@pekbiafiliyalnizli
|
5 yıl önce Bir ay... Evliliğimizin üstünden tam bir ay geçmişti. Bir aylık evliliğimizi özetlemem gerekse kül kedisi masalı gerçekmiş derdim. Eski hayatıma maddi ve manevi olarak taban tabana zıt olan bu yeni hayatıma hâlâ alışma sürecindeydim. Sabahları yine kocamın belimi saran kolunu hissederek uyanıyordum, beni her an mutlu ediyordu. Söylediği sözler, ansızın ettiği garip iltifatlar ve yer yurt fark etmeksizin temas halinde olmak istemesi çok sevdiğim şeylerdi. Ankara'da kış aylarının sonlarındaydık. Düğünümüzde açan güneş yerini kara bulutlara ve yer yer yağan hafif kara teslim etmişti. Günlerden çarşambaydı, çarşamba en sevdiğim gündü. Herkes işteydi, Atlas bile işe gitmişti. Demir ise son zamanlarda çok az uğruyordu eve. Yaz okuluna dönmüş Mavi ise yurdundaydı. Kartal ve Tibet'in okulları tıkırında gidiyordu. Koca evde sadece Dinçer ve ben vardık. Balayından döneli üç gün olmuştu. Dinçer'le yaşadığım harika bir deneyimdi Kuzey Işıkları. İlk kez uçağa binmiştim, ilk kez yurt dışına çıkmıştım, ilk kez bir hayalimi gerçekleştirmiştim. Büyüleyici kuzey ışıklarını kocamın kollarında seyretmiştim. Çok başka, çok özeldi. Hiç unutmamak üzere o anıları içerisi Dinçer'le dolu kalbimde sakladım. Mutluluktan gebermek üzereydim, bir yandan da yaşadığım bu hayatla kavga halindeydim. Ben hiçbir çaba göstermediğim bu mükemmel hayatı ne kadar hak ediyordum? Yanağıma değen sıcacık öpücükle başımı çevirdim, ''Ne yapıyor benim karım?'' Elimdeki cevizlerden bir tanesini ağzına götürdüm, ''Cevizli bir tatlı yapacağım akşam için, ayıklıyorum.'' ''Ayıklanmış ceviz yok mu? Sen uğraşma Belçim.'' ''Uğraşmıyorum ki seviyorum ben ceviz kırmayı.'' Mutfak sandalyesine oturup benimle beraber ceviz ayıklamaya başladı, evde yemekleri son günlerde ben yapıyordum. Bunu kimse benden istemiyordu, ama ben onlara yemek yapmaktan keyif alıyordum. ''Senin işin yok mu canım, bırak ben hallederim.'' ''Şu an tek işim sensin.'' Karşılıklı ceviz ayıklarken karı koca sohbet ediyorduk. Dinçer'le sohbet etmeyi çok seviyordum, henüz kendimi ona çırılçıplak anlatamıyordum. Bazı konularda dilim sürçse de yalan söylememeye çalışıyordum, gerçekten çalışıyordum. Dürüstlük onun en takıldığı şeydi. Aramızda yalan girsin istemiyordu. ''Göreve ne zaman dönüyorsun?'' ''Henüz belli değil.'' ''Ne zaman belli olur?'' dedim merakla. ''Nikah iznindeyim şimdi, sana doymak istiyorum.'' dedi yanağımdan makas alarak. ''Birkaç haftada doyacak mısın yani bana?'' diye nazlandım. ''Ben sana hiç doyamam, kendimi kandırırım anca.'' ''Çok ayrı kalacak mıyız Dinçer? '' ''Kalacağız,'' dedi lafını sakınmadan. En korktuğum şey de buydu. Halide yengemlerle sohbetimizde Yaz'a hamileliğinde yaşadığı sorunları dinlemiştim. O ne kadar tatlı bir dille anlatsa da gözlerinde biriken yaşlar bile bana yaşadığı zorluğu anlatmıştı. Bahar yenge de genç yaşta tecrübesiz bir öğretmenken doğunun bir köyünde oğlu Mustafa Kemal ağabeyle yaşadıklarından bahsetmişti. Selim babamsa eğlenceyle anlatmaya çalışsa da onun da sustuğu çok şeyin olduğunu anlıyordum. Asker, polis eşi olmak zordu. Peki ben bu halimle nasıl onsuzlukla sınanacaktım ona en muhtaç olduğum zamanları yaşarken. Elimdeki cevizi bırakıp oturduğum sandalyeden kalkarak hızlıca Dinçer'in arkasında geçip boynuna sarıldım, ''Bırakmasan beni, olmaz mı?'' Boynundaki ellerimi tutarak kalktı sandalyeden, yüzümü ellerinin arasına alıp üzgün suratıma gülümseyerek baktı, ''Göz bebeğimsin sen benim, zora kalmadıkça bırakmam seni.'' ''Söz ver.'' ''Söz, sana söz, en çok kendime söz ulan. Sen bensiz yaparsın da ben sensiz yapamam Belçim, sakın unutma.'' İtirazla başımı salladım, ''Yapamam, öyle deme. Çok bağlandım sana, sensizken hiçbir şey yapamıyorum. Çok güveniyorum sana, kendimden bile çok. Yarım biriyim sanki, sen tamamlıyorsun beni. Öyle çok seninle birleşmişim ki, anlatamam.'' Sıkıca sarıldım Dinçer'e, benim isteğimle uzandık. Onunla gündüz saatlerinde uyumayı çok seviyordum. Gitmesinden korkarak sarıldım her bir zerresine. Gözlerim tatlı bir yorgunluğa teslim olmuş kapanırken güçsüzleşen parmak uçlarımla Dinçer'in gömleğine tutundum. Huzurla kapadım gözlerimi. ⚫ Hissettiğim ürperti ile araladım gözlerimi. Yatakta tek başımaydım, üzerimdeki yorganı sıyırıp attım. Yatak odamızdan çıkıp merdivenlere yöneldim, gözlerim Dinçer'i arıyordu. Bahçede bulmuştum nihayet, onu gördüğümde derin bir nefes alarak yanına koşturdum. ''Dinçer!'' Endişeyle bana bakan adama korkuyla sarıldım. ''Belçim, ne oldu bir tanem?'' Dolan gözlerimle başımı kaldırıp yüzüne baktım, ''Dinçer şu yatakta tek bırakma beni, çok kötü hissediyorum.'' Ufakça gülümsedi, ''Ben de bir şey oldu sandım, tamam bir daha yapmam.'' diyerek sarıldı. ''Maç yapıyorduk çocuklarla,'' Kartal ve Tibet'in arkadaşları da vardı, ''Turnuvaları var biliyorsun, halı sahaya geçecektik şimdi.'' Başımı salladım, ''Sana kızdığımı sanma sakın, sadece koca yatakta senle yattığımda sensiz uyanmak çok kötü şeyler düşündürtüyor bana. Kara bir his doluyor içime, anlıyor musun?'' ''Anlıyorum, o hissi biliyorum. Söz, bir daha habersiz yalnız bırakmam seni.'' Derin bir nefes alıp gülümsedim, maç yapan çocuklara göz gezdirdim, ''Hani engin futbol bilgileriyle Atlas çalıştıracaktı çocukları?'' diye sordum tek kaşımı kaldırarak. ''Yavrum bir ay oldu, Atlas'ın on lafından dokuzunun yalan, birinin de şüpheli olduğunu anlaman lâzımdı.'' ''Ben Ankaragücü'nün altyapısındaydım demişti.'' ''Kendini benimle karıştırmış.'' Geçen gece kahkahalarla dinlemiştim Dinçer'in futbol serüvenini. Tüm aileyle fotoğraf albümüne bakarak anmışlardı o günleri, çok eğlenmiştik hep beraber. En çok Dinçer eğlenmişti. ''Ben Galatasaray'ın spor muhabiriydim demişti.'' ''Bir hafta arkadaşının yerine baktı, onda da ilk on biri isteyen yayıncı kuruluşa kafasından kadroyu sallayarak verdikten sonra kovdular.'' ''Fatih Terim beni çok sever diyordu.'' ''Bir restoranda karşılaşmışlar Atlas, Fatih hocanın İngilizcesini taklit edince restorandan kovdurmuş.'' ''Ama çok gerçek gibi yalan söylüyor.'' ''Ah benim saf karım.'' diyerek yüzümü sevdi. Ben saf değildim Atlas çok çakaldı. ''Dinçer eyvah!'' ''Ne oldu sevgilim?'' ''Ben tatlıyı fırına vermeyi unuttum!'' ''Eee?'' ''Ne ee? Babama söz verdim yapacağım diye, olmaz böyle hemen fırınlamam lâzım.'' Mutfağa koşturduğumda kocamı arkamda boynu bükük bıraktığımı hissederek durup ona geri döndüm, yanağına bir şans öpücüğü bıraktım, ''Çok zorlama gençleri, başarılar sevgilim benim.'' Dinçer çapkın bir gülümseme ile döndü arkasını. Halı sahaya girene kadar üç kez arkasını dönüp aynı sırıtışla bana bakmıştı. Çok tatlı adamdı, çok. Fırından çıkardığım tatlıyı soğuması için Selim babamın geçen yaz yenilediği mutfak tezgahına bıraktım. Evdeki her şey onun elinden geçiyordu. Hem Suna annemin vakti olmadığından hem de bu işlere kocası kadar meraklı olmadığından. Cevizleri ılıyan tatlının üzerine dizerken yanıma Selim babam gelmişti, onu gördüğüme mutlu oluyordum. Gülümseyerek bakıyordu bana, ''Hoş geldiniz.'' dedim tebessümle. ''Hoş bulduk kızım, nasılsın?'' ''İyiyim, tüm gün evdeydim siz nasılsınız?'' ''İş güç.'' ''Dava nasıl sonuçlandı?'' diye sordum merakla. Geçen akşam sıkkın bir şekilde çalışırken görünce yanına gitmiştim. Benimle içinde bulunduğu davayı paylaşıp sonucundan tedirgin olduğunu söylemişti. Uzun uzun anlatmıştı bana neyin ne olduğunu. Hepsi böyleydi, en ufak sorumu bile büyük büyük cevaplandırıyorlardı. Beni adam yerine koyuyorlardı. ''Sen demiştin ya gece, içimde bir his var güzel sonuçlanacak diye.'' ''Evet, demiştim.'' Yumruğunu uzattı, ''Çak ortak, dediğin gibi oldu.'' Yumruğuna çakmak yerine heyecanla sarıldım, ''Çok mutlu oldum, gerçekten çok sevindim.'' Yaptığım ayarsız sevinci fark ettiğimde utanmak için çok geç olsa da toparlanmaya çalıştım, ''Şey ben, siz cevizli şeyler severiz ailecek deyince tatlı yapmıştım.'' Tezgahta duran ceviz paketini aldı, ''Beraber süsleyelim.'' diyerek avcuma ceviz döktü ve beraber süslemeye başladık. ''Haftaya benimle adliyeye gelir misin Belçim?'' Şaşkınlıkla yüzüne baktım, ''Neden sordunuz?'' ''Merak ediyorum demiştin, haftaya davalarım oldukça az, seninle ilgilenirim.'' ''Ben haftaya balkonları yıkayacağım, yine de sağ olun.'' ''Bu evde temizlik yapmana gerek yok, haftada bir şirketten gelirler kalanını da sağ olsun hallediyorlar.'' ''Şirketi iptal etsek aslında ben yaparım temizliği.'' ''Kendini başka işlerle meşgul edeceksin, senin buradaki görevin temizlik, yemek değil. Anlaştık mı kızım?'' Kendimi işe yarar hissettiğim her şey elimden alınıyordu, hem de ben sıkı sıkı tutunmuşken. Sofraya oturmamıza az bir zaman kala Suna annemle salonda oturuyorduk. Mesleğine dair oldukça az şey konuşuyordu, genelde de çok konuşmayan bir kadındı. Az ama öz konuşuyordu, Atlas'a göre bu konuda da tıpkı ona benziyordu. ''Selim'le adliyeye gidiyormuşsun?'' ''Sizin de mi haberiniz var?'' ''Selim söyledi, çok hevesli sen adliyeyi beğen diye çayı bile daha pahalı kafeteryadan alacakmış.'' Gülümsedim, ''Atlas biraz babasına benziyor sanırım?'' ''Kocamın aynısını doğurdum, fiziksel olarak ikimize benzemese de huy olarak aynı babasıdır.'' ''Dinçer amcasına benziyor.'' ''Öyle, çok efendidir benim çocuğum.'' ''Ali amcayla kaç yıldır tanışıyorsunuz?'' ''Mekanı cennet olsun, bir arkadaşım sayesinde tanışmıştık. Ben o zamanlar Yaz gibi harbiyeliydim.'' Askerler olarak bir arada sohbet ederken bazen onları dinliyordum. Eskilerden bahsederken sürekli ölü insanları anıyorlardı. O zaman anladım ki bu insanların eski dostlarının yarısı ölü, ne kadar korkunç bir durum. Ona rağmen çelik gibi duruyorlardı, bu duruşlarını örnek alıyordum kendime. Sohbet ederken salonun camının kırılma sesi ile korkuyla yerimden sıçradım. Suna anne hemen önüme geçmiş ve ayakucuna düşen topu almıştı, ''Garanti Selim babandır.'' İkimiz de bahçeye çıktık, ''Kartal, oğlum ben yavaş vur demedim mi?'' diye isyan ediyordu Selim baba. ''Baba ben vurmadım ki, sen v-'' Hızla oğlunun ağzını kapatıp Dinçer'e döndü, ''Oğlum evli barklı adamsın, o nasıl şut çekmek.'' ''Kusura bakmayın,'' dedi Dinçer bize bakarak, ''Yanlışlıkla oldu.'' ''Camın kırılma açısından kimin kırdığı belli olur ve ben anlamayayım diye oğlanlarla yer değiştirdin, doğru muyum Selim?'' ''Doğrusun karıcığım.'' ''Sen kırdın değil mi?'' ''Öyle bir soruyorsun ki nasıl itiraz edilir unutuyorum.'' Selim baba karısının peşinden giderken bize döndü, ''Erkek adam karısından hafif tırsacak.'' diyerek gitti. Bahçede baş başa kaldığımızda Dinçer arkamdan kollarını omzuma sardı, ''Böyledir bizimkiler.'' ''Yerim sizinkileri.'' ''Beni ye, ben de bizimkilerdenim.'' Dudağına hızlıca bir öpücük bırakarak içeriye koşturdum. Akşam yemeği yerken yine her şey normaldi. Atlas'la konuşuyorduk. Akşam yemeklerinde yanımızda olmasa bile yanımızda olmak istiyordu. Güvenlik kamerasını açıp bizi yemek yerken izliyor üstüne üstlük arıyordu. ''Yenge, benim evden gitmemi tatlı yaparak kutlamışsın.'' diye sitem etti. ''Lokma döktüğümü söylemediler mi sana?'' ''Ne? Duyduklarım yanlış olsun diye kulağımı kesesim var.'' ''Yo,'' dedim evdekilere göz kırparak, ''Sen işe dönünce hemen lokma döktüm.'' ''Çikolatalı da mı yaptın?'' ''Ben köylüyüm lokma dediğin sade yenir.'' ''Ben köylüyüm ne ya?'' Kabaran köylü damalarımı yatıştırıp gülümsedim, ''Öyle işte yengem, sen neler yaptın iş güç nasıl?'' ''Siz kimsiniz hanımefendi? Benim ardımdan lokma döken birisiyle ben dolmuşa binmem.'' ''Zaten binmezsin.'' diye söylendi Dinçer. ''Doğru, dolmuş zaten bir de ben üstüne gitmeyeyim.'' dedikten sonra bir süre bu espriye güldü. ''Birazdan kanalda haberim verilecek, televizyonlar açılsın emri verdim tüm sülaleye. Size müthiş bir dedikodum var, bugün kanalda Atlas'ın haberi çıkınca reyting artıyor diye konuşulmuş kuşlar söyledi.'' ''Alla Allah niye lan acaba?'' diye sordu Dinçer. ''Neden olacak amcamlardan rica ediyorum, bir alo diyorlar Türkiye'nin her asker birliğindeki kıllı adamlar beni söve söve izliyor.'' ''Hangisi ortak oluyor buna? Ali yapmaz.'' dedi Suna annem. ''Alphan amcam hayatta yapmaz,'' dedi Kartal, ''Çok gıcık oluyor ağabeyime.'' ''Fırat'tır, kıyamaz o Atlas'a.'' dedi Selim babam. ''Doğru bildin baba, kıyamıyor bana. Ali amcam hak geçer falan dedi geçen gün, Hak kim yani geçerse geçsin dimi?'' ''Aynen oğlum aynen, hadi sen yemeğini ye biz de geçiyoruz ekran başına.'' Atlas'ın haberinin başlamasına az bir süre kala hepimiz televizyonun karşısına yerleşmiştik. Silah zoruyla oturuyor gibi dursak da asla öyle değildi. Onu izlemeyi çok seviyorduk. Beş dakika bile sürmeyen haberin ardından hemen kanalı değiştirdik maksat reytingi sadece Atlas'a kazandırmaktı. Maksat onun gönlü olsundu. Yemeğin ardından ailecek sofrayı topladıktan sonra tatlımızı da yanımıza alarak Halide yengemlere geçtik. Bahar yengemler ve Fırat amca da gelmişti, orada toplanmıştık ailecek. Benim gözlerim tatlının tadına bakanlardaydı, beğenmezler diye çekiniyordum. Bu evdeki hiç kimse beğenmese bile beğenmedim diyerek insanlar değillerdi ama özenerek yaptığım tatlıyı beğensinler istiyordum. ''Bu tatlıyı hangi pastaneden aldınız?'' diye soran Fırat amcaya baktım mutlulukla. ''Hakikaten Suna, çok lezzetli gerçekten sen mi yaptın?'' Selim babam ve Kartal sırıtmıştı, ''Halide yenge yirmi küsur yıldır birlikteyiz, sen Suna'nın tatlı yaptığını düşündün mü?'' Halide yenge masum masum baktı, ''Tabii düşündüm neden yapmasın ki?'' ''Yapmam Halide ya, tatlıyı beceremiyorum bana et yemekleri olacak.'' ''O doğru kuzuyu koy önüne, ikiye ayırır atar fırına, öyle bir kadın benim karım.'' diyerek elini eşinin omzuna koydu. ''Biz daha iyi biliriz marifetlerini,'' dedi Ali amca. Askerler birbirine bakarak gülümsediğinde anlamayanlar olarak geride kalmıştık. Bu ailedeki erkeklerin hepsi eşlerine çok düşkündü. En çok da Ali amca ve Halide yengenin ilişkilerini seviyordum. Aralarındaki o iletişim çok güzeldi. Herkes sohbet ederken bazen Ali amca heyecanla bir şeyler anlatan karısını izliyordu. Boyunca çocukları olmasına rağmen aralarındaki aşk ilk günkü gibiydi sanki. Bir konuşmamızda zor kavuştuklarından bahsetmişti Halide yenge, biz zora sarıldık demişti. Alphan amca ve Bahar yenge çok başkaydı. Alphan amca biraz düz bir adamdı, Bahar yenge ise detaycı ve romantik. Bu iki zıt karakter nasıl bir araya gelmişti bilmiyordum. Bahar yenge ilk oğlu Mustafa Kemal ağabeyi henüz 23 yaşındayken doğurmuş, erken doğurduğundandı belki de bu düşkünlüğü. Konuşmadıkları tek gün bile yoktu, hep balım diye hitap ediyordu oğluna. Diğer çocuklarından çok ayrıydı ilk oğlunun yeri. Mustafa Kemal ağabey kendisi gibi öğretmendi, henüz yüz yüze tanışmak fırsat olmasa da telefonda konuşmuştuk. Suna anne ve Selim babanın ilişkisi ise biraz farklıydı. Romantik değillerdi ama kendi içlerinde bir uyumları vardı. Mesela tüm çiftler dip dibeydi. Ali amca Halide yengeyi kolunun altına çekmişti, Alphan amca ise her zaman karısına bir şekilde dokunuyordu. Onlar ise karşı karşıya geçmiş tavla oynuyorlardı. Yan yanayken de birbirlerinin omuzlarına elini koyuyorlardı. Dinçer de temas seven bir adamdı. Onun dokunuşu bana kendimi güvende hissettirdiğinden çok seviyordum. Eli düşse belimden ben sokuluyordum yanına. Özellikle dışarıya çıktığımızda hep beni tutsun istiyordum. Elimden tutup o götürsün ve geri getirsin istiyordum. Diğer türlü korkuyordum. Hep beraber oturduğumuz bu anlarda en sevdiğim şey bizimkilerin gençlik anılarıydı. ''Bir kere hiç unutmam o dönem sevgili gibi bir şeyiz. Geçici göreve gitmişti Suna, Bir aylık dedikleri görev uzayınca ayrı kalamadı benden, tutturdu yanıma gel diye.'' Suna annem şaşkındı, ''Ben mi ayrı kalamadım yoksa sen mi?'' ''Gece yarıları beni arayıp arabesk dinleten kimdi?'' ''Bendim.'' dedi Suna anne rahatlıkla, ''Saz çalan bir çocuk vardı bölükte, içli içli söylüyordu. O şarkıları dinlerken aklıma bu herif geliyordu ben de ona dinletiyordum.'' ''Dinlettikleri de nerdesin caney, oy yiğidim oy civanım falan ha.'' ''Hani çok seviyordun sana dinletmemi?'' Selim baba gülümsedi, ''Böyle böyle tavladı işte beni, neyse sonra benim Suna'yı özlediğimi anladı abim, hemen bilet alıp beni Iğdır'a yolladı.'' Fırat amca araya girdi, ''Nasıl basit anlatıyor, ulan sen Suna'yı göreve yolladık diye bize küsmedin mi oğlum? Öyle trip attı ki benim karım bana bu kadar trip atmadı.'' Kartal araya girdi, ''Fırat amca sana kötü bir haberim var.'' ''Atlas kendi yetişemiyor bunu bıraktı başıma.'' ''Lan Sarı bu herif Suna gitti diye bizimle yemek yemiyordu bile.'' ''Çünkü hep bizimle yiyordu.'' dedi Halide yengem. ''Tabii ya bu herif kendini aç bırakır mı?'' ''Asla aç bırakmam, ben böyle bir adamım. Yemek her şeyden önce gelir.'' ''Bu adamın bu kuralını seviyorum. Dinçer ve Atlas doğduğunda hemşireler yürüyüşe çıkardı beni, Selim'i sordum yeni doğan ünitesinde çocuklarınızı izliyor dediler. Zar zor bir gittim yanlarına, tam duygulanacağım çocukları izleyerek tost yemeye başladı.'' ''Neyse indim Iğdır'a, ulan kaç bin kişilik tabur. Nizamiyede bekliyorum, Suna yanıma gelir arama prosedürü falan olmadan içeriye girerim dedim kadın geldi üstümü kendi emriyle aradılar.'' ''Tabii arayacaklar, nizamiyeye giren uçan kuşun kanadının altına bile bakılır, yanlış mıyım Ali ağabey?'' ''Doğrusun Suna, askeriyeye öyle herkes giremez.'' ''Haklılar ha, bazen beni bile girerken aratıyorlar.'' dedi Fırat amca. ''O zamanlar sevgilim olan Suna hanım geldi beni aldı nizamiyeden, telefon kulağında yüzüme baka baka diyor ki 'Teslim aldım komutanım.' teslim alının kişi de sevgilisi ha.'' ''Ali ağabey tembihlemişti, öyle olması gerekiyordu.'' ''Suna beni teslim aldıktan sonra yalnız kalırız, iki sarılırız falan derken bana dilekçe yazdırmaya başladı.'' ''Bilgisayar bozulmuştu, senin yazın benimkinden güzeldi. Maksat askeriyenin işi görülsün.'' ''Bir saat elli tane herifin izin dilekçesini yazdım, parmaklarım ağrıdı yazı yazmaktan sevgilimiz gelir hasret gideririm derken koridorda geçiştiğim bir kadın askere selam verdim diye delirdi benimki.'' ''Gençlik işte,'' dedi Suna anne, ''Şimdi olsa hayatta kıs-'' duraksayıp net bir şekilde devam etti, ''ya da kıskanırım, ben buyum.'' Evdekiler gülerken ben de onlara katıldım. ''Ben sarılırız hasret gideririz diye onca yol gittim, yetmiş kişilik koğuşta yatırdı beni. Ayak kokusuyla uyudum.'' ''Orada kızdığım şey benim iş yerimdeyken, ben selam vermeden senin selam vermendi. Karşıdaki asker erkek olsa da aynı davranırdım. Beni çiğnediğin içindi o tavrım. Hem kıskanmıştım da ayrıca. Çok yakışıklı bir adam, iki dirhem bir çekirdek gelmiş yanıma. Ben bir haftadır saçımı bile yıkamamışım bu nizamiyede parfüm sıkıyor gel de delirme.'' ''Suna?'' ''Efendim hayatım?'' ''Yakışıklıyım değil mi?'' ''Valla öylesin.'' ''Babana rahmet sağ olasın.'' ''Ne demek eyvallah.'' ''Uf Atlas geldi aklıma,'' dedi Halide yenge, ''Arada bir Dinçer'le fotoğraflarını atıp hangimiz daha yakışıklı falan diye soruyor. Hep de yanlışlıkla Dinçer'i seçiyorum kızıyor bana.'' ''Yanlışlıkla mı? Aşk olsun yenge.'' ''Ah kuzum.'' diyerek sevmeye başladı Dinçer'i, ''Senin yerin başka, bunu sen çok iyi biliyorsun.'' ''Biliyorum yengeciğim.'' Aralarında sahiden de farklı bir ilişki vardı. Bunun nedeni Halide yengenin Dinçer'in süt annesi olmasıydı. ''Maalesef ben de biliyorum.'' diyen sese döndüm. Demir omzunda bir çanta ile iniyordu merdivenleri. Ali amca bu duruma hiç şaşırmazken biz ev ahalisi olarak ayaklanmıştık. ''Annem, nerden çıktın sen?'' diyerek sarıldı Halide yenge. ''Atlas aradı anne, acilen Ankara'ya gitmemiz gerekiyor dedi.'' ''O nerede?'' ''Balkon kapısından mutfağa girdi az önce.'' diye açıkladı Ali amca. Onun bu evdeki her şeyden haberi vardu. Demir'le selamlaşmak için ayağa kalktım, ''Hoş geldin.'' Hoş buldum dedi başını usulca sallayarak. Bu aniden gelişi herkesi mutlu etmişti. ''Atlas! Yanımıza gelsene oğlum!'' diye bağıran Selim babanın ardından Atlas elinde büyük bir tepsiyle salona girdi. Taktığı numaralı gözlüklerini saçlarına çıkartmıştı, üstünde kalın kazak altında ise şort vardı, ''Çok acıkmışım.'' diyerek tepsiyi masaya bıraktıktan sonra annesiyle sarıldı. ''Lan oğlum önce yüzümüze bak sonra yersin.'' diye iğneledi Dinçer. ''Senin yüzüne her sabah aynada bakıyorum zaten abicim, niye tekrar bakayım?'' diyerek Dinçer'le sarıldılar. ''Aynı olduğumuzu kabul ediyorsun yani?'' ''Ben daha yakışıklıyım ama.'' Evdeki herkesle selamlaşmış ama beni görmemişti bile, masaya geçip yemek yemeye başladığında yanına oturdum. ''Hayırdır küs müyüz?'' ''Benim gidişimin ardından tatlı yapan biriyle düşmanımdır.'' ''Şakaydı.'' ''Ben şakadan hoşlanmam ciddi bir adamımdır.'' Söylediğine gülüp masaya getirdiği kornişon turşudan aldım, ''Bu akşamki haberin çok güzeldi.'' ''Ben mi güzeldim, haber mi?'' ''İkisi de.'' Turşu kavanozunu önüne çekip iştahla yemeye devam etti. Herkes kendi halinde sohbet ederken Atlas durgundu. ''Neyin var senin?'' ''Bugün kanalın önüne birkaç kız gelmiş, benimle tanışmak için.'' ''Eee?'' ''Haber müdürü bunu öğrenince biraz sıçtı ağzıma.'' ''Neden?'' ''Daha iki günlük muhabirsin, sakın güvenme genç kızların ilgisine, bugün var yarın yoklar, şımarık bir muhabirle işim olmaz falan dedi.'' ''Seni kıskanmış resmen.'' ''Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?'' ''Tabii ki, sen iki ilgiye şımaracak birisi değilsin,'' söylediğime mutlu olmuştu, özgüvenle gülümserken ona daha da moral vermek için devam ettim, ''Çünkü zaten şımarıksın.'' Ekmeği ağzına götürecekken masaya geri koydu, ''Sağ ol yenge ya, valla sağ ol.'' Kırdığım potu toparlamaya çalıştım, ''Of Atlas öyle demek istemedim, şımarıksın derken hayatın boyunca hep ilgi görmüş birisin, kızların sana gösterdiği ilgiye şımarıp mesleğini hafife alacak birisi değilsin. Anla işte.'' Gülümseyerek yemek yemeye devam etti, ''Anladım seni ama adamın sözleri kafama takıldı işte, gerçi bana herkesin içinde bağırmasının intikamını saç ektirdiği haberini rakip gazeteye vererek aldım ama içim soğumadı.'' Böyle dese de canı gerçekten sıkkındı. Mesele bu akşam Fırat amcaya hiç evde kalmasıyla alakalı laf sokmamıştı. ''Demir, dava nasıl gidiyor?'' diye sordu Dinçer, ''Var mı bir sıkıntı, çözelim hemen.'' Dinçer son zamanlarda evdeki herkesle iletişimini daha da güçlendirmişti. Herkesin her şeyinden haberi vardı, ve onları çok iyi tanıyordu. ''Demir'in çocukken savcı olacağı belliydi.'' dedi Halide yenge, ''Ne zaman sorsak şavçi olmak isterim derdi.'' ''Neden çünkü Selim bey çocuğu her uyuttuğumuzda beşiğinden alıp odasına götürür dava çalışırken izletirdi. Başka seçeneği mi vardı?'' diye sitem etti Ali amca. Selim baba bu durumdan memnundu, ''Ya Mustafa Kemal amcasının izinden gidecekti ya da Demir, Mustafa annesini seçti, geriye Demir kalıyordu, meslektaşım lazımdı bu eve çok iyi ettim.'' ''Evde öğretmen iki tane, asker bir sürü, neden bir tane doktor var? Neden kimse benim izimden gitmedi?'' ''Merak etme yenge, Belçim meslektaşın olacak.'' Dinçer'in bu sözüyle beraber herkesin bakışları beni bulmuştu, daha önce sürekli açmaya çalıştıkları eğitim durumumu konuyu değiştirerek ya da o ortamdan çeşitli bahanelerle uzaklaşarak kapatıyordum. Şimdi ise hiç istemediğim kadar kişiye ulaşmıştı hayallerim. ''Ay Belçim, çok sevindim.'' diyerek hemen yanıma geldi Halide yenge, ''Hangi alan istiyorsun?'' diye sordu ilgiyle. ''Şey, ben aslında çocukluk hayalim yani öylesine derdim hep.'' diyerek zar zor konuştum. ''Diş hekimliği istiyor yenge.'' dedi Dinçer. Dinçer'e öfkelenmiştim, çok rahatsız olmuştum maziye gömdüğüm hayallerimden bahsetmesine. Eziliyordum karşılarında, belki de hepsi bana yakıştıramıyordu bu mesleği. Öyle mi düşünüyorlardı şimdi? ''Artık istemiyorum.'' dedim bir çırpıda, ''Eskidendi, çocukça bir hayal işte.'' ''Neden öyle diyorsun kızım? Çok yakışır sana diş hekimliği, bence bir kere daha düşün.'' diyerek destek olmaya çalıştılar. Bense kendimi bir sürü eğitimli insanın karşısında karşısında kötü hissetmiştim. ''Benim ağzım hep dolgu,'' dedi Fırat amca ''Azı dişimi de Ali yumruk atınca kırmıştı, bakarsın artık.'' ''Hangi yumruk lan, eve sarhoş geldiğin gece mi?'' diye sordu Alphan amca. ''Yok o zaman teğmendim, komutanın kızıyla ilişkimizi öğrenince birazcık kızmıştı. Komutanın ailesinden birine yan gözle bile baktırmazdı, neler çektirdi bize.'' ''Sonra gitti komutanının kızıyla evlendi.'' dendiğinde ortamdaki tüm gözler Ali amca ve Halide yengeyi bulmuştu. ''İstisnalar kaideyi bozmaz,'' diyerek karısını şakağından öptü, ''Halide benim istisnamdı.'' ''Olsun yine de olay bu.'' ''Hem ayrıca o olay öyle değil,'' diyerek açıklamaya başladı Ali amca, ''kızın niyeti başkaydı, o yumruğun da altı boş değildi, hem akıllandı sonra.'' ''Ali açıklamasana, sen bir şey yapıyorsan vardır bir nedeni.'' dedi Alphan amca. Diğer herkes de ona katıldı. Sohbetimize eski fotoğraf albümlerini karıştırarak devam ediyorduk. Halide yengenin gençliği şimdiki hali gibi çok güzeldi. Her fotoğrafın hikayesini anlatıyordu, ilgiyle dinliyordum. ''Burada Adıyaman'dayız, ilk kongremi yapmıştım. Protokolde de Ali vardı, çok garip bir gündü.'' Erkeklerle sohbet eden Ali amca karısının her lafını duyuyordu, ''Çok iyi hatırlıyorum güzelim o günü, laflarınla dövmüştün beni.'' ''Hak etmiştin.'' dedi neşeyle. Albüm ilerledikçe daha da dolu dolu bir hayatı olduğunu görüyordum. ''Tıp fakültesinde ilk günüm.'' diyerek gösterdiği fotoğrafa ne kadar uzun bakılabilirse bakmıştım. ''Bak bu fotoğrafta Derya'lar izne gelmişti, Fırat'a Ayaz'ı emanet edip sinemaya göndermiştik film sonunda Fırat uyuyakalmıştı. Gördük ki Ayaz Fırat'a sahip çıkmış.'' Halide yengenin sözü üzerine herkes sessizleşti, Ayaz'ın söyledikleri aklıma gelince bu durumu garipsememiştim. Evdeki kadınların hamilelik fotoğraflarıyla devam ediyordu gecemiz. Kaç kilo aldıklarını, cinsiyetlerini nasıl öğrendiklerini, nasıl doğurduklarını konuşurlarken ben hevesle onları dinlemiştim. Bir bebeğimin olması kulağa çok güzel geliyordu. Yine keyifli geçen bir gecenin ardından eve gelmiştik. Herkes odalarına çekilirken Atlas yine yemek yemek için mutfaktaydı. Bu gece durgun olmasına takıldığımdan yanına gitmek istedim. Ama Dinçer benden önce davranmış ve kardeşinin yanındaki yerini almıştı. ''Herkes sordu neyin var diye, az daha Pamuk dile gelip soracaktı. Herkese nazlandın, dökül bakayım.'' ''İşle alakalı bir şeyler oldu.'' dedi salatalık turşusunun kavanozunu açmak için cebelleşirken. Dinçer kavanozu önüne aldı, ''Anladım onu, ne oldu oğlum?'' Dinçer'in açtığı kavanozu önüne çekip yemeye başladı, ''Üstüme geldiler bugün, ben de kavga çıkardım.'' Dinçer kavanozu önüne çekip yemeye başladı, ''Sen zaten susmazsın ki, ne yaptılar benim kardeşime?'' Atlas kavanozu geriye aldı, ''Bak şimdi abi şöyle oldu.'' diyerek ilk önce bana anlattıklarını Dinçer'e anlattı. Herkesten önce bana anlatması beni mutlu etmişti. Kapı ağzında onları dinlemenin hoş olmayacağını düşünerek koltuklardan birine oturdum. Çıkarken sehpanın üzerine bıraktığım kitabımı elime alıp devam ettim. Ben kitaba dalmışken Atlas çıkageldi yanıma. Garip dans hareketleri yaparak karşıma dikildi. ''Ben etik ilkeleri olan, dürüst, güvenilir, sadık bir haberciyim. Görsel olarak ekrana çok yakışıyorum, haberlerimin reyting getirmesi kanaldaki herkesin gözüne batıyor. On yıldır spikerlik yapan adamdan daha çok ilgi görüyorsam bu benim başarımdır, kendimle gurur duyuyorum.'' Ben ona garip garip bakarken o havalı bir şekilde merdivenleri tırmanmaya başladı. Ardından Dinçer geldi yanıma. ''Biraz moral verdim kardeşime, dozu kaçırmışım sanki.'' Gülümsedim, ''İyi yapmışsın.'' Önüme diz çöküp ellerini bacaklarıma koydu, ''Nasıl benim güzel karım?'' ''İyiyim.'' dedim kısaca. ''Bozuldun mu sen bana?'' ''Hayır,'' dedim onu üzmemeye çalışarak, ''Ben kendime bozgunum bu sıra.'' ''İzin ver konuşmamıza, geçecek o bozgunluk.'' Parmaklarımı dudaklarına bastırdım, ''Dinç lütfen, konuşmak istemiyorum valla bak.'' Dudaklarında duran parmaklarımı öptüğünde gülümsedim, ''Dinç mi dedin sen bana?'' ''Hıhı, herkes diyor ya ağzımdan kaçtı.'' Gülümsemesinden hoşuna gittiğini anladım, ''Kocam demeni tercih ederim ama Dinç de idare eder.'' ''Senin ismin çok güzel, her şekilde oluyor.'' ''Yok, benim ismim en çok sana yakışıyor.'' ''Senin en sevdiğin isim ne?'' ''Belçim.'' dediğinde sırıttım. Beni birden kucaklayıp yatak odamıza götürdü. Bu hallerine artık alıştığım için sadece anın keyfini çıkartıyordum. Askıdan pudra pembe saten geceliklerimi giydim. Boy aynasından kendimi inceledim. Bu eve geleli kilo almıştım, göğsüm tahta gibi değildi, bacaklarım yürürken dolaşacak gibi durmuyordu. Saçlarım uzamış ve parlamıştı. Elimi usulca karnıma koydum, sanki bir bebek varmış gibi okşadım, karnımı şişirip nasıl durduğuna baktım. Ben ve hamilelik? Bu düşünce beni çok heyecanlandırmış ve korkutmuştu. Çok geçmeden kocamın kolları arasına girdim. Tatlı tatlı sohbet ediyorduk. ''Dinçer?'' ''Aşkım?'' ''Bebeğimiz olsun ister misin?'' ''Ne?'' Başımı göğsünden çekip yüzüne baktım, şaşkın görünüyordu, ''Baba olmak istemez misin?'' ''Çok isterim ama birden söylemene şaşırdım.'' ''Bu akşam yengemlerle konuştuk biraz, Bahar yenge 23 yaşında doğurmuş Mustafa Kemal ağabeyi.'' ''Sen anne olmak istiyor musun?'' Hevesle kırptım gözlerimi, ''Çok istiyorum ama korkuyorum da.'' Neşeyle gülümsedi, ''Yerim senin o heyecanını, beni de heyecanlandırdın gece gece.'' Yatakta ikimizde doğrulup sırtımızı başlığa yasladık. Dakikalarca bir çocuğumuz olsa hangimize benzer diye konuşmaya başladık. Dinçer benden bile çok heyecanlanmıştı. ''Bir dakika ismi ne olacak benim kızımın?'' ''Kızın derken?'' Şaşkınca baktım yüzüne, ''Daha yok bile ama sen kız olacağını mı düşünüyorsun??'' ''Allah söyletti, bir kızımız olsa çok güzel olur.'' Gülümsedim, ''Bizim kızımız... Söylemesi bile tüylerimi ürpertti.'' Saçlarımı öptü, ''Hadi isim bulalım kıza, isimsiz mi kalacak benim kızım?'' ''Ama çok erken?'' ''Hayalini kurup mutlu olmak istiyorum, hem nazlanma sen de istiyorsun.'' ''İstiyorum tabii.'' diyerek kocamın ortaya attığı fikirle doğmamış çocuğuma isim düşünmeye başladım. En sonunda ikimizde bir isimde karar kılmıştık. ''Karar değiştirmek yok ama, söz ver.'' dedim ciddi ciddi. ''Valla değiştirmem, ben çok sevdim kızımızın ismini.'' Dinçer, Belçim ve Gökçem... O gece düşündük uzun uzun, hangimize benzeyeceğine kadar konuştuk. Gökçemimizin başına neler geleceğini bilmeden hayaller kurduk, kurduğumuz o hayaller gülmekten belirginleşen gülümseye çizgilerime gömüldü. Toprağı üstümüze atan kürekte ikimizin de parmak izleri vardı. ⚫ Sıcak geçen bir Ankara gününde, güneş en tepedeyken balkonda telefonumu karıştırıyordum. Rehberimden Ayaz ismini bulup aradım. Her zamanki gibi sonlara doğru açtı. Ona hal hatır sormama hep şaşırıyor ama mutlu oluyordu. ''Sana gönderdiğim düğün fotoğraflarına baktın mı?'' ''Dinç'le senin olduklarına baktım.'' ''Aile fotoğraflarına?'' ''Yok, bakmadım.'' ''Neden?'' ''Bilmem, bakasım gelmedi.'' ''Yaz okulda, çok az durdu yanımızda hemen gitti.'' ''Kilo almışsın, aferin.'' Konuyu değiştirmekte çok kötüydü biraz benden ders alması gerekiyordu ''İyi bakıyorlar bana.'' ''Şüphem yok.'' Çok az konuştuk, bana vakti yok gibiydi. Kapatırken beni üzen şeyler söylemişti. ''Belçim halimi hatırımı sormak için bir daha arama. Zor durumda kalırsan ara, bana ihtiyacın olursa koşar gelirim. Kendi arkanda dur, sahip çık kendine, hadi eyvallah.'' İtiraz etmeme bile fırsat vermeden telefonu kapattı. Yaptığı şeye anlam veremesem de sözünde duracak değildim. İki gün sonra yine arardım nasılsa. Başıma kötü bir şey gelemezdi bu ara, çünkü harika bir ailede, harika bir şehirdeydim. Telefonu elimden bırakmadan ninemle konuştum. Bunu Elife öğretmenin yardımıyla yapabiliyordum. Sağ olsun bizi konuşturuyordu. Ninem iyi olduğumu biliyordu, her şeyi anlatmıştım. Kendimi kurtardığımı söylüyor ve yuvamda mutlu olmam için dua ediyordu. Ona verdiğim sözü tutamıyor gibiydim, dişlerini yapacak ilmim yoktu. Ekranda yazan Selvi'nin numarasıydı, arayıp aramamak arasında kararsızdım. İçimdeki o şefkat aramam gerektiğini söylüyordu. Ondan da güçlü bir duygu vardı içimde, eski ben değildim artık. Bu evdeki insanlar beni büyütüyordu, onlardan örnek alarak değişiyordum. Şimdilerde kendime güvenimi yeni kazanırken eskilerden bana ihanet eden kimseyle işim olmayacaktı. Geçmişe takılırsam, geçmişte kalırdım. Bugün yine ağabeyimin yokluğu en acı şekilde vuruyordu beni. Her gün aklımda, her gün kalbimdeydi. Onun eksikliğini ömrümün sonuna kadar çekecektim. Cansız bedenine sarılışımı da, kar yağmış mezarını okşayışımı da unutmayacaktım. O benim hayatımın en büyük yıkımıydı. Onu çok özlüyordum... Bu akşam herkes kendine vakit ayırır gibiydi ben de üst kattaki balkonda Ali amcanın bana okumam için verdiği kitabı sayfalarına özen göstererek okurken yanıma Kartal geldi. Gözümü akıcı satırlardan çekip işaret parmağımı ayraç olarak kullandım. ''Müsait misin Belçim abla?'' Bu çocuğun bana abla demesi çok hoşuma gidiyordu, ''Müsaidim gel Kartal.'' ''Ya kusura bakma kitabını böldüm ama yardımına ihtiyacım var.'' ''Otur bakayım ne yardımı?'' Karşımdaki bej koltuğa oturup elindeki test kitabını sehpaya bıraktı, ''Şu işaretlediğim soruyu aklım almıyor, yarın bu konudan sınav var.'' Bu evde başıma ilk defa böyle bir şey geldiğinden şaşkındım, ''Neden bana sordun ki?'' ''Geçen gün Atlas ağabeyimle alışverişe gitmiştik.'' Atlas evde olunca biz sürekli alışverişe gidiyorduk, hangi gün olduğunu ayırt edememiştim ''Hangi alışverişti canım?'' ''Atlas ağabeyim sıramızı alan çocukla kavga ediyordu, kasada eksik para üstü verilmişti hani, sen fark etmiştin. Atlas ağabeyim çok sevinip yediği dondurmanın çubuğundan çıkan dondurmayı sana vermişti ya o gün.'' ''Ha hatırladım.'' ''O karmaşada para üstünü hesaplayanın matematiği iyidir diye düşündüm. Hem ağabeyim de zehir gibidir benim karım falan diyor arada.' ''Yani fena sayılmam,'' dedim heyecanla, ''Bir bakayım.'' diyerek uzattığı test kitabını aldım. Aylar sonra ilk defa test kitabı tutan ellerim titremişti sanki. Bu ağır hissi de kalbimdeki ferahlamayı da sevmiştim. Kartal'ın kalemi uzun zamandır kalem tutmaktan çukurlaşan parmağıma yerleştiğinde eksik yapbozum tamamlanmış gibiydi. Bir soruyla başlamış olsa da bir soruyla kalmamıştık. Kartal'a sadece soruyu değil konuyu da baştan sona güzelce anlatmıştım. O da yakınından kolay öğrendiğini söyleyerek anlamadığı diğer konuları da sormuştu. Arada Atlas ağabeyine çeken yönüyle anlamsız espriler yapsa da çok akıllı çok efendi bir gençti. ''Belçim abla çok sağ ol, kale gibi yerleşti konu kafama.'' ''Sınavın sonucunu merak ediyorum.'' ''Kavradım konuyu, havada karada hallederim.'' Bu huyu annesine benziyordu. Ders çalışmamız bitmişti ama balkonda oturmaya devam ediyorduk, ayaklandım, ''İçecek bir şeyler hazırlayayım bize, ne içersin.'' O da benimle beraber kalktı, ''Beraber hazırlayalım abla.'' diyerek peşimden geldi. Bu huy evdeki tüm erkeklerde vardı. Bir şey mi yapılacak, hemen dahil olup anlamadıkları da olsa o işin ucundan tutmak istiyorlardı. Bir kişi hariç. Kartal kendine adını bilmediğim bir kahve hazırlarken ben de bir Anadolu kadını olarak çay demliyordum. İçeceklerimizi balkonda içerken bu kez sohbet koyuydu. ''Abla sana bir şey sorayım mı?'' ''Sor tabii.'' ''Şimdi biz kız sürekli seni izliyorsa ama sen ona bakınca da bakışını çekiyorsa ne yapmak istiyordur.'' ''Sen onu gör istemiyordur.'' Ayaklandı, ''Çok sağ ol abla.'' Bileğinden tutum durdurdum, gülerek baktım yüzüne, ''Tamam tamam, kaçma otur bakayım. Düzgün anlat.'' ''Bizim sınıfta Nil diye bir kız var, sürekli bana bakıyor, hissediyordum. Ne zaman basket maçı olsa en öne yerleşiyor.'' ''Sana bakması hoşuna gidiyor mu?'' Uçları kıvırcık saçlarını kaşıdı, ''Aynen var öyle bir şey.'' İmalı bir şekilde gülümsediğimde utanmıştı, ''Eee seninle ilgilendiğini mi düşünüyorsun?'' ''Ben bilmem, kızların en ufak hareketinden anlamlar çıkarma der Tibet. Çoğu zaman da haklı çıkar, ona uyuyorum. Aklımda kalmasın dedim, hiç sevmiyorum böyle şeyleri, bence hayattaki her şey net olmalı, gittim dün okul çıkışı sordum.'' ''Ne dedin?'' diye sordum heyecanla. Ben de kendimi bu hikayeye kaptırmıştım. ''Geçtim karşısına 'Sen hayırdır kızım?' dedim.'' Umutsuzlukla bir bakış attım yüzüne, ''Hah çok iyi yapmışsın, emin ol bir daha sana asla bakmaz Kartal.'' ''İyi demişim değil mi abla?'' Diye sordu saf saf. ''Evet canım, iyi demişsin.'' ''Abla dalga mı geçiyorsun?'' ''Tabii dalga geçiyorum! Sen hayırdır demek ne Kartal?'' ''Ne deseydim abla?'' ''Sohbet etseydin önce, kızın önüne geçip hesap sormak nedir?'' ''Ayıp mı olmuş harbi?'' ''Harbi ayıp olmuş.'' ''Olsun artık yapacak bir şey yok.'' ''Yarın okulda selam ver, günaydın falan de.'' ''Abla sabahın köründe uyanınca gün nasıl aysın? Kimseye günaydın demem ben.'' Biraz huysuz bir gençti, yarın uygun ortam olursa arkadaşına selam vereceğini söyleyip biraz utanarak kapadı konuyu. Ardından normal hayatımıza dair sohbet etmeye başladık. ''Dinçer ağabeyimle nasıl tanıştınız?'' Köy günleri aklıma geldiğinde hem üzülüp hep sevinmiştim, ''Bir akşamüstü vakti, ben hayvanları güdüyordum. Otladıkları mera polis özel harekatın kuzey sırtlarına denk geliyor. Dinçer de yürüyüşe çıkmış, Pamuk'un tele takılan ayağını kurtarmak istediğinde tanıştık. Tabii ben ilk başta kuzumu kesiyor sandım ama olsun.'' ''Bu hikayeyi ağabeyimden de dinledim, senin güzelliğini anlatmaktan düzgün anlatamamıştı iyi oldu anlattığın.'' Gülümsedim, ''Sana bir şey diyeyim mi Kartal, ağabeyin tanıdığım en iyi insan.'' ''Aşk olsun Belçim abla.'' Şakayla koluna vurdum, ''Sen de çok tatlısın, Tibet de öyle. Hatta ailecek sanki bu dünyadan değil gibisiniz.'' Sır verir gibi yaklaştı, ''Nereden bildin abla?'' Kahkaha attığımda gözüm Dinçer'le kesişti. Omzunu balkonun kapısına yaslamış bizi izliyordu, ''Sen ne zamandır oradasın?'' ''Babam benim gelinim nerde diye tutturunca merak ettim seni, keyfin yerinde bakıyorum.'' diyerek saçlarımı öptü. ''Kardeşimle sohbet ediyoruz.'' demem Kartal'ın hoşuna gitmişti. ''Söylediklerim aramızda kalacak abla, söz verdin bak.'' ''Söz,'' dedim direterek, ''Sen ben ve Allah.'' ''İyi geceler.'' diyip kaçacakken Dinçer onu yakalayıp saçlarını karıştırmaya başladı. ''Hayırdır aslanım nereye kaçıyorsun?'' ''Ya abi bırak saçlarımı mahvettin ya.'' diye çırpınıyordu. Bir süre iki kardeş cebelleşti. Kartal yakasını ağabeyinden kurtarıp balkondan çıktı. ''Yarın detaylarını anlatacaksın!'' diye bağırdım arkasından. ''Ne dönüyor burada?'' diye sordu meraklı kocam. ''Yok bir şey, Kartal'la benim aramda.'' ''Ben senim zaten, anlat bir şey olmaz.'' ''Hayatta olmaz Dinçer, söz verdim.'' ''Peki öyle olsun.'' diyerek yanağımı öptü. ''Yarın akşam yemeğe çıkıyoruz.'' ''Neden?'' ''Arkadaşlarım buluşmak istiyor, her seferinde keyfim yok diye kalabalığa girmek istemezdim. Uzun zamandır görmedim de çocukları, hem seninle de tanıştırırım.'' Gerilmiştim, ''Kim bu arkadaşların?'' ''Ankara'dan çocuklar, kimisi daha okuyor kimisi de başka şehirde çalışıyor. Toplanalım diyorlar aylardır, özlemişler beni.'' ''Hepsi erkek mi?'' ''Evet, nişanlıları da gelecek tanışırsın senin için de iyi olur.'' Yeni birileriyle tanışmak çok geriyordu beni. Dinçer'e sen tek git de diyemiyordum, evli bir adamdı o elbette yanında ben de olmalıydım. ''Tamam,'' dedim tebessüm ederek, ''Gideriz beraber, merak ettim şimdi.'' Yanağımdan öptü, ''Yemeği erken kesip seninle dolaşırız biraz caddede.'' ''Geçen gece gittiğimiz yere gider miyiz?'' ''Hangisi?'' diye sordu. Doğru ya Dinçer sürekli elimden tutup beni dışarıya çıkartıyor, Ankara'yı gezdiriyordu. ''Mısır almıştın ya bana, çok güzel bir parktı.'' ''Canın mı çekti senin bakayım?'' ''Yarın yer miyiz?'' ''Yeriz güzelim sen iste yeter.'' Dinçer salonda satranç turnuvası düzenleyen ailesinin yanına indiğinde ben de bitirdiğim kitabı teslim etmek için Ali amcaların evine gittim. Bana kapıyı kucağında iki kediyle Demir açmıştı, ''Hoş geldin.'' ''Hoş buldum.'' diyerek içeriye girdim, ''Ali amca müsait mi?'' ''Çalışma odasında.'' ''Kitabını verecektim.'' Elimdeki kitaba baktı, ''Katil kim sence?'' ''Katil yok, intihar etti o kız.'' Memnun bir şekilde başını salladı, ''Akıllı bir kızsın, diş hekimi olmak da çok yakışır sana.'' ''Beni götürmeyecek misin babanın yanına?'' ''Neden götüreyim sen de bu evin kızısın, üst katta babam.'' Merdivenleri çıkıp Ali amcanın yanına gittim, çalışma odasının camından dışarıya bakarken telefonla konuşuyordu. Beni fark ettiğinde kısa kesti, ''Dediğim gibi o çocuk benim oğlum, canım kanım. Bir kez daha haksız yere canını sıkarsan, canını fena sıkarım Bülent. Hadi sen benim dediklerimi iyice düşün taşın, iyi geceler.'' diyerek kapadı telefonu. ''Belçim, hoş geldin kızım.'' ''Hoş buldum.'' ''Bitirmişsin kitabı.'' dediğinde gözlerim ellerimin arasındaki kitaba gitti. İşaret ettiği koltuğa oturdum, o da karşıma geçti, ''Çok sevdim kitabı, katil yok değil mi intihar etti o kız?'' ''Aslında katil var, onu intihara sürükleyen her şey katiliydi.'' Bir süre sessizce baktım yüzüne, ''Haklısınız, ben öyle düşünemedim.'' ''Zor bir çocukluk geçirmiş gibisin.'' ''Evet, kolay değildi.'' ''Anlıyorum seni.'' Nereden anlardı ki beni, bu ayrıcalıklı hayatı yaşarken beni nasıl anlayabilirdi? ''Nasıl anlıyorsun diye düşünüyorsun belki, ama düşünme ben anlarım seni.'' Düşündüğüm şeyi ağzımdan kaçırdığımı düşünerek, ''Özür dilerim,'' dedim mahcubiyetle, ''Ben öyle düşünmek istemezdim.'' ''Çay içer misin kızım?'' ''Zahmet olmazsa.'' İki çay eşliğinde sohbet etmeye başladık, ben susuyorum Ali amca bana kendi hikayesini anlatıyordu. ''İnsan zorluk yaşarken ona destek veren birini görünce daha da sinirlenir, kendimden biliyorum. Yetimhanede büyüdüm ben, kardeşime hasret kaldım yıllarca, ne annem sahip çıktı ne de babam. Eskiden olsa bunları bu kadar kolay söyleyemez utanırdım. Ama sana anlatıyorum, gurur duyduğumdan mı, hayır sadece yaşadıklarımı sahipleniyorum. Çünkü onları yaşamasam ben, ben olmazdım.'' Duyduklarım daha da sessizleşmeme neden olurken ürkekçe sordum, ''Nasıl bu kadar yıkılmaz duruyorsunuz peki? Onca şeye rağmen, nasıl böyle güçlüsünüz?'' ''Karım sayesinde. Allah onu başımdan eksik etmesin. Şu anki halimin mimarı karımdır, Halide olmasa eğer çoktan mezarım kuru otların altındaydı.'' ''Ben de Dinçer'e şükretmeliyim.'' ''Çok aşık çocuk sana, senin adımların sendeliyor gibi, haksız mıyım?'' ''Ben onu hak etmiyorum.'' dedim üzülerek. ''Ona kalsa ben de hiç hak etmedim Halide gibi birini, ama evlendik iki çocuğumuz var. Mesela hak etmek ya da etmemek değil, mesele sevgiye sahip çıkmak. İki taraf da sahip çıkarsa sevgisine o ilişki mezara denk sürer.'' Nasihatlerini bir bir kazıdım aklıma. Yaşanmışlığı fazla olan bir adamdı Ali amca, sözleri bir kılıç gibi keskindi çoğu zaman. ⚫ Dinçer'in arkadaşlarıyla tanışmaya gidecektik. Ben hâlâ odamda ne giysem diye düşünüyordum. Siyah kare yaka uzun kollu bir elbisede karar kıldım, dizlerimin altında biten elbiseyle aynanın karşısında salınırken çıplak bacaklarım hoşuma gitmedi. Selvi'nin okul partilerine giderken hazırlanmaları geldi aklıma, sanki o ana gittim. Kendini kötü hissederek üstümü değiştirmek istedim ama Dinçer'in seslenmesi üzerine vaktimin olmadığını anladım. Elbisenin altına kalın, bacaklarımı göstermeyen siyah bir çorap geçirdim bacaklarımdan. Ardından ayak bileklerime kadar gelen bir kaban giydim hem üşümezdim de. Yüzüme beceriksizce rimel sürüp dudaklarımı hafifçe boyadım. Kıvırcık uzun saçlarımı serbest bırakıp Dinçer'in yanına gittim. Beni gördüğünde gülümsedi, ''Üşüdün mü sen bakayım?'' ''Olmamış değil mi üstüm başım? Ben gelmeyeyim en iyisi, zaten kötü oldum.'' ''Hayır,'' dedi itiraz ederek, elimi tuttu gitmeme fırsat vermeden, ''Kötü oldum ne demek, çok güzelsin tamam mı?'' Endişeli bir gülümseme koydum dudaklarıma, ''Güzel miyim?'' ''Bana güzelsin, bana güzel kal.'' Yemek yiyeceğimiz restorana geldiğimizde çok heyecanlandım. Dinçer elini belime sardı, ben de ondan bir saniye ayrı kalmak istemeyerek ona sindim. Kalabalık restorana girdiğimiz an herkes bize bakıyordu sanki. Elini kaldıran birkaç kişiyi fark ettim, onlara doğru yürüdüğümüzde arkadaşlarının onlar olduğunu anladım. İki erkek üç kadın vardı. Bizi görünce ayaklandılar. Dinçer erkeklerle sarılırken ben tanıştırılmayı bekleyerek sadece tebessüm ediyordum. ''Dinç, kaç ay oldu seni görmeyeli?'' diye soran genç bir Dinçer'e sarıldığında bu gecenin kötü biteceğini hissetmiştim. ''Sen hala liselisin değil mi?'' diye sordu Dinçer. ''Saçmalama, Yaz'la yaşıtım ben. Gerçi o beni pek sevmez ama olsun.'' Sıra beni tanıştırmaya geldiğinde gerilmiştim. ''Sevgili karım göz bebeğim, Belçim, ve çocukluk arkadaşlarım.'' Beylerle sadece baş selamı verdi, kızlar ise benim soğukluğuma aldırmadan sarıldılar. Bana sarıldıklarında üzerimdeki o buz kütlesi eridi sanki. Az önce kocama sarılan kişinin de Dinçer'in arkadaşının kız kardeşi olduğunu öğrenmiştim. Hep beraber masaya geçtik ve sohbet başladı. ''Biz de nikahı bu ay içerisinde düşünüyoruz, işlemler falan zor oluyor mu Belçim?'' diye sordu Ece, o tatlı birisiydi. ''Yok zor değil, sadece geriliyor insan biraz.'' diyerek geçiştirdim konuyu. ''Gelinliğine bayıldım bu arada.'' ''Nereden gördün?'' ''Atlas, Dinçer evlendi şu hesaba para atarak onu kutlayabilirsiniz deyince inanmamıştık, resimleri attı orada gördük.'' ''Atlas kanaldan kovulmadı mı ya?'' diye söylendi Ece. ''Yok, neden kovulsun. Başka kanallardan teklif almasına rağmen bırakmıyorlar. O kanala spiker olmadan asla ayrılmaz oradan.'' dedim sadece Ece'ye bakarak. ''Atlas'ı sevmem, gerçi o da beni sevmez.'' ''Ailemden sadece Dinçer'le iyi anlaşıyorsun anlaşılan?'' ''Dinçer'in yeri ayrı, o bilir aramızdakileri.'' Erkek arkadaşlarıyla sohbete dalan kocamı izleyen Ece'ye ters bir bakış attım. Dinçer'in bu kızla tek alakası arkadaşının kardeşi olmasıydı, en azından böyle olmalıydı. Yemeklerimizi yerken aslında o kadar gerilmeme gerek yokmuş diye düşünüyordum. Kızlar, birisi hariç oldukça tatlılardı. Dinçer de arkadaşlarını cidden özlemişe benziyordu. Onlarla geçmişe dair sohbete dalsa da gözleri üzerimdeydi, gözleri olmasa bile masanın altından tuttuğu bacağımı arada okşayıp kendini hatırlatıyordu. Tatlılarımızı yerken açılan konular o kadar da tatlı değildi. ''Sen nerede çalışıyorsun Belçim?'' ''Şey ben, çalışmıyorum şu an.'' diyerek konunun kapanmasını bekledim. ''Tabii ya yeni evlendiniz, tadını çıkarın tabii.'' Diğerleri bu konuyu böyle geçiştirmişti, normal sohbetimize dönmüşken Burcu gerildiğimi anlamış ve bunun üstünde durmuştu. ''Peki ne mezunusun?'' Bu masadaki herkes çok iyi okullardan mezundu, benden de iyi bir okul duymayı bekliyorlardı elbette. Ali amcanın dedikleri geldi aklıma, kendine güven, asla utanma demişti bana. Kimseden aşağıda değilsin... Tüm bu sözler beynimde yankılanırken lise mezunu olduğumu söyleyeceğim sırada Dinçer benden önce konuştu. ''Atlas'ı izliyorsunuz değil mi akşamları, yemin ederim fena takıyor bu konuya arkadaşlığı bitirir'' Bu yaptığı şey kalbimi paramparça ederken dolan gözlerimi zapt etmeye çalışıyordum. O andan sonra ağzımdan çıt bile çıkmamıştı. Odamıza girene kadar susmuştum. Dinçer odanın kapısını kapatıp karşıma geçti, ''Belçim, sorun ne güzelim?'' ''Sorun,''usulca bir nefes aldım, yorgunlukla oturdum yatağın ucuna, ''Sorun senin benden utanman.'' dedim kısık bir sesle. Yanıma gelip önüme diz çöktü, ''O nasıl söz göz bebeğim?'' Acı bir tebessüm oluştu dudaklarımda, ''Öyle ama değil mi? Gerçekten utanıyor musun benden?'' ''Belçim, söyleme şöyle ne demek utanmak?'' ''Uyumak istiyorum.'' dedim bakışımı kaçırarak. Yataktan kalktım, banyoya gidecekken kollarını arkamdan sararak gitmeme engel oldu. ''Bir şeyler söyleyip çekip gitme, dürüst ol bana.'' ''Dürüst mü olayım?'' ''Evet.'' Mutsuzca karşısına geçtim, dolan gözlerimden akan yaşları umursamadan konuştum ''Arkadaşların ne mezunu olduğumu sorduğunda hemen konuyu kapattın, lise mezunu olduğumu öğrenseler olmazdı değil mi, yakışmazdım yanınıza.'' ''Sen sorudan rahatsız oldun ve ben o yüzden araya girdim, başka bir amacım olamaz.'' ''O masada herkes bir şeydi, herkes meslek sahibiydi, çok iyi okullarda okumuştu hepsi. Benim kıytırık bir liseyi zar zor bitirmem yakışmazdı tabii.'' ''Sen ne diyorsun Belçim?'' ''Sadece bu da değil, o kız nasıl böyle samimi davranır sana? Önce hastanedeki kız ardından kafedeki, şimdi de bu. Sen bu tavırlara ben yanındayken nasıl izin verirsin?'' Sinirle daha da yaklaştım, ''Bu kadar hayranın varken Diyarbakır'ın köylü kızını nasıl karın yaptın diye konuşmuşlardır arkandan.'' ''Saçmalıyorsun.'' dedi elimi tutmaya çalışarak. ''Çok doğru söylüyorum. Sana en başından beri bin kere söyledim, denk değiliz dedim! Sürekli okula git demen de bu yüzden, bari oku da yanıma yakış demeye mi çalışıyorsun?'' Hayal kırıklığıyla baktı yüzüme, ''Bunu düşünmen bile bana çok büyük ayıp.'' ''Öyle ama,'' dedim gözyaşlarımı silerek, ''Köylüyüm, cahilim, kimsesizim! Buna rağmen seni hak ediyor muyum?'' ''Hak etmiyorsun.'' dedi kesin bir dille. Az önce tutmaya çalıştığı elimi bıraktı. Bu kez o da sinirliydi. ''Böyle yaparak ne beni ne de evliliğimizi hak etmiyorsun. Bin kere söyledim! Seni seviyorum dedim, geçer dedin. Sana aşığım dedim, inanmadın! Beni bırakma dedim, ertesi gün terk ettin! Şu yaptıklarına rağmen hala köpek gibi aşığım sana, evlendik biz. Karımsın sen benim, karım! Ya şunu anla, ya da...'' ''Ya da?'' ''Anla artık, lütfen anla. Seni sevdiğimi, sensizliği istemediğimi, karı koca olduğumuzu... Beni artık anla Belçim.'' Kapıyı çekip çıktı ve bana ise hüngür hüngür ağlamak kaldı. Dinçer'in gidişinin ardından sertçe çektiği kapının arkasına çökerek ağladım saatlerce. Gözyaşlarım kuruyana kadar ağladım arkasından. Koca odada tektim ve bu teklik beni mahvediyordu. Kendimi ateşe düşmüş gibi hissediyordum. Gerçekten de böyle olduğunu anlayacaktım kısa bir zaman sonra. Alyansımla oynamaya başladım, gümüş yüzüğüme Dinçer'le yaşadığımız tüm anlar yansıyordu sanki. Bu evliliği burada bitirmekle, hayatta beni gerçekten seven tek adama sıkıca sarılmak arasında gelip gidiyordum. Aradan bir aya tekamül eden bir hafta geçmişti. Bense kararımı vermiştim. Kahverengi bir omuz çantasına eşyalarımı sığdırmaya çalışırken gözyaşlarım görüş alanımı bulanıklaştırıyordu. Korku ve heyecanla evden çıktım, herkesle vedalaştım tek tek. Hepsi beni uğurladı. Evin önünde beni bekleyen arabaya bindim. Yol akıp giderken içimde bir sürü duygu kol geziyordu. Korku, heyecan, mutluluk ve kocaman bir acı. Varacağım yere geldiğinde arabadan indim. Titreyen bacaklarımın üzerine zor duruyordum, derin bir nefes aldım. Ürkek bir ceylan gibi ilk adımımı attığımda belimden kuvvetli bir el sarıp beni durdurdu. ''Beni öpmeden derse gidemezsin.'' Yüzümde kocaman tebessümle baktım Dinçer'in yüzüne. Sanki hiç görmemişim gibi, ilk görüşüm gibi baktım. Kavgamızın ardından söylediklerimden deli gibi pişman olmuştum. Koşup onu bulmak istediğimde çok uzağa gitmediğini gördüm. Kapımızın karşısındaki duvara yaslanmış bana bakıyordu. Yüzüne bakmaya utandığımdan başımı eğerek yanına gidip sarılmıştım ona, af dilemiştim. Kendime bile itiraf edemediklerimi ona anlatmıştım. İçimdeki o ezik kızı, okumamanın verdiği hasarı, kendime zerre kadar değer vermediğimi... Sanki anlattığım her şeyi anlar gibi baktı yüzüme. Hiç yılmadan bana aşık olduğunu söyledi. Beni her şekilde kabul ediyordu. Sonsuz bir anlayışı vardı sanki bana karşı. O gece beraber uyuduk. Dinçer onu asla kaybetmeyeceğimi söylüyor ve her zaman yanımda kalmaya sözler veriyordu. Bu gece yaşananları yaşanmamış sayıp unutacaktık. Göğsüne doğru akan gözyaşlarım bu gecede saklı kalacaktı. Gözyaşı ile uyandığım sabah Dinçer'den tek bir şey istemiştim, beni okutmasını. O da yapmıştı. Sınava hazırlanmak için Ankara'nın en iyi dershanesine kaydolmuştum. Şimdi ise ilk ders günümdü. Beni derse kocam uğurluyordu. ''Ben ne yaptım da sen karşıma çıktın?'' Yanağımdan öptü, ''Hep karşında olacağım.'' ''Çok heyecanlıyım.'' ''Ben de geleyim mi?'' ''Dinçer saçmalama.'' diyerek güldüm. ''Yanına otururum, sesim çıkmaz valla bak.'' Uzanıp sakallı yanağını okşadım, ''Senden ayrılasım yok.'' ''İlk günden dersi as sonra evdekiler kızın kafasını karıştırıyorsun diye beni assın.'' Gülümsedim uzun uzun. İçimdeki heyecan öyle çoktu ki yere göğe sığamıyordum. İlk dersimden önce söylemem gerekenler vardı. ''Dinçer, sana bakmaya doyamıyorum. Sen hayatımda başıma gelen en güzel şeysin. Binlerce kez şükürler olsun seni karşıma çıkarana, iyi ki benimsin.'' Etrafı kolaçan ederek ufacık bir öpücük bıraktım dudaklarına. Beni gülümseyerek derse uğurlayan kocama arkamı döndüm, o ise bana el sallıyordu. Bir şey söylemeyi unutarak geriye döndüm, hırsla konuştum. ''Önce ağabeyime sonra sana söz veriyorum. O beyaz önlükle göreceksin beni. Diş hekimi Belçim Demirsoy olmadan yılmak da yıkılmak da yok.'' ''Biliyorum,'' dedi, ''Sana çok güveniyorum.'' Diş hekimi olmak için attığım ilk adımım çok güçlüydü. Beyaz önlüğümün rüzgârla savrulduğunu görmeden geçirdiğim her rüzgar benim için artık anlamsızdı. Dershane kapısından girmeden gözlerini benden ayırmayan kocama baktım, avcuma doldurduğum binlerce öpücüğü ona gönderdim, alıp kalbine bastırdı, aynı beni bastırdığı gibi.
|
0% |