Bir yanlışa düşerlerse biz neden varız? Tutarız ellerinden olur biter, anlamıyorum bu tavrını.” Mustafa için işi demek yaşamak demekti. Nefes almak, yaşadığını hissetmek. Gitmez, kalır yine çalışırdı ama elinden alınmış bir imzası vardı artık. Hem de kim? Ekrem’in kızı, sevdiği tek kadının kızı. Dostunun kızı. Lanet olsun, annesine o kadar çok benziyordu ki Mustafa ondan bu yüzden bile onu çok seviyordu. Ece onun kalbinde capcanlıydı, onu son nefesine kadar sevecekti, ama kızını gördükçe onun hayatta olmayışını anımsıyor, çaresizce ölmek istiyordu. “Hiçbir şey, beni yalnız bırak.” “Ben senin asistanın değilim, ağzını topla.” İki adam saniyeler boyunca sertçe bakıştı. Selim onun artık delirme noktasına yaklaşıyor olduğunu anlamıştı. Bakışlarını çekip arkasını hızla dönerek kapıyı bu kez kendi sertçe kapatıp çıktı.
***
Payidar kardeşler, Hazar ve Yıldırım kardeşlere dostları da eşlik ediyordu yemekte. Selen davet edilmemişti ki zaten yemekten haberi de yoktu. İkra ile Defne’nin eşleri de çalışıyordu, en azından onlar öyle biliyordu. Yağmur, Bahar, Giray ve Barlas da vardı. Barlas ile Yağmur nasıl olduysa karşılıklı oturmuştu. Yağmur Barlas’a bakıp yüzünü buruşturuyor, Barlas da ona yanı şekilde karşılık veriyordu. Bahar ile Giray her zamanki aşk kuşları gibiydi, dip dibe ve temas hâlindeydiler. “Demek arkadaşım CEO oldu,” dedi Bahar. İlbilge gülümsedi. “Oldu, daha güzel işler yapacağız. Daha yukarı en yukarı çıkacağız.” “Yakışır sana,” dedi Yağmur, göz ucuyla Barlas’a baktı. “Bazıları gibi hâlâ boş gezip aile parası yemiyorsun ya.” Lafın kendine çarpıldığını anlayan Barlas sırıttı. “Canım, kendine eğlence için beni seçmen çok hoşuma gidiyor ama ben yıllardır kendi işimde çalışıyorum.” “Kendi işiymiş...” Ağzı içinde geveledi Yağmur. “He canım he.” Kendileri birbirlerine uyuz oluyorsa da etrafındakiler onların bu hâlini seviyordu. Hazar en çok eğlenenlerden biriydi. Yağmur’un pes etmeden laf sokmasına ve her zaman farklı cümleler kurmasını komik buluyordu. “Düğün ne zaman?” dedi Defne. Ortamda sorunun kime gittiği anlaşılmayınca birbirlerine bakmaya başladılar. Defne gülerek, İlbilge abla, Hazar ile sana diyorum.” “AA!” dedi İlbilge kendini toplayıp, Hazar’a döndü. “Konuşmadık.” Defne’ye dönerken, “Ne acelemiz var.” Melek bilmiş bir tavırla kıkırdadı. “Abla ve abicim siz aynı evde yaşıyorsunuz. Bir tarih vermezseniz sonsuza kadar böyle gidecek gibi duruyorsunuz.” Hazar bozuntuya vermeden sırıttı. “Biraz nişanlı falan kalalım diyoruz,” dedi ama masadakilerden Sinan hariç hepsi kahkaha attı. Sinan önündeki tabağa bakıyor, dudağının ucuyla gülümsüyordu. “Ne canım?” dedi İlbilge. “Neden gülüyorsunuz?” “Ablacım,” dedi Altınay. “Birbirinizi mi tanıyacaksınız? Ha, sen Hazar abimden bir ay küçüksün aradaki açık tarih engelse bilemeyeceğim.” İlay girdi söze, yalan haber olduğunu biliyorlardı ama maksatları farklıydı. “Abla adın çıkmaz değil mi?” “Ne ad çıkması İlay?” dedi kaşları çatık. “Hazar ile İlbilge evlenmiyor, birlikte yaşıyor diye falan filan.” “Gitmeyin ablamın üstüne,” dedi İkra. “Yirmi dokuz yıl daha lazım belki.” Yüzünde her an gülecek ifadesini taşıyordu. “Rahat bırakın sevgilimi!” dedi Hazar. “Size ne canım ne istersek onu yaparız.” Kolunu kaldırıp İlbilge’nin omuzuna sardı. “Değil mi?” derken kadının kendine dönen ela gözlerine baktı. İlbilge’nin ela gözlerinde kahkaha atan pırıltılar dolaşıyordu. “Hiç! İşinize bakın,” derken masadakilere döndü. “Biz evlenmeye karar verdik,” dedi Giray. “Madem güzel bir neden için toplandık, ikiye katlayalım.” Bahar başını Giray’a yasladı. “Tebriklerinizi alırız. Bir ay sonra nişanlanıyoruz.” Masada tebrikler havada uçuştu, mutluluklar paylaşıldı, gecenin geri kalanı Sinan için sessiz ve acılı geçerken kendisini yapayalnız hissetti. Kalbinde çaresiz bir kıpırtı dolaşıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Kaçırdığı trene mi yanmalıydı yoksa savaşmalı mıydı? Karmakarışık bir hâlde kalabalıklar arasında tek başınaydı.
***
Yatağında dönüp duruyor ama uyku tutmuyordu. Belçika’da uykusu gelinceye kadar salonda koltuğa kıvırılır, çoğu zamanda uyur kalırdı ama burada bunu yapmamak için direniyordu. Sabah birinin onun koltukta uyurken bulmasını istemiyordu. Saatine bakındı, gece bir buçuktu, sabah işe gideceği gerçeğiyle inledi. Ayaklarını yere bastı, etrafına bakındı, yastığını çekip aldı, dolaptan ince bir örtüyle parmak uçlarında odasından çıktı, sağına soluna bakınıp merdivene ilerledi sessizce. Çıt bile çıkarmadan indi. Salona geçip geniş koltuğa yastığını bıraktı. Kendini atıp örtüyü üzerine çekti. “Çok şükür,” dedi gözlerini kapatıp, ama geri açıp yan döndü. Geniş cam duvarlardan ay ışığı sızıyordu. Onu izlemeye başladı. Aklında olan biten, olmayan ve olacak olanları hesaplamaya başladı. Mantığa oturtamadığı Selen’i düşündü. Sinan geldi aklına, gece birden sessizliğe gömülmüştü. Yakışıklı yüz hatlarını keder sarmıştı, dışardan dikkatle bakan herkes görebilirdi. İyi insanların kötü babalara sahip olması karma mıydı, kader mi? Denge miydi, imtihan mı? Döndüğünde farklı düşünüyordu, çocuklarının biraz olsun kalbindeki nefrete hizmet etmesi gerekirken içinde onları savunurken buluyordu. “Ah anne...” diye sesli inledi. “Bu huyunu bana vermek zorunda değildin!” Annesi Ece merhamet timsali bir kadındı, karıncayı parmağına alıp gezdiren onunla eğlenen bir tek annesini tanımıştı. Hoş babası da annesinden aşağı kalır değildi ama Ekrem Bey iş dünyasında acımasızlığı öğrenmişti. Annesi kadar değildi. İlbilge kötü olacaktı, acımasız. Mustafa’ya asla acımayacaktı. Belki sonunda Sinan, Defne, İkra ve Melek onu affetmeyecekti belki yolları ayrılacaktı belki iş ortaklıkları son bulacaktı ama İlbilge annesinin intikamını bırakmayacaktı. Belki o zaman huzurla uyurdu. Hazar dediği gibi vicdanı sızlamayacaktı. On senedir yaşadığı iç kaosu sona erecekti. “Sen burada ne yapıyorsun?” Hazar’ın sesiyle yerinden sıçradı. “Sessiz ol. Asıl sen ne arıyorsun?” Hazar yavaş adımlarla başına kadar yürüyüp dikildi. “Burada neden yatıyorsun?” “Odamda fare var,” dedi gülmemek için, yastığına iyice gömüldü. “Yalancı, çığlık duymadım.” Annesiyle babasını ölü görmüş birinin çığlık atmasını bekliyordu. İç geçirip bacaklarını topladı. “Fareden korkmuyorum Hazar. Sen ne diye ayaktasın.” “Ben zaten az uyuyorum, bilmiyor musun?” Biliyordu. “Çök yere sana bir sır vereceğim.” Hazar sesli gülümsedi. İlbilge’nin başucuna yere oturdu. “Neymiş?” İlbilge ay ışığına bakmayı sürdürdü. “Odamda uykuya dalamıyorum. Bu, yeni olan bir şey değil.” Hazar’ın gülüşü soldu. Yan dönerek kolunu koltuğa yasladı. Ay ışığında parlayan saçlarını izliyordu. “Neden?” “Terapiye falan gitmedim, ama kendimi iyi tanıyorum; annemle babamı bulduğum geceden bu yana bende oluşan bir durum. Sanki o gün odamda uyumayı bıraktım. Mecbur kalınca zorluyorum kendimi ama sabaha karşı ancak dalıyorum.” Hazar tüm hikâyeyi biliyordu, en ince ayrıntısına kadar hem de. İçi sızladı, bunca zaman bunu fark etmemesine kızdı. O günlere geri döndü. İlbilge koynunda İlay ile yatardı. Bazen diğer kardeşleriyle bazen yine böyle koltukta otururken bulurdu ama bunun onda kalıcı olduğunu bilmiyordu. Belçika’da da aynı evi paylaşmışlardı gidip geldikçe ama o zaman da görmemiş, fark etmemişti. “Sanki ses duyup odamdan çıkacak ve her şey başa saracak duygusu geçmiyor Hazar.” Sözlerinin sonuna doğru sesi titredi. “Annemin o son sesi, sözleri. Babamın yaptığı şeyi unutamıyorum. Geçmiyor.” Hazar’ın eli açılıp havaya kalktı. Işık altında parlayan saçlarını okşamak istedi, içinden geldiği gibi sevmek. Geçecek demek, sarmak, sıkıca sarılmak. Titredi eli havada, yapamadı. Yumruk yaparak alnına yasladı, gözlerini kapattı. “Bir gün geçecek.” “Umarım.” “Hadi odana geç, kapının önünde beklerim ben. Ses gelmeyecek, gelirse de ben bakacağım.” Bir dakika kadar sessizlik oluştu, İlbilge örtüsünü kaldırıp açtı, yastığını kucakladı. “Söz mü?” “Söz!” Hazar ayağa kalkıp elini uzattı. “Eşyalarını eline sıkıştıran İlbilge bir elini ona uzattı. Hazar’ın sıcak parmakları kavradı buz gibi tenini. “Ne kadar soğuk ellerin.” “Uyuyunca ısınıyor.” “Bir anca uyuman lazım, sen ki koca holdingi yöneteceksin.” Önden ilerleyip kadını da arkasından sürükledi. “Hazar, ben korkuyorum, batırırsam kendimi affetmem.” “Ben yanındayım, batmayacaksın.” Merdivenleri çıkmaya başladılar. “Telefonun hep açık olsun, mesajlarımı mutlaka hemen oku. Akşama kadar soru soracağım.” “Tamam,” derken gülümsedi. “Ben yanına sabah öğle akşam uğrayacağım, merak etme.” “Biraz rahatladım galiba.” Odasının önüne geldiklerinde Hazar kapıyı açıp girmesini bekledi. “Hadi prenses, çakma prensin seni her şeyden korumak için burada olacak.” Odasına girip kapıyı kapatırken, “Sen...” dedi. “Çakma olmayacak kadar gerçeksin. Bir ara düğün tarihi bulalım, sonra bön bön bakışıyoruz.” Saçma bir gülüş fırladı dudaklarından. “Benimle mi evleneceksin?” “Elimdeki mal bu, ne yapayım? Şimdi kim bulacak anlaşacak da tanıyacak da falan. Hazır aday var.” Küçük bir kahkaha atarak kapıyı kapattı. Sözleri kulaklarından girip gülümseme olarak dudaklarına ulaştı Hazar’ın ama hemen sonra elinde kendini garanti tutmasının gerçeğini anladı. Kapı aniden tekrar açıldı. Karanlıkta kendine bakan kadına şüpheyle baktı. “Ne oldu?” “Sen benimle evlenmek istemiyor musun? Kusura bakma ama zorla alamam seni! Selen miyim ben beni sevmeyen adamla evleneceğim?” “İlbilge!” dedi fısıltılı ama sertçe. “Git ve uyu!” “Tamam.” Tam kapatacakken durdu. “Teşekkür ederim.” “Ne için?” “Hayatta nazımı çeken tek erkek olduğun için bir de yanında rahatça saçmalamama izin verdiğin için.” Hazar’ın omuzları düştü. “İyi geceler.” Kapanan kapının yanına oturdu, sırtını duvara verip başını arkasına attı. Koridorun apliklerinden sızan ışıkların tavana vuran gölgelerini izledi. “Çok güzel saçmalıyorsun, bilemezsin.”
|
0% |