Yeni Üyelik
30.
Bölüm
@pekbiafiliyalnizli

merhaba nasılsınız?
umarım iyisinizdir bölüme dair yorumlarınızı bekliyorum

finale adım adım... 🌹

Dinçer'den

Kurşunlar susmuş, yağmur dinmiş ve dünya durmuştu. Benim varlığından habersiz olduğum kızım ölmüştü.

Nefes alamıyordum, kurşunlar tenimi yalayıp geçerken yapabildiğim tek şey duyduğumu inkar etmekti, ''Yalan söylüyorsun,'' dedim öfkeyle, ''Benim canımı acıtmak istiyorsun.''

''O kadar kör kalpli değilim,'' dedi sallantılı bir sesle.

Olduğum yere çakılı kalmışken içime çekmeye çalıştığım nefesler ağzımdan içeriye bir bıçak gibi giriyor, uzun zamandır yaşamayan benliğimi defalarca kez daha öldürüyordu.

''Şef, iyi misin?'' Sorusunu çok sık duyuyordum, cevap veremeyecek kadar ölü hissediyordum.

Kocaman bir kayaya sırtımı yaslamış, sağanak yağmurun, ve gök gürlemelerinin arasında kızımı düşünüyordum. Yapamadığım bir çok şeyin aksine yaptığım tek şey Belçim'in mevzisine doğru koşmaktı.

Koluma hissettiğim sızıya aldırmadan ilerlerken Atmaca üzerime atlayıp beni kenara çekti, ''Bırak!'' dedim isyan eder gibi, ''Bırak Belçim'in yanına gideceğim!''

''Bırakırsam varacağın yer tahtalı köy olacak! Direnme Şef!''

Yakasına yapışıp ittim, ''Emrediyorum bırak beni!''

Kolumdaki anlamsız sızıdan dolayı sol elimi kullanamıyor, tek elimle ondan kurtulmaya çalışıyordum, o ise beni zorla mevziye çekmeye çalışıyordu, ''Bırakayım da öl! Evleneceğim lan ben, cenaze üzerine düğün kurulmaz!''

''Bugün benim cenazem var ama.''

''Cennete gidersen anacığıma selam söyle.''

''Ateş! Bırak lan beni.''

Kolumun acısıyla ona direnemedim, o da üstüyüm demeden beni mevzinin gerisine fırlattı, ''Kes sesini! Adam gibi dur şurada, çatışmayı bitirip geleceğim.''

Beni ittiği yerken kalkmayı denedim, ''Belçim'i göreceğim.''

Gidecekken engelledi, ''Efe, gel zapt et şunu ilerideki teröristleri vurup geleceğim kızlar tek kaldı!''

Efe yanıma geldi, boynundan çektiği fuları koluma sarmaya başladı, ''Ne yapıyorsun Dinç? Çatışmanın ortasındayız!''

''Belçim iyi mi?''

''Begüm koruyor onu, hallediyorlar.''

''Kolum niye kanıyor lan?''

''Arı sokmuş birader.''

Öfkeyle silahıma sarıldım, ''Efe geç yerine, mevzi al.''

''Kolun yaralı lan, delilik etme!''

''Geç mevzi al!'' diye emir verdikten sonra kulaklığıma dokundum, ''Herkes saldırsın, kısa sürede bitireceksiniz çatışmayı! Anlaşıldı mı Kof?''

Belçim hariç herkesten onay geldiğinde en uygun mevziye geçtim. Az önce yaptığım amatörlüğü bir kanara atıp gözümü bürüyen öfkeden kurtulmayı denedim ve silah arkadaşlarım gibi çatışmaya başladım. Bana en yakın mevzide Atmaca vardı.

''O kolla nasıl atış yapıyorsun sen?''

''Diğeri sağlam birader.''

''Ne bu ateş lan, bizi vuracaksın yavaş ol.''

''Ateş aktive et şu Atmaca modunu hadi aslanım.''

''Düğünüme gelirsen olur.''

''Altın saat alacağım sana.''

''Altın erkeğe haram, benim altınım Elifem olacak inşallah.''

''Efe bitirin şu çatışmayı, Belçim'i getir bana.''

''Tamam, sakinleş halledeceğim.''

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, çatışma bittiğinde geriye kalan pürüzleri umursamadım. Kurşun seslerinin bitip bitmediğini anlayamıyordum. Kafamda dönüp duran tek şey Belçim'di. Karşıma geçen Begüm'ü de zor fark ettim.

''Dinçer iyi misin?''

''Değilim.''

''Yaran kanıyor, bırak da bakayım.''

Omzumdan akan kan yerleri boyarken ardımdan seslenen Begüm'ü duymadan Belçim'i bulmaya çalıştım. Beylik silahını eline almış, yerde yatan teröristleri kontrol ediyordu. Ona doğru her adım atışımda deprem oluyordu içimde. Arkasında bıraktığı terörist hareketlenip onun sırtını hedef almışken belimdeki silahı çıkartıp bir el ateş ettim. Belçim'in gözleri beni bulduğunda karşı karşıya kaldık.

''Sen,'' diye konuştum acıyla, ''ne dedin bana?''

''Kolundan vurulmuşsun.'' diye konuştu hayretle, ''Durma burada, kuytuya geçelim.''

''Ne kolundan bahsediyorsun, az önce kalbime sıktın.'' Nefes almaya çalışarak sordum, ''Belçim, ne dedin tekrar söyle, hadi.''

''Bir şey demedim.'' diyerek gitmeye çalıştığında önüne geçtim. ''Belçimim, bak aklımı kaybedeceğim. Yanlış duydun de, yalan söyledim de, ulan öyle şey mi olur de... Yalvarırım, doğru değil de.''

Yağmurun altında deli gibi ıslanırken bile gözlerinin dolduğu fark ediliyordu, bu hayatımda aldığım en kötü cevaptı. Olduğum yerde kalakaldığımda etrafımızın kalabalıklaştığını fark etmem de uzun sürdü. Ekip toplanmıştı.

''Dinç, iyi misin lan?'' diye sordu Efe, ''Ne bu halin, kendine gelsene.''

Koluma dolanan bez parçasına baktım Begüm yardım ediyordu, ''Şef otur şöyle, ayakla kalma kan kaybediyorsun.''

''Etrafı temizledik adamı da yakaladık, şimdi ne yapıyoruz şef?''

''Adam şimdiden itirafçı olacağım diyor, emrin nedir şef?''

''Şef telsiz sana, amir arıyor.''

Şef şef şef... Duyduğum ama hiçbirini anlamadığım anlamsız cümlelerin sonu gelmiyordu, burnuma uzatılan telsizi Atmaca çekip aldı.

''Komiser Dinçer Demirsoy, operasyon başarıyla tamamlandı. Konumu iletiyoruz, gerekli hava desteği bekliyoruz arz ederim.'' diye konuştuktan sonra telsizi hücum yeleğime koydu, ''Sen de geç şöyle, halledeceğiz.''

Bir kayanın dibinde öylece oturmuştum, Begüm üzerime yağan yağmuru kesmeye çalışırken Efe hâlimin ne olduğunu soruyordu, benim tek yaptığım Kâzım'ın uzattığı sigarayı elimi yağmura siper ederek içmekti.

Belçim benden uzak bir köşede yağmura göğüs gererken ağladığını çok iyi biliyordum. Aynı benim ağladığım gibi yağmura karışıyor nasılsa diye ağlıyordu.

Helikopter bizi almaya geldiğinde Belçim binmek istememişti, Atmaca iknaya çalışırken gözüm kulağım ondaydı.

''Ne yapacaksın gelmeyip, dağ başındayız!''

''Gelmiyorum Ateş, gidin işte.''

''Bana bak adamın elinden tutup benim yanıma eğit diye bıraktığı cahil kız değilsin, polissin sen. O aklını başına al, geç şu helikoptere!''

Belçim itiraz edecekken yanlarına gidip Atmaca'nın omzuna dokundum, ''Sen geç, geliyoruz biz.'' diyerek uzaklaştırdım.

Belçim'in yüzüne baktığımda kendimi görür gibi oldum, ikimiz de perişandık. ''Yüzleşmekten mi korkuyorsun?'' diye sordum, ''Yoksa benden mi?''

''Kendimden,'' dedi, ''Çok korkuyorum.''

''Belçim aklımı kaybediyorum.'' dedim titreyen bir sesle, ''Anlıyor musun beni?''

''Farkındayım, o kurşun omzuna da gelmeyebilirdi.''

''Keşke gelseydi, ama o zaman beni kızımızın yanına gömmezdin değil mi?''

Gözleri titredi, ''Öyle konuşma, hayattasın.''

''Hayatımı sikeyim, kafama sıkayım.''

''Helikopter seni bekliyor, hadi git.'' dedi kurtulmak ister gibi.

''Seni burada bırakmam, biliyorsun. Hadi bin şuna.''

''Bırak beni bu dağ başında, çekip gideceğim kendi hayatıma.'' dedi hızlı hızlı, ''Bir daha karşına çıkmam, beni görmezsin. Söylediğimi de unut gitsin, olmaması gerekiyordu, bitti.''

Onun aksine acımı yaşarken sakindim, ''Sen bırak dediğinde ne zaman bıraktım seni? Kaç kez boşanma davası açtın sen bana? Hangisinde hakime karıma aşığım demedim, söyle?''

''Siktir, ne karısı lan?'' tepkisini veren Kâzım'dı. Begüm ise sendelemişti olduğu yerde. Efe tepkisiz kalırken Atmaca da ''Kızım bu muydu kocan?'' diyen kişi olmuştu. Herkes şaşkınca bize bakarken Belçim'e döndüm.

''Belçim benim karım, herkes ona göre ayağını denk alsın.'' diyerek sağlam kolumda beline dokunarak onu yönlendirdim. Begüm'ün mahcup bakışlarını görmezden gelerek helikoptere karımın yanına yerleştim.

''Belçim, niye söylemedin?'' diye hesap sormaya başladı, ''Hıyar turşusu muyum ben?''

''Babam istemedi.''

''O zaman tamam.''

''Sikeceğim babanı da,'' diye konuştum, ''Bir daha baba demeyeceksin o herife.''

''Yalnız değiliz sesini alçalt.''

Başımı çevirdiğimde ekibin bize baktığını gördüm, ''Ne bakıyorsunuz lan, aile var aile! Dönün önünüze!''

''Daha önce bilsek ona göre davranırdık,'' dedi Kâzım, ''Gelin hanımı rahat ettirirdik.''

''Karımla ilgili konuşma, ciddi ol atarım seni helikopterden.''

Zor geçen helikopter yolcuğundan sonra nihayet yerimize varmıştık. Günlerdir oradan oraya sürüklendiğimizden iki gün ekibe izin vermiştim. Belki de kendime süre biçtim, iki gün, kırk sekiz saat sonra hiçbir şey olmamış gibi göreve dönebileceğime dair Fırat amcama sözler verdim. Eğer tutmazsam bir durum olduğunu anlardı, şimdi kendime bile anlatamadığım şeyi dillendiremezdim.

Tüm ekip dinlenmeye çekildiğinde nizamiyedeki nöbetçilere Belçim'in çıkışının yasaklı olduğunu söyledim. İstese de buradan çıkamayacaktı, bir kez daha benden kaçamayacaktı.

Odama geçmeden önce ilk iş revire uğradım, üstümde kalan haki tişörtün kolunu kesen hemşireye döndüm, ''Bebeğin cinsiyeti kaçıncı ayda belli olur?''

''Genelde dördüncü aydan sonra belli olur.''

''Kürtaj, yasal mı?''

''Yasal.''

''Dördüncü aydan sonra bebek alınır mı?''

''Onuncu haftadan sonra alınmaz, yasak ve riskli.''

Başımı sallayarak onayladım. Kafamda dönen bir sürü düşünce içerisinde hangisine takılsam şaşırıyordum. Kolumun sargısı bittiğinde ayaklandım.

''Komiserim, çocuğunuzu mu kaybettiğiniz?'' diye soran hemşireyi duyduğumda ayağa kalkarken sendeledim.

''Kaybetmişim,'' dedim acıyla, ''Annesi öyle diyor.''

Belçim'in kapısına dayanıp her şeyi öğrenmekten korkuyordum. Biliyordum ki ne söylerse söylesin yine paramparça olacaktık. Daha her yöne saçılan parçalarımızı toplayamamışken bir kez daha parçalanmaya hazır değildim. Bir yandan da un ufak olduğumu hissediyordum.

Hava kararırken odama girdim. İlk geldiğimde duvara astığım Halil ağabeyin fotoğrafına selam durup bensizken tozlanan çerçeveyi sadece bu iş için kullandığım bezle silmeye başladım. Dikkatle fotoğrafı karşıma asıp bir süre yüzüne baktım. Dertlerimi, yüklerimi anlattığım adam bir kez daha anlat kardeşim der gibi bakıyordu.

''Nasılsın ağabeyim benim, günler oldu konuşamadık. Sana demiştim ya hani, karımla hep kızımız olsun isterdik, ismini bile koymuştuk diye. Bizim ailede kız çocuğu bir başka sevilir, babamlar baş tacı ederlerdi. Babam ilk başka genç yaşta dede oldum diye kızar kendisine Selim dedirtirdi, annemde bozulurdu biraz. Halide yengem kesin ağlardı bak, hiç dayanamaz bebeklere. Ali amcam kulağına ezan okurdu, Fırat amcam suç ortağı olurdu. Atlas kesin kıskanırdı benim kızımı. Doğum gününde ona çok hediye aldık diye bayılır dikkat çekerdi. Demir gözü gibi bakardı... Ben çok severdim Halil ağabey, öyle çok sever, korurdum ki tek toz zerresi değdirmezdim üzerine.''

Yutkundum acıyla, ''Tüm bu hayaller yaşanamaz. Karım, öldü kızımız diyor, nasıl oldu diyemiyorum ağabey. Korkudan ağzımı açamıyorum. Benim kızım ölmüş, ben burada yaşıyorum. Bu nasıl dünya ağabey, bu nasıl bir acı?''

Ranzamın dibine çöktüm kaybedişle. Ağladım saatlerce, nefes alamadım. İçimde yakılan yangını söndüremedim. Odamın duvarları üstüme geldiğinde bahçeye çıktım, en ücra köşeye sindim, sigara ateşledim hızlıca, duman üzerimde gezinirken düşüncelerimle yalnız kaldım.

Saatlerdir durduğum, gezindiğim, kendime küfürler ettiğim, hayatıma bela okuduğum bahçede dolanırken defalarca çalan telefonuma artık dayanamamış ve kapatıp bir köşeye fırlatmıştım. Üzerimde görev varken Belçim'den ancak birkaç kilometre uzaklaşabiliyordum, hayatım boyunca yanında kalmak istediğim kadından gerçeklerle yüzleşmemek için dağlar kadar uzak kalmak istiyordum. Hadi git hesap sor diyen içimdeki sese küfürler ediyordum, kızımın ölüsünün hesabını ben annesinden nasıl soracaktım lan?

Bir süre sonra Belçim kendi ayağıyla yanıma geldi. O ağzını açmadan arkamı dönerek konuştum, ''Bu gece olmaz, hiçbir şey duymak istemiyorum.''

''Tek seferde anlatacağım ve bitecek.'' dedi kararlı bir sesle. Karşıma geçti, ''Her zaman anlatamam sana, çok can acıtıyor.''

Öfkeyle baktım saatlerce ağladığı belli olan yüzüne, ''Neyi anlatacaksın bana sen? Hamile hamile benden kaçmanı mı?''

''Ağabeyimi öldürdüğün için kaçtım ben senden, giderken hamile olduğumu bilmiyordum.''

''Bilsen de giderdin.'' dedim kırgınlıkla, ''Evlendiğimizden beri gerçekten aile olmak istemedin. Ben ya da ailem bir hata etse de gitsem diye bekledin, kendine gitmek için hep sebep aradın durdun. Senin ayağın zaten hep o eşikteydi.''

İçimde kalan sorulmamış soruları, ona duyduğum kırgınlıkları ortaya dökme zamanı mıydı bilmiyordum ama önü açılınca ardı da geliyordu. Onun da eskiye dair konuşacak şeyleri olduğunu gözlerindeki ifadeden bile anlıyordum.

''Haklısın, en başta böyleydi. Bu da kötülüğümden değil ezikliğimdendi. Şimdi daha iyi anlıyorum, sevgi bilmemiş, değer görmemiş hayvan pisliklerinin arasında yaşamaya çalışmış köylü kızın tekiydim. Sizin villalarınıza yakışmam diye düşündüm, seni layık görmedim kendime. Ama inkar etme ben seni zor olsa da kabullendim, kocamsın dedim. Aileni aile bildim, kabul ettim, sizi başımın üstüne koydum. Eğer sen bana ihanet etmemiş olsaydın, biz şimdi çok mutluyduk Dinçer, inkar etme.''

''Ben sana ihanet etmedim. Yaptığım her şey seni sevdiğimdendi.''

''Ağabeyimi öldürmen bile mi?''

''Bilerek yapmadım!'' dedim öfkeyle, artık içimde tuttuğum her şeyin söze dökülme vakti gelmişti. Elimdeki sigarayı fırlattım yere, ''İlk görev yerime tayin olduğumda şehit olan Halil Eskisoy'un kardeşi Hamit de ağabeyi gibi polisti. Operasyon sırasında teröristlerin esir aldığı haberi geldi. Lan dedim bu adama mahcubum, ölüsüyle ağabey kardeş olduk. Bu adamın fotoğrafına sabah, akşam, yatarken bile selam duruyorum. Seni bile anlattım, kendime söyleyemediğim her şeyden onun haberi var! Şimdi koruyacaksın o adamın kardeşini dedim kendime, sözler verdim, yeminler ettim!''

Belçim beni dikkatle dinlerken belki de ilk kez karşısında bu kadar deli görünüyordum.

''Birkaç operasyon önce biz onların itlerini tutuklamıştık, onu istiyorlardı. Tamam dedik, gencecik bir polis var orada, şehit kardeşi lan adam, yaşlı bir anneleri var, ikinci kez şehit acısı yaşamasın, oğlunu toprağa vermesin, tek bir polis uğuruna yansın tüm teröristler dedik. İti hazırladık, takas edecektik, değişimi yapacak polis operasyon alanındaydı, biz de etrafında onu koruyorduk. Operasyon sırası geldiğinde bir hainlik olduğunu anladım. Kafasında çuval vardı ama bize teslim edilen Hamit değildi, dürbünden izledim elinde de kablosuz jf5 kumandası vardı, patlayıcı kumandası yani. Karın kışın ortasında mevzi aldığımız alanlara belki de daha fazlasına patlayıcılar döşemişler, etrafımızı sarmışlar, bu da planmış. Benden önce fark eden olmadı, kimseyi uyaracak vaktim yoktu. Acımadan, defalarca kez sıktım. Karşımda terörist var diye öldürdüm onu. Çatışmanın ardından, sen gelmeden önce benim dizlerimde yatan Halil ağabeyin kardeşiydi. Ne yapsam ne etsem onu da kurtaramamıştım, adama verdiğim sözü tutamamıştım. Onun acısını yaşarken sen geldin, benim terörist diye öldürdüğüm adama ağabeyim diye sarıldığın an hayat durdu benim için. Şimdi soruyorum sana, benim burada ne günahım var?''

Anlattıklarımızı gözyaşlarıyla dinledikten sonra kıpkırmızı olmuş gözlerini saklamadan sildi.

''Ben neden polis oldum biliyor musun? Senin için be adam, senin için! Seni azcık da olsun anlamak için. İfadeni okudum defalarca, Demir anlattı bin kez, 'Adamın başka şansı yokmuş' dedi, Ali amcan telefon etti, ''Polis gibi düşünmüş, yapmış.' dedi. O günden sonra sordum kendime, polis gibi nasıl düşünürsün Belçim? Polis gibi düşünemediğin için affedemiyorsun, polis gibi düşünmek nasıl olur dedim? Diş hekimliğini bıraktığım gibi yönüm sen oldun, seni anlamak istedim. Seni aklamak istedim içimde. Yıllar oldu polis olalı, seneler geçti üzerinden ama ben seni anlayamadım. Ben de polisim Dinçer, hangi masumu öldürdüm? Hangi masuma silah doğrulttum kendimden başka?''

Acı bir gülümseme belirdi dudaklarımda, ''Kendini öldürmek mi istedin?''

''Gökçem'i kaybettiğimde elimde hiçbir şey kalmadı, ölümden başka çarem yoktu.''

Elimin tersiyle gözlerimi sildim, bir cahil cesareti zor da olsa konuştum, ''Nasıl oldu? Kızımız, o şey... Nasıl oldu?''

''Tek bir kez anlatmaya gücüm var, başka bir gün asla konuşmam.'' dedi kararlılıkla.

''Senin için anlatması zorsa, benim için de dinlemesi zor. Görmüyor musun hâlimi?''

''Hamile olduğumu anladığımda Ankara'da değildim. Sana söylemek istedim ama yapamadım. Bir süre kendi başıma kaldım, kimseye söylemeden ayakta kalmak istedim.''

''Neredeydin, kimin yanındaydın?''

''Ne önemi var? Birileri tuttu elimden, ama her şeye rağmen yapamadım işte. Bebeğimizin cinsiyetini öğrendikten sonra seninle kurduğumuz hayaller geldi gözümün önüne. Adını bile koymuştuk, ne kadar mutluyduk değil mi?''

''Ama sonra benden saklamak istedin, eğer yapabilsen haberim bile olmazdı değil mi?''

''Aynı senin yaptığın gibi mi Dinçer? Aynı ağabeyimi öldürenin kendin olduğunu aylarca yüzüme baka baka saklaman gibi mi? Buna rağmen bana sarılman, öpmen, dokunman gibi mi? Koynuna alman, sevişmen gibi mi? Ama maalesef ben sen kadar vicdansız değildim. Bebeğimizi senden saklamak istesem, sensiz büyütmeyi kafaya koysam belki şu an yaşıyor olurdu.''

''O nasıl laf?'' dedim acıyla, ''Ne demek o?''

''Ben zaten yalnız büyümüştüm, kendi başıma yetemem dedim. Kızımız babasız büyümesin, öyle güzel ailen varken tek kalmasın dedim. Karnım şişmeye başladığında Ankara'ya, sana geldim. Hastanede olduğunu biliyordum. O gün, kızımızı sana söyleyeceğim gün çok stresliydim, korkuyordum, tir tir titriyordum. Öyle çok acı çekiyordum ki, sana gelmek için attığım her adım ağabeyime ihanet gibi geliyordu. Son adımımı atamadım işte, kanamam başladı sonrasında bayılmışım. Gözlerimi açtığımda,'' Titrek bir nefes aldı, ''bebeğimin öldüğünü söylediler.''

Belçim sallanan sözlerini bitirdiğinde gözlerimde biriken yaşları zapt edemiyordum, hayallerini kurduğumuz bebeğimizi ölü hayal ettiğim an kalbimden bir kurşun geçip gitti. Öyle çok acı çekiyordum ki ayakta kalamadım. Elimi kolonlara yaslayıp bir ağacın dibine kustum. Dizlerimde derman kalmadığında duvar dibine çöktüm. Tüm kaybedişlerimle toprağa yakındım artık.

Belçim de yanıma oturdu. Dizlerini kendine çekip başını dizlerinin arasına alıp ağlamaya başladı. Bense sırtımı duvara yaslamış ağlıyordum. İkimiz de konuşmuyorduk, çünkü tüm kelimelerimizi bir mezar almış götürmüştü. Bizim kızımız ölmüştü.

Kaç dakika, kaç saat öylece durduk bilmiyordum. Ama çok olmuş olacak ki gün aymaya başlamıştı. Üstümdeki ceketin yeri Belçim'in sırtı olalı da saatler oluyordu, o omzuma uyuyalı da. Ara sıra kara gözlerini açıp beni gördükten sonra yine kapatıyordu. Ama bu kez kapatmamış ayaklanmıştı. Sendelediğinde bileğine sarıldım.

Gitmesine izin vermeden beklenti ile baktım kan çanağına dönmüş gözlerine, ''Çok acı çektin mi?''

Mahmurluktan sıyrıldı hızlıca, o ateşli bakışları deldi geçti yüzümü, ''Onca şey anlattım sana, hesap sorsana be adam! Sorumsuzluğundan ölmüş bebeğimiz desene! Sana ne benden! Acı çektiysem çektim, terk edip giden benim! Hesap sor, hadi kız bana, annelik kim sen kimsin desene!''

''Benim yüzümden olmuş, senin hayatını mahveden benim. Neden o gün söylemedin? Niye tek başına yaşadın? Niye karşıma geçip kızımız da senin uğurunda çektiğim acıdan öldü demedin?!''

''Sakın böyle konuşma. Ben bir kere bile bu yüzden seni suçlamadım. Sakın aklıma sokma Dinçer, hayatımı daha fazla zora sokma. Ne olursun, yapma bunu bana.''

''Sen alışmışsın, ben ne yapacağım Belçim? Söyle, bir çare söyle, ayakta kalmam için, hayatta kalmam için bana bir çare söyle. Yalvarırım konuş. Yoksa öldüreceğim kendimi.''

''O işler öyle olmuyor. Ağabeyim öldüğünde anladım bunu. İlk günler ölmek istedim ama yapamadım. Çünkü yaşanacak sebebim sen vardın, git kendine uğuruna yaşanacak bir sebep bul.''

''Sen varsın, tut elimden, yanalım, ölelim, yaşayalım...''

''Biz seninle bu yolun sonunda ancak ölürüz Dinçer.''

''Ölelim, o da olur.''

Belçim yıllar sonra bana sıkıca sarıldı. Aynı şekilde karşılık verip göğüs kafesime sokmak ister gibi sarıldım, ''Gökyüzüne baktığında renkli gözlü bir kız çocuğu hayal et, ben ne zaman baksam Gökçem'i gökte görüyorum. Onun uğuruna yaşa. Çünkü sen kızımız yaşasa harika bir baba olurdun.''

Belçim'den.

Kahverengi toprağı okşadım elimle. Avcuma alıp inceledim bir süre. Gözyaşlarım normalden fazla akıyor sandım ama sonrasında yağmur yağdığını anladım. Mezarlık ziyareti en sevdiğim şeydi, en sevdiğim şekilde olanıysa yağmurlu mezarlık ziyaretiydi. Yağmur toprağı ıslatıp çamura dönüştükçe sanki içinde yatana biraz daha sıkı sarılabiliyordum. Canıma, evladıma, ağabeyime.

Şimdiki aklımla baktığımda ağabeyimin annesi olduğumu çok daha iyi anlıyordum. Küçücük yaşta zihinsel engelli evladımla hayatta kalmaya çalıştığım günleri, itilip kakıldığımı, yerlere çalındığımı... Bunları hatırlamak üzmüyordu beni, aksine güçlü yapıyordu.

Kendi paramla yeniden yaptırdığım mezar taşını bu kez yanımda getirdiğim suyla değil yağmur suyuyla yıkıyordum. Diktiğim çiçeklerin boynu yağmurun şiddetinden bükülürken elimle son diktiklerimi korumaya çalıştım. En toyları en dayanıksızlarıydı.

''Ağabeyim benim, ben geldim yine. Konuşmasam da geldiğimi hissedersin sen, bilirim. Döndüm görevden, çok iyiyim beni merak etme. Sadece birkaç sıyrık, onlar da kalıcı değil.''

Kalıcı olanlar hiçbir zaman anlatmamıştım ona. Üzülür diye anlatmıyordum. Hep iyi şeyler oluyordu hayatımda ona göre, varsın öyle bilsin. Kötü şeylere üzülürdü o, dayanamazdı.

''Dinçer'le konuştuk dün, ilk kez onun ağzından dinledim olanları. Bin kere okuyup ezberlediğim ifadesini ilk kez seslendirdi. Bu daha başka yaktı canımı ağabey, daha fazla acıtmaz dedim, acıttı.

''Ankara'da o gece beni arayıp seni öldürdüğünü itiraf ettiğinde yaşadığım o acıyı yaşadım. İçime bir ateş düşürdü, o ateşi söndürmeye çalıştıkça bu kez ben alevlendirdim. Keşke yanımda olsan da bana bir akıl versen, 'Aptal mısın Belçim, affet adamı.' desen, der misin ağabey? Ben deli gibi bunu demeni isterken günaha giriyor muyum?''

''Dört yol ağzında yolsuz kaldım, ne yapsam ne etsem bilmiyorum. Affedilir şey mi ağabey? Seni bilerek öldürmemesi onu tamamen masum yapar mı? Yapmaz ki, öyle şey mi olur? Bana gerçekleri söyleseydi, belki bu kadar mahvolmazdı hayatımız. Senin mezarının başında ağlarken bana evlenme teklifi etmek yerine her şeyi itiraf etse bizim hayatımız bambaşka olurdu. Nasıl olurdu şimdi düşünemiyorum ama böyle olmazdı, adım gibi biliyordum.''

Nemli toprağını okşadım özlemle son kez, ''Seni hak ettiğin gibi büyütemediğim için, istediğin oyuncakları alamadığım için, okuma yazmayı sökemediğin için, yaşamak isteyip de yaşayamadığın her şey için özür dilerim. Cennette bunları hepsini yapıyorsun biliyorum, umarım orada mutlusundur ağabey. Ben seni mutlu edemedim, beni affet. Seni çok seviyorum.''

Ağabeyimin ardından ninemin mezarının başına geçtim. Onu da kaybedeli beş yıl olmuştu. Ankara'yı terk ettikten kısa bir zaman sonra öldüğünü öğrenmiştim. Dişlerini yapmaya söz verdiğim ninem ağzında tek diş kalmadan dünyandan göçüp gitmişti.

Yağmurun yardımıyla temizledim gözyaşlarımı. Veda ettim can parçalarımı bıraktığım mezarlığa, ikinci evime, yuvama...

Taksiti yeni biten arabamın bagajını açtım, temiz havluyla kurulanıp arka koltukta üstümü değiştirdim. Çamurlu kıyafetlerimi bir çantaya koyarak bagaja sıkıştırdım. Saçlarımı açık bırakıp şoför koltuğuna geçtim. Torpidoyu açtım, şarjörleri kenara itip bir sakinleştirici aldım. Başka türlü ayakta kalamazsın demişti doktor, haklıydı kalamıyordum. Arabayı çalıştırıp mezarlıktan uzaklaştım. Her müsait anımda Diyarbakır'daydım, buraya uğramadan yapamıyordum.

Dinçer'e her şeyi anlattıktan sonra ilk işim babamı arayıp o şehri terk etmekti. Çünkü orada kaldıkça bizden gidecek, iyice eksilecektik. Ben sadece kendimi düşünmüyor artık ona da kıyamıyordum. Biz diye bir şey biteli yıllar oluyordu, öyle ya da böyle toprak olmuştuk.

Dinçer benim üstümdü, bu görev bitecek öyle gideceksin dediğinde karşısında ağzımı bile açamazdım. Bunu yapmayacağını biliyordum, çünkü artık o da pes etmenin eşiğindeydi. O eşiği geçsin gitsin diye ben elimden geleni yapmıştım. Çünkü ben onun tarafından vazgeçilmeyi çoktan hak etmiştim.

Arabamı, yaşantıma taban tabana zıt rengarenk bir anaokulunun önünde durdurdum. Bagajdan mavi bir mont aldım, çıkış saati yaklaştığından veliler toplanmaya başlamıştı. Vakit geldiğinde içeriye geçtim. Sınıfa girdim özlemle, minik kırmızı bir taburenin üstüne oturmuş tombul yanaklarını sarkıtarak önündekileri toparlamaya çalışıyordu. Ona yardım eden öğretmeni beni fark ettiğinde gülümsedi ama o hala fark etmemişti.

Güzel yüzünü kaldırdığında beni fark etti, yüzündeki o şaşkınlığa gülümsedim. ''Felçim gemiş!'' dedi neşeyle.

Dizlerimin üstünde eğilip sarıldım, özlemle içime çektim mis kokusunu, ''Ben geldim biriciğim.''

Minik ellerinin boynumda birleştirmeye çalışıyordu, ''Bitti mi için?''

Ellerini öptüm, ''Bitti işim, bir süre yanındayım.''

''Bak ben ye yaptım.'' mutlulukla bugün okulda kesmeyi öğrendiği kağıtları gösteriyordu, ''Ep ben keştim, ep!''

Tombul ellerini öptüm, ''Ellerine sağlık bir tanem.''

Toplanmasına yardım ettim. Giymesi için montunu uzattım, ''Mavi munt mu aldın bına?''

''Evet, en sevdiğin renk.''

''Şok çevdim, giyim mi?''

Montu uzattım, ''Hadi giy.''

Üç dakika boyunca montu giymesini izledim. Yardım etmeden, şöyle giyebilirsin demeden. Nasıl giymesini gerektiğini öğrenmesi gerekiyordu, konu burada mont değildi.

Yanaklarından öperek kucağıma aldım, ''Aç mıyız fıstık?''

''Jamburger!''

''Tabii ki hamburger yiyeceğiz.''

Arabamın arka kapısını açtım, çocuk koltuğuna oturttum emniyet kemerini takıp iki yandan örgülü saçlarını öptüm, ''Hazır mısın?''

''Azırım!''

Hep gittiğimiz hamburgerciye sürdüm. Dilediği gibi masayı batırarak yedi hamburgerini, meyve suyunun yarısını üstüne döktü, saçlarına kadar ketçap oldu ama yedi sonunda. Omzuma atıp ellerini yıkaması için lavaboya götürdüm. Ciddiyetle ellerini yıkarken ben gözümü kırpmadan onu izliyordum.

Saçlarını, gözlerini, mermere dayanan göbeğini... Güzelliğini, melekliğini... Sonra aynadaki yansımamla göz göze geldim. Yüzümdeki gülümseme en gerçek gülümsemelerimdendi.

Yine boynuma atarak masaya götürdüm. Onu bekleyen pastasını gördüğünde sevinçle baktı yüzüme, ''Dom günüm mü ki?''

''Bugün değil, iki gün sonra ama ben o zaman yanında olmayacağım. Erken kutlamak istedim.''

''Ye kadar güsel.'' diyerek sevdi pastasını.

Kucağıma oturttum, nefesi yettiği kadar üflemeye çalıştı. Mumlar sönmeyince ona çaktırmadan üfledim, sönen mumları büyük bir keyifle alkışladı. Tekrar yakmamı istedi, yaktım, on beş yere yeniden istedi ve mumları hep yaktım.

Pastayı yedi keyifle, bana da ikram etmeyi unutmadı. Ona hediye aldığım monta döke döke yedi pastasını, bittiğinde bir bardak su içti.

''Kannım ağlıdı.'' diyerek göbeğine dokundu.

''Normal, geçer birazdan.''

''Şok yimek mi yidim?''

''Hayır ne alakası var?''

''O zaman famuk şiker de yiyim mi?''

''Abartmayalım fıstık.''

''Piki.'' diyerek sarkıttı yanaklarını.

Arabanın arka koltuğunda pamuk şeker yiyordu, her zamanki gibi kazanan o olmuştu. Eve geldiğimizde yağmur yağışı devam ettiğinden kucağımda girdim apartmana. Asansör aynasına dil çıkartırken çok tatlı görünüyordu.

Benden önce koşturup zili çaldı, boyu yetişmese de zıplayarak basıyordu. Kapı açıldığında sevinçle içeriye geçti, ''Biz amburger yidik!'' diye müjdelemişti bile.

''Afiyet olsun size kızlar.''

O koşarak odasına giderken ben de elimdeki paketleri uzattım, ''Arabada bir sürü şey var, kapıcı çocuğa verdim anahtarı içeriye getirir şimdi.''

''Gel buraya.'' diyerek sarıldı bana, ''Özletiyorsun sen kendini.'' onun aksine ruhsuzca sardım belini.

''Nasılsın Selvi?''

''Sayende iyiyim.'' diyerek genişçe gülümsedi.

Cüzdanımdan iki yüz lira çıkardım, ''Kapıcı çocuğa verirsin.'' diyerek banyoya adımladım.

''Belçim, bir şey unutmadın mı?''

Belimdeki silahı portmantodaki çekmeceye bıraktığımda, memnunca gülümsedi, ''Kaloriferin derecesini arttır, çocuk üşüdü.'' diyerek banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp dolapları karıştırmaya başladım.

Çocuk ilaçları, Selvi'nin bin çeşit bakım ürünleri, hayvan figürlü diş fırçası, göz yakmayan şampuan... Gül şeklinde konulmuş havlulara elimi silip çıktım banyodan.

Üstünde atletiyle salonda koşturuyordu, Selvi ise peşinde dolanıyordu, ''Banyo yapması lâzım, saçları bile pasta olmuş.''

Kaçarken bir hamlede yakalayıp kucakladım, ''Banyo yapmak ister misin?''

''Iıı iştemem.''

Başını öpüp yere bıraktım, ''Tamam istemiyorsan yapmazsın. Hadi getir oyuncaklarını oyun oynayalım.''

Koştura koştura odasına giderken Selvi bakışlarıyla beni suçluyordu, ''Pis halde mi gidecek yarın okula?''

''O daha bebek Selvi, ne kadar pis olabilir?''

''Bebek değil o, çocuk.'' dedi hatırlatır gibi, ''Yaşıyor, büyüyor...''

Salona geçip oturdum, ''Birazdan kendi isteyecek banyo yapmayı çok takılma.''

''Aç mısın?''

''Yedik kızla.''

''Buraya gelmeden haber versen hazırlık yapardım sana.''

Sehpanın üzerinde duran sürahiden bardağa su doldururken cevapladım, ''Çok kalmayacağım.''

''Neden birden geldin?''

Suyumdan bir yudum aldım, olabildiğince yavaş yuttum o suyu, ''Özledim.''

''O seni hep özlüyor, gitmesen olmaz mı?''

''Keşke her şeyi bırakıp sadece onunla kalabilsem.''

''Yapabilirsin.''

''Yapamam. Sorumluluklarım var, hele şimdi karşısında güçlü durmam gereken bir adam var.''

Bir süre sustu, sorup sormamak arasında gidip gelirken kararını vermişti.

''Dinçer,'' yıllardır ismini yasaklamıştım ona, bu yasağı ilk delişiydi, ''buldu seni değil mi?''

''Buldu.'' dedim kabullenişle, ''Sonunda kesti dikenli tellerle çevirdiğimi sandığım yolumu.''

''Yazık ettin o adama.''

Acı bir tebessüm belirdi dudaklarımda, ''Ben ettim değil mi, ben ettim.''

''Sen ettin,'' dedi her zamanki cazgır tavrıyla, ''Her şeyi sen yaptın.''

Elimdeki bardağı sinirle sehpaya bıraktım, ''Sus Selvi.''

''Bilerek yapar mı sence? İsteyerek bir polis sivile sıkar mı?''

''Bilerek benden sakladı, bilerek evlendi, bilerek sevişti benimle. Hadi savunmaya devam et.''

''Sen de eşek gibi biliyorsun her şeyi. Bin kere okudun ifadesini, her ayrıntısını biliyorsun. Dinçer'in bilerek Bekir'i öldürmediğini, kaza kurşunu olduğunu da biliyorsun. Ama geriye dönmek gurursuzluk geliyor sana, tükürdüğünü yalamak sanıyorsun. Oysa aşk bu aşk, uğuruna her şey yapılır.''

''Selvi, yıllardır beraberiz. Bir kere bile beni gerçekten anlamak istemedin. Bir kere bile neye dayanamadığımı, neden aşkından ölsem de kapısına gitmediğimi anlayamadın. Dinçer benim kocamdı, kocam! Bana dürüst olmadı, anlıyor musun?''

Tonunu gittikçe açtırdığı kızıl saçlarını omzundan geriye ittirerek canhıraş savunmaya başladı, ''Sonuna kadar haklıydı demedim zaten. Eğer terk etmesen, dinlesen o adamı belki şu an bırakmamıştın okulu, mutsuz bir polis olacağına, işinde gücünde bir diş hekimiydin, belki de kendi kliniğin vardı.''

''Mutsuz değilim ben.'' ben dedim direnişle.

''Geberiyorsun yıllardır be mutsuzluktan. Bir tek kızın yanında gülüyor yüzün, onun haricinde sadece yalan hayatın. Neden polis oldun sen? Kim için, kimin için? Sana tek bir yararı oldu mu bu mesleğin?''

''Özgürüm, para kazanıyorum. Kimsenin karşısında susmak zorunda kalmıyorum bir kere. Saygı bile duyuyorlar bana.''

''Mutlu ediyor mu bunlar seni?'' diye sordu zayıf yönlerimi bilir gibi, ''Söyle hadi, ediyor mu?''

''Etmek zorunda.''

''Ama etmiyor.''

''Sus Selvi.''

''Asabileşiyorsun hemen. Üzgünüm ama haklıyım.''

''Mutsuz değilim ben, haksızsın.''

''Eminim öyledir.'' dedi inanmaz gibi. Sehpanın üzerinde duran sigara paketine uzandı, bir dal alıp ateşleyecekken elinden aldım.

''Kızın yanında içmiyorsun değil mi?''

''Ay hayır tabii ki.''

''Niye o zaman elin hemen ateşe gitti?''

''Belçim, kız okuldayken bazen içiyorum. Şimdi odasında zaten, o gelmeden biter.''

Paketi alıp ağzını kapattım, ''Git balkonda bir yerde zıkkımlan, kızın yanında içmeyeceksin. Kendini paralatma bana.''

''Ben iyi bakıyorum ona, ideal kilosunda şu an. Dişleri hiç çürümedi, beş yıllık hayatında ne telefon ekranı gördü, ne de televizyon. Bu kız zeki olacak, zaten anası gibi güzeller güzeli.''

Gülümsedim büyüdüğünü hayal ettiğimde, ''Güzellik değil önemli olan, kaderi güzel olsun.''

''Amin nineciğim.'' diyerek balkona sigara içmeye gitti. Gidişini fırsat bilip kızın odasındaki kameraların yerini düzenledim. İstediğim zaman telefonumdan izliyordum, nasıl olduğunu gözümle görmek daha iyiydi.

Benim işim bittiğinde kız oyuncaklarını getirdi, elimden tutup beni oyun halısına götürdü. Beraber oyuncaklarla oynamaya başladık. O yorgun düşünce oyunu bitirdik. Onu yatırdıktan sonra isteği üzerine yanına uzandım.

''Hangi masalı okuyayım sana?''

''Kuş cikciki oku.''

''Tamam.''

''Ben de kuş işterim Felçim!'' diyerek yanımdan kalkıp üzerime yattı hevesle, ''Ükyüzünden bir kuş cikcik isterim işte!''

''Kuş beslemek mi istiyorsun?''

''Evvet! Ükyüzünden tut getiy bana üfteeennn!''

''Şimdi olmaz ama söz alacağım.''

''Keşinlikle mı alcan?''

''Kesinlikle alcam.'' diyerek saçını öptüm.

Zar zor kuş mevzusunu kapattıktan sonra yatağına geri yatırdım ama o bu akşam sohbet etmek istiyordu.

''Böğün ukula Meyve'nin babasi deldi.''

''Sohbet edelim istiyorsun galiba, tamam edelim. Eee ne oldu sonra?''

''Benim de babam delsin.''

''Yakında gelir.''

''Ye kadal yakında? Yatcam kalkcam sonya mı?''

''Hayır, biraz daha yatıp kalkacaksın.''

''Babamı istiyorum delsin.''

''Gelecek.''

''Himen delsin.''

''Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir kelebek yaşarmış...'' diyerek ağabeyime anlattığım için hayal dünyamda sürekli geliştirdiğim masallardan birini anlattım. Ben anlattıkça babasını sormayı bırakıp masalla ilgili meraklı sorular sordu.

''Kelebek ormanını hep çok sevmiş. Sen de beni seviyor musun?'' diye sordum masalı bitirerek. Cevap vermedi ama minik eli yanağımdayken uyuyakaldı. Bir süre güzel yüzünü izledim, nefes alış verişini dinledim, o nefes aldıkça benim ölü bedenim canlanıyordu sanki. Koca yanağına bir öpücük kondurup ağlamamdan uyanmasın diye yanından kalktım. Kendimi banyoya atıp ağlamama devam ettim. Hayat, her zaman acı çekmekle sürer miydi? Bu acı hiç durulmaz mıydı?

Duş alıp Selvi'nin temiz bornozlarından birine sarılıp çıktım. Yine onun kıyafetlerinden bir şeyler giyindim, Selvi'nin elime tutuşturduğu kahveyi alarak salona girdim. Şehir manzarasını gösteren evin penceresinden kahvemi içerek etrafı incelemeye başladım. Selvi'nin uzattığı sigarayı alıp ateşledim.

''Eskiden ne kadar çok içerdin.''

''Başım ağrıyınca içiyorum, iyi geliyor.''

''Hamileyken kokusuna bile kusardın.''

''Bebeğime zararı olur diye nefesimi bile dikkatli alıyordum ben.''

''Sen çok güzel bir annesin.''

Gülümsedim. Sigaramı içime çektiğimde çıkan o yanma sesini sevdiğimden bile içiyor olabilirdim. Şehrin karanlık manzarasını izlerken Selvi sorularıyla şehrin manzarasından daha karanlığa sürüklüyordu beni.

''Dinçer nasıl?''

''Dinçer berbat bir halde.'' dedim gözlerimi karşıya dikerek, ''Mahvolmuş.''

''Senin eserin.'' dedi sigarasının külünü camdan atarken, ''Mükemmel bir aile içinde doğmuş, varlıklı, sevgi görmüş adamı bile çökerttin ya helal olsun Belçim.''

''Birbirimizin eseriyiz.''

''Özlemiş misin?'' dedi beni süzerek. Sessiz kalmam da bir sesti.

''Adamdan başka kimsenin elini bile tutmadın be.''

''Salak salak konuşma Selvi, evliyim ben o adamla. Boşanmadı, en iyi sen biliyorsun.''

''Of Belçim şu devirde evli insanların bile sevgilileri var, senin yıllarca ayrı olduğu adama sadık kalman tek bir şeyle açıklanabilir o da aşk.''

''Evliyim saçmalama.''

''Boşanmış olsan sevgilin olacaktı sanki. Senin meşhur lafın neydi, 'Dinçer'den başka birine erkek diye bakmam.' Hâlâ mı öylesin?''

''Öyleyim Selvi, birini sevdim diye ağabeyimi kaybettim, ikincisinde kendimi. kaybederim.''

''Hala seviyorsun onu.''

''Çok kızgınım.''

''Ama aşıksın.''

''Ama ölü var aramızda.''

''Ölene Allah rahmet eylesin, kalanlar yaşıyor. Hayat bu senin başına da her şey gelebilir, bu kadar kesin kararlı olma.''

''Ya da yaşadığını sanıyor.''

Sigarayı sehpanın üzerindeki küllüğe söndürüp koltuğa oturdum. Selvi aklına bir şey gelmiş gibi heyecanla karşıma yerleşti, ''Belçim, kocan kız meselesini bilmiyor değil mi?''

''Biliyor, anlattım.'' Eli titrediği için fincanı yere düşürdü, ''Sakin ol evi basacak değil.'' dedim onun aksine rahat bir tavırla.

''Nasıl anlattın, ne dedi sana, kızıp bağırmadı mı?''

''Yas aşamasında ikinci evreye henüz geçmedi. Belki de bir yerlerde yapıyordur, ben itiraf edip korkak gibi kaçtım geldim.''

''Ne dedin adama sen?'' diye sordu tedirgin bir sesle, ''Hayır ne kadarını anlattın?''

''Ne yaşandıysa onu.''

''Belçim bana zararı dokunur mu?''

''Ne saçmalıyorsun sen?'' diye sordum öfkeyle, ''Çıkart ağzındaki baklayı.''

Elindeki şekilli çakmağı sehpaya vurur gibi koydu, ''Adamın ailesinden haberin var mı senin? Babası savcı, annesi amcaları hepsi asker. Ulan adamın kardeşi bile ünlü spiker, her hafta başka kadınla aşk yaşıyor diye yazıyorlar. Çocukluk arkadaşı oyuncu, dedesi eski İstanbul zenginlerinden, yengesi başhekim... Daha sayayım mı?''

''Keşke gelin olsaydın o aileye, içinde kaldı değil mi?''

''Atlas'ta gözüm var ama bana bakmaz artık.''

''O aileyi ikinci kez üzmeyelim, ben yeterince üzdüm.''

''Kendine haksızlık etme, hangisine saygısızlık ettin.''

''Dinçer'i kopardım onlardan, hepsiyle arası bozuk.''

''Dinçer çocuk değil, otuzuna merdiven dayamış adam. Herkes kendi tercihini yaşıyor, o kadar da yüklenme kendine. Bizim için mükemmel bir aile ama belki Dinçer öyle hissetmiyor, hayatta her şeye iki yönlü bakacaksın.''

''Selvi çok mantıklı konuştun, hayırdır?''

''Avukatım şekerim ben.'' diyerek yalandan gülümsedi. Akademik kariyeri bir gıdım ilerlememiş ve adaletten de mezun olamamıştı.

''Belçim şaka maka falan ama kocan bir şey yapmaz değil mi?''

''Kocan kocan deyip durma.''

''Kocan değil mi?''

''Tamam Selvi, kocam bir şey yapmaz, yas tutuyor adam yas, kolayca atlatamaz. Merak etme kapına dayanmaz.''

''Ay öyle mi dedim ben?'' diyerek kaymış sutyenini toparladı, ''Seni düşündüğümden diyorum, üzmesin seni.''

''Sabah erkenden gidiyorum.''

''Elife'nin yanına mı?''

''Düğün hazırlıkları yapıyor, yanında olamadım.''

''Gelinliğini sen aldın, daha ne olsun?''

''Meselelere maddi bakma, kuş beyinli olacaksın.''

''Ay kuş demişken hatırladım, kız eve kuş almak istiyor geçen tutturdu zor unutturdum.''

''Bana da söyledi, alacağız mecbur.''

''Gökyüzünden istiyormuş bir de zilli.''

''Öğretmeni çizdiği resimleri atıyor, hep aynı gökyüzünü çiziyor.'' diyerek güldüm.

''Geçen gün bir resim çizip bana hediye etti, diyor ki 'Kaç tane kuş çizdim bil bakalım.' Anlamaya çalışıyorum resimde kuş yok dedim, bana diyor ki 'Bir daha sana resim yasak, anlamıyorsun.' sonra da küsüp odasına gitti.'' diyerek kahkaha attı.

''Eee kaç kuş varmış?''

''Kuşlar resme sığamazmış akıllım.''

Kocaman bir kahkaha attık beraberce. Kahkahamız her zamanki gibi ağlamaya dönüştü. Ne zaman bir araya gelsek mutlaka ağlıyorduk. Şimdi de farksız olmamıştı. Selvi sesli ağlarken ben içime içime ağlıyordum.

''Hayatımı sikeyim ya, hiçbir şeye sahip değilim. Kaydım silinecek üniversite mezunu bile olamayacağım. Annem babam reddetti, sen o gün karşıma çıkmasan kesin kötü yola düşerdim.'' diyerek ağlamaya devam etti.

''Zırlama, senin dertlerini çözeceğim. O kafeyi kiralayacağız.''

''Nasıl öderiz Belçim, maaşının yarısı bu evin kirasına gidiyor.''

''Kız biraz daha büyüsün, halledeceğiz.''

''Belçim, ben kızı çok seviyorum. Böyle içime sokasım geliyor, onsuz uyuyamıyorum.''

''O da seni seviyor.'' diyerek gözyaşlarını sildim.

Bu kez benim ağlamam şiddetlendi. ''Dinçer'i özledim,'' diyerek hıçkırdım, ''Eskiden yaşadıklarımız geliyor aklıma, köydeyken bana bakışlarını unutamıyorum. Bana ilk dokunuşunu, ilk öpüşünü... Adam aklımdan gitmiyor, yapamıyorum ya, unutamıyorum.''

''Hayat çok kısa, ölüp gideceğiz belki de yarına çıkamayacağız. Git çık karşısına affettim seni de, öp sarıl sevişin! Yeter ya, bu ayrılık bitsin.''

''Olmaz, yapamam.'' diyerek hıçkırdım, ''Kolay mı Selvi, onca şeyden sonra ben her şeyi yıkıp kucağına atlasam belimi sarar mı sanıyorsun? Adamı yıktım diyorum sana, öylece bırakıp geldim, gözünü bile kırpmaz sabaha kadar. Perişanız ikimizde, hiç karşısına çıkmasam o çok mutlu bir adamdı.''

''O senin hiç karşına çıkmasa belki sen de mutl--- Hayır olmazdın, köyden çıkamazdın sen.''

''Ağabeyim yaşasaydı da o köyle kalsaydım. Ağabeyim şimdi yanımda olsaydı da her mutluluğumdan vazgeçerdim.''

''Böyle düşünme, hayatta olsa Bekir senin mutlu olmanı isterdi.''

''Hayatta değil Selvi, hayatta değil...''

Uyumak için yattığım yatağa sığmadım. Kızın odasına gidip yanına uzandım. Uyurken sarıldığı oyuncağının yerini aldım, geldiğimi anlayıp bana sarıldı. İşte onun yanında uyuduğumda hayatım yaşamaya değer diyordum.

Ertesi sabah ondan ayrılmam çok zor oldu. Biraz daha diye diye saatleri geçirmiştim. En sonunda öperek ayrıldım, yerime oyuncağını bıraktım. Odadan çıkarken bizi izleyen Selvi'yi fark ettim, ''Oyuncağı ağzına çok yakın koyma, rahatsız olur.'' diye fısıldadığında uzaklaştırdım.

''Ben de biliyorum yakın olması iyi değil.''

''Biliyorsun tabii, sadece uyardım.''

''Uyarma Selvi, anlıyorum ben de.''

''Tamam şekerim, kahvaltı hazır hadi gel.''

''Sabahın beşinde kahvaltı mı hazırladın?''

''Kız sağ olsun erken uyanmaya alışkınım.''

Selvi'nin koluna girerek mutfağa yürüdük. Beraber ettiğimiz kahvaltının ardından ayaklandım.

''Bir süre uğrayamam, ne görev emri alacağım o da belli olmaz. Bana ulaşamazsan merak etme, çekmeceye para koydum, ihtiyaç olursa haber verirsin.''

Sarıldık, gitmeden ellerimi tuttu, ''Belçim, sakın unutma hayat çok kısa.''

''Sağ ol Selvi.'' diyerek sarıldım ve evden ayrıldım. Arabama binip yola çıktım. Radyo bu sabah bana anısı olan bir şarkı hediye etmeye karar vermişti. Dinçer'i çok özlediğim zamanlar bu şarkıyı açar ve özlemimi öfkeye çevirirdim. Bu kez benden izinsiz açılan şarkıyı kapatmadan dinledim.

Yüreğimden zincire vurulmuşum, anılar her bir halkayı bağlıyor. Ben duygularımın esiri olmuşum, hatalar yalan duygularla başlıyor...''

Şarkı onuncu tekrarını ederken ben gözümde yaş yolumda gidiyorum. Ansızın telefonum çaldığında ekranda Selvi'nin adının çıkmasından endişelenmiştim. Bu kadar kısa zamanda beni aramazdı, bir şey mi unuttum diye düşündüm. Telaşla cevaplandırdım, ''Selvi ne oldu?''

''Belçim, eve gel.'' dedi düz bir sesle.

Korkuyla direksiyonu sıktım, ''Ne oldu? Bir şey mi oldu, kız nasıl?''

''Belçim, hemen eve gel lütfen, bekliyoruz hadi acele et.''

O an içime oturan endişeden ne yapacağımı bilemedim. Hızlıca kendimi toparlayıp u dönüşü yaptıktan sonra gaza bastım. Radarları ve ışıkları geçerek eve sürdüm. Apartmanın kilitli kapısını açmak için anahtarımı çıkardım, elim titriyor anahtarı tutamıyordum. Komşunun içeriden çıkmasıyla hızla kapıdan girdim. Üçüncü kattaki eve doğru merdivenleri koşarak çıkmaya başladım. Kapının önüne geldiğimde anahtarı çıkartıp zar zor açtım. Kapıyı hafif aralayıp silahıma sarıldım, etrafı kontrol ederek adımladım. İlk iş kızın odasına gitmekti, silahımı doğrultarak sessizce odaya süzüldüm, kapı pervazını geçtiğimde odaya adımladım, namlunun ucunda gördüklerimle nefesim kesildi.

Dinçer kızı kucağına almış, saçlarından öpüyordu, o ise gülerek bir şeyler anlatıyordu. Dinçer fark ettiğinde buz gibi baktı yüzüme. Silahımı usulca yere indirip kendimi duvar dibine bir külçe gibi bıraktım. Hem sevinci hem endişeyi aynı anda yaşarken tek düşündüğüm şey şimdi ne olacağıydı.

 

Loading...
0%