@pekbiafiliyalnizli
|
⚫ Sabah ezanı okunuyordu Hakkari'de. Cami özel harekata yakın olduğundan hocanın sesi yankılanıyordu boş kantinde. Her zaman oturduğum köşedeki masaya oturuyordum. Sigaranın birisini yakıp, diğerini söndürüyordum. Adını bilmediğim bir polisin saatler önce önüme bıraktığı küllükten taşan izmaritler muşamba serili masanın üstüne taşmıştı. Bir elimde Belçim'le olan düğün fotoğrafımız, Bekir'e sıkan elimde ise sigara duruyordu. Yıllardır kendimi sadece böyle hatırlıyordum. Bitmiş, tükenmiş ve ölmeyi bekleyen. Ama artık böyle değildi. Bir umut vardı içimde, kendimi ona anlatacaktım, yıllardır yaşadığım şeyin hayat olmadığını bilecekti. Yüreğime takıntı yaptığım aşkıma saygı duyacaktı. İçimdeki umuda rağmen neden hala sabah namazında sigara küllerinin arasındaydım? Çok özlemiştim be, gözümde tütmüştü. Diri diri yanmıştım, acı çekmiştim onun için. Yıllar sonra karşılaştığımızda sarılamamıştım bile. Öpememiştim, kokusunu doya doya çekememiştim içime. Çok yaralamıştı sözleri, en çok da nefretle bakan gözleri acıtmıştı içimi. Dayanamam sandığım yokluğuna dayanmıştım yıllarıdır. Onu tekrar görme umudu ayakta tutmuştu beni, şimdi tam karşımdayken bitemezdim. Asıl şimdi parçalamalıydım kendimi, şimdi mücadele etmeliydim bana olan öfkesiyle. Onca şeyden sonra tekrar karşımdayken onu asla yitirmeyecektim. Parmaklarımın arasındaki sigarayı küllüğe basıp kalktım sandalyeden. Lavaboya girip abdest almaya başladım. Aklım karışmıştı, kaç kere yıkıyorduk lan dirsekleri? Sıkıntıyla yanımda abdest alan Talih'e döndüm. ''Nasıl alınıyordu oğlum abdest? Öğret bana.'' ''Estağfurullah komiserim.'' ''Ne estağfurullah lan, unutmuşum almayı, söyleyiver hadi.'' ''Tamam komiserim, üç kere ağzınızı yıkayın, ben size tarif edeyim.'' En son ayaklarımı yıkadığımda abdestimi almıştım, ''Kim kıldırıyor namazı?'' ''Kendimiz kılıyoruz komiserim.'' ''Hoca yok mu lan?'' ''Zaten az kişiyiz komiserim, herkes kendine imamlık ediyor.'' ''Eyvallah.'' Ben önde Talih arkada mescide girdik. Namaza başlayanların arkasında saf aradım kendime. Talih'le yan yana durduk. Uzun zamandır namaz kılmadığım için nasıl kılınır unutmuştum, sıkıntıyla döndüm Talih'e, ''Secdeye giderken ne diyorduk oğlum?'' ''Subhane Rabbiyel Ala komiserim.'' ''Birkaç sure söyle bana.'' Saydığı sureleri yarım yamalak hatırlıyordum, ''Sadece Fatiha'yla kılsam olur mu?'' ''Olur komiserim ama Fatiha'dan sonra kurandan üç ayet okumak vaciptir.'' Vacibin ne olduğunu düşünürken Talih cevapladı, ''Vacip de yerine getirilmesi gereken anlamına gelir komiserim.'' ''Eyvallah.'' dedim sıkıntıyla. Şimdi kendimi bu mescide layık hissetmiyordum. İyice uzaklaşmıştım bir ara sıkı sıkı bağlandığım her şeyden. ''Komiserim ben size imamlık edeyim, siz de niyetinizi uydum hazır olan imama diye edeceksiniz. Sakıncası yoksa komiserim.'' ''Sağ ol kardeşim.'' Talih'in yardımıyla bitirmiştim namazı. Dizlerimin üstüne çökmüş dua etmeye başladım. ''Allah'ım, biliyorum pek iyi bir kul değilim, çok da düzgün bir adam sayılmam. Aileme düzgün bir evlat olamadım, kardeşlerime kardeşlik yapamadım. Biliyorum hak etmiyorum ailemi, tek gün mutlu edemedim onları ama ben de mutlu olamadım. Elimi kolumu bağladı yaptığım yanlış. Sen bana benden yakınsın, neyi ne niyetle yaptığımı en iyi sen bilirsin. Ne olur Belçim'de bilsin, inansın bana. Aşığım o kıza, sen şahitsin. Senden tek dileğim ya içimdeki sıkıntıyı, ya da beni tez vakitte öldür.'' Elimi yüzüme sürüp doğruldum. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar ferahlamıştım, Omzumdaki yüklerin ağırlığı hafiflemişti sanki, yeni bir yol daha var diyordu içimden bir ses, tutacaktım o yolu. ''Allah kabul etsin komiserim.'' dedi beni burada görmeye hiç alışık olmayan polislerden birkaçı. ''Sağ olun lan, sizinkini de.'' Eskiden bayram sabahları amcam namaza giderken bir gece öncesinde 'beni uyandır, ben de geleceğim.' demiştim. Gözümü kırpmadan beklemiştim o sabahı, unutsa beni ve uyandırmadan namaza gitse diye beklemiştim. Böylece üzülecektim ve nedensiz üzüntülerim varken üzülmeye gerçek bir sebebim olacaktı. Ama amcam beni unutmamıştı, elimden tutup namaza götürmüştü. Amcamı taklit ederek kıldığım namazdan sonra aynı onun gibi dua etmiştim. Ailedeki herkesin ismini sayıp mutlu olmalarını istemiştim. Sonra da 'Eyvah,' demiştim amcama bakarak, o da merak edip sorunca, 'Demir'in kedisi Paykik'i saymadım, duam yanlış gitti.' diye üzülmüştüm. Amcam önce gülümseyip niyetin önemli olduğunu söylemişti. 'Senin içindekini sadece Allah bilir ve senden ispat beklemez. Yüreğin rahat olsun.' O sabah amcamın elini tutarak camiden çıkarken yaşadığım hissi, mescitten ayrılırken yaşıyordum. Aylar sonra ilk defa kendimi bu kadar iyi hissediyordum, iyi olacaktım artık, güçlü duracaktım. Başaracaktım, pes etmeden ayakta kalan olacaktım. Bu yolun sonunda ya yazık olacaktım, ya da mutlu. Üniformamı giyip merkez binasına girdim. Göze girmeye çalışan yeni yetmeler gibi erkenden başlamıştım çalışmaya. Son günlerde hareketliydi bizim buralar. Bir şeyler geliyordu kulağıma, yeni hazırlıklar vardı özel harekatta. Karakter olarak pek sevilmesem de şu koca binada en iyi polislerden biriydim. Nişancılığıma laf edeni küçük dilinden vururdum. Böyle olunca da muhtemelen bana gelecekti teklif, ayağıma kadar gelen pası güzel değerlendirmem gerekiyordu. ''Selam şeker.'' Efe yanağımdan makas alacakken eline vurdum. ''Sabah sabah delirtme adamı.'' Gülerek karşımdaki sandalyeye yerleşti, ''Seni mescitte görenler olmuş.'' ''Sanki kerhanede gördünüz anasını satayım.'' ''Namaza mı başladın?'' ''Sayılır.'' ''Bana da dua et, işim zor biliyorsun.'' ''Sen namaz kıl, kendi duanı kendin et benim kendime hayrım yok.'' ''Bu halde kabul eder mi oğlum Allah beni?'' ''Tövbe tövbe o nasıl laf lan?'' ''Günahım ben günah, öyle secde edince düzelmez.'' ''Sabah sabah küfür ettirme bana.'' ''Kahvaltı ettin mi?'' ''Ettim.'' ''Bir paket sigarayla beş bardak çay içince kahvaltı etmiş olmuyorsun.'' ''Boş yapma Efe.'' ''Begüm görünmüyor ortalıkta, börek alsın gelsin bize.'' ''Lan herife kendi işini yaptırma.'' Efe kahkaha attı, ''Ulan insanların yüzüne bir kere bile bakmadığın için cinsiyetlerini bilmiyorsun.'' ''Bak o kızı sakin muhatap etme benimle, sakın diyorum bak. Biliyorsun lan benim durumu, güzel dille söyle yoluna baksın.'' ''Aşık kız sana.'' ''Ben de yengene aşığım.'' ''Ben de aşığım.'' ''Kime olduğunu söyleme, dövdürme kendini sabah sabah.'' ''Sustum.'' Efe'nin getirdiği börekle kahvaltı yaptım. Mesaiye az kala bahçede sigara içiyordum. Kimisi aylık görevden dönüyordu, kimisi yeni uyumaya gidiyor, kimisi yeni uyanıyordu. Kimisi evlilik hazırlığı için izin kovalarken, kimisini karısı boşuyordu. Herkesin kaldıramayacağı bir enkazdı özel harekat. Herkes kendi aralarında konuşuyordu. Uzaktan analiz ediyordum sessizce. Eskiden olsa 'Tek duruyorum lan, içlerinden bana ezik diyorlar mıdır?' diye düşünür rahatsız olurdum, şimdi ise bu teklik çok hoşuma gidiyordu. Benimle ilgili tek kötü düşüncesi olmayan Begüm geldi yanıma, ''Günaydınlar.'' ''Sağ ol.'' ''Yakında futbol turnuvası varmış, sende eski futbolcu olarak katılırsın herhalde?'' ''Sen nereden biliyorsun?'' ''Kardeşinin sosyal medya hesabından, ikinizin fotoğrafını paylaşıyor arada sırada.'' ''Göster bakayım.'' Uzattığı telefonunu aldım. Atlas Demirsoy çok istediği o popülerliğe ve başarıya kavuşmuştu. Son fotoğrafları dergi pozlarıydı, akışı güzel hesabına uymayan fotoğraflar hep benimle olanlarıydı. Çocukluk fotoğrafımızı paylaşmıştı, ben Ankaragücü formasıyla top sektirirken o elinde iki dondurma yiyerek beni kınıyordu. Fotoğrafın altına, 'Sporu çok severim, ama sadece izlemeyi.' yazıyordu. Gülümsedim. Fotoğrafın altında tanımadığım bir sürü yorum varken ben bizimkilerin yorumlarına baktım. Hepsi benden ve bana dair anılarından bahsediyordu. Telefonunu geriye uzattım, ''Sağ ol.'' ''Kardeşinle pek benzemiyorsun, yani karakter olarak.'' ''Mesaiye az kaldı.'' Begüm'ün gitmeye niyeti yok gibiydi, ''Şefimizsin artık madem, timde rahatsız olduğum bir konu var paylaşabilir miyim?'' ''Ha,'' dedim sigaramdan bir nefes çekerek, ''Söyle.'' ''Çok cinsiyetçi şakalar yapılıyor, küfürden geçilmiyor. Uyarmanı isteyecektim.'' ''Begüm,'' dedim sıkkın bir nefes alarak, ''Neredeyiz bak bir.'' ''Dağın başında bir özel harekat merkezindeyiz komiserim.'' ''Çoğu lise mezunu, kırkına merdiven dayamış polise 'küfürsüz konuşun çömez polis kızımız rahatsız oluyormuş' diyemezsin. Desen de anlamazlar. Küfür ederler, erkek muhabbeti de döner. Sınırı aşmadıkları sürece, kişisel bir olay yaşanmadığı sürece buralar ezelden beri böyledir.'' ''Ağzını kapa, bu mağara içerisinde barın diyorsunuz yani?'' ''Bu mağaraya niye indin?'' ''Polisim ben, belden aşağı muhabbetlere katlanmak zorunda değilim.'' ''Polislerin arkadaş ortamındaki muhabbeti seni ilgilendirmez. Kahveni alıp önlerinden geçerken duyduklarınla yargılayamazsın. Ne sığır lan bu herifler der geçersin, dahası olmaz.'' ''Ne yani, küfürsüz yaşamak mümkün değil mi özel harekatta?'' ''Küfür etmeyince, kibar, saygılı konuşunca düzgün insan olmuyorsun. Hatta hayatta biraz karaktersiz olacaksın ki kıymetin bilinecek. Bu barzolara da senin dünyandaki erkek tanımı uymaz. Burası böyle gelmiş böyle gider.'' ''Çok üzücü bu söylediğin.'' dedi hayal kırıklığıyla. Sigaramın külünü silkeledim, ''Gerçekler üzücü oluyor.'' 'Umudumu kırdın.'' ''Hayallerindeki gibi bir şubede çalışmak istiyorsan geçiş yap. Çocuk şube, trafik falan yardım ederim.'' ''Ben Özel Harekata bağlandım komiserim, gitmem. Dahası, gidemem artık.'' ''İyi,'' dedim zerre kadar umursamadan, ''sen bilirsin.'' Sigarayla yaptığım kahvaltının ardından timi eğitim alanına topladım. ''Adam gibi çalışın, sporlar doğru dürüst yapılacak. Özel Harekatçı dediğin zargana gibi dolaşmaz. Fizik her şeydir.'' ''Emredersiniz komiserim.'' Onlar antrenman yaparken ben çay eşliğinde sigara içiyordum. Bunlar uykusunda horlarken ben spor salonunda ter akıtıyordum. Bunları da hizaya sokacaktım, öyle ya da böyle. Sabah sabah saatlerce yaptıkları fiziksel antrenmandan sonra kolları yorulmuştu her birinin, bu zerre kadar umurumda değildi, bana bir yetki verildiyse elimin uzandığı her şeyi yapardım. Parkurda en iyileri Galip'ti, ekiptekileri geçmesinin verdiği şımarıklıkla karşıma geldi, ''Parkurda kapışalım mı komiserim?'' ''Siktir, dön antrenmanına'' ''Özgüvensiz sessiz bir çocukmuşsun eskiden, bence hâlâ öylesin ama ailenin verdiği rütbeyle geçiniyorsun işte.'' ''Ailemle ilgili konuşma, sınırı aşma.'' ''Geçen bir savcı geldi, nizamiyeden almadın adamı. Ne ayaksın oğlum sen?'' Kolumu omzuna atıp aniden yürütmeye başladım, ''Bana bak Galip, tek emrimle kendini savunma yazarken bulursun. Bana bulaşma, kimseye acımam yok, nizamiyede saatlerce bekleyen kardeşime bile. O yüzden siktir git belanı benden bulma.'' Karşısına geçip omzuna elimi bastırdım, ''Anlaştık mı abicim?'' Kararlı halimi gördüğünde düşürdü yüzünü, ''Harcarsın değil mi lan?'' ''Harcarım.'' ''Anlaşıldı komiserim.'' Ekibin yanında döndü. Artık kimseye acımam yoktu, eskisi gibi düşünceli bir adam da değildim. İnsanlar umurumda değildi. Kaba saba öküzün teki olmuştum, insanı büyüten yaşadıklarıydı. Kirli yaşamış, kirli büyümüştüm. ''Taktik atış eğitimine geçin lan.'' Kendi aralarındaki konuşmayı duyabiliyordum. Galip arkamdan ettiği küfürleri duymadığımı sanıyordu, Begüm onu susturmaya çalışırken, diğerleri nereye düştüklerini sorguluyordu. Efe de ben ne desem yapıyordu. Kendini bana borçlu hissediyordu, o dönem bana yaptıklarından dolayı açığa alınanların içerisinde sadece onu savunmuştum. Diğerleri de bir şekilde yolunu bulmuştu, haberleri geldiğinde anlamıştım ki dünyada kötü insanlar bir şekilde ayakta kalıyor. Atış taktik eğitim alanına geçtik. Uzak mesafeden izliyordum. Belirli pozisyonlarda yaptıkları atışlar derecenin üstündeydi ama benim için çok zayıftı hepsi. İçimden sinirle küfür ediyordum, ulan o atış öyle mi yapılır? Öfkeyle elimdeki çay bardağını arkamdaki ağacın kavuğuna bıraktım, ''Galip geç lan karşıma.'' ''Emriniz olur.'' Silahımı belimden çıkardım, mekik pozisyonu aldık. Silahı bacaklarımızın arasına yerleştirip nişan aldık, işaret geldiğinde ilk atışı yaptık. Mekik pozisyonunda sola ve sağa dönerek atış gerçekleştirdik, doğrulup tekrar atış yaptık, her atışta bir kez daha doğrularak ayağa kalktık. Hareketsiz hedefi vurmak şimdi hiç eğlenceli gelmese de bu eğitimi ilk aldığım günkü heyecanımı özlemiştim. Balıkesir'de 15 haftalık bir özel harekat eğitimi almıştım. Dört ay boyunca yaşadıklarım geliyordu aklıma. Birçok meslektaşım eğitim günlerini güzel hatırlarken benim aklıma hep kötü anılar geliyordu. Ailemin kim olduğu sessizce konuşulmaya başlanmıştı, çok takmamaya çalıştım. Eğitimde basit bir yara aldığım gün annem yanıma gelmişti apar topar. Korumaları sarmıştı koskoca eğitim alanını. O gün annemi gördüğüme sevinememiştim bile. Rütbesiyle toz kaldırmıştı Balıkesir'de, o gittiğinde bana düşen de o tozları silmekti. Kulaklarımı tıkmaya çalıştım, beni işaret edip, 'o zaten torpilli.' diyenleri duymazdan geldim. Bazen bağıra çağıra 'Ulan benim babam koskoca savcı, annem asker! Bu zenginliğin içinde sevmesem neden polis olmak için sürüneyim?' diye isyan etmek isterdim. Belki bir gün olsa isyan edebilsem herkes susardı ama ben eğitimin son gününe kadar tek kelime etmemiştim ve hepsi beni torpilli sanmıştı. Çok haksızlığa uğramıştım, çok ahımı almışlardı, birçoğu bilmiyordu ama çok acıtmışlardı canımı. Bazı geceler, 'Benim ne işim var burada?' der gecenin bir yarısı uykumdan uyanıp ağlardım. Sabah kimseye günaydın diyemeden tıraş olurdum. Şu hayatta bir şey olamadan ölüp gidecektim, bir şey olmak için kendimi yırtarken ziyan olacaktım. Haberimi alan herkes üzülecekti, ilkokul arkadaşlarım bile. Lan aslında iyi çocuktu diyeceklerdi. O gece uyurken akıllarına gelecektim, birkaçı ağlayacaktı, bana yaptıkları haksızlıklar gelecekti akıllarına. Keşke diyeceklerdi, keşke o gün çocuğun fiziğiyle dalga geçmeseydim, keşke toplu fotoğrafta en arkaya atmasaydım, keşke ödünç aldığım silgisini geri verseydim, keşke.... İç çekerek sıyrıldım geçmişimden. Silahımı belime yerleştirip Galip'e döndüm, ''İki saat buradasın, üç karavana atan adamdan olmaz. Gelip kontrol edeceğim.'' ''Çömez miyim komiserim ben?'' ''Çömezken bile taktikte üç karavana atmazdım.'' ''Anlaşıldı komiserim.'' Diğerleri terlerini silerken Galip eğitimine devam ediyordu. Ters ters onu izlerken bir gölge durdu yanımda. ''Nasılsın?'' ''Senin atikliğini beğenmedim, çalış biraz.'' ''Sabah demiştin ya hani, kahveni alıp önlerinden geçiyorsun diye. Gerçekten beni izliyor musun? Yani dışarıdan nasıl görünüyorum ki senin gözünde?'' ''Sen kimsin de benimle senli benli konuşuyorsun?'' ''Komiserim.'' ''Ne komiserim!'' bağırdığımda bize dönen bakışlara bir küfür savurdum. ''Bir daha seni uyarmam, gerekeni yaparım. Dilde uyardım anlamıyorsun, ne demem gerekiyor sana? Düzgünce son kez söylüyorum, benimle komiserim kelimesini kullanmadan konuşma.'' Gözleri dolmuştu, ''Özür dilerim komiserim.'' ''Git şimdi, biraz antrenman yap. O aklını işe ver, aklın kocadaysa evlen git. Uğraşamam seninle.'' Öğlen yemeğini yerken kıza kötü davrandığım için sızlayan vicdanımla hesaplaşıyordum. Ulan daha ne demem gerekiyordu, söylediğim her şeyi farklı anlıyordu. Bitmeyen bir umut vardı içinde. Talih'in yardımıyla öğle namazını kıldıktan sonra kendimi müdürün odasında buldum. ''Doktorları sağ salim bölgeden aldınız, uzun zaman sonra tebrik telefonları alıyorum.'' ''Ben bir işi yaparım diyorsam yaparım müdürüm.'' ''O zaman yapman gereken bir iş daha var. Gerçi kulağın kesiktir senin, duymuşsundur.'' ''Duydum müdürüm. Acil operasyon timi kuruluyormuş.'' ''Çok acil hem de, bu bölgede büyük ihtiyaç var. Elimizin altında işinin ehli polisler lazım bana.'' ''Yetki ver bana müdürüm.'' ''En sevdiğim şey iddialı polistir.'' ''Yetkiyi ver, yarın sabah ekip dosyası masanda olur.'' ''Böyle büyük bir işe niye talipsin sen? Genelde çok konuşmaz, işini yapar geçerdin kenara.'' ''Benim bir harp işim var müdürüm, o harbin galibi olayım eski halime döneceğim yine.'' ''Çok emin gördüm seni.'' ''Müdürüm ver yetkiyi bana, söz pişman olmayacaksın. Tek hatamda, tek başarısız operasyonda tüm sorumluluğu alır istifamı eder giderim.'' ''Düşüneceğim, haber bekle.'' Bahçeye çıkıp telefonumu elime aldım. İşimi şansa bırakmayacaktım, güçlü birine ihtiyacım vardı. Yıllardır aramadığım o numarayı çevirdim. Şaşırdı ilk başta ama sonra anladı nedenini. ''Yıllar sonra bir şey isteyeceğim.'' ''Söyle.'' ''Yeni ekip kuruluyor, başında olmak istiyorum.'' ''Neden?'' ''Aşığım.'' ''Tamam, haber bekle.'' O akşam namaz kılmak için yakındaki camiye gittim. Bir yandan yıkarken, diğer yandan yapmaya çalışıyordum. Safa girdim, imam mihraba geçti, o sırada yanımdaki safa birisi durdu. Dönüp baktığımda Demir'i gördüm. ''Selamünaleyküm.'' ''Aleykümselam.'' İmamın tekbiri ile namaza başladık. Selam verdiğimizde namaz bitmişti. ''Karşıya değil, omzuna bakacaksın.'' ''Ne işin var burada?'' ''Allah'ın evine geldik, hesap sorulur mu?'' ''Onu mu diyorum, niye bu şehirdesin?'' ''Konuşacağız.'' ''Hadi konuşalım.'' dedim sabırsızca, ayaklanacakken kolumdan tutarak durdurdu. ''Tesbih çek, sonra çıkarız.'' Namaz faslı tamamen bittiğinde caminin bahçesine çıktık. Aralıklarla dizilmiş çardakların birine oturduk. Ben bir sigara yaktım, o ise ayağına dolanan kediyi kucağına alıp sevmeye başladı. ''Kedi sevmeye mi geldin?'' ''Seni görmeye geldim.'' ''Geçenlerde de geldin, istemedim.'' ''Kızgınsın bana.'' ''Çok kızgınım sana, vurasım geliyor hatta.'' ''Rahatlayacaksan kabulüm.'' Sinirle güldüm, ''Devletin savcısına vurdum diye hakkımda soruşturma açarsın sen.'' ''Yapmam.'' ''Gittin davanın savcısı oldun ama.'' ''Öyle gerekti.'' ''Ya siktir Demir ya, siktir!'' ''Küfretme neredeyiz bak bir.'' Etrafa bakındım, göz göze geldiğimiz dayılar beni ayıplarken Demir selamlayıp dayıları gönderdi. ''Belçim'i buldum, polis olmuş. Çok büyümüş, çok değişmiş. Ha bir de nefret ediyor benden.'' ''Anlattın mı kendini?'' ''Bir sikim şaşırmadın, biliyordun değil mi? Nerede olduğunu da, ne iş yaptığını da biliyordun.'' ''Bilmiyordum.'' ''Sana güvenmiyorum.'' ''Senin güvenini kıracak bir şey yapmadım ben.'' ''Benim yanımda olmadın Demir, sen haklısın demedin bana. Yanlış yaptı o kız sana demedin, varsa yoksa sakladığım için suçladın beni. Gittin bir de savcısı oldun davanın.'' ''Hassastın o dönem, söylediğimiz her şeyi yanlış anladın.'' ''Ne hassası lan! Ölüydüm ben o dönem, ölü! Şimdi yaşıyor muyum orası ayrı.'' ''Bağırma bana.'' ''Çünkü sen bağırılmayı hak etmezsin! Altın çocuksun çünkü sen!'' ''Dinçer, düzgünce konuşmaya geldim. Kardeşiz biz, aynı evde büyüdük. Aramıza düşmanlık soktun, acısı var eyvallah dedim. Yeter, böyle olmaz.'' ''Beş yıl önce vurdular lan beni, bir seneye yakın yattım hastanede. Duyduğum son ses karımın sesiydi, o hastane odasında ölsem gıkım çıkmazdı. Ölmedim, görecek günüm varmış gibi kaldım hayatta. Karım nerde dedim, gitti dediniz. Ben ölümle cebelleşirken siz karımın gitmesine izin verdiniz. Oyaladınız beni, kandırdınız. Kendimi ihanete uğramış gibi hissettim. Ailemsiniz lan siz benim, bana yapılır mı bu?'' ''Sen bizim canımızsın ama o kızda el değildi. Gitmek istedi, kafese koyamazdık. Yaralıydın, hastaydın, karşına geçip durum bu diyemezdik. Seni oyaladık, gerektiğinde yalanlar da söylendi. Hiçbiri seni mahvetmek için değildi.'' ''Böyle düzgün Türkçeyle, tane tane anlatınca kafama girmiyor, kalındır benim kafam. Doğrusunu eğrisini bilmem Demir, ben o dönem yaşadığım hissi bilirim. Bana kendimi berbat hissettirdiniz. İntihar edecektim, silah bana uzaktı ama siz yaptığınız her hareketle o silahı bana yaklaştırdınız.'' ''Belçim'i sevdik, saydık. Onun acısına sen kadar saygı duyduk. Kusura bakma kız gitmesin diye eve kapatmadığımız için. Beni de affet karşına geçip 'lan böyle şey saklanır mı, sen Allahsız mısın?' dediğim için. ''Çok kırdın beni, her zaman arkasına sığındığın o Allah da biliyor kalbimdeki kırgınlığı. O gerekeni yapar.'' ''Beni Allah'a mı havale ediyorsun?'' ''Senin yönteminle konuşuyorum.'' ''Aferin, aksatma namazını.'' Bir sigara daha yaktım, o sigara bitene kadar konuşmadık. ''Biletin saati geliyor, gidiyorum ben.'' ''Hangi şehirdesin?'' ''Batman.'' ''Niye geldin yanıma?'' ''Özledim seni, hayatımda tek eksik sensin. Yakışmıyor bu küslük.'' ''Sen güçlü bir adamsın, etkilemem ben seni. Gider işine bakarsın, aslanlar gibi.'' Gülümsedi, ''Sağ ol.'' ''Dinçer, kısa yoldan mutlu olmaya bak. Sizin hikaye bittiyse çabalama. Geri dönülmez bir şey yaşadınız, onca yıl ayrı kaldınız. Hayatı Belçim için de, kendin için de zorlaştırma. Hayat kısa oğlum, mutsuzluk yakışmaz insanoğluna.'' ''Ben seviyorum o kızı Demir, onsuz olamıyorum. Aşk de, vicdan yükü de, saplantı de... Ne dersen de, onsuz olmaz.'' ''Allah hayırlısını nasip etsin.'' ''Amin.'' Demir ayaklandı, sarılacakken geri durdum. Söyleyeceğim bir şeyler vardı. ''Başıma bir şey gelse, bir hataya düşsem, yanılsam lan. Hep dersin ya bu hayat insanlar için, her şey gelebilir başımıza diye. Başıma bir şey geldi diyelim, benim yanımda durur musun?'' ''Yanlışsan durmam.'' Hiç şaşırmamıştım söylediğine, ''Mesele doğru olmak mı Demir?'' ''Mesele iyi olmak, iyi olmak da doğruluktan geçer.'' ''Yok öyle bir şey.'' ''Adalet benim için nefes almaktan önemli. Senin yaptığın hata, hiç tanımadığım yedi kat yabancıyı bile zora sokuyorsa bitmiştir. Hatanda karşında dururum, yanında değil.'' ''Peki o zaman niye lisede benimle beraber dövdün karşı sınıftaki çocukları.'' ''Sana hakaret etmişlerdi, üzmüşlerdi seni.'' ''Şimdi de sen üzüyorsun birader.'' ''Üzgünüm, ben buyum.'' ''Sen dünyanın en kötü şeyini yapsan, ben başıma gelecek her şeyi göze alır seni savunurdum ama.'' ''Vicdan sızlamasından daha kötü hiçbir şey yok şu hayatta. Ben vicdanım ne diyorsa onu yapıyorum.'' Gözlerim dolmuştu cevaplarına, 'yanında olurum lan, kardeşimsin sen benim!' diyemiyordu, yalandan da olsa söyleyemiyordu. ''O zaman eyvallah birader.'' ''Veda ediyorsun anladığım kadarıyla?'' ''Aynı düşünmüyoruz seninle, sen bana sadece zarar verirsin. Bundan sonra aile içinde görüşürüz, diğer türlü pek samimi olmamıza gerek yok.'' ''Anlıyorum seni.'' Son bir çırpınış vardı sözlerimde, ''Demir yalnız kalacaksın, aynı ben gibi. Bu kadar doğrucu olman sana hayatındaki herkesi kaybettirecek. Yalnızlaşmaya başladığında beni anlayacaksın, bak o zaman gel yanıma ben yanında olurum.'' ''Yalnızlık Allah'a mahsus, ben elimden geleni yaparım gerisini o bilir.'' ''Allah seni dürüstlüğünle sınayacak, umarım sınavı geçersin.'' ''Amin inşallah.'' ⚫ Ertesi gün diğer günlerden farklı olacağını bildiğim bir güne uyandım. Beklediğim haber çok geçmeden geldi. Saat on gibi müdürün odasında buldum kendimi, ''Güvenilir bir polissin. Senin dosyan kimin önüne gitsen ilk ailenden konu açılır, ben bir kere bile ailenle ilgili konuşmadım. Sana hep güvendim Dinçer, ailenden bağımsız sana güvendim. Bu kez yine güveniyorum, yarın sabah ekibin dosyası elimde olacak.'' Kendimden emin bir şekilde ayağa kalkıp selam verdim, ''Emredersiniz müdürüm!'' Başka bir şubeye alınan eski şef Sermet'in odası işimi yarayacaktı. Daha önce hiç kendime ait bir odada çalışmamıştım, koltuk sevdam yoktu. Şimdilik işimi görecekti. Merkezin bilgisayarına bağlayıp bir dosya başlığı oluşturdum, Kof yazdım büyük harflerle. En başa kaybedecek hiçbir şeyi olmayanları ekledim, bu işin sonunda belki de hepimiz kendimizi kaybedecektik. Ertesi gün müdürün karşısına çıktım bu dosya ile. ''Bu ne lan? Şimdiki timinden kimse yok.'' ''Gerek görmedim müdürüm.'' ''Begüm'ü alacaksın yanına.'' ''Begüm olmaz, cahil daha o.'' ''Yeğenim lan o benim!'' ''Olsun, cahil.'' ''Begüm de seninle, tek kadın olacak ekipte.'' ''Tek kadın değil, bir isim daha var.'' ''Turna olmaz. Kız istihbaratçı, onun işi Ankara'yla. Gölbaşına gider, emri alır işini yapar. Cevval kız belli, ama sana uymaz.'' ''Müdürüm.'' ''Aranızdaki geçmişi biliyorum, olmaz.'' ''Acil bir ekip kuruluyor, özel hayatımıza bakacak olursanız bu tim komple yalan zaten. Bana güven müdürüm, yapacağım bu işi.'' ''Dinçer, sen kafayı mı yedin?'' ''Bu tim benim sonum olacak, öyle ya da böyle. Ben diyeceğimi dedim, gerisi sana kalmış müdürüm. Olmaz dersen yol ver bana, rozetle silahı masana bırakıp gideyim.'' Müdür kabul edecekti, ondan istemişlerdi timi. Şu koca özel harekat binasında güvenebileceği birkaç polisten biriydim. Canımı dişime takarak mücadele edeceğimi biliyordu. Bir işe başlarsam, bitireceğimi de biliyordu. Tek sorun Belçim kabul edecek miydi? İstihbaratçı olarak uzaktan destek olur, geçerdi. Şimdi ise sadece sadece benim için çalışacaktı. Kabul edecekti, Belçim de kabul edecekti. Hırslıydı bana karşı, öfkeliydi hala. Karşıma geçip laf sokmak, canımı acıtmak ona iyi geliyordu. Beni üzmek ona iyi geliyordu, ağabeyinin yasına destek oluyordum. Bana her kötü davrandığında ağabeyinin ruhunun rahatladığına inanıyordu. Bir sigara yaktım, günbatımına çevirdim başımı. Benden nefret ediyordu. Varsın etsin, bir gün özür de dileyecekti. 🌘 Belçim'den. Ankara'da yağmurlu bir sabahtı. Genelde yağmurlu, kasvetli bir şehirdi. Gördüğüm kabusla uykumdan uyanıp diğer odaya geçmiş ve orada uyuyakalmıştım. Uyku düzenim yoktu, yorgunluktan ölürken anca uyuyabiliyordum. Yıllardır böyleydi, uykuya hasrettim. Kahvaltı hazırlamak için mutfağa girdim. Elife okula gidecekti bugün, benim yanımda olmak için tayinini istemişti, beraber yaşamak için fedakarlık yapmıştık. Birlikteyken çok daha güçlüydük. Evde ekmek yoktu, portmantodan bir yağmurluk giydim, silahımı belime yerleştirip evden ayrıldım. Sabahın köründe ekmek almaya gitmeyi özlemiştim, bu basit şeyler bile iyi geliyordu insana. Kulaklığımı takıp üstüme Elife'nin ceketlerinden birini alarak çıktım. Eve yakın fırına girdim, sıramı beklerken kasanın üstüne monte edilmiş küçük televizyona takıldı gözlerim. Sabah haberleri açıktı. Yüksekova'daki operasyondan özel harekat polisi görüntüleri vardı, kulaklığımın tekini çıkardım, tam teçhizat kamufle olmasına rağmen gözüm Dinçer'i hemen seçmiş, bir köşeye ayırmıştı. ''Abla ne istersin?'' Fırıncıya döndüm, ''Ne?'' ''Seslendim duymadın, kaç ekmek olsun?'' Başımı televizyondan çektim, ''İki ekmek, iki de simit ver.'' ''Kel simit mi, susamlı mı olsun?'' ''Koy kardeşim işte, kel mel.'' ''Tamam abla.'' Ödeyim fırından çıktım, bir çırpıda eve attım kendimi. Bir kez karşılaştınız bitti diyordum kendime, bir daha peşine düşmez. Kırdın kalbini, canını acıttın, bir daha çabalamaz... Rahatla. O yakışıklı bir adam, genç bir kadına kapılır gider. Ne kalbi boş kalır, ne de yatağı. Sen kendi bitik hayatına bak, nasıl çıkacaksın bu sarmaldan, onu düşün... Onu düşünmemek için telefonumdan saçma sapan bir şarkı açtım. Sürekli kulaklık takan birine dönüşmüştüm, bir şeyler dinlemek düşüncelerimi bastırıyordu. ''Ne gemiler yaktım, o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım. Ne göreyim kendime, yıldızlardan daha uzaktım.'' Kor ateşlerde yürütmek istemediğim kızın en sevdiği şeyi hazırlıyordum. Yeşil saçlı omlet... Pişirdiğim yumurtaya zeytinden göz, maydanozdan da saç yaparak üç kişilik mutfak masasına koydum. Odasına girip Elife'yi uyandırdım. Mırın kırın ederek kalktı, mutfağa geçecekken dün uyuduğum odaya girdim. Dağınık bıraktığım odayı toparlamaya başladım. Pembe battaniyeyi koklayarak katladıktan sonra yatağın ucuna bıraktım. Mavi bulutlu yastığa baktım tebessümle, onu da yerine koydum. Komodinin üstündeki fotoğrafları düzeltip, birisini öptükten sonra odadan çıktım. Çayları koyarken bir gözü kapalı Elife geldi, ''Hocam kalk, konuşanları bile yazdı sınıf başkanı.'' Sandalyemin arkasına geçip bana sarıldı, ''Özlemişim seni, çiçeğim benim.'' Gülümseyerek omzuma sardığı ellerini tuttum, ''Tabii bensiz okul kantininden hiç kaşarlı tost yiyordun.'' Hazırladıklarıma baktığında omlette yüzünü düşürdü, ''Gelmiş bizim masanın demirbaşı.'' ''Tadı güzel diye yaptım.'' ''Tabii onun için yaptın, başka bir şey değil.'' diyerek kolumu sıvazladı. Sandalyeye yerleşip hemen konu değiştirdi, ''İlkokul öğretmeni olmak dünyada hem cehennemi, hem de cenneti yaşamaktır.'' ''Batıda polis olmak, ve doğuda polis olmak için de aynı şey geçerli.'' ''İkisi de zor değil mi ya?'' ''Hayat zor Elife.'' ''Ay sabah sabah içimizi karartmayalım. Sağlıklıyız, mutluyuz, evimiz var, aşımız var, maaşımız var. Her şeyi çözeriz.'' ''Çözeriz,'' dedim ağzıma bir parça salatalık atarak, ''Umarım.'' Kahvaltının ardından Elife okula geç kalmamak için duş almaya gitti ben de masayı toparladım. Bulaşıkları iki dakikada elimde yıkamaya başladım. Ne zaman temizlik yapsam aklıma köyde yaşadıklarım geliyordu. Buz gibi suyla bir yığın bulaşık yıkardım da gıkım çıkmazdı. Ne için? Ağabeyimle erişmek istediğim mutlu bir hayat için. Aradan yıllar geçmişti, elimde yine bulaşık vardı ama hayatım yoktu sanki. Mutfağı temizleyip odama girdim. Üstümü değiştirmeye başladım. Parça parça kıyafetim vardı, yarısı burada, yarısı diğer evde, yarısı Yüksekova'da. Siyah kumaş bir pantolon giyip üstüme beyaz bir gömlek bir siyah bir ceket giydim. Bugün Gölbaşı'na gidecektim. Yeni görev dosyamı alıp işe koyulacaktım. Hazırlanıp kapıda Elife'yi beklemeye başladım, o hep geç kalırdı, ''Kapıya iniyorum ben Elife, süslen gel hadi.'' Evden çıktım, merdivenlere ilerlerken komşularla karşılaştım. Bir baş selamı verip gitmeyi planlarken işler düşündüğüm gibi olmadı. ''Merhaba Belçim.'' Üst katımızda oturan bir adamdı, adını hep unutuyordum. Hafızam erkek isimlerine hep doluydu, ''Günaydın.'' ''Nasılsın? Uzun zamandır yoktun.'' ''Sağ ol,'' dedim geçiştirmek ister gibi, ''Acelem var.'' ''Elife öğretmenle konuşuyoruz arada, ama senin ne iş yaptığını bilmiyorum, harbiden işin ne senin?'' Yakamdan düşmesi için konuştum, ''Boş işer müdürüyüm.'' Bozulmasını beklerken o gülümsedi, ''O da iyiymiş.'' Ceketinin cebinden bir şey çıkardı, ''Akşam çok güzel bir tiyatroya iki biletim var, gelirsen mutlu olurum.'' Bileti elime tutuşturup arkasını dönüp gitmişti. Hayatımda belirli insanlar dışında kimseye harcayacağım bir dakikam bile yoktu. Hayat çok kısaydı, gözümü kapatıp açamayabilirdim, birini sevip bir daha kimseyi sevemeyebilirdim... Elife ile ortak aldığımız arabanın şoför koltuğuna oturdum. İki memur olarak güçlerimizi birleştirip güzel bir araba almıştık, taksitlerini hâlâ ödüyorduk. Elife'nin ısrarı ile rengini beyaz seçmiştik. Göreve giderken Elife'de kalıyordu. Görevlerde bana verilen bir araba oluyordu. Bu ufacık şeyi bile yıllar önce bana deseler inanmazdım. Koskoca devlet sana güvenip koca operasyonu emanet ediyor, üstüne bir de araba veriyor. Çok basit duyuluyor belki ama benim için öyle değil. Şu hayatta öyle ya da böyle bir şey olmuştum. Elife nihayet geldiğinde arabayı okula sürdüm. Makyajı yetişmediği için arabada yapıyordu. ''Belçim şu virajları niye manyak gibi dönüyorsun? Rimeli kulağıma sürdüm?'' ''Bir arkadaş öğretmişti.'' ''Senin o arkadaş çok oluyor.'' dedi gülerek. Yolculuğumuza Elife makyaj yapsın diye yavaş devam ediyorduk, ''Elife, çek şu göz kalemini kornaya basıp duruyorlar, bak kavga edeceğim şimdi.'' ''Ay tamam beş saniye daha.'' Sonunda makyajı bittiğinde derin bir nefes verdim, ''Senin gözlerine eyeliner çok iyi gider.'' ''Benim gözlerime bir onun gözleri iyi gidiyordu.'' dedim Ayaz abimden öğrendiğim aşk jargonuyla. O adam da fena aşıktı. ''Belçim, bir şey sorayım mı?'' ''Biliyorum ben bu ses tonunu, sorma Elife.'' ''Hâlâ aşık mısın?'' ''Ruj fazla olmuş, sil biraz.'' ''Hoş geldim ikinci kocam.'' ''Allah söyletti.'' ''Amin.'' Elife'yi okula bıraktıktan sonra Gölbaşı'na sürdüm. Özel Harekatın nizamiyesinden girdim, nöbetçiye kolay gelsin dedikten sonra arabayı park ettim. Yan koltuğa bıraktığım ceketimi alarak arabadan indim, ceketimi giyerken etrafı süzüyordum. Her zamanki gibi kalabalıktı buralar. Girdiğim her yeri ilk önce gözlemlerdim, her an her şey olabilirdi, ben hep tetikte olmalıydım. Tanıdıklarıma selam vererek binaya girdim. ''Hoş geldiniz.'' ''Günaydın Rafet, nasılsın?'' ''Sizi sormalı, ben buralardayım. Sizi göremedik bir süredir.'' ''İş güç,'' dedim geçiştirmek ister gibi, ''Tiyatro sever misin?'' ''Anlamadım.'' ''Tiyatro oğlu, oyun sever misin?'' ''Arkamdan çevrilmediği sürece severim.'' Tiyatro biletini yaka cebine sıkıştırdım, , ''Arkamızdan çevrilen oyunları sessizce seyrettik, bunu da seyret.'' Her zamanki gibi uzun koridoru arşınladım ve müdürün odasına geldim. Selam verdikten sonra işaret ettiği yere oturdum. ''Nasılsın Turna?'' ''Sağ olun müdürüm, siz?'' ''İşler aksamadığı sürece ben çok iyiyim.'' ''Bana verdiğiniz işler aksamaz müdürüm.'' ''Senden yana bir sıkıntım yok, şimdiki görevinde de olmayacağına inanıyorum.'' ''Emriniz olur müdürüm.'' diyerek can kulağıyla dinlemeye başladım. ''Özel harekat bünyesinde yeni bir ekip kurma kararı aldık, son dönemde buna ihtiyacımız var, bizi daha güçlü yapacak bu hamle. Ekibe kimler yarar sağlar dediler, Turna dedim. O zaten var, başka dediler. Timin şefinin de ilk aklına gelen olmuşsun, başta ismin var.'' Anlam veremeyerek sordum, ''Kim müdürüm?'' ''Özel hayatın hakkında tek kelime etmem etik olmaz, hem de bu işten hasarlı çıkarım. Bana verilen emre göre bu ekiptesin artık, itiraz hakkın bulunmuyor.'' ''Ekibimde başka kimler var?'' ''Atmaca da seninle olacak, merak etme.'' ''Diğerleri?'' ''Diğerleriyle Tunceli'de tanışacaksın.'' diyerek önüme bir dosya koydu, ''Detaylar burada yazıyor, ona göre yola çıkarsın. Ekiple yarın sabah tanışacaksın.'' ''Müdürüm, ben tek çalışmaya alışığım.'' ''Ben de bu botlara hiç alışamadım yıllardır, ama otuzu devirdim, olur öyle alışırsın.'' ''Emredersiniz müdürüm.'' Selam vererek çıktım odasından. Her zamanki gibi tek tabanca takılırım diye düşünürken bir ekibin içine düşmüştüm. İnsanlarla tanışmak bile zor geliyordu bana, günde beş cümle kurma hakkımız olsa yeterdi bana, konuşmayı hiç sevmiyordum. İki gün sonra Tunceli'de olmam emrediliyordu. Başka da bir bilgi yoktu, sıkıntıyla dosyayı yan koltuğa fırlattım. Boş boş dolanmaya başladım Ankara sokaklarında. Yıllar önce gittiğim o dershanenin karşısına park edip indim arabadan Öyle yürekliydim ki dershaneye giderken, ilk maaşımla ne yapacağımı bile planlamıştım. Hüzünle dolanmaya başladım iki kişi yürüdüğümüz sokakları. Gözlerim çillenmişti hemen. Ankara'nın kalabalık sokaklarında tek başıma yürüyemezdim eskiden. Korkardım, içim titrerdi kalabalıktan. Karşıdan karşıya geçerken birilerinin peşine takılırdım. Yürümek için hep Dinçer'i arardım. Yıllar önce yalnız başıma yürüyemediğim o sokakta beni tek başıma bırakmıştı, bu kez yürüyebiliyordum ama o yoktu. Ankara benim için kurtuluş demekti, 'evlen benimle Ankara'ya gidelim.' demişti bana. Kabullenip gelmiştim yanında. Zamanla sevdim bu havası belirsiz şehri. Tam bağlandım derken kurtuluş değil de kocaman bir esaret barındırdığını anladım. Ankara eskisi kadar masum değildi gözümde, bakmayın o da suçluydu, hepimiz gibi. Ben de suçluydum ezik bir genç kız olduğum için. Başkasına muhtaç kaldığım için, ayaklarımın üstünde duramadığım için, kendimden bile çok güvendiğim için. Bir çöp gibi yere atıldığım zamanlarda beni yerden alıp başının üstüne koymuştu Dinçer. Sonradan anlamıştım ki meğerse beni çöpe atan oymuş. Geçmiş bir bıçak gibi yüreğime saplanırken, ben uzaktan bir zamanlar evim olan mutlu aile yuvamızı izliyordum. Belki de hiçbir zaman hak etmediğim bu evde deliler gibi mutluydum bir zamanlar. Öpüşmelerimiz, kahkahalarımız, sevişmelerimiz aklımdan çıkmıyordu. Yıllardır Dinçer'in hayaletiyle uğraşıyordum, ne o benim aklımı ele geçirmekten vazgeçiyordu, ne de ben onu düşünmekten. Arkamı dönüp uzaklaştım, dilimde yine aynı keşke türküsü vardı. Keşke böyle olmasaydı... 🌘 Tunceli'ye inmiştim. Havaalanından beni almışlardı, ekiple tanışmaya gidiyordum. Bir süre ikamet edeceğim o karakola geldiğimde içime derin bir nefes çektim. Polisin yönlendirmesiyle peşine takıldım. ''Ekip hangarda sizi bekliyor, şef toplantı yapacakmış.'' ''Anlaşıldı.'' Hangara yürürken arkamı dönüp gitmek gelmişti içimden, ama bu kez yapmayacaktım. Beni içeride bekleyen adama istediğini verecektim, madem beni istiyordu alacaktı, benden alacağı ne kaldıysa, alacaktı. Hangarın demir kapısı açıldığında içeriye girdim. Gözlerim ilk olarak Dinçer'le buluştu, aramızdaki o çekim yıllar sonra bile devam ediyordu. Ne ben çektim gözlerimi, ne de o. Bakışmamız Atmaca'nın önüme geçmesiyle sonlandı. ''Turna istihbarat da geldi nihayet.'' ''Hoş buldum Atmaca.'' Ekibin diğer üyelerine baktım. Begüm buradaydı ve Efe. Diğerlerini tanımıyordum. ''Herkes geldiğine göre başlayalım.'' diyerek sözü aldı Dinçer, işaret etmesiyle hepimiz onun karşısında hizalandık, ''İcazet verin bana.'' Sırayla kendimizi tanıtmaya başladık. '' Polis memuru Begüm Arıca.'', ''Polis memuru Efe Sancak.'' Dinçer Atmaca'nın karşısına geçti, ''Ne senin tam adın?'' ''Ateş Maran Canikli.'' ''Hangisini kullanıyorsun?'' diye sordu ama cevabını beklemedi, ''Siktir et, Atmaca iyi oradan devam et.'' Atmaca gerilmişti, geçen operasyon dönüşü de Dinçer'i hiç sevmediğini söyleyip durmuştu zaten. Sıra bana geldiğinde karşıma geçip dikkatle baktı yüzüme, ''Turna İstihbarat, senin adını buradaki kimsenin bilmesine gerek yok. Turna yeter,'' dedi ekip üyelerine dik dik bakarak, ''Adam olana çok bile.'' İcazet vermeyen tek kişinin karşısına dikildi, ''Sesin çıksın!'' Hepimizden yaş olarak büyüktü, kırklarında bir polisti, zorlanarak konuştu, ''Polis memuru Kâzım Kasap.'' Dinçer gülümsedi, sıradan bir gülümseme olmadığını anlamıştım. ''Ben de Kuzgun,'' ellerini arkada birleştirip volta atmaya başladı, ''Şefinizim! Başında, ortasında, ya da sonunda şef kelimesini kullanmadan benimle konuşmayacaksınız!'' Sesinin şiddeti hangarı inletirken o devam etti, ''Anlaşıldı mı?!'' ''Emredersiniz!'' ''Ekibin adı Kof, Kof ne demek bilen var mı lan?'' Kimseden ses çıkmayınca sinirlendi, ''Oğlum ne cahilsiniz lan! Gidin az kitap okuyun hep mermi dizmekle ömür geçmez!'' Onu böyle gördüğümde ne kadar değiştiğini anlamıştım. Hoşuma da gitmişti bir yandan. Bu daha başlangıç diyordu içimden bir ses, sen değiştirdin o adamı, sessizce seyret. ''Kof, içi boş demek.'' dedim sakince, ''Hani böyle bir insan yavaş yavaş ölür ya şef siz bilirsiniz, işte onun gibi bir şey.'' ''Doğru, tam olarak onun için buradasınız. Şimdiki hâlinizin bir önemi yok, bu ekibe bir girişiniz bir de çıkışınız olacak. Hepinizi ben seçtim, emrimden çıkanı siktir ederim. Önüme bir sürü dosya koydular daha ilk günden, hepsini beraber halledeceğiz. Halledemezsek de en fazla ölürüz, o da çok önemli değil.'' Ekiple ilgili resmi birkaç şey anlattıktan sonra ekipte bize düşen görevlerden bahsetti. Bunları yaparken oldukça kendinden emin görünüyordu. Yere göğe sığamıyordu, bir ateş vardı sanki içinde, coşkuluydu. Tek falsosu sadece benimle göz teması kurmasıydı, en uzun baktığı kişiydim. ''Kofsunuz artık beyler bayanlar, hayırlı olsun. Gidin yerleşin şimdi.'' Emriyle beraber herkes çıkmaya başladı. Begüm yanına gittiğinde ''Sonra Arıca, sonra.'' diye söylenip kızı hangardan çıkardı. Beni bekleyen Atmaca'ya sen git dedim. Herkes gittiğinde hangarda ikimiz kaldık. ''Örgü yakışmış.'' dediğinde unuttuğum örgülerime dokundum istemsizce. Havadaki elimi sinirle yanıma indirdim, ''Neden yapıyorsun bunu? Beni yanına alınca ne geçecek eline?'' ''Sen gözümün önünde olacaksın, daha ne isterim.'' ''Ya mutsuz olursam burada?'' ''Zaten mutsuzsun Belçim.'' ''Hayır, çok mutlu bir hayatım var. Bir sevgilim var, ilişkimizde her şey çok iyi gidiyor. Evim var, araba bile aldım. Polis oldum ben, artık eski ezik kız değilim.'' Öfkeyle elini saçlarından geçirdi, ''Bir daha sevgilim var falan deme, yalanda olsa duymak ağrıma gidiyor.'' ''Yalan değil.'' ''Artık yalan.'' ''Bir sürü erkekle beraber oldum, acısını çıkardım ihanetinin. Her şeye rağmen kendini bana ispat etmeye mi uğraşacaksın?'' ''Yapmadın.'' dedi kendinden emin. ''Yaptım Dinçer.'' ''Yapmazsın sen.'' Gülümsedim usulca, yutkundum, kokusunu soluduğumda boğazımdan zehir akar gibi oldu, ''Gücünü kullandın ve beni ayağına getirdin. Bu operasyon sonlanana kadar bir polis olarak senin emrin altındayım. Zar zor atlattığım geçmişi tekrar yüzüme vurma. Kabullen, biz seninle artık sadece bir mezar başında yan yana geliriz.'' ''Orasını Allah bilir sevgilim.'' ''Sevgilim deme.'' Elini örgülü saçlarıma yaklaştırdığında geri kaçamadım, beni kalıplı bedenine hapsederek sıkıca sarıldı. Onun kolları arasında kalmıştım. Beni kendine hapsetmişti. ''Çok çektirdin bana,'' dedi acıyla, ''Her şeye rağmen aşığım ben sana.'' Zar zor sıyrıldım kollarının arasından, ama uzaklaşamadım. Gözlerim dudaklarına kaydı. Kokusu çoktan etkisi altına almıştı beni, yıllardır özlemini çektiğim adam burnumun dibindeydi, dudaklarından kana kana öpsem günah olur muydu? Bir öpücük kadar yakındık, aramıza aşılması zor bir dağ koydum, hangarın demir kapısından çıkarken bağırıyordum, ''Beni sevdiğine pişman olacaksın!'' ''Seni sevdiğime pişman olursam namert olayım!''
|
0% |