Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Canhıraş

@pekbiafiliyalnizli

Selam kızlar ben geldim.

Melih Görgün 14 Bahar yeni keşfettiğim bir şarkı. Bakın gidin dinleyin, dinlediğimden beri yollarıma çıkma çıkarsan acımam deyip duruyorum. Bu bölümü de onu dinleyerek yazdım. Bu arada sizce şarkıda 14 bahar geçti derken neyi kast ediyor? Dinleyen olursa yorum bekliyorum.

Konumuza dönelim, Dinçer ve Belçim sizce de çok güzel değil mi?

Cevabınız evetse keyifli okumalar. Cevabınız evet değilse zaten neden burada olasınız değil mi?

5 Yıl Önce Diyarbakır

''Nihayet tanıştık Turna.''

Yusuf ağabeyin 'Eğer bir gün adını teröristin teki anarsa, o zaman seni koruyamamışız demektir.' sözü kulağımda çınlıyordu. Bir ihtimal saydığı şey gerçek olmuştu.

''Demek bizi özel harekata gammazlayan karı sendin!''

Nasıl öğrenmişlerdi, nasıl deşifre olmuştum bilmiyordum. Aynı adam bana bağırıp çağırmaya devam ederken benim tek amacım ağabeyimin nasıl olduğuna bakmaktı. Bir köşeye sinmiş korkuyla yanındaki Selvi'ye sarılmaya çalışıyordu. Selvi ise ona bakmıyordu bile.

Çenemdeki elini daha da sıkarak ona bakmaya zorladı, ''Bedelini ödeyeceksin Turna, çok güvendiğin o özel harekat seni benim elimden alacak mı bakalım. Kansızlığın bedeli ağır olur.''

Yutkundum usulca, içimde bir yerlerde baş kaldıran o kız yine başını dik tutuyordu, ''Burada sizden ala kansız mı var?''

Beni sertçe duvara ittiğinde canım yansa da belli etmedim. Amcam hevesle söze karıştı, ''Her ne hata ettiyse etmiş onu alın gidin. Bizim bir suçumuz yoktur.'' Yengem de ona destek oluyordu, ''Bizim akrabamız değil, yanaşmamız. Yetim bu kız, sevap olsun diye bakıyoruz, hain olduysa bizden değildir.''

''Kızı alıp gideceğim, ağzını açan, polise askere giden olursa gelir onun kafasını kopartırım! Anlaşıldı mı lan!''

Beni kurtarmak için kılını bile kıpırdatmayacak amcamlar bunu duyduktan sonra hiçbir şey yapmazlardı. Tek endişem ağabeyimdi. Beni götürdüklerinde onu evde koymazlardı.

Koca eliyle kolumu kavrayıp beni önüne kattığında ağabeyim oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Adamın kolumdaki elini tutup ittikten sonra bana siper oldu, ''Kardeş bir yere gidemez!''

On kişi ağabeyimin üzerine çullandı, kirli halıya akan kanını gördüğümde içimde feryatlar koptu. O hengamede ağabeyime tek bir şey söyledim, ''Elife öğretmenin yanına git ağabey, beni bekle.''

Sürüklenerek evden çıkarılmam ve yaka paça bir arabaya bindirilmem saniyeler sürmüştü. İki yanıma oturan adamlar hareket etmeme fırsat vermiyordu. Vücuduma değiyor olmaları bana kendimi iğrenç hissettiriyordu.

Ön koltuğa oturmuş olan adam beni arabaya atar atmaz bu haberi müjdelemişti, ''Turna elimizde, haber edin başkana.''

Kaçırılıyordum. Bir bilinmeze gidiyordum. Korkudan tir tir titremem gerekirken ben soğukkanlı bir şekilde dışarıyı izliyordum. Belki de şoktaydım.

Aradan kaç dakika geçti bilmiyordum. Arabadan aynı bindirildiğim gibi indirildim. Ayaklarımda ayakkabının olmadığını kara bastığımda anlamıştım. Metrelerce kara saplandım. Kollarıma giren iki adam beni çekiştirirken yürümekte zorlanıyordum. Kendimi boşluğa bıraktığımda beni taşımak zorunda kalmışlardı.

Gecenin bir körüydü, etrafı göremiyordum. Tek bir ateş bile yoktu. Onların gözlerinin alıştığı bu karanlıkta bir zamanlar ben de vardım.

Fırlatıldığım yer bir mağaraydı. Acıyan avuç içlerimi topraktan çektim, doğrulup etrafı inceledim. Üçten fazla kişinin sığamayacağı ufak bir mağaradaydım. Ortasında cılız da olsa ateş yanıyor olması beni heveslendirse de çok sürmeyeceği belliydi.

Bana adım adım yaklaşan adamdan geriye kaçmadım. Ondan korktuğumu belli etmemekte kararlıydım. Dibime kadar girdi, pis kokan nefesini soluttu bana.

''Seninle özel olarak ilgileneceğim, beni bekle.''

Gidişinin ardından tuttuğum nefesimi rahat bıraktım. Soluklarım çok sık ve aceleciydi. İlk işim ateşe daha da yaklaşmak ve ayaklarımı ısıtmak oldu. Ateş sönmesin diye harlayacak şeyler aradım. Üzerimi örtebileceğim bir iki parça leş kokulu battaniyenin birini ateşe verdim. Çıkan koku midemi bulandırsa da ısınmaya çalıştım.

Dakikalardır ateşi diri tutup kendimi ısıtmaya çalışıyordum. Bana ne olacağını düşünmemeye çalışıyordum. Düşünürsem eğer onlardan önce öldürürdüm kendimi.

Dışarıdan gelen sesler artmaya başladığında açıkta kalan tenimi örttüm, boğazıma kadar çektim üstümdeki kazağı. Saçlarımı bile yolasım gelmişti.

Bu kez karşıma gelenler farklıydı. Üç kişi vardı karşımda. Birisi beni kaçıran adamdı, diğer ikisi daha yaşlıcaydı.

''Kız bu, namı diğer Turna.'' diye beni tanıttıktan sonra diğer ikisi bana yaklaştı.

''Genç genç çelimsiz bir kız. Çocuktan farkı yok. Koskoca özel harekat buna kadar düştüyse bayram edelim biz.''

Zarar göreceğimi bilsem de tutamıyordum kendimi, alayla gülümsedim, ''Çelimsiz bir kızı almaya bile bir ordu adamla gelmeniz özel harekattan ödünüzün koptuğunu gösteriyor.''

Önce suratıma bir tokat indi, ardından saçlarımı doladı eline. ''Bana bak canını şuracıkta alırım senin. Ne soracaksam söyleyeceksin, köyde başka muhbir var mı?''

''Ben tekim.'' dedim sahte bir egoyla.

''Son ihbarın kimdi?''

''Çoktan almışlardır, söylesem de bir şey değişmez.''

Yanıma kadar geldi, eğilip birkaç dakika önce bıraktığı saçlarıma yeniden yapıştı, ''Söyleyeceksin!'' dedi saçımı geriye çelerek, ''O dilini koparırım senin.''

''Koparmasan da söylemem.'' Bildiklerimi söylemezdim. Çoktan dudaklarıma mühürlemiştim her şeyi.

Saç diplerim ölesiyle acırken direnmeye devam ediyordum. Ayakta dikilen adam beni elinden alıp sakince konuşmayı denedi.

''Sen ne sanıyorsun kızım? Kaçırıldığını sen ölünce öğrenecek üniformalılar için kendimi mi harcayacaksın?''

Haklıydı, bu ihtimal de vardı. ''Kendimi çok şey için harcadım, buna da harcarım.''

''Kullanıp köşeye attılar seni, korumak yerine yem ettiler önümüze. Değmez özel harekat için ölmeye.''

Aklımı çelmeye çalışıyorlardı. Bilmedikleri şey benim tüm bu ihtimalleri kalem kalem aklıma yazdığımdı.

Dakikalarca beni konuşturmaya çalıştılar. Son attıkları tokat dudağımı patlatmıştı. Kendi kanımı emerken acıyan canımı susturmaya çalışıyordum. Mağaranın dibinde bacaklarımı kendime çekmiş iki büklüm inlerken yanan ateşi de söndürerek gitmişlerdi.

Hayatımın şimdiye kadarki en büyük sınavını veriyordum. Ya bu dersten geçecek, ya da kalacaktım.

Her yanım buz gibi olmuştu, tir tir titrerken sarılabildiğim tek şey kokan battaniyeydi. Dinçer'in bana bıraktığı montu ağabeyimin üzerinde kalmıştı. Aklım ondaydı. Gidebilmiş miydi Elife öğretmene? İyi miydi şimdi? Karnını doyurmuş muydu? Sırtı yatak yüzü görmüş müydü? Yoksa benim gibi soğuktan tir tir titriyor muydu?

Ağabeyimi düşündüğümde gözyaşlarım serildi yanaklarıma. Kendi çaresizliğim bir yana ağabeyimin çaresizliği mahvederdi beni. O hep bana muhtaçtı, ben yanında değilsem ele muhtaçtı. Bu da en zoruydu.

Bir maceraya atılmıştım. Çocukluğumdan kalan günahlarımı silmek ister gibi yardım etmiştim Özel Harekata. Köyde tanımadığım yoktu, her yere kolayca girebiliyordum. Tekinsiz tiplerin dolaştığı köyümde gözüme takılan çok şey oluyordu. Bir değil, iki değil üç kez gizlice yardım ettim. Dördüncüde bileğime bir kol yapıştı.

''Bacım bak hele.'' dedi Yusuf ağabey, ''Adın ne senin?'' Adımı söyledim ve orada başladı bu macera.

İş birliği yapmıştık onunla, onun yüzünden başka polis yüzü görmemiştim. Bir durum olduğunda onun önceden belirlediği adrese bırakırdım notlarımı. Çok elzem bir durum olmadıkça yüz yüze görüşmezdik de.

Dinçer'i gördüğüm ilk gün orada olma sebebim de buydu. Bizi birbirimize bağlayan ilk adım buydu. Şimdi ayrı düşüren şeyde buydu. Hayat ne garipti.

Acaba aklına geliyor muydum? Görevdeydi, hangi ekipteydi? Özel harekata dair bildiğim şeyler çok sınırlıydı. Bir sivilin onlardan olmadıkça içlerini bilmelerini istemiyorlardı. Haklılardı. Bazen özeniyordum onlara.

Karnımdan yayılan sızıları durdurmak için elimle karnımı okşarken bile onu düşünüyor olmayı istemezdim. İçerimde bir yerde çoktan zaaf olmuştu bile. Bir saniye sonra ahirete kadar ayrılabilirdik. Hayatın en gerçekçi yanı ayrılıkken ona bu kadar bağlandığım için kızdım kendime.

Eğer buradan sağ çıkarsam zaafımı söküp atacaktım kalbimden. Benim önceliğim birini sevmek olmamalıydı. Benim önceliğim beyaz bir önlüktü, beni bu yoldan şaşırtacak her şeyi ardımda bırakmalıydım. Şimdi bulunduğum durum itibariyle ne kadar saçmaydı bu düşüncem. Ölebilirdim, ölmeye yakınken bile onu düşünmek ölmek gibi bir şeydi.

Zorlu gece bitmiş gün aymaya başlamıştı. Ufacık mağarada kendi nefes sesimle ısınmaya çalışmıştım tüm gece. Uyku bastırsa da uyuyamamıştım korkudan. Birkaç kere yanıma uğramış, ayaklarıyla dürtmüşlerdi. Bugünün daha hareketli geçeceğini düşünüyordum.

Beni yanıltmadan içeriye girmişlerdi. Dünden daha öfkelilerdi. Yanıma gelip tartaklayarak ayağa kaldırdı beni. Hızla duvara itip çenemi sıkarak üzerime çullandı.

''Az önce haber aldık, baskın düzenlemişler cephaneliğe. Bunu da sen mi öttün?''

İçimden tebessüm ediyordum, ''Hayır.''

Daha da sıktı, ''Hadi oradan orospu! Sen söyledin tabii, tüm parçalar seni gösteriyor. Sen bizi salak mı sandın?''

Çenemin acısından gözlerim dolmuştu, birkaç küfür ve hakaretle birlikte tokatlarını da yemiştim,

''Seni hemen öldürmeyeceğim kız, yavaş yavaş alacağım canını.'' Elinin tersiyle yanağımı okşadı usulca, ''Başka planlarım da var, sen merak etme.''

Gidişinin ardından güçlükle nefes aldım. Tüm gece aç susuz ve soğukta kaldığımdan ayaklarımdaki derman bitmiş tükenmişti. Bayılır gibi yere bıraktım kendimi. Sanki bir bir kemiklerim kırılmıştı. Battaniyeyi nefesimle ısıtmaya çalışıp ona sarıldım. Mağaranın dip köşesine sinip bacaklarımı kendime çektim. Soğuktan ölmek istemiyordum. Ölmek istemiyordum.

Çok korkuyordum. Ölmekten değildi belki bu korkum, kötü şeyler yaşayarak ölmek istemiyordum. Bana dokunsunlar istemiyordum, gözleri bile değse kavruluyordu içim. Dahası olsun istemiyordum. Ödüm kopuyordu.

Bekliyordum, birinin gelip beni ipten almasını. Dinçer'i bekliyordum. Haberi bile yoktu ama gelip beni kurtarmasını istiyordum. Koca bedenine beni yaslasın istiyordum, öncekiler gibi sarılsın istiyordum. Beni korusun istiyordum.

Ağladım, sustum, isyan ettim, yardım istedim, sustum, bağırdım, çağırdım, özledim, sustum, çaresizdim, dua ettim, bir umut bekledim, sustum...

Saatler acımasızca ilerlerken yaklaşan her seste titremem daha da arttı. Beni es geçen sesler bu kez geçip gitmemişti. O adam karşımdaydı. ''Kapının önünden ayrılın lan, özel işimiz var.'' dediğinde kimse kalmadı yakınımda.

Kenarda bulduğum kaya parçasını avcuma hapsederek sindiğim yerken kalktım. Ayaklarımda hiç güç olmasa da onun karşısında ayakta durabilmiştim.

''Öldürecek misin beni?''

Keyifle gülümseyerek süzdü beni, ''Evet ama hemen değil, öncesinde işimiz var dedim ya.''

''Hemen öldür o zaman, öncesi sonrası yok.''

''Yok olmaz, bana yakışmaz.''

Bana her adım attığında korkum daha da artıyordu, ''Yaklaşma!'' diyerek elimi kaldırdım, ''Sakın yaklaşma bana!''

''Ne yapabileceksin? Neyin var engel olabilecek? Uslu uslu hayatını yaşayan birisi olsaydın şimdi burada olmazdın. Sen kaşındın.''

Korkuyla nefes aldım, ''Bak, ben daha küçüğüm.''

''Fark etmez.''

Dibime kadar gelmişti, ansızın sarıldı belime onu itmek için her şeyi yaptım ama başaramadım. İki yanımda kalan ellerim işe yaramıyordu, tüm güç çekilmişti sanki. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ama sanki fısıltıydı onlar için.

''Direnme,'' dedi, ''Yolun sonundasın.''

Gözlerimi kapadım korkuyla, yanaklarım sırılsıklam olmuştu. Üzerimdeki kıyafetler yerinden oynamaya başladığında içime kor düştü. Tüm gücümle onu ittirdim, elimdeki taşı kafasına, yüzüne neresine gelirse vurdum.

Bu direnişim kötü sonumu ertelemişti sadece. Yine onun kapanına kısılmıştım. Suratıma attığı tokatların ardından cansız kalacak bedenimi kolları arasına aldı. Silahının namlusunu dayadı alnıma.

''Öldür beni, yalvarırım.''

''Birazdan o da olacak.''

Korkusuzca baktım yüzüne, ''Hemen yap adamsan, şimdi sık kafama. Eğer elime fırsat geçerse ben sıkarım sana.''

Pis pis sırıttı, ''Sen kimsin köylü kızı? Ne bu dik başlılık? Kime güveniyorsun?''

''Bana!''

Duyduğum sesle gözlerimi yumdum sıkıca. O ses gerçek değildi ve ben duymamış saymak istiyordum. Ta ki bir el silah sesi duyuncaya kadar. Gözlerimi hızla açtım. Adam kanlar içinde yerde yatıyordu. Silahın sahibine çevirdim başımı. Evet, tüm gerçekliğiyle karşımda duruyordu.

Bana bir adım attığında öfkeyle geriye sıçradım, ''Yaklaşma!''

''Ben geldim kızım. Benim Behram, baban geldi.''

Ayağında kar botları, rengi gitmiş yeşilimsi şalvar, üzerinde kalın bir parka, başında hiç çıkarmadığı kasketiyse terörist babam karşımdaydı.

Gözlerimin önünde bir adam öldürülmüştü az önce ve onu öldüren polise askere gözünü bile kırpmadan sıkan terörist babamdı. Hangisi daha kötüydü?

Korkuyla kollarımı sardım bedenime. Behram başkan emirler yağdırıyordu, ''Alın şu leşi şuradan, kızımı alıp çıkıyoruz. Burada ne var ne yok yağmalayın!''

Herkes çıktığında onunda ikimiz kaldık. Yıllar sonra ilk defa görüyordum onu. Son görüşümde gitmesin diye çığlık çığlığa ağlamıştım arkasından. Şimdi de gitsin, benden uzak dursun diye bağıracak durumdaydım.

''Buz gibi olmuşsun,'' dedi bozuk bir Türkçeyle, ''Hadi araba kapıdadır, gel gidelim.''

Alayla gülümsedim, soğuktan gözyaşlarımın aktığı yüzüme esen rüzgar yüzümü üşütmüştü. ''Gidelim, öyle mi?''

Kalın montunu çıkartıp omuzlarıma bıraktı, ''Bir şey yaptı mı sana? İyice misin? Yaran beren var mıdır?''

Montu alıp yere fırlattım öfkeyle, ''Senden gelen hiçbir şeyi istemem!''

''Bana şöyle dikme gözlerini. Sorgulama, konuşma. Gel benimle yeter.''

Bana dokunacakken geriye kaçtım, ''Dokunma bana, yıllar sonra ne diye karşımdasın?''

''Babanım ben senin.''

''Evet,'' dedim acımasız bir kabullenişle, ''Sadece babam değilsin, terörist babamsın.''

''Hâlâ aynısın.'' dedi öfkeyle, ''Kaç kış geldi geçti, değişmemişsin.'' diye devam etti hayal kırıklığıyla.

İçimdeki hırs ve öfke volkan gibi patlamayı bekliyordu, ''Aradan on yıl geçince askeri polisi öldürenin adı değişmiyor. Süslü laflara gerek yok ki, sen teröristsin.''

''Kızımsın, canımsın, parçamsın.'' dedi sabır dilerken, ''Bundan kıyamam sana.''

İçim titrerken kelimelerim hiç olmadığı kadar sağlamdı, ''Sen bana kıymadın mı sanıyorsun? Sen bana neler yaşattın hatırında mı?!''

''Bağırma!'' dedi kuvvetli bir sesle, ''Birazdan çatışma çıkacak, benimle geliyorsun. Zarar göreceksin yoksam.''

''Seninle gelmem! Sana bir kere inandım. Bir daha inanmam sana, güvenmem.''

Kulağıma çalınan kurşun sesleriyle olduğum yerde sıçradım. Korkuyla olduğum yerde kalakalırken babam kolumdan tuttu, ''Sakin ol, titreme. Korkmak yakışmaz benim kızıma.''

Tüm gücüm benden alınıyordu sanki, ayaklarımdaki güçler toprağa karışmıştı, ''Ağabeyime gitmek istiyorum.'' diye fısıldadım, ''Ağabeyimi özledim.'' Boş bir çuval gibi kendimi yere bıraktığımda sert bir zeminden önce babam kucaklamıştı beni. Sonrası ise kocaman bir soru işaretinden ibaretti.

Mis gibi serbizer çorbası kokusuyla açtım gözlerimi. Önce kirli bir duvar karşıladı beni, ardından başucumda yanan sobayla yüzleştim. Küçük bir odada yer yatağında yatıyordum. Üzerimdeki kıyafetler sobanın karşısına asılmıştı. Bana giydirilen kıyafetler onlarınkilerden farklı değildi. Yaşananlar hatırıma düştüğünde kat kat yorganın altında titredim.

Odanın kapısı aralandığında elinde tepsiyle babam içeriye girdi , ''Uyanmışsın sonunda, nasılsın?''

Yattığım yerden doğrulup sırtımı kirli duvara yasladım, ''Kim üzerimi değiştirdi?''

''Hacire komutan.''

''Hacire kim?''

''Komutanımızdır.''

Tepsiyi başucuma koydu, ''Kalk hadi iki lokma bir şey ye, sonra konuşacağız seninle.''

''Ağabeyimin yanına gideceğim ben.'' diye konuştum kararlılıkla. ''Çok korkmuştur, meraktan ölmüştür.''

''Ağabeyin iyi, öğretmenin yanında kalıyor merak etme.''

Gözlerim öfkeyle açıldı, ''Sen nerden biliyorsun? Sen kim oluyorsun da benim ağabeyimi araştırıyorsun?''

''Babanızım, yetmez mi?'' dedi tepsiyi önüme uzatırken.

''Ağabeyimin yanına gideceğim,'' Tepsiyi ittirdim, ''Yemeğin aşın senin olsun.''

''Gittim en sevdiğin çorbayı yaptım, ağzına bir şey sokmamışsın. Ye bunu, acından öleceksin.''

Daha ne kadar dağda sefalet çekeceğimi bilmediğimden mantıklı hareket etmeliydim. Direnmek bana zarar verecekti. Tepsiyi kucağıma koyup çiğnemeden yuttum tanecikli çorbayı. Gözünü bir saniye ayırmadan izliyordu.

''Çocukken de böyle yerdin, yalayıp yutardın hepsini.''

Ekmeğin kenarından ısırıp ona hırsla bakarak kopardım.

''Ne diye öfkelisin bana? Anlayamadın mı hala, sizin için yaptım her şeyi.''

Dinlemek bile istemiyordum yalanlarını. Yemeğimi yedim sessizce. Tepsiyi kenara bırakıp yanıma bıraktığı suyu içmeye başladım.

''Kalsam ne olacaktı Belçim? Sefalet çekecektin. Annen çekip gitmiş elin adamıyla, ben ne yapsaydım?''

''Annemi anlıyorum büyüdükçe, seni anlayamadım ben. Şu kadardan beri bana kendimi nasıl koruyacağımı öğretirdin sen, babamın silahı var derdim, ya asker ya polis. O gün öğrendim terörist olduğunu.''

''O gün.''

''O gün ya, o gün! Benim elime verdiğin sarı ördekli çantaya bomba koyduğun o gün, bunu asker amcanlara ver dediğin o gün. Benim yüzümden on iki askerin şehit düştüğü o gün.''

''Senin suçundan değil, senin cesaretinle.''

''Bir sürü şey yaptırdın bana. Kullandın beni. İnsan kızını canlı bomba yapar mı baba? Sen beni yaptın! O gün, o asker olmasaydı, tek bir parçam bile kalmayacaktı!''

''Adak olacaktın, senin için en iyisiydi.''

Sinirle gülümsedim, artık şaşkınlığım kalmamıştı bile. ''Sana ne dedim, arın dedim. Temizlen, Allah'tan af dile. Karşıma öyle gel, gel ki elinden tutup seni polisin kapısın atayım. Çürü cezaevinde.''

''Hiçbir şey bilmiyorsun, cahil cahil konuşma bari.''

''Halil Eskisoy! Hatırlıyor musun baba?''

''Kim o?''

''Üç Mayıs'ta şehit ettiğin asker.''

''Hesabını tutmuyorum öç aldıklarımın.''

''Senden nefret ediyorum.''

''Bu benim davam. Senin için ağabeyin için yaptım.''

''Hayır bizi katma, günahsız ağabeyimi hiç katma. Aklı başında olsa onu da alacaktın yanına. Ağabeyim bu hâlde diye ilk defa sevindirdin sen beni. Senin için bu dağ, bizden önemliydi. Yüzümüze bile bakmadın. Ne yaptılar, nasıl yaşadılar demedin.''

''Amcandan para gönderdim her ay.''

''Onun bize bir kuruş vermeyeceğini bile bile mi?''

''Kümesin altındaki oyuğa para bıraktım sana, aldın mı kızım?''

''Almadım, tek kuruşun geçmedi boğazımızdan. Şehitlerin kanı var o parada, sen beni kendinle bir mi tutuyorsun?''

''Sen iyi bir hayat yaşa diye yaptım, ağabeyin deli kalmasın diye. Kursağınızdan adam gibi yemek geçsin diye.''

''Kurbandan kurbana et yedik biz , o da amcamlar önümüze kemik atarsa! İtildik, kakıldık, ne namusum kaldı benim ne şerefim. Ağabeyimi hırpaladılar, iyileşeceği yerde geriledi. Yıllardır yaşamadığımız eziyet kalmadı. Sen bizi yetim bıraktın, bunun affı da olmaz özrü de.''

''Özür dilemem, kabahat mi işlemişim ki özür dileyeceğim?''

''Ne diye karşıma çıktın o zaman? Ne diye kurtardın beni?''

''Polise yardım etmiş dediler, inanmadım. Özel Harekatla bağlantısı varmış dediler, iftira dedim. Seni korumak için tüm yetkimi kullandım. Sorana bilmiyorum diyeceksin, ben babamın kızıyım diyeceksin.''

''Yaptım! Polise yardım ettim, özel harekatla bağım var! Tek tek deşifre ettim her şeyinizi. Çok şey değişmemiş, çocukluğumdaki gibi aynı sisteminiz. Kalem kalem verdim tüm bilgileri, tek bir kişi bile şüphelenmedi köylü kızından. En büyük düşmanın karşında duruyor, senin davana karşı geldim. Çünkü ben teröristin kızı değilim!''

''Yazık sana, çok yazık.''

Öfkeden akan gözyaşlarımı sildim, ayağa kalktım hırsla. ''Ağabeyime götür beni.''

''Hiçbir yere gitmiyorsun.''

''Neden? Bırak beni hayatıma devam edeyim.''

''Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.''

''Ne demeye çalışıyorsun sen, amacın ne? Bırak beni ağabeyimin yanına gideceğim.''

''Seni tek şartla kurtarabildim, yoksa ölecektin.''

''Ne şartı?''

Odanın kapısı açıldı. İçeriye uzun boylu bir kadın girmişti, beni izledi ters bakışlarla. Ardından babamı buldu gözleri.

''Kızın anlattığından daha cevvalmiş.''

''Öyledir komutan.''

Hacire dediği kadın buydu demek, ''Kaç yaşındasın sen?''

Ters ters baktım erkeksi yüzüne, ''Ne sordun, hayırdır?''

Babam koluma yapıştı, ''Saygısızlık etme, cevap ver.''

''Bizi terk ettiğin yaştayım, hesapla aklın yetiyorsa.''

''On sekiz, on dokuz. Fark etmez. Bize de tam senin yaşlarda cesur kızlar lazım.''

''Hacire komutan iyi dedi, ben de zaten düşünüyordum. Belçim dayanıklıdır, boyu da uzundur, kilo alır biraz, iki aya silah tutar eli.''

Nefretle baktım karşımdakilere. Babam konuşacağımı anladığında kolumu daha da sıktı, ''Çocukluktan eğitimi vardır, uzak değil bize. Akıllıdır da, ağabeyi var kıyamaz ona.''

''Baban söyledi deliymiş ağabeyin.''

''Sizden akıllı.''

Kadın tehlikeli bir gülümsemeyle bana dik dik bakarken babam beni susturmaya çalışıyordu.

''Bana bak kızım, köyde bir bok olmaz senden. Koca beklersin, çocuk doğurup ayı kocana hizmet edersin. Bu mu olmak istiyorsun?''

''Sen benim ne olmamı istiyorsun?''

''Bizden olmanı, güçlü bir kadın olup silah tutmanı. Baban gibi davana hizmet etmeni, bize kast edenlerin canını almanı. Çok da uzak değilsin zaten, çocukluğunu biliyorum. Bir gün herkes aslına döner, sen de dön.''

''Çocuktum, masumdum! Ben sizden değilim.''

''Ben çıkıyorum baban seni yola sokar. Bana bak seçenek sunmuyorum sana, ya bizden olacaksın ya da düşman. Bizim düşmanlarımız da pek yaşamaz. Babana sor karşıma geçen kimi yaşatmışım. O yüzden o güzel aklını başına al, doğruyu seç. Kızı ikna et Behram, sigara içip geliyorum. İki sigaralık süren var.''

Kadın çıktığında babam hızla konuşmaya başladı.

''Dağda kalacaksın bizimle, seni gözlerine kestirdiler artık kaçısın yok. Unutacaksın kötü günleri, önünde güzel günler var.''

Canhıraş çıkıştım, ''Sen ne diyorsun ya? Bana terörist ol mu diyorsun!''

''Bağırma!'' dedi eliyle ağzımı kapatırken, ''Sessiz ol.'' diyerek elini ağzımdan çekti, ''Adına ne koyarsan koy, bizden olacaksın.''

Babamı ittirdim öfkeyle, ''Kes sesini! Ne ara bu kadar kötüleştin sen? Sesinden irin akıyor!''

''Ölecektin! Ben aldım seni namlunun ucundan! Cesedin soğuyordu şimdiye, kurtların yemiydin çoktan!''

''Dediğini yapacağıma kurtlara yem olurum!''

Kaçmak için kapıya koşturdum, evin dış kapısına çıktığımda bir el saçlarımdan yakaladı beni. Hacire olacak kadın beni zorla çıktığım odaya sokup yere fırlattı. ''Sabrımı bitirme, elimden baban da alamaz seni. Otur şuraya sana deneni yap, yoksa acımasız olacağım.''

Çaresizce ağlarken elimden hiçbir şeyin gelmemesineydi isyanım. Dinçer'i istiyordum yanımda, beni buradan çekip alacak tek kişi oydu sanki. Şimdi ona sıkıca sarılmak istiyordum, yaşadığım her şeyi bana unuttursun, çektiğim tüm acıları o dindirsin istiyordum. Devam oydu sanki, yüreğimde buram buram o kokuyordu.

Gün batmış gece olmuştu. Kaçırıldığım yerden kaçırılıp hırpalanmıştım yine. Hacire ara ara yanıma uğrayıp gidiyordu. Aradan geçen saatlerde umudumu kaybediyordum.

Zaman ve mekandan habersizce sobanın başında yatıyordum. Yastığım gözyaşımdan sırılsıklam olmuştu. İçimde kopan isyanlara rağmen dudaklarım lâl olmuştu.

Babam girdi odaya, başucuma oturdu. Elini saçlarıma koyup okşamaya başladı. Sıradan bir baba kız gibi olalım çok isterdim, elimi saçıma attığında iğrenmemi o istemişti.

''Ağlama artık, çare değildir.''

''Öldürülmeyi bekliyorum.''

''Ben varken kimse sana silah çekemez artık. Ben seni herkesten korurum.'2

''Beni kendinden koru asıl.''

''Belçim ne diyorlarsa o olacak kızım, yolun sonu budur senin için.''

''Terörist olmak mı yolun sonu? Ölümden beter.''

''Bakma Hacire komutanın söylediklerine ben korurum seni. Kimseye sıkmazsın, çıkarsın dağa. Aranı büyük başkanla iyi ettin mi sana kimse dokunamaz. Buraya girmek zordur, çıkmak daha zordur.''

''Zorsa sokma beni oraya.''

''Belçim etme eyleme, kızımsın sen benim. Evlat katili etme beni.''

''Sen beni katil etmeye can atıyorsun ama yaptığın onca şeyden sonra bir de bana bunu mu yapacaksın?''

Babam ağlamaya başladı birden. Gözyaşlarını görmeyeyim diye hemen silse de ben çoktan görmüştüm.

''Giderken sizi de alamadığıma pişmanım, keşke ayrılmasaydım sizden.''

''Terörist olmak büyüktü baba olmaktan.''

''Deme şunu, içimi parçalama.'' diye isyan etti ağlarken, ''Ben böyle olalım ister miydim kızım?''

Benim de gözyaşlarım akmaya başlamıştı, ''Ne olurdu herkesin babası gibi olsan, ben sen yanımda ol aç kalmaya bile razıydım, sesim çıkmazdı. Sen bizi her şeysiz bıraktın gittin.''

''Çok zordu.''

''Bizim için daha zordu, sana acımıyorum. Senden nefret ediyorum, hakkımı helal etmem sana.''

''Bu kadar mı sildin babanı?''

''Sildim.''

''Ne yaparsam affedersin beni?''

''Bırak beni ağabeyime gideyim desen izin mi vereceksin sanki?''

''İmkansızı isteme benden.''

''O zaman git ben de nefretimi yaşayayım.''

Yatakta arkamı dönüp yorganı boynuma kadar çektim. Dakikalarca oturdu yanımda. Ağladı sessizce, ben de ağladım ondan daha sessizce.

''Başka yolun yok, dağa çıkacaksın bizimle. Sana kıyamam, kıymam. Bile isteye yakmam canını, yaktırmam. Eline silah değmeyecek, isteğinle sarılmayacaksın tüfeğe. Kimseye yem etmeyeceğim seni. Başkanla tanıştıracağım seni, sever bilirim. Evime götüreceğim seni, merkezdedir. Ara sıra uğrarsın başkana, hoş tutarsın gönlünü yeter. Gel benimle, okuturum seni Belçim.''

Tüm söylediklerinden aklımda kalan sonuncuydu, ''Okutur musun?''

''Okuturum, eline silah bile değdirmem. Param var, çok param var. Ağabeyini bile tedavi ettiririz, deliliği diner biraz da olsa. Sen, ben, ağabeyin aile olalım ister misin kızım?''

İçime yayılan o sıcacık aile kokusu burnumun direğini sızlatmıştı.

Aradan bir gece geçmişti. Sobanın başına bağdaş kurmuş oturuyordum. Dağılmış, kabarmış saçlarım omuzlarıma dökülmüştü. Üşümesem de refleks olarak ellerimi ısıtıyordum. Babamın sözlerini düşünüyordum. Bana vaat ettiklerini. Dediği her kelimeyi binlerce kere tekrar ediyordum.

Kapı usulca açıldığında müjdeli haberi duyurdu Hacire, ''Yoğun kar yağısından buraya sığınabildik. Yollar açılmış, birazdan araç gelecek. Seni asıl merkezimize götüreceğiz. Tanış bakalım başkanla, ondan da onay alırsan sen de bizdensin.''

''Kaç dakikaya gelir?''

''On beş.''

Başımı sallayıp sobada ısınmaya devam ettim. Hacire ortalarda görünmezken babam odada benimleydi.

''Akıllı benim kızım, isyanla bir yere varılmaz. Zamanla alışacaksın.''

''Dağda mı kalacağız peki?''

''Hayır, benim evimde yaşarsınız ağabeyinle.''

''Üniversiteyi başka şehirde kazanırsam ne olacak?''

''Dicle'de okumak istemezsen gideriz kızım, hangi şehir olduğunu söylersin bana oraya gideriz. Mis gibi okuturum ben seni.''

''Yurtta mı kalırım orada?''

''Ev tutarız yurt köşelerinde olmaz. Ben kızımı yurtlarda koymam.''

''Çalışır öyle okurum hem, sana yük olmam.''

''Derslerine çalışırsın, başka bir şeye de gerek yok. Bana yük olmazsın, ayrı kaldığımız zamanın acısını çıkartırız. Mutlu oluruz kızım.''

Bana sarıldığında kollarım mecalsizce iki yanımda kaldı. Saçlarımı okşadı af diler gibi, pişman gibi baktı gözlerime. Gerçekten aile olalım istiyordu.

''Yola çıkmadan yüzümü yıkayayım, çok ağladım.''

Gözyaşlarımı sildi, ''Bundan sonra ağlamak yok, hep güldüreceğim seni.''

Odadan çıktım, yan odada telefonla konuşan Hacire konuşmaya almış gidiyordu. Küçük evin tuvaletinin kapısını açıp etrafımı kontrol ederek içine girmeden kuvvetle kapısını kapadım. Evin büyük ahşap kapısını açıp sessizce çıktım ve hızla koşmaya başladım.

Babamın vaatlerinin tamamı yalandı, gerçek olsa bile içinde terörün bulunduğu bir şeye dahil olamazdım. Çocukluğumda beni zorla içine çeken bu oluşumdan alacak intikamım varken ben onların adamı olamazdım. Ben babamın kızı değildim.

Bembeyaz karın üzerinde adımı aldığım turna kuşu gibi süzülürken; başıma geleceklerin bu kadarla sınırlı olmadığını biliyordum.

Dinçer'den

Kar yeryüzünün kefeni gibiydi. Ben de o kefenle bütün olmuştum. İri iki kayanın ortasında mevzimde gözümü bir an dürbünden ayırmadan bekliyordum. Donmuş kirpiklerim, ağzımdan çıkan buharla ısınıyor ve eriyordu.

İzlemedeydik. Büyük bir baskın için hazırlanan teröristlerin cephaneliklerini öğrenmiştik nasıl olduysa. Bu konu hakkında sorduğum sorular cevapsız kalmıştı. Aradığımız teröristin düzenleyeceği baskını bertaraf etmek ve o adamı tutuklamakla görevliydik. Bugün yedinci günümüzdü. Yavaş ama emin adımlarla ilerliyorduk.

Bizi beyaza katan kar elbisesi sayesinde karla bir olmuştuk. Kış görevinin en zor yanı uyuyacak yer bulmaktı. Bulunduğumuz alanda mağaraların girişleri askerler tarafından kapatıldığı için giremiyorduk. Tek tük bulduğumuz uyku yerlerine şükür ediyorduk. Uyku tulumunun içine girip uyuduğumuz vakitler çok azdı.

Bu benim ilk kış görevimdi. Heyecanlı ve meraklıydım. Amcamların dediği kadar zordu kışın görevde olmak. Zorluğunu çoktan geçmiştim, tek sorun Belçim'i özlemekti. Sevdanın özlemi bir başka koyuyordu.

''Yusuf ağabey,'' diye seslendim on adım ilerimde mevzilenmiş devreme, ''Sen daha önce birini sevdin mi?''

Hedefe odaklanmış olsam da bana bir bakış attığını anlamıştım, ''O nereden çıktı lan?''

''Sevmiş gibisin.''

İç çekişi yayıldı dağa, ''Sevdim de sevilmedim aslanım.''

''Sonu kötü mü bitti ağabey?''

''Daha da kötüsü hiç başlamadı Dinçer.''

''Niye ağabey?''

''Seni sevmiyorum diyene neden diye sorulmaz oğlum.''

''Merak etmedin mi?''

''Vereceği cevaptan korktum, insan neden sevilmediğini bilmek ister mi lan?''

''Ben isterdim.''

''Sen birini sevdin mi?''

Belçim'in yüzü gözümün önüne geldiğinde gülümsedim. Kalbim çarpıyordu sanki aklımdan o geçtiğinde.

''Sırıtma, aldım ben cevabımı.''

Yüzümü toparlayıp hedefe odaklandım tekrar, ''Gelen giden yok ağabey.''

''Sana gelen giden var ama hayırlı olsun, istemeye gidersen Melih'i çağırma.''

Gülümsedim, ''Anlaşıldı.''

''Birisi istememi dedi?'' diyerek atıldı Melih, ''Çorumlularsa gitmem ağabey ya, sevmiyorum Çorum'u.''

''Ulan bir insan neden şehirden nefret eder? Mantıklı tek bir sebebin var mı?''

''Lan Melih'te mantık mı arıyorsunuz?''

Melih alıngan bir tonda konuştu, ''Aşk olsun ağabey, ben mantık adamı değil miyim?''

''Lan sen kafanda güneş gözlüğü ve şapka varken güneşi elinle engelleyen adamsın, senden ne bekleyelim Melih?''

''Sağ olun ağabey, Dinçer geldi diye pabucum dama atıldı. Hani en küçüğünüz bendim?''

''Artık Dinçer küçük kardeş, sen kıdem aldın. Ekibin en küçüğü olmak güzeldir, hepimiz zamanında olduk. Sorumluluğu fazladır ama, hele de o küçük kardeş nişancıysa.''

''Nişancılığıma benden çok güvenin ağabey, eğitmenlerim sağlam.''

''Valide hanım askermiş, öyle konuşuyorlardı harekatta.''

''Asker.'' Bunu çok az dillendirirdim. Okulda bile söylemezdim, annemler memur olduğumuzu söyleyin derdi. Bunun nedenini de sonradan anlamıştım.

''Baban, o da mı?''

''Babam savcı.''

''Hay maşallah, sen niye bu kadar mütevazisin oğlum? Benim annem asker babam cumhuriyet savcısı olsa havamdan geçilmez.''

''Aslan gibi çocuk da ondan, güzel yetiştirmişler seni belli. İyi aile çocuğusun oğlum sen. İnşallah özel harekatta yaşadıklarınla değişmezsin Dinçer, burası adam da eder, insanlıktan da çıkarır adamı.''

''Yaşayacağım her şeyi göze aldım.'' dedim yaşayacaklarımın acılarını tahmin bile edemeden.

''Eyvallah.''

İki saati bulan seyrin ardından nihayet dürbünümün boş merceği hareketlenmişti, ''Gelenler var.''

''Geldikleri yollara mermi döşedik aslanım, gelsinler bakalım.''

Araç tiplerini ve maksimum kapasitesini ölçmeye çalışıyordum, ''En fazla otuz iki kişiler, taramalı tüfek gördüm, silah tutuşlarından çok acemi oldukları belli oluyor.''

''Donlarının rengini de söyle Dinçer.''

''Kırmızı,'' diye konuştum, ''Bordoya çalıyor ağabey.''

Timdekiler gülüşürken ben ciddiyetle izlemeye devam ediyordum. Yusuf ağabey konuştu.

''Dinçer, liderleri kim?''

Hiç beklemeden konuştum, ''Boynunda puşi olan.''

''Niye?''

''Silahından, bu markayı genelde geliştirdikleri adamlara verirler. Diğerlerine elden düşme tüfek.''

''Aferin.''

Tim içerisinde sürekli söz sahibi oluyordum. Fikirlerimi hiç çekinmeden dile getiriyordum. Eskisi gibi ağzımdan çıkan her söze küfürle karşılık veren adamlar yoktu karşımda. Bu beni daha açık bir adam yapmıştı.

Yusuf ağabey son kez uyarı geçti.

''Kısa bir çatışma istiyorum beyler, lider olanı avlamak yok o bizi büyükbaşa götürecek. On beş dakikamız var. Dinçer attığını vur, kısa tut, öldürmeyecek ama süründürecek kurşunlar istiyorum.''

İlk, öldürmeyecek ama süründürecek kurşunumu sıktığımda gerisi de gelmişti. Tam Yusuf ağabeyin istediği gibi kısa sürdü çatışma. Tim kontrollü bir şekilde cephaneliğe ilerlerken ben de yerimden ayrılmadan onları koruyordum.

''Ağabey ben dalıyorum içeriye.'' dedi Melih sabırsızca.

''Dikkatli yürü Melih! Sabırlı ol!''

''Dinçer korur.'' dedi, öylesine söylenmiş bir şey değildi. Bana güveniyordu bu adamlar.

''Korurum kardeşim, gir.''

''Ulan adamı da iki güne kendinize benzettiniz.''

''Size benzemekten gurur duyarım ağabey.''

Tim cephaneliğe girmişti, dışarıda kuş uçmasına izin vermiyordum. İyice sessizleşti beyaz örtü. Tehlike arz eden tüm durumları yok ederken asıl hareketin içeride olduğunu anladım. Silahımı toplayarak mevzimden kalktım. Kayışıyla omzuma asıp bacak kılıfından silahımı alarak dikkatle içeriye girdim. Yusuf ağabey telsizin karşı tarafındakiyle kavga ediyordu.

''Anlaşılmadı şef! Tekrar et!''

Melih'e ne olduğunu sorar gibi göz kırptım, dizini grubun liderinin boğazına yaslamış küfür ediyordu.

''Muhbir kaçırıldı, görevde öncelik değişikliğine gidiyoruz.''

''Ekrem ağabey, muhbir dediğin ufacık k-''

''Sakin ol, timin komutası sendeyken aklı başında ol!''

''Kaçırıldı diyorsun! Söz verdim ben sana zarar gelmeyecek diye! Sözümde duramadım ağabey! Ne halde şimdi? Belki de sıktılar kafasına, ne biliyoruz?''

''Kes sesini Yusuf! Ne diyorsam onu yap! Şimdi kahrolma zamanı değil! Kendine gel! Ekibini yönlendir! Koordinatlar atıldı, helikopter tepenizde! Harekete geç!''

Ekrem şefle irtibat koptuğunda birkaç saniye sessizlik oldu. Yusuf ağabeyin Melih'in ayağının altındaki teröriste saldırmasıyla ortalık hareketlendi. Birkaç yumruğun ardından yakasına yapışıp duvara yasladı, ''Kim kaçırdı muhbiri, söyle!''

Ağzı yüzü kan içindeki adam yarı baygındı. Son kalan nefesini de onu öldürmememiz için yalvarmaya harcıyordu. Adam bayıldığında Yusuf ağabey başındaki miğferi yere fırlattı. Ardı arkası kesilmez küfürler de böylece başladı.

Pervane sesleri duyulduğunda Yusuf ağabey yerdeki miğferini eline aldı, ''Toplanın gidiyoruz!'' Emriyle beraber helikopterdeki yerimizi aldık. Herkes çok sinirliydi, Yusuf ağabey ise pilotla mesafe pazarlığı yapmaya tutuşmuştu.

Her şeyden habersiz sessizce bana anlatılmasını bekledim. Eğer sorarsam tersleyebilirlerdi. Melih bu hâlimi anlamış olacak ki bana dönüp anlatmaya başladı.

''Biri var, gizliden yardım ediyormuş özel harekata. Köyüne gelen teröristleri söylüyormuş. Dahası da var işte, bayağı işimizi görüyordu. Sadece bizim de değil, Kâzım döneminde de ihbar etmişliği çoktur. Yusuf ağabey görmüştür onu, biz bilmezdik, söylemezler bize böyle şeyleri. Ne kadar az kişi bilirse o kadar iyidir. İşte şimdi de...''

Melih'in sözünü kesen Yusuf ağabey oldu.

''Şimdi de benim yüzümden yakalandı. Operasyon bilgileri için buluştuk, kar kış demeden geldi lan yanıma. Bize yardım etmek için! Hiçbir karşılık almadan yardım etti, borç öder gibi. Onu da ağabeyini de koruyacağıma söz verdim, şu halimize bak! Ulan bu dağ soğuğunda nasıl ayakta kalır?''

''Dayanır elbet,'' dedi Enver ağabey, ''Bize yardım edecek kadar cesursa, dayanıklıdır da aslan parçası.''

''Aslan parçası değil lan, turna kuşu!'' diye bağırdı Yusuf ağabey.

Havada geçen yolculuk gergindi. Kimin yüzüne baksam küfür ediyordu. Sessizce operasyonu bekledim. Yol boyunca dönen telsiz trafiği bize yeni rota çizmişti. Helikopterin iniş izni olmadığından havadan iniş gerçekleştirdik.

Dokuz metreye yakın kara ayağımı bastığımda işimizin daha zor olduğunu anladım. Bu şartlara ve soğuğa normal bir insanın dayanması zordu. Elimizde kiloluk silahlar, sırtımızda mühimmat çantalarıyla metrelerce karı yararken tek amacımız Turna'yı kurtarmaktı.

Kırk beş dakikadır aynı tempoda yürüyorduk. ''Ne durumdasın?'' diye sordu Yusuf ağabey.

''İyiyim, her şey yolunda.''

''Bacaklar uyuşmaya başlayınca söyle.''

''Uyuşmaz komiserim.''

''Eyvallah.''

Bu ilk uzun yol tecrübem olduğu içindi tüm bu kontroller. Dönüşte hakkımda rapor verilecekti. Fiziksel anlamda zorlanmıyordum, bu konuda kendime güveniyordum. İstemediğim sürece beni dağda kimse yıkamazdı.

Saat dördü vurduğunda nihayet varış noktasına ulaşmıştık. ''En son buradaymış Turna. Melih sızıyorsun aralarına, biz de bir süre gözcülük yapıyoruz. Önce yerini tespit ediyoruz, ardından atış serbest. Kızın kılına bile zarar gelmeyecek.''

Şaşkınlıkla Yusuf ağabeye baktım, ''Turna, kız mı?''

''Kız,'' dedi Yusuf ağabey, ''Çok cevval bir kız, ona bir şey olmayacak Yağmurlar, anlaşıldı mı?''

''Anlaşıldı.''

Melih karanlıktan da yardım alarak içeriye sızarken biz de mevzilenmiştik. Yusuf ağabey sabırsızdı, onu sakinleştirmek güç oluyordu.

''Kaç dakika oldu lan, bir gözlemleyemediler. bana hızlı adam lazım dönelim siktir edeceğim hepsini.''

''Ağabey, on dakika anca oldu.''

''Hava karardı kararacak, ne yaptı bu kız iki gündür?''

''Öğreneceğiz, bulacağız merak etme.''

Dakikalar sonra Melih öndü. ''Götleri tutuşmuş, birini arıyorlar anladığım kadarıyla kız kaçmış ağabey.''

''Emin misin lan, doğru duydun mu?''

''Hacire bağırıp duruyordu, o karının cırtlak sesini yanlış duymam ağabey ben.''

''Hacire karısı mı var başlarında?''

''Evet ağabey.''

''Behram da buradadır, peşinden ayrılmaz. Siz üçünüz burada kalıyorsunuz, Dinçer sen benimle geliyorsun. Turna'yı arayıp bulacağız.''

''Bize atış serbest mi?''

''Kulaklıklar kulaktan düşmesin, durum raporu istiyorum her beş dakikada bir. Behram itini gördüğünüz an ölmeyecek yerinden indireceksiniz.''

''Emredersin ağabey.''

''Hadi Dinç.''

Boyunluğumu ağzıma çekerek kalktım ve yola koyuldum. Kar izlerine dikkatle bakarak bir iz bulmaya çalışıyorduk. Yusuf ağabeyle ayrıldık, zıt yönlere giderek aramaya devam ettik.

Üstüne bastığım karda, geçtiğim yolda bir şey vardı sanki içimi delip geçiyordu. Aramaya çıkalı bir saate yakın zaman olmuştu ama ona dair en ufak şey yoktu.

''Turna!'' diye bağırdım çaresizlikle, ''Polisim, ses ver!''

Ses yoktu, ona dair bir iz de yoktu. Kar yağmaya başladığında umudum daha da yitmişti. Bu soğukla nasıl başa çıkıyordu, neredeydi?

Yine de kanımı dişime takarak aramaya devam ettim. Bembeyaz örtünün üzerinde gördüğüm ayak izleri bir umut yaratmıştı. Eğilip ayak izini inceledim, ona ait olması yüksek ihtimaldi. Silahımı dik tutarak o izleri takip etmeye başladım. Dakikalarca yürüdüm. Dik dağı aşmıştı, aynı dağı onun için aştım. Dağın tepesinde etrafa bakındım. Sürüklenme izlerini gördüğümde aklıma gelenin yaşanmamasını umdum. Boynumdaki dürbüne sarılıp metrelerce aşağısını inceledim. Gördüğüm karartı ona dairdi. Silahımı bacak kılıfına sokup hızla dağı inmeye başladım.

Silahımı bacağımdan çekip pozisyon alarak kontrollü bir şekilde adımladım. Koca bir kaya aşağıya uçmasını önlemişti. Yanına yaklaştım hızla. Karların arasında yok olmuş gibiydi. Sırtüstü yatıyordu üzerinde teröristlerde alışık olduğumu kıyafetler vardı. Kara karışan kan yarası olduğunu gösteriyordu. İçime garip bir his doldu. Silahımı yerine yerleştirdim. Omzundan tutarak dikkatle yüzüstü çevirdim. Islak saçları yüzünü kapatmıştı. Kırdığım dizimin üzerine yatırdım zayıf bedenini. İlk işim nabzını kontrol etmek oldu. Yaşıyordu.

Hızla kulaklıktan haberi geçip konumumu paylaştım.

Dikkatle kucağıma aldım. Polis ya da asker tarafından imha edilmiş mağaraların birine içeriyi kontrol ederek girdim. Usulca yere bırakıp üzerine eğildim, ''Turna, iyi misin?'' diye sordum, ''Beni duyuyor musun?''

Elimdeki eldiveni çıkartıp karla kaplanmış yüzünü temizlemeye çalıştım. Islak saçlarını da yüzünden uzaklaştırdığımda gördüğüm yüz bende bir kurşun yarası açmıştı.

Belçim...

Karşımdaki kız Belçim'di. Kaşından akan kanlar yüzünü kaplamıştı. Öfkeyle kollarımın arasına aldım, ''Belçim ses ver, ben geldim! Belçim duy beni!''

Dudaklarının arasından bir kelime dökülsün diye bekledim. Hayatımda ilk defa bu kadar yanıyordu içim. Yüzünü ellerimin arasına aldım, morarmıştı dudakları, ölü gibiydi teni. Soğukkanlı olmam gerekiyordu. Vücudunu kontrol ettim. Aklımdan bir bir geçti neler yapabileceğim.

Parkamı çıkartıp yere serdikten sonra Belçim'i üzerine koydum. Dudaklarımı kulağına yaklaştırdım çaresizce, ılık nefesimi ona işlemekti amacım, ''Hipotermi geçiriyorsun, donarak ölmek üzeresin. Önümde pek bir seçenek yok, vücut ısını dengelemek için yapmam gerekiyor. Seni soyacağım sonra soyunup sana sarılacağım, kabul ediyor musun?''

Onaylamadı ama itiraz da etmedi. Belki de beni duymadı bile. Elimden gelen tek şey üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkartmaktı. Hızla kendimi de soyduktan sonra ona sarıldım. Gözlerim kapıda, elim silahımdaydı. Usulca öptüm şakağından, daha görecek güzel günlerimiz vardı. İçimde yaktığı ateşin narında ısıttım onu.

Bölümü nasıl buldunuz?

Son sahne?

Gelecekten ümitli misiniz?

Dinçer ve Belçim'e baktığınızda hangisi gitmeye meyilli?

Zaman aşımına az kaldı, aktif bir şekilde yazmaya devam ettiğimde bölüm sayısı veremiyorum.

Yaptığınız güzel yorumlar için teşekkür ediyorum. Allah'a emanet olun.

 

Loading...
0%