Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Ay Işığı

@pekbiafiliyalnizli

Halide'nin Ali'ye kavuşmasından uzun sürdü sanki kavuşmamız.

Medya: Dinçer'i gördüğünde Belçim 😍

Bölüm Belçim'in ağzından, gelecek bölüm Dinçer ve yaşanacaklar... Acaba kimler kimler gelecek?

5 Yıl Önce Diyarbakır

Belçim'den.

Hayatta yüzünü güneşe çevirmeli insan, bazen ne kadar zor olsa da umut hep var. Son zamanlarda daha da umut doluyorum. Gelecek ne getirecek bilmiyorum ama ben hep güneşi seyrediyorum.

Hayatımın başucuna koyduğum düşünce yapısı buydu. Ben yaşıyorsam umur hep vardı. İçimden hiçbir zaman söküp alınamazdı, öylesine içimde en içerimdeydi. Kimselerin el sürmesine de izin vermeyecektim.

Abimin elinden tutup ağlaya ağlaya çıktığım eve arka kapıdan girmiştim ertesi gün. Gidecek başka yerim olmadığı için mecburdum onlara. Onlar da bunu bildiğinden istedikleri gibi örseliyorlardı bizi. Hatta nefret ediyorlardı bizden.

Neyse ki karşılıklıydı duygularımız. Nefret ediyordum abime ağzını açan herkesten. Ölmelerini istiyordum hatta, hiç üzülmezdim biliyor musunuz. Birazcık bile sızlamazdı içim.

Çocukken korkardım bu isteğimden, Allah duyar da bana kızar diye dışımdan söylemezdim hiç. Ninem bir keresinde Allah her şeyi bilir dediğinde bu numaramın bir işe yaramadığını anlamıştım.

Ama şimdi bile sesli söyleyemiyordum bu duygumu. Gözlerime bakan anlardı.

Son günlerce o hariç gözlerime bakan da yoktu. Ama o öyle bir bakıyordu ki tüm dünya birleşip baksa bu kadar heyecanlanmazdım sanırım. Bir bakışı vardı yüreğimi yakan, sonunda beni de yakacak olan.

''Belçiiim!''

Duyduğum cırtlak sesle elimdeki bardağı tezgâha bırakıp ellerimi önlüğüme sile sile salona adımladım. Abim ona aldığım kırmızı topla oynarken yengem bir köşede muhtemelen Selvi'nin çeyizi için oya yapıyordu.

''Ne oldu yenge?''

''Bekir'e dışarıda oyna oğlum dedim, Belçim'den başkasını dinlemem diyor, sanki kötü bir şey demişim gibi bakış attı bana. Laf anlat ağabeyine.''

''Merak etme sen araya kötü şeyler de sokuşturmuşsundur yenge.''

''O nasıl söz Belçim, geçen akşam için kızgınsın sen bize. Unut kızım artık, buraya geldin bak ben diyor muyum tilkinin dönüp dolaşıp geldiği yerin neresi olduğunu?''

Güldüm alayla, ''Demezsin sen yenge, der misin hiç.''

''Gel yamacıma otur bak sana oya örüyorum.''

Yanına oturup ördüğü yazmaya baktım, ''Sentetik şifon mu bu? Geçen İpek yazma oyalıyordun.''

''O Selvi içindi, bu kumaşlarda rahat edemiyor hassas benim avukat kızım.''

''Yenge, sen konuşuyor musun Selvi'yle okul meselelerini, bölümünü falan.''

''Ben sorunca oflayıp anlatmıyor ama ben anlarım dersleri çok iyi Belçim. Nazar değmesin, iyi ki bak gitmiş okula, avukat oluyor kuzenin.''

Buruk bir tebessüm ettim, ''Ben gitsem diş hekimi olacaktım.''

''Milletin ağız kokusunu çekecektin yani, hem beceremezdin bakma. Senin elin hassas değil, iyi olmuş okumadığın her şey okumakla olmuyor.''

''Haklısın yenge bunun en iyi örneğini Selvi'de görüyorum.''

''Tabii görürsün kimin kızı, anası gibi akıllı kızım benim. Cübbeyi mezun olunca hemen verirler değil mi Belçim? İsmi de yazıyor mu onlarda?''

Ne kadar kızsam da bu hevesli hali kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu, ''Bilmem, verirler herhalde.''

Yengem ağzındaki sakızı çıkartıp başındaki yazmanın üstüne yapıştırdıktan sonra konuşmaya devam etti, ''Buradan da çıkarız, köyden alır bizi. Şehirde bir daire tutar bize.''

Azcık kafa bulasım vardı, ''Abimle ben de geliriz değil mi yenge?''

''İlmek kaçtı kız bak beni konuşturdun.''

Elindeki oyaya baktım, benim için yaptığından mı yamuk yumuktu? Neyin sorusunu soruyorsun Belçim? Tabii ki evet.

Yengem oturmaya devam ederken kolumu dürttü, ''Abini çıkart evden valla televizyona falan atar akşam seyret şamatayı.''

''Ben aldım televizyonu isterse kırsın, abimden değerli değil.''

''O nasıl söz? Senin benim mi var? Ben iyiliği için diyorum kızım, sokakta daha rahat oynar.''

''Köy çocukları rahat bırakmıyorlar abimi yenge, toplarını da hep çalıyorlar. Korkuyor biliyorsun sen de.''

''Koca adam ama bebek değil mi Belçim?'' diye sordu acıyarak, ''Allah vermiş işte ne yapacaksın.''

''He yenge bebek. Abimle acıyarak konuşma bir daha, her hafta eğitimde öğrendiklerini tek lafınızla bitiriyorsunuz. Kaç defa dedim size.''

''Kızım ben ne dedim şimdi. Bir kere kötülüğüm dokundu mu şu sabiye?''

''Niye yenge sen değil miydin geçen yıl abimi aşağıdaki harmanda milletin içinde oyun havası oynatan?''

''Koskoca bir yıl geçmiş, kızım sen ne kindarsın.''

''İnsan izi kalınca unutamıyor yenge, el kadarken bana ettiklerini de ömrümce unutmam.''

''Ne yapmışım ben sana?''

''Sen bilme Allah biliyor, o yeter.''

''Ah kızım ah her şeyi kafana takarsan yazık sana. İleride koca evinde çok çekersin.''

''Sen düşünme benim koca evimi.''

''Hem ben o gün dalga geçmek için oynatmadın Bekir'i. Güzel oynuyor ama ağabeyin, oynamak kötü mü? Bir kere kıvırıver Bekir.'' diyerek ellerini şıklatmak için iki yana açtığında abim elindeki topu yengemin başına attı.

''Gol!''

Abimin söylediğini dudaklarımı ağzımın için alarak güldüm. Yengemse başına kurşun yemiş gibi davranıyordu.

''Anaaam kafam yandı!''

''Abartma yenge plastikti top. Aynı elindeki kumaş gibi, kalitesiz yani.''

''Anam anam anam, nevrim döndü tuzlu ayran çırpıver Belçim.''

Canı ayran çekmiş ve bana kilitlemek için en iyi yöntemi de bulmuştu, ''Abimle top oynayacağız yenge yoksa bir kez daha atar tutamam, sen yap ayranını.''

Abimle beraber gülüşerek çıktık evden. Elimi eline vurdum, ''Tam isabet ortak.''

Benden aldığı güvenle gülümsedi, ''Bir kere daha gol atayım mı?''

''Artık olmaz akşam amcama atarsın olur mu?''

Başını salladı, ''Kafasına mı?''

Gülerek uzayan saçlarını karıştırdım, ''Saçlarını keselim mi?''

''Emmiye gitmeyelim ama, kulağım acıdı.''

''Başka berbere gideriz, bugün temizlik günümüz olsun.''

''Bana yeni pantolon alacan?''

Başımı salladım, ''Hem de mavi!''

''Paramız var mı?''

''Var, ben kazandım.''

''Sen niye hep para kazanıyorsun ki?''

''Sen de Dinçer gibi başlayacak mısın 'Neden bu kadar çok çalışıyorsun? demeye.''

''O kim?''

''O... Dev adam.''

''Ne kadar dev?''

''Bilmem ki, uzun ama bayağı.''

''Ne kadar bilmezsin?''

''Hiç bilmem.''

''Ben de hiç bilmem, elma yiyelim mi?''

''Ama sen toplayacaksın.''

''Söz.''

Abimle beraber ağaçların yanına adımladık. Bugün öğlene kadar abimle olacaktım, sonra benim mesai başlayacaktı. Ağacın dibine oturup abimin bana uzattığı elmayı aldım. Yanıma oturmuştu hemen. Elmayı yiyecekken alıp çıkınımdaki suyla yıkadım, ''Meyveleri yıkamadan yemiyorduk değil mi abi?''

''Ama yengem diyor ki ye.''

''Hani yengemin söylediklerini yapmayacaktın abi?''

''Tamam tamam yapmam bir daha, yenge yok amca yok Musa yok. Selvi bazen var bazen yok, Belçim hep var Elife öğretmen de var.''

Yıkadığım elmayı uzattım, ''Aferin abi, aynen öyle.''

''Bana kitap okusana.''

''Ama akşam olmadı ki.''

''Olsun şimdi de oku, sadece uyurken mi kitap okunuyor?''

''Hayır, her zaman okunuyor.''

''O zaman okusana.''

''Tamam.''

Çıkınımdan kitap çıkardım, ''Bunu daha önce okuduk ama.''

''Olsun ben zaten hep unutuyorum, sen oku ben yine unutayım.''

Başını öptüm, ''Bunu unutma.''

''Tamam.''

Klasik öykülerden iki tane okuduğumda hemencecik sıkılmıştı, ''Acıktım ben.''

''O zaman önce berber, sonra da lokantaya gidelim. Karnıyarık yiyelim mi abi?''

''Olmaz. Ben güveç isterim.''

''Tamam, sana güveç alırız, hadi gidelim.''

Bir elim çantamın içindeki cüzdanımı sıkı sıkı sararken diğeri abimin kolunu sarıyordu. Beraber şehre iniyorduk. İlk işimiz berbere gelmekti, içeride bir sürü erkeğin olmasına takılmadan girdim. Abim etrafı incelerken boş koltuğa oturttum. Abimin gülümsemeleri, heyecanlı halleri ve tavırlarından onda bir terslik olduğunu düşünen berber benden bir şey duymak ister gibiydi.

''Abi sen söyle hangi saç modelini istediğini.''

Abim hevesle baktı berbere, ''Yanları al önler kalsın!'' Heyecanla bana döndü, ''Dedim mi, dedim mi? Oldu mu?''

Başımı salladım, ''Oldu.''

Üzerimizde gezinen garip bakışlara aldanmadan gülümsedik. Böyle böyle aşacaktık her şeyi. Berberden çıktık mağaza arıyorduk ama ben yakışıklı abime bakmaya doyamıyordum, ''Çok yakışıklı oldun abi.''

''Yetmiş doksan sekiz kere söyledin Belçim, sussana.''

Abim benden bıkmıştı, ''Ama öyle oldun.''

''Hadi öğretmenime gidelim o da böyle desin bana.''

''Elife öğretmen mi?''

Kahkaha attı, en şirin hâli buydu. Ağzından akan salyalara midesi bulanan insanların garip bakışlarını aradı gözleri bulamayınca rahatlamıştı.

''Hayır, güveç yiyelim hadi.''

''Önce sana pantolon alalım, sonra da güveç.''

Vitrindeki elbiseye baka baka girdim içeriye. Beğendiğim o elbise yine buradaydı. Alacak param vardı ama hayatımdaki ilk öncelik o elbise değildi. Ben de değildim ya neyse.

Abimin bedenine uygun pantolonu seçtik, ''Dilerseniz deneyebilirsiniz.'' diyen görevli kızın sözüne heveslendi abim.

''Ben de deneyebilir miyim Belçim? Yapabilir miyim?''

Başımı salladım, ''Tabii yaparsın abi.''

Kabinin önünde beklerken fark etmeden tırnaklarımı yiyordum. Giyinmek en sorunlu durumlardan birisiydi. Aradan beş dakika geçmiş ama hâlâ abim çıkmamıştı, ''Abi, giydin mi?''

''Olmadı olmadı, çok kötü çok.''

''Yanına geleyim mi?''

''Ben geleyim.''

''Hayır! Sen kal geliyorum.''

Kumaş perdeyi sıyırıp içeriye girdim. Kasıklarında kalan pantolonu dikkatle yukarıya çektim bunu yaparken ona nasıl yapması gerektiğini anlatıyordum.

Kabinden beraber çıktığımızda birkaç insanın garip bakışıyla karşılaştık, bu bakışlar benden çok abime tanıdıktı. Onun güzel yüreğine tanıdık yabancıydı.

Pantolonun yanında abime bir de kış için mont aldık. Kışlıkları şimdiden almak avantajlı oluyordu. Yengemler laf etmesin diye ev için de birkaç kumanya aldık. Abime aldığım şeyleri saklamaya çalışsam da abim heyecanla herkese anlatıyordu. Bu aldıklarımızı da tüm köye yayacaktı şimdi.

Köy yoluna girmeden önce bankamatiğe uğradık. Ev temizliğinden ve tarladan aldığım parayı kuruşu kuruşuna bankaya yatırdım, burası ikimizin geleceğiydi. Abimle kurduğumuz hayalleri gerçekleştirebileceğimize dair tek ümidimizdi.

Abimle geçirdiğimiz birkaç saatin ardından köye yürümeye başladık. Abim bayram sabahı çocukları gibi şendi, alışveriş yapmaktan çok hoşlanıyordu. O istesin tüm paramla ona bir şeyler alırdım.

''Belçim!'' diye seslenen bir grup kadına baktım. Çocukları okula, kocaları işe yollamışlar kafalarını dinliyorlardı.

''Nasılsınız?'' diye sordum soğuk bir sesle. Komşularla ne kadar yakın olursam o kadar çok acıyorlardı bize. Bazen mesafe koymak size karşı duygularını nasıl dile getirmesini bile öğretirdi insana.

''Hayırdır nereden geldiniz böyle abi kardeş?''

Benden önce abim cevapladı, ''Bana don aldık, bir de kışlık gocuk, istersen sana da vereyim mi?''

Kadınlardan bir kaçı güldü abimin sözüne, abim kim gülse gülerdi zaten. Fasulye ayıklayan kadınların yanına oturup yardım etmeye başladı abim, bir yandan da ona neler aldığımı detaylıca anlatıyordu.

''Bana dişimin ağrısını unutturdun çok yaşa Bekir.''

Abim hemen benim kolumu tuttu, ''Belçim diş doktoru, hemen baksın sana hemen yapsın dişini.''

Kadınların bir kaçı bana baktığında başımı eğdim. İnsan kalabalıkta haykıramadığı hayallerinden utanıyordu.

''Ben diş hekimi değilim abi, anlamam ki.''

Abim itiraz etti, ''Nasıl anlamam, sen hep ders çalışıyorsun ya. Kocaman kocaman kitapları okuyor, bana da okuyor. Biliyor musunuz Belçim çok ama çoook aklı güzel.''

Gülümsedim, ''Senin aklın da güzel.''

''Demek okuyacaksın ha Belçim?''

Abimden çektiğim gözlerimi karşımdaki kadına doğrulttum. Kırklı yaşlarında balık etli renkli gözlü bir kadındı. Hafif bir alay vardı sesinde, dudağında alaylı bir kıvrılma vardı sadece benim anlayabileceğim. Sesli söylemeseler de hiç yakıştıramıyorlardı bana okuyup meslek sahibi olmayı. Bu beni daha da hırslandırıyordu, ''Nasip,'' diye konuştum, ''Her şeyin hayırlısı. Benim için olması gereken neyse onu yaşayacağım.''

''Amin kızım inşallah güzel bir kısmet çıkar önüne bir an önce kurtulursun el elinden.''

''Koca evi el evi değil mi? Orası daha fena, kaynana var kaynata var. Görümcesi, yengesi akrabası hiç bitmez.''

''Belçim güzel bir kız, bulur iyi birini. Aslında ben bizim sülaleye haber ettim ama ses çıkmadı dur bakalım.''

''Ne haberi Hafize abla? Koca koca diye yandım kederlendim kapınıza geldim de benim mi haberim yok?''

''O nasıl laf kızım, iyiliğine konuşuyoruz.''

''Ondan her haftada bir amcam açıyor bunun konusunu. Yahu hanginize dokunsam bin derdiniz var, bir ben mi kaldım geriye? Bir daha bana görücü bulursanız bu konuyu hiç erinmeden kahveye gider kocalarınıza kadar anlatırım. Şakam da yoktur bilirsiniz.''

Abimi de alarak ayrıldım kadınların yanından. Selam versem borçlu çıktığım bir köyde yaşıyordum. Allah sonumu hayretsin.

Abim koştur koştur okula gitmişti bense birkaç dakikaya çıkmak üzere eve gelmiştim.

''Neler aldın Belçim?''

Yengemin kenafir gözleri poşetlerde geziniyordu, ''Erzak aldım yenge.''

''Selvi fesfuk istiyordu aldın mı?''

''O mısır gevreği zımbırtısından da aldım yenge, evimizdeki tek eksik o çünkü.''

''Selvi'me feda olsun, bir onunla kahvaltı ediyor son aylarda biliyorsun güzel kızım.''

''Sen bunları yerleştiriver yenge, ben tarlaya gideyim saati geliyor. İnekler bende değil bugün.''

''Kızım nasıl yerleştiririm belim ağrıyor, fıtığım azdı iyicene. Fırına ekmek yoğurdum onu da payla koyuver sonra çıkarsın.''

''Belin ağrıyorsa nasıl hamur yoğurdun yenge?''

''Yeni azdı belim, çok fena kızım çok.''

''Fena fena,'' dedim yüzüne bakarak, ''Çok fena yenge.''

Aldıklarımı yerleştirdikten sonra yengemin dağıttığı mutfağa çekidüzen verip ekmek teknesini bahçeye taşıdım. Kollarımı sıyırıp hamurun daha kolay çıkması için ıslattıktan sonra hamuru paylayıp fırına sürdükten sonra ekmek teknesini yıkadım.

Tarlaya gideceğim için üstümdekilerden daha eski birkaç kıyafet giyip çantamı yanıma aldım. ''Yenge ben tarlaya gidiyorum.''

''Geç kalma amcan kızar.''

''Kızarsa o geç kalmasın. Haydi ben gittim.''

Tarlaya yürüyerek gidebiliyordum. Burada çalışmak için şehir merkezinden servisle gelen insanlar oluyordu. Çoluğunu çocuğunu beline saran köylü kadınlar ağırlıktaydı. Ustabaşına geldiğimi belli ettikten sonra hemen çalışmaya başladım.

Mola verdiğimizde yere örtü serip oturdum. Dün yaptığım otlu gözlemeyi çıkardım çıkınımdan.

''Belçim önüme dursana şu oğlanı emzireyim.''

Ayşe ablayı duşuma alıp ona sırtımı döndüm, ''Keşke getirmeseydin el kadar bebeyi abla.''

Bebeğini emzirirken sıkıntıyla konuştu, ''Getirmeyip ne yapayım? Herif kamyonda, kaynana desen öldü ölecek.''

''Sen de haklısın abla.''

Yaşları birbirine yakın beş çocuğu vardı. Hepsinin yüzü gözü toprak olmuştu. Kimisinin ayağında yırtık ayakkabı varken kimisinin üstündeki kazak kirden görünmüyordu. Ayşe abla küçüğünü emzirmeye çalışırken çocukların dilinde sadece acıktıkları vardı.

''Çıkında ekmek var arasına domates koyun yiyin, kızım Fatma yapıver kardeşlerine.''

Fatma'ya baktığımda yaşı on bile değildi. Bıçağa uzanan elini tutup yanıma oturttum hepsini. Karşıma Dinçer çıkar diye fazla fazla koyduğum gözleme onların şansıydı. Bölüştürüp ellerine verdim. İştahla yemeye başladılar, emziren Ayşe ablaya da uzattım. Emzirdiği bebeğini dikkatle kollarıma bıraktığında heyecanla bebeği tuttum. Yakamı kapan bebeğe baktım içimden dua okuyarak.

''Sağ ol Belçim, Allah sana da çocuk nasip etsin eline çok yakıştı.''

Kucağımdaki bebeğe gülümsedim. Kardeşleri gibi çok güzeldi o da. Kardeşlere baktığımda içimde bir şeyler sızlamıştı. Bu hayatı hiçbir çocuğun hak etmediğini düşünüyordum. Ben de bir zamanlar onlar gibiydim, yengemin peşinde tarlaya gelir ondan çok çalışır önüne ne atarsa köpek gibi onu yerdim.

''Bahtları güzel olsun hepsinin.''

''Orası zor Belçim, baksana iki kuruşu zor denk ediyoruz. Kız zaten ilkokul bitsin okutamayız da.''

''Olur mu öyle şey abla? Okumak bu çocukların tek kurtuluşu. Fatma ne kadar akıllı bir kız, sakın hakkına girme sabinin. Öte dünyada Allah sorar hesabını.''

''Ne yapayım? Ben de dardayım be kızım.''

''Keşke bu kadar çocuk yapmasaydınız abla.''

''Ah ah anlar mı benim herif. Ne zaman korunalım desem çenemden iter beni. Harammış öyle şeyler, Allah veriyormuş tüm çocukları öyle diyor. Allah'tan iyi bilemeyiz biz Belçim tövbe haşa korkarım ben.''

''Bir sürü çocuk yapıp onları sefalette büyütmek haram değil miymiş?''

''Allah onların da rızkını verir.''

Gözlemelerini bitirmiş birbiriyle oyun oynayan çocuklara baktım. Onlara yaşatılamayan çocuklarını kopartıp almak ister gibi oyuna tutuşmuşlardı. Onlar da kadersiz çocuklardı...

Tarladan çıktığımda hava kararmaya yakındı. Üstüm başım hep toprak olmuştu. Eğilmekten sırtım da ağrıyordu. Bu ağrılara alışık olsam da bugün bir başka vurmuştu sızısı. Bir elim çıkınımda yürürken elimle yokladığım telefonumu aldım.

İki gündür Dinçer'le hiç görüşememiştik. Ne yüz yüze ne de telefonda. Mesaj bile atmamıştı oysa atardı. Onu merak etmiştim, hem o beni merak edince bunu açıkça söylüyordu. Benim de bir arkadaşı olarak ona yazmam çok normaldi.

Karşımdaki gün batımının fotoğrafını çektim ama telefonum çok eski olduğu için karartıdan ötesi çıkmamıştı. Dinçer'in telefonu çok güzel fotoğraf çekiyordu. Her halinden belliydi hali vakti yerinde bir ailesi olduğu. Bu beni ondan uzaklaştırıyordu. Onunla aynı imkanlara sahip olalım istiyordum bazen.

O benim gibi olsun istiyordum, maddi olarak eşit olmadıkça aramızda açılan dağları nasıl kapatırdık?

Uzun uzun ne yazacağımı düşündükten sonra ''Nasılsın?'' yazıp gönderdim.

Ona her mesaj attığımda elim titriyordu. Hemen bir bomba tutmuşum gibi telefonumu çantama sıkıştırıp dudaklarımı dişlemeye başladım. Ondan mesaj beklerken de zavallı dudaklarımı oyuyordum.

Ne kadar oyarsam oyayım bir karşılık gelmemişti mesajıma. Oysa hızlıca cevap yazardı. Demek ki görmemişti. O ben gibi değildi ya, koskoca polisti elbette meşgul olacaktı.

Eve adım atar atmaz yengemin elime tutuşturduğu yeşil mercimekleri yıkayıp ocağa koydum. Üzerimi değiştirme fırsatını zar zor bulup kendimi odaya attım. Selvi yeni aldığı pembe şortlu pijamalarını giymiş gardırobunun aynasından kendisini çekerken salak salak pozlar veriyordu.

''O dil niye dışarıda?''

Yakalanmış bir ifadeyle bakakaldı yüzüme, ''Of Belçim abimler sandım.''

''Ne bu hal?'' diye sordum etli bacaklarına bakarak.

''Fotoğraf çekinirken senin süprüntülerini giymeyecektim herhalde?'' dedi o da benim üzerimi süzerek.

''Bana bak kız süprüntü bu pozları iki kuruşluk erkeklere atıyorsan seni mahvederim.''

''Nude atacak kadar salak mıyım ben Belçim?''

''Evet. Çok geriye gitme Selvi, liseyi hatırla.''

''Onlar nude değildi.'' diuye cırladı.

''Bir de ondan olsaydı. Düzgün dur koskoca üniversite orası, biraz yaraşır davransana.''

''Of sen ne sanıyorsun üniversiteyi? Lise beş işte.''

Yutkundum burukça, ''Neyse ne, hadi giyin üstünü yemek hazır.''

Yanıma gelip yanağımdan öptü, ''Kokuyorsun kızım sen, tuvalet temizliğine mi başladın?''

''Senin pisliklerini az temizlememiştim, sayılır mı?''

''Hemen de laf sokma, ne dedim sanki espriden de anlamıyorsun.''

''O dolma bacaklarına bir eşofman çek, git sofrayı kur hadi.''

''Ay oje sürdüm abim laf yapmasın şimdi.''

''Laf yaparsa ona da sürersin, hadi kur sofrayı.''

Ben üzerimi değiştirirken Selvi de sallana sallana odadan çıkmıştı. Akşam yemeğini sessiz sakin bir şekilde yemiştik. Ortalığı topladıktan sonra utana sıkıla Musa abiye yanaştım. Evin diğer erkekleri işte güçteydi. Musa abiden abimi yıkamasını istedim. Biraz laf yaptıktan sonra iki paket sigara parasına kabul etmişti.

Güğümü sobadan indirip banyoya götürdüm. Kırık fayanslara basarak içeriye girdim. Büyük kovaya sıcak suyu boşaltıp ılıştırdım. Abim yıkanırken ben de ona giyeceği kıyafetleri hazırlıyordum. Bilerek onun odasındaki sobayı yakmıştım, banyo yaptıktan sonra çok üşürdü. Ayarladığım kıyafetlerini sobanın etrafına sererken Selvi yanıma geldi. Ağzında yine aromalı bir sakız vardı.

''Cakkıdı cakkıdı çiğneme şu sakızı.''

Sakızı inadıma patlattığında dudaklarına yapışıp kalmasına güldüm, ''Gözün kaldı değil mi kenafir.''

''Hıhım benim gözümün de işi yok senin kokuşmuş sakınızda kalacak.''

''Ay sobayı niye yaktın yaz günü?''

''Etin ısınsın az yanaş.''

Telefonunu karşıya tutup elini omzuma koydu, ''Selfie yapalım hadi gülümse.''

Aniden açtığı kameraya tepkisizce bakarken o da çekmişti, ''Neydi şimdi bu?''

''Bir fotoğrafımız olsun dedim, fena mı?''

''İyi tamam bir şey demedim.''

Abimin eşofmanını sobanın karşısına asarken o da çektiğimiz fotoğrafı inceliyordu.

''Telefonum hepten gitti Belçim, hafıza desen Allah kerim not bile alınmıyor.''

''Saçma sapan uygulamaları sil yer açılır.''

''Of onlar gerekli şeyler, benim acilen yeni bir telefona ihtiyacım var. Hem de yeni bir model çıkmış.''

''Ha şu elmalı olan?''

Sevinçle yerinden sıçradı, ''Ay evet, harika değil mi?''

''Değil.''

''Belçim çok ihtiyacım var, hem doğum günüme de az kaldı. Bence bana bir hediye alabilirsin.''

İnanmaz gibi Selvi'nin yüzüne baktım, ''O telefona verecek param yok Selvi.''

''Ya hadi sende, her hafta para yatırıyorsun hesabına yeme beni.''

''Param yok demedim, telefona verecek param yok dedim.''

Yüzünü astı, ''Doğum günü hediyem de mi olmaz?''

''Geçen ay bilgisayarını tamir ettirerek kutladım ben senin doğum gününü.''

''Haklısın,'' dedi kabullenmiş gibi, ''Neyse demedim farz et.''

Elimdeki kazağı koltuğun üzerine bıraktım, ''Selvi almak isterim ama o paranın yeri var biliyorsun. Geleceğimiz o para bizim, senin için her şeyi yaparım biliyorsun ama bu olmaz.''

''Ay balık burcuyum ben ağlatacaksın beni,'' gülerek sarıldı bana, ''Tamam tamam sustum, hadi gel içeriye dizi başladı izleriz.''

''Mısır patlatırsan gelirim.''

''Selam verdik borçlu çıktık.'' diyerek çıktı odadan.

Abim onun için ısıttığım kıyafetlerini giydikten sonra sıcacık sobanın başına serdiğim döşeğine yattı. Onsuz boğazımdan geçmeyeceği için Selvi'nin patlattığı mısırı ilk ona getirdim. Ben abimi, abim ise Selvi'nin bilgisayarından çizgi film izliyordu. Bu anı tamamlayacak şey de hazır oluyordu.

Taşan ıhlamur sobanın üzerine damlıyor ve ses çıkartıyordu. Bu ses ve sonrasında odaya yayılan koku bana huzurlu hissettiriyordu.

''Ihlamur hazır mı olmuş?'' diye sordu abim merakla.

Dizimin üzerine kalktım, ''Hazır olmuş abi, ne kadar bal istersin.''

Biraz düşünüp tüm parmaklarını gösterdi, ''Bu kadar!''

Gülümseyerek cezvedeki ıhlamuru bardaklara boşalttım. Kavanozun kapağını açıp ıhlamura bal atıp karıştırdım. Bu abimle en sevdiğimiz içecekti. Ballı ıhlamur abi kardeş bizi birbirimize daha çok bağlıyordu sanki.

Abimin benim için kaldırdığı yorganın altına girdim, sırtımızı minder koyduğumuz duvara yaslıyorduk hemen üzerimi örttü, ''Üşüme emi.''

Ihlamurunu uzattım, ''Hadi iç mis gibi oldu.''

İçmeden önce kokladı, ''Güzel kokuyor.''

''Afiyet olsun.''

Abime cebime sakladığım fındıklı çikolatayı uzattım, ''Bak burada ne var?''

Sevinçle çikolatayı aldı, ''Hadi bunu böl, ben çok yemem sen çok ye.''

Çikolatayı ikiye bölüp büyük parçasını abime uzattım, ''Sen çok ye, en sevdiğin çikolata.''

''Seni de seviyorum Belçim, abi seni çok seviyor.''

Gülümsedim, ''Ben de seni seviyorum abi.''

Abimle beraber çizgi film izlerken bir şeyler yiyorduk. Onun nerede atacağı belli olmayan kahkahaları ise bu geceyi daha da renklendiriyordu. İçtiğimiz ikişer bardak ballı ıhlamurun ve bitirdiğimiz üç çizgi filmin ardından abim uyuyakalmıştı. Bilgisayarı kenara koyup yağlı parmaklarını ıslak mendille sildim. Üzerini örtüp bugün kestirdiğimiz saçlarını öptüm.

O benim şu hayattaki tek kıymetlimdi. Abim benim her şeyimdi. Yaşadığım hayata katlanma sebebimdi, benim umudum, gücüm, geleceğim, mutluluğumdu. O benim gözümden bile sakındığım çocuğumdu.

Dolan gözlerimi saklayarak salona adımladım. Amcam koltuğun başköşesinde sigara içerken yengem ve Selvi ağızları açık bir şekilde televizyon izliyordu. Haberler açıktı televizyonda. Ekrana baktığımda gördüğüm muhabir çok tanıdık gelmişti, dikkatli bakmak istediğimde haber sonlanmıştı.

''Neydi muhabirin adı Selvi?''

''Adından çok gözleriyle ilgilendim.'' diye fısıldadı.

Aklıma takılsa da sorgulamadan oturdum. Yengem dizisi başladığında sanki uzakmış gibi televizyona daha da yaklaşmıştı.

''Bu dizi ne böyle?''

''Kardaki Karanfil, yeni başladı ama güzel dizi.''

Ekranda sarışın mavi gözlü bir kadın vardı. O kadın ekrana çıkınca diziyle ilgilenmeyen amcam ve Musa bile ekrana bakıyordu.

''Kim bu oyuncu?'' diye sordum mısır yiyen Selvi'ye.

''Pelin Aktuna.''

''Güzel kadınmış, oyunculuğu da iyi gibi.''

''Ay nesi güzel şunun. Basmışlar filtreyi, zaten burnu kesin estetik.''

Gözlerimi kısarak inceledim, ''Bence değil, doğal duruyor.''

''Sen ne anlarsın estetikten acaba? Dudakları da kesin botox.''

Dirseğini dürttüm, ''Kıskandın mı?''

''Ay ne kıskanacağım şu barbie bebeği.''

''Su gibi kız, ben çok beğendim dediğin gibi estetikli de değil bence.''

''Evet su gibi senin Dinçer'in de bu gibi kızları beğeniyordur.''

Gülen yüzüm düşmeye yakın olsa da toparladım kendimi.

''Yok o beni beğeniyor Selvi. Beğenisi benden ibaret.''

Beklediği cevabı alamamış gibi baktı yüzüme, ''Bir hayaletten konuşuyoruz belki de.''

''Evet Selvi dev bir hayalet, söyledim bu gece seni korkutacakmış.''

''Nereden belli öyle biri olduğu? Hadi yarın beni de götür yanına.''

''Senin ne işin var benim arkadaşımın yanında? Hayırdır?''

''Ay yemedik arkadaşını, tabii varsa.''

''Varsa bana var Selvi, o kadar.''

''Tamam sustuk.''

''Aferin.''

Biraz daha diziye baktıktan sonra ayaklandım, ''Ben odama geçiyorum size iyi akşamlar.''

Yengem elindeki meyve tabağını uzattı, ''Bulaşıkları yıka da yat Belçim sabaha zor olur sana.''

Tabağı aldım, ''Yorgunum Selvi halleder.''

''Kız okula gidiyor Belçim evde iki kişi varken Selvi'ye mi yıkatalım bulaşığı.''

Tüm bakışlar beni bulduğunda yenilgiyle soluk verdim, ''Tamam yıkarım ben.''

Mutfağa geçip etrafı toplamaya başladım. Akşam yemeğinin bulaşıklarını yıkadığım halde çok bulaşık çıkıyordu. On dakikada yıkayıp durulayarak çıktım. Odama geçip Selvi ders çalışsın diye aldıkları ama onun makyaj malzemelerini dizdiği masaya oturdum.

Çekmecedeki kitapları çıkartıp ters çözmeye başladım. Kafam matematiğe basıyordu ama formüller konusunda geriydim. Fizikte bir sürü eksiğim vardı. Kaynak kitaplarım da başlı başına çok yetersiz kalıyordu. Tüm bu hengamenin arasına yetmiş soru çözmüştüm çoktan. Bu kitaplara gömülünce hırslanıyordum.

Bir trigonometri sorusuyla cebelleşirken Selvi esneye esneye odaya girdi, ''Bir baksana şu soruya.''

Yanıma gelip öylesine kitaba baktı, ''Matematik mi o? Kusacağım iğrenç.''

''Kızım bir baksaydın.''

''Ay nefret ediyorum matematikten.''

''Onu anladık.''

Selvi üzerini değiştirirken ben soru çözmeye devam ediyordum. O bana bir şeyler anlatıyordu ama ben umursamıyordum.

Omzuma dokunduğunda arkamı döndüm, elinde banka kartım vardı, ''Neydi bunun şifresi?''

''5362 niye ki?''

''Hiç merak ettim, hadi yatalım artık uykum var benim.''

''Otuz sorum kaldı, çözeyim yatarız.''

''Ben yatıyorum sen matematikle zehirlen.''

Küs çocuklar gibi yatağına girdi ben de kitabıma gömüldüm. Sıfır yedi kalemime uç takarken odanın kapısı birden açıldı, yengem gelmişti.

''Belçim saat kaç olmuş ışık açık.'' diye söylenip kapattı.

''Yenge soru çözüyordum.''

''Selvi okula gidiyor onunla mı yarışıyorsun yoksa? Ayıp kızım ayıp kız erken kalkıyor hadi uyu yarışma ufacık kızla.''

Oflayarak arkasından baktım. Açsam geri gelir laf ederdi. Çekmeceden aldığım mumları yakıp soru çözmeye devam ettim. Hedeflediğim sorular bitmesine bitmişti ama bir soruyu yapamamıştım. Yarım saat sadece o soru için uğraşmıştım.

Hırstan kitabı delmek üzereydim. Bilmem kaçıncı kez sildim işlemi. Tekrar baştan başladım, olmadı yine denedim. Pes etmeden uğraşırken kitabım ıslanmaya başladı. Ağladığımı o zaman fark ettim. İçimde biriken duygular patlayacak zamanı bulmuştu.

Bir soruya yenilip ağlayacak kadar güçsüz olduğum bir gecede yine yalnızdım.

Öfkeyle kitabı kapatıp odadan ayrılarak dama çıktım. Bir kuytuya sinip Dinçer'i aradım. Böyle zamanlarda bir onun sesini duysam iyi geliyordu. Eğer açmazsa sabaha kadar ağlayacaktım.

Lütfen aç diye dua ederken son çalışta duydum güçsüz sesini.

''Efendim?''

Yutkundum sesini duyduğumda, ''Nasılsın?'' diye sordum cılız bir sesle.

''Bugün seni arayamadım. Kendime de ulaşamadım zaten. Ben idare ediyorum sen nasılsın?''

Sesi benimkinden daha kötüydü, ''Seni görmem lâzım.'' dedim kararlı bir sesle.

''Benim seni daha çok görmem lâzım Belçim.''

Gülümsedim usulca ikimiz de sabırsızdık, ''Yarın olur mu?''

''Şimdi olmaz mı?''

Şaşkınca konuştum, ''Şimdi mi?''

''Evet, geleyim mi kapına?''

''Hayır,'' dedim telaşla, ''Olmaz, hem evden kaçamam.''

''Sen kaçma beni eve al.''

''Ha oldu istersen koynuma da gir.''

''Ne dedin sen?''

Dilimi ısırdım hemen, ''Bir şey demedim. On dakika sonra seninle nane topladığımız tarlada ol.''

''Harbi mi?''

''Harbi.''

Gülümseme duydum öte yandan, ''Kalın giyin hava soğuk.''

''Sen dışarıda mısın?''

''Tarlaya gidiyorum, geç kalma.''

''Tamam geliyorum.''

''Telefonu kapatmasak olur mu?''

''Olmaz kontörüm az.''

''Benim çok.''

''Allah bereket versin.''

''Amin.''

Telefonu kapatıp dikkatle evden çıktım. Köylüleri az çok tanıdığım için bu saatte kimin nerede olduğunu biliyordum. Kuytulardan dolaşıp tarlaya adımladım. Adımlar da yetmeyince Dinçer'e doğru koştum. İçimde garip bir heyecan çağlıyordu, onu görmemle beraber bu heyecan çığ olmuş büyümüştü.

Bir elim kalbimde nefeslenirken soluklarımdan onun adı çıkıyordu sanki. Dinçer beni fark ettiğinde hemen ceketini çıkardı üzerinden, sıcaklığını omuzlarımda hissettiğimde anlamıştım ceketini bana verdiğini.

''Sıkı giyin demiştim.''

Şaşkınca baktım yüzüne, ''Unuttum ben onu.''

Gülümsedi, ''Belli oluyor.''

Ceketi kollarımdan geçirdim, ''Bu bana biraz büyük geldi sanırım?''

Dinçer itirazla konuştu, ''Hayır senin için dikişmiş gibi.''

Ceketin boş koluyla vurdum omzuna, ''Dalga geçme.''

Güzel gülüyordu, ''Tamam sustum.''

Ay ışığının altına oturduk. Yan yanaydık, başımı biraz daha yatırsam onun omzuna değiyordum ama yatırmıyordum.

''Nasıl kızları beğenirsin?'' diye sordum ansızın. Kafama takmıştım Selvi'nin sözlerini.

''Benim beğenim senden ibaret.''

Duyduğum cümleyle şaşkın bir gülümseme çıktı dudaklarımdan, ''İneklerin memeleri yara olmuş, krem sürdük sabahtan.''

''Hay Allah,'' dedi ne diyeceğini bilmez gibi, ''Şimdi nasıllar bari?''

Benim alakasız konularıma ayak uydurmaya çalışırken çok tatlı görünüyordu, ''Daha iyiler ama birkaç gün kendilerini sağdırmazlar.''

''Süt onları rahatsız etmez mi?''

''Eder, sağsak da rahatsız olacaklar. Bakacağım bir çaresine.''

Bir süre sessizlik oldu aramızda. İkimiz de söylemek istediklerimizden kaçar gibiydik.

''Anlatacak mısın?'' diye sordu, ''Neler olduğunu?''

Omzu silktim, ''Bir şey olmadı, bir soruyu çözemedim ve canım sıkıldı.''

''Matematik mi?''

''Evet.''

''Ben anlarım getirseydin keşke.''

''İyi midir matematiğin?''

''Yengemle annemin daha iyidir, Ali amcam da iyidir. Ben çözemesem onlar çözer.''

Gülümsedim, ''Soru değil, seni görünce sorunlarım çözülecek gibi hissediyorum Dinçer.''

Biraz duraksayıp gülümsedi aynı benim gibi, ''Ben de seni görünce yaşadığım kötü olayları unutuyorum sanki. Adı yok ama bu hissin.''

''Benimkinin de yok, yakında koyarız ama değil mi?''

Başını salladı, ''Koyarız.''

''Sen anlatacak mısın? Ne olduğunu? İşle alakalı sanırım?''

''Haksızlığa uğradım. İçime atıp unutmakla intikam almak arasında gidip geliyorum. İki türlü de üzüleceğim ama.''

''İkisini de yapma o zaman. Herkese hak ettiğini yaşat. Haksızlığa uğradıysan bunun peşini bırakma. Gerisi daha acımasız bir şekilde geliyor çünkü.''

Neler olduğunu çok detay vermeden anlattı. Sinirli değildi, çok üzgündü. Onu tanıdığım şu kısacık sürede anlamıştım bunların hiçbirini hak etmediğini. Ondan daha çok sinirlendim uğradığı haksızlığa.

Uzun uzun konuştuk. Birimiz susuyor diğerimiz başlıyordu. Bir saniye boşluk olmuyordu konuşmamızda. En sonunda kararlı gözlerle baktı yüzüme.

''Bu şehirde yapayalnızdım, kimsem yok gibi hissediyordum. Kimsem olmasın sadece sen ol istiyorum artık.''

Gülümsedim beceriksizce, ''Olurum, yani görev süren yettiği kadarıyla buradayım sonra ne sen beni hatırlayacaksın ne de ben seni.''

''Ömrümce unutmayacağım seni. Ömrüm olacaksın belki, hayat bu belli mi olur?''

Utanarak gözlerimi kaçırdım, onun gibi cesur değildi bu gece sözlerim.

Başımı omzuna yasladım ansızın, ''Artık gidelim mi?''

''Gitmek istiyor musun?''

Söylediklerim yaptıklarımla çelişiyordu ama ben bu çelişmeden memnundum, ''Evet.''

Kolunu omzuma atıp beni kendine çekti, ''Gitme.''

Ona sinmekten, onun gibi kokmaktan, ona sarılmaktan hiç korkmuyordum.

Ama korkmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Canımı çok acıtacaktı, onun yüzünden çok ağlayacaktım sanki, hayatımı mahvedecekti belki ama ben şimdi o adamın kolları arasına huzurluydum.

Yanağına bu geceyi unutulmaz kılmak ister gibi bir öpücük bırakırken hiç olmadığım kadar cesurdum. Gitmeme izin vermeyip bana sıkıca sarıldığında ikimiz de mutluyduk. Hiçbir şey önemli değildi kalbimde çağlayan duygulardan. Ay ışığının altındaydık. Koca dünya durmuş sadece ikimiz vardık. Ben ve o... Her şey bu kadardı işte, mutluluk bu kadar basitti.

 

Loading...
0%