Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Filizlenen Sarmaşıklar

@pekbiafiliyalnizli

Selam... Bordoya Karışan Aşk'a da bölüm attım.

Kof gümbür gümbür gidiyor, hayrolsun. Herkese ilgi için teşekkür ederim.

Ben artık her şeyi akışına bırakıyorum, çünkü neye tarih belirlesem o iş gerçekleşmiyor. Size de oluyor mu?

Kof için harika planlarım var, o bölümleri yazarken hissedeceğim duyguları merak ediyorum. Sizin okurken hissedeceğiniz duyguları daha çok. Keşke beni bir odaya kilitleseler ve oracıkta kalıp tamamlasam...

Neyse efendim, hayat bizi yine buluşturdu. Ayrı düşürmemesi dileğiyle. Keyifli okumalar...

Medya: Belçim

5 Yıl Önce Diyarbakır

Soğuk suyla çamaşır yıkamanın ne olduğu biliyor musunuz?

Cevabınız hayırsa iyi yoldasınız demektir, pek bilinmekle övünülecek bir konu değil zaten. Ben biliyorum. Çocukluğumu hatırlatıyor, annemin omzumdan ittirip daha hızlı yıkamamı söylemesi geliyor aklıma. Buz gibi suda lekelerini çıkartamadığım giysileri yaralı ellerimle donmuş ipe astığım günler.... ve daha nice içimi sızlatan anılar.

Kazandan aldığım bir maşrapa kaynar suyu mavi plastik leğene boşaltıp ılıştırdıktan sonra taşın üzerine oturdum. Abimle kendi kıyafetlerimi yıkıyordum. Yıl kaç olmuş makinemiz yok değil elbet, merdaneli bir çamaşır makinamız vardı abimle bizim, artık yok.

Köye gelen hurdacıya iki şeker karşılığında satmış abim.

Canı sağ olsun.

Yengemlerin kullandığı makinaya iznimiz yok. Madem satmış abin elinle yun dedi bana. Ben yıkayabilir miyim diye sormamıştım üstelik. Neyse ki artık yengemin hareketlerine ne şaşırıyor ne de üzülüyordum.

Üzüleceğim birinden geldiğinde darbe olurdu onun adı, diğer türlüsü kağıt kesiğinden farksızdı.

Elimdeki taş rengi kazağın kollarındaki lekeleri çitilerken aklım kazaktan daha kirliydi.

Yaklaşık bir aydır Dinçer'i görmüyordum. Yaklaşık değil tam olarak 34 gün olmuştu. Ne arıyor, ne yazıyordu. Hayvanları hep buluştuğumuz yerlere götürdüm, hep onu bekledim ama gelmedi.

Selvi'ye göre çoktan çekip gitmişti evine, beni haber verecek değerde görmemişti. Adımı bile unutmuştu belki. Selvi'ye göre onun için kimdi ki ben?

Bana göre ise Selvi salaktı.

Dinçer'in böyle birisi olmadığını düşünüyordum, bunun yanı sıra onun için otuz günde unutulacak birisi de değildim.

Kısacık zamanda nasıl bu kadar tanıdın ki diye asice baş kaldırsa da içimdeki o mantıklı taraf; ben kalbimden duyulan sese inanıyordum.

Karmaşık duygular içerisindeydim. Dinçer'i çok merak ediyordum. Büyük endişelerim vardı onun için. Sağlığı yerinde miydi? Son görüşmemizde anlattığı olayın ardından mı olmuştu bir şeyler? Bir sürü soru işareti vardı kafamda. Bunlara cevap olabilecek adamsa benden uzaktı.

Sessizce onu beklemekten başka çarelerim vardı. Nerede görev yaptığını biliyordum. İlk karşılaştığımız tepenin arkasındaki özel harekatta çalışıyordu. Üstümü başımı düzeltip kapıya dayanasım geliyordu. Dinçer'le görüşmek istiyorum demek istiyordum. Soyadını bile bilmediğim bir adam için özel harekat kapısında yatmayı düşünüyordum. Her şeye bir kılıf bulurdum da bir soruda takılıyordu cevaplarım. Ben onu kim olarak soracaktım? Kimdim ben? Onun nesiydim?

''Belçim, bir bitiremedin şu çamaşırları.''

Yengemin insanın içindeki enerjiyi emen sesini duyduğumda sıkkın olan canım daha da sıkıldı, ''Tut bir çamaşırın ucundan da bitsin yenge.'' diye söylendim hınçla çitilemeye devam ederken.

''Belimde fıtık olduğunu bilmez gibi konuşmasana kız.''

''Dün köylülere abimin makinayı kaç şekere sattığını anlatırken eğilmiştin ama yenge.''

''Lafa bak, kız sen gittikçe yılan dilli oluyorsun.''

''Valla bana bulaşma yenge, sokabilirim.''

Terden alnıma yapışan saçımı elimin tersiyle geriye ittikten sonra derin bir nefes vererek son çamaşırı da duruladım. Dışarıda güneş olmadığı için küçük odanın sobasını yaktım. Soba alışırken çamaşır tellerini evin dört bir yanına çektim.

Saat on bire gelirken çamaşırlar bitmişti. Yengemin toplamaya girişmediği kahvaltı sofrasını toplayıp bulaşıkları yıkadım. Mutfaktan çıkmadan öğle yemeğini ocağa koydum. Ev işi gül gübür derken evden çıkmam on ikiyi bulmuştu.

Sabunla yıkadığım için keçeleşen saçlarımı oyalı bir yazma ile örtüp evden çıktım. Şimdiki yolum ahırdı. Bir elim rengi solmuş yeleğimin cebinde isteksizce yürürken karşıdan bana koşan abimi fark ettim. Öyle dengesiz ve hızlı koşuyordu ki yere düşeceği kesindi.

''Ben Ö harfini öğrendim! Ördeğin ö'sünü hem de!''

Dudağında dolanan müjdeli habere sevinemeden yere düşüşüyle olduğum yerde kalmıştım. Birkaç saniye öylece ayakta dikildim. Ne yanına gidebildim, ne de bir şey diyebildim. Sadece durdum.

Çakıldığım yerden çıkmam zaman alsa da başarmıştım. Yeni aldığımız pantolonu sıyırmış dizlerindeki sıyrıklara merhem sürüyordum. O ise başını dizlerine yaklaştırmış dikkatle soyulan derisine bakıyordu.

''Çok mu acıyor?'' diye sordu yüzüme bakarak.

''Acıyorsa bunu sen hissediyorsundur abi, acıyor mu?''

Başını olumsuz anlamda salladı, ''Acı yok.''

''Güzel o zaman.''

''Yeni aldığımız pantolon çamur oldu, hadi yine alalım.''

''Ben yıkarım onu, hiçbir şeyi kalmaz.''

''Ama ellerin yara.''

''Senin de dizin yara, kardeş olduğumuz iyice belli oluyordur artık.''

Gülümsedi mutlulukla, ''Ben bugün ö harfini öğrendim ya hadi taşa da yazayım.''

Abimle beraber arka bahçeye geldik. Eski ahırın bir duvarı boydan boya kayaydı. Koca kayaların üzerine ise şimdiye kadar abimin öğrendiği tüm harfleri yazmıştık. Kayaların arasına sakladığım kırmızı kalemi eline verdim, ''Hadi yaz bakalım.''

Hevesle o'nun yanına Ö'yü çizgi. Noktalarını öyle dikkatle bıraktı ki ö harfi ilk defa bu kadar değer görüyordu belki de.

''Ben şimdi ö harfini öğrendim ya, son harfi de öğrenince Elife öğretmen benim saçıma kırmızı toka takacakmış. Zehra'ya takmış ya, ondan.''

Zehra komşunun küçük kızıydı. Okuma bayramından döndüğü gün abim saçlarındaki tokayı gördüğünde kıyameti koparmıştı. Çünkü onun en büyük hayaliydi okuma yazmayı sökmek.

''Senin saçlarına takmaz abi, sen erkeksin. Senin yakana takar.''

''Olmaz! Benim de saçlarıma taksın.''

O gün geldiğinde abimi bu fikirden vazgeçirmeyi dileyerek kabullendim inadını. Onu üzmek istemiyordum.

''Ben çocuklarla oynayacağım, yakan top oynuyoruz ama ben hep kuru fasulye oluyorum, neden?''

Çocuklar yetişkinlerden daha acımasızdı, ''Bugün benimle hayvanlara gelsene abi, sana kitap okurum.''

''Olmaz! Ben yakan top oynamak isterim. Hepsi beni bekliyor Belçim, arkadaşlar bekletilmez. Hadi gidiyorum ben, teneffüs bitmesin.''

Abimin heyecanlı gidişini buruk bir tebessümle izledim. Elimden bir şey gelmiyordu. Onun hevesini söküp almak, benim kalbimi söküp almaktan farksızdı.

İneklerin yularını çözdüm bir bir, onlar bahçeye açılırken ahırı temizledim hızlıca. Ahırda giydiklerime göre daha temiz olan kıyafetlerimi giyip çıkınımı omzuma astım. İnekleri önüme katacakken elleri belinde yengem geldi yanıma.

''Havalar buz gibi oldu, sen hala hayvana mı gidiyorsun? Bir hal gelirse başına kalırlar, bizden medet umma kızım sakın.''

''Gören de kardan göz gözü görmüyor sanır yenge, otlar tazecik daha yesinler işte. Hem ben sizden medet ummayı kestiğimde on yaşında yoktum.''

''İyi güt sen kızım güt, başına bir iş alacaksın sonra vah yengem der durursun. Allah'tan Selvi sen gibi dik başlı değil, anası babası başında bir kere, kınalı kuzum benim. Okulu bitsin av-''

''Avukat olacak senin kızın, size de bakar. Yanına alır seni, avukat annesiyim diye partal atıp durursun. Ezberlemiş miyim yenge?''

''Ah Belçim ah, kıskanma kızım o senin kardeşin kardeşin.''

''Hıhı yenge, öyle.''

Yengemle konuştuğumda başıma ağrılar gidiyordu. Hatta onu gördüğümde içim daralıyordu.

Hayvanları getirdiğim yer Dinçer'le tanıştığımız yerdi. Onlar buraya gelmek istemişti, ben seçmemiştim. En çok da Pamuk istemişti buraya gelmeyi, şimdi de Dinçer'i ilk gördüğü tepeye uzanmış onu arıyordu.

Sinir oluyordum şu hallerine, çok hevesli görünüyordu. Biraz daha dikkat etmesi gerekiyordu. Belki de Dinçer onun için doğru kişi değildi. Bir aydır yoktu, belki de hiç olmamıştı.

Elimi çeneme yaslamış test kitabının kuşe kağıdına şekiller çizmeye başladım. Test çözmeyi bırakalı çok olmuştu. Bir paragrafı on iki kere okuyunca anlamıştım, bugün çözmem gereken problem farklıydı.

Kurşun kalemimin ucu kırılınca bıçakla ucunu yontmaya başladım. Uçlu kalemlerimi yengem benden alıp Selvi'nin çantasına koymuştu. Ne kadar çok kalemi kitabı olursa o kadar çalışkan olacağını düşünüyordu. Ona göre Selvi her şeyin en iyisine layıktı, ben ise hiçbir şeye layık değildim.

Selvi ile hayatlarımız arasında aslında kocaman bir uçurum yoktu, ikimiz de yoksul sayılırdık. Ama onun ailesi vardı, benim sahip olmadığım her şeye sahipti. İyi kötü olsa da bu şeyler, o sahipti işte.

Annesi babası vardı, makyaj malzemeleri vardı. Kıyafetleri vardı, kitapları vardı. En önemlisi ile elinden alınmamış hatta ona hediye edilmiş eğitimi vardı.

Ben ise onun yanında yoksuldum. O ise varlıklı. Kıskanmıyordum onu ama yerinde olmak için her şeyimi verirdim.

Düştüğüm umutsuzluktan beni çıkartıp alabilecek birini bekledim saatlerce. Dinçer gelmemişti.

Tepeye oturdum, onunla karşılaştığımız ilk yere. Pamuk kucağıma uzanmıştı, bekledik onu o tepede. Gelmedi, görünmedi, belki de bizi hiç görmedi.

İnsan işin en kötüsünü düşünüp kendisini en kötüye hazırlamak istiyordu. Ama ilk kez hayatımda kötüsünü düşünmekten korkmuştum.

Hayvanları ahıra bırakması için diğer çoban arkadaşımı ikna ettikten sonra tüm cesaretimi toplayıp özel harekat merkezine yürümeye başladım. Ürkek adımlarımı atarken bir yandan da üstümü başımı düzeltiyordum.

Acaba dam kokuyor muydum? Kolonya da yoktu yanımda, boynuma lavanta yağı sürmüştüm ama kalmış mıdır ki?

Heyecandan ayaklarım birbirine dolanıyordu. Demir korkulukların içerisindeki bilinmezlik içimi titretmişti. Silahlı insanlar görmek beni geçmişe götürmüştü sanki. Korkmuştum. Dinçer'in de silahı vardı ama hiç korkmamıştım.

Kararımdan dönmeden nöbet kulübesine doğru yürümeye devam ettim. Ellerimi iki yanıma salıp boş olduğunu belli ederek yaklaştım. Benim bir adım daha atmama izin vermeyen şey çalan telefonumdu. Kapısına kadar geldiğim özel harekattan bir bahane bulmuş gibi sıyrıldım. Arkamı döndüğüm şey Dinçer olsun istemezdim.

Kuaföre bıraktığım elişlerime müşteri çıktığını haber vermişti Özlem abla. Uçarak gelmişti dükkana. Şimdi ise koltuğun ucuna emanet gibi oturmuş gelinlerine çeyiz düzen kayınvalidelere işlerimi pazarlıyordum.

''İğne oyasıyla yaptım bunu, günlerce uğraştım. Emeğim çoktur.''

''Yüz çok dedin kızım, elliye verirsen alırım.''

''Liflere pazarlık ettim ama emeğin pazarlığı olmaz. Olsa emeğin değeri mi kalır geriye?''

Öfkeli bir ifadeyle kucağıma bırakıverdi yazmayı, ''İyi kızım sat satabilirsen o zaman.''

Yutkunarak diğer kadınlara döndüm, ''Yeni gelinler çok alıyor böyle yazmalar, sen düşünmez misin Neriman abla?''

''Benim gelinin saçı açık, elli dil döktük de kapatmadı.''

''Dil dökmekle olacak iş mi o? Zorlayacaksın bak o zaman örtmüyor mu.'' dedi yaşlıca bir kadın.

''Dinde zorlama yoktu hani?'' diye atıldı genç bir kız.

''Sonu iyi olacak şeyin zorlaması da olur, azarlaması da.''

Konu uzarken Aysel abla elimi okşadı. Aysel abla buraların çöpçatanıydı.

''Belçim pek güzelsin maşallah, var mı görüştüğün?''

Özlem abla atıldı, ''Yok yok, bekâr. İsteyeni edeni çok ama kimselere yüz vermiyor.''

''Kızım şimdi sana müjdeli bir haberim var. Bizim köyün imamının annesiyle komşuyum ben. Pek beğenmiş seni, hanım hanımcık diyor. İmamımız da cübbesi kadar temizdir. Ben isterim ki mübarek bir yere gelin git.''

''Bayram hoca mı talip çıktı yetim kıza?'' Ayıpla gibi konuştu o yaşlı kadın, ''Mübarek adam diye herhal.''

''O nasıl söz? Beğenilmeyecek kız mı Belçim?''

''Koskoca imam yüz güzelliğine bakacak değil ya, sevap işlemek istemiştir. İyi iyi.''

Benim varlığımı unutmuş gibi sohbet eden kadınların arasında sessizce duruyordum. Hemencecik dolsa da gözlerim buradan çıkana dek bir damla yaş akıtmayacaktım.

''Bayram hocanın annesi sağ olsun, görmüş beğenmiş ama benim görüştüğüm var.''

Konuyu kestirip attıktan sonra kimmiş o oğlan sorularını duymazdan gelerek kuaförden ayrıldım. Kimmiş o oğlan, ben de bilmiyorum. Sadece sizden kurtulmanın en kolay yolu buydu.

Dışarıya çıkar çıkmaz saldım gözyaşlarımı. Artık alışmıştım bu mevzulara ama gözlerim alışmamıştı anlaşılan. Ağlayıp duruyordu.

Özlem ablanın işlerimi övmesi de bir işe yaramamıştı. On tane lif satabilmiştim anca, avcuma sıkıştırılan buruşuk elli lira da bugünün kârıydı. Bankamatiğe koyduğum paranın yatmasını beklerken telefonum çaldı.

Tuşlu telefonumu açıp kulağıma götürdüm, ''Ha Selvi?''

''Belçim sağına dön!''

Başımı sağıma çevirdiğimde yolun başındaki kafede Selvi'yi gördüm. Renkli bir masada arkadaş grubuyla oturuyordu.

''Hadi gel yanımıza.''

Görebildiğim kadarıyla göz gezdirdim arkadaşlarında, birkaçı Selvi'nin el sallamasıyla dönüp bakmıştı. Bankamatiğe yaklaşarak yüzümü gizledim, utanmıştım, ''Eve gitmem lâzım, hadi kalk beraber gidelim.''

''Saçmalama saat erken, gel hadi. Seninle tanışmak isteyenler var.''

''Olmaz, ben gidiyorum.''

''Kıyafetin güzel değil diye mi gelmiyorsun?''

''Biraz daha bağırarak söyle tamam mı Selvi. Tüm Diyarbakır duysun.''

''Ay pardon ya.''

''Ayrıca kıyafetimden niye utanayım, sen utan asıl turuncuyla mor olmuş mu akılsız.''

Üzerindeki mor dar bluzu çekiştirdi, ''Boş ver şimdi bluzumu, gel hadi.''

''Çekemem senin arkadaşlarını, ben gidiyorum.''

Kartımı bankamatikten sökercesine alarak hınçla arkamı döndüm ve köyün yolunu tuttum. Basma eteğimdeki çamaşır suyu lekelerini görmüşler miydi? Görmeleri niye utandırıyordu beni? Keşke ağzımızdan kolayca çıkarabildiğimiz şeyleri hissedebilseydik de. Selvi'ye utanmıyorum diye çemkirirken kaçarcasına gitmem onu haklı çıkarıyordu.

Abimi uyuttuktan sonra Selvi'nin ve yengemin el vurmadığı bulaşıkları yıkadım. Kuruyan çamaşırları katlayıp eski püskü dolaba yerleştirdim. Kurutulmuş patlıcanları ipten alırken Selvi bileklerime yapışıp beni odaya soktu.

Beni yatağın ucuna oturtup kendisi tekerlekli sandalyesine oturarak karşıma geçti, ''Sana çok sevineceğin bir haberim var.''

Yüzümü astım, ''Koca mı buldun?''

''Of yüzümü gören görmeyen herkes görücüm olmuş zaten, elimi sallasam elliyi de geçer.''

''Havan batsın senin.''

Dibi gelen saçlarını geriye itti, ''Haberim seninle ilgili. Bugün kafede gördüğün yakışıklı çocuk var ya...''

''Yakışıklı birisini görmedim ben orada.''

''Kafanı devekuşu gibi bankamatiğe gömmekle meşguldün çünkü.''

''Para yatırıyordum!''

''Her neyse, o yakışıklının adı İbrahim.''

''Adını sormadım, yakışıklı olmasının altını çizdiğine göre hoşuma gitmeyecek bir muhabbet geliyor demektir.''

''Seninle tanışmak istiyor.''

''Tam tahmin ettiğim gibi, o tanışmak istedi ama sen benim kuzenimin derdi başını aşmış demek yerine he dedin değil mi?''

''He dedim çünkü babasının baklava dükkanı var.''

''Bedava baklava yemek için yapmayacağın şey yok.''

''Ay of yani Belçim. Kızmadan önce çocuk ne okuyor onu sorsana.''

''Ambulans şoförlüğü okuyup doktor mu olacakmış?''

''Dalga geçme be.''

Yataktan kalkıp kapıya yöneldim, ''Çektin beni odaya, patlıcanları ayıklıyordum.''

''İbrahim diş hekimliği okuyor Belçim.''

Duyduğum şeyle elimi kapı kulpundan çekip yatağa geri oturdum. Gözlerim şeyla bakışlı Selvi'yi buldu, ''Bildiğimiz diş hekimliği mi?''

''Evet, ayrıca okul ikincisi şu an.''

''Dicle'de mi?''

''Dicle'de.''

''Kaçıncı senesinde?''

''İki sanırım, çok çalışkan birisi.''

''Alttan dersi yoktur o zaman.''

''Yok tabii, köpek gibi çalışıyor.''

''Kaç puan almış? Dicle ilk tercihi miymiş? Kardiyovasküleri nasıl geçmiş? Muayene açacak mıymış? En zorlandığı ders neymiş?''

Dakikalarca bu sorularla delirtmiştim Sevli'yi.

''Of Belçim ben ne bileyim diş anatomisine nasıl çalıştığını ya?''

''Sen açtın konuyu, katlanacaksın.''

''Ben bahsettim İbrahim'e senin de diş hekimliği okumak istediğini. Onda bir sürü örnek kitap varmış, seve seve yardımcı olurum dedi. Bölümü en iyi okuyan kişi bilir, sana çok yardımı dokunur.''

İçime umut ve sevinç aynı anda dolarken şüpheler de bırakmıyordu beni, ''İyi de neden yardım etsin ki?''

''İyi çocuktur İbrahim, seninle tanışmak olsun ona her şeyi yapar.''

''Tanışmak derken arkadaşça olursa olur, yoksa elin adamıyla ne işim var benim?''

''Arkadaşça tabii, ne olacak başka. Yarın buluşuyorsunuz o zaman.''

''Saçmalama Selvi benim tek başıma ne işim olur tanımadığım adamın yanında?''

''Abin de gelsin istersen Belçim.''

''Olur.''

''Tamam sen alışana kadar dururum yanında, sonra giderim.''

''Valla mı?''

''Valla.''

Mutlulukla Selvi'nin yanaklarını öptüm, ''Teşekkür ederim.''

''Ay allık vardı yanaklarımda.''

''Tadı güzelmiş.''

Büyük pencere pervazına ufak defterimi koymuş notlar alıyordum. Merak ettiğim şeyleri unutmamak adına yazıyordum. Liste uzadıkça aklım daha da karışıyordu ama yarın tüm soru işaretlerimden kurtulacağımı düşünüyordum. İçim içime sığmıyordu.

''Artık yazma be, destan mı yazıyorsun.'' diyerek elimden kalemi çekti Selvi.

''Ders programını da getirecek değil mi?''

''Senin girişine kadar değişir o program akıllım.''

''Olsun, görmek istiyorum.''

''Getirir.''

Selvi defterimi kenara iterek ahşap pencereyi açtı, dışarıyı kontrol ettikten sonra sutyeninden sigara paketi çıkardı.

''Alıştım iyice şuna.''

''Baban görmesin.''

''Demezsen görmez.''

''Buna da mı başladın?''

''Üniversitede ortam böyle,'' sigarasını yakıp boyası akmış dudaklarına yerleştirdi, ''Alışırsın kızım.''

''Salaksın sen.''

''Derdim var deme öyle.'' diyerek içli bir nefes çekti sigarasından.

Defteri kapatıp Selvi'ye baktım, ''Ne derdin var, anlat?''

''Param yok.''

''Sigaraya vermesen olurdu.''

''Of Belçim, üniversite ortamını bilmiyorsun. Kaç haftadır aynı şeyleri giyiyorum, elimde camı kırık telefonla geziyorum. Ezik gibiyim.''

''Asıl bu düşüncelerin ezik.''

''Ya sen beni anlamazsın, ama yardım edebilirsin. Biraz para versen bana, telefon almam lazım. Bak kaç aydır istiyorum.''

''Alo diyecek telefonun var, yeter o.''

''Belçim, lütfen ya. İşe girince öderim.''

''Bana bak bu akşam yaptığın iyiliğin karşılığını parayla ödemem sana. Zaten canım burnumda senin salak isteklerinle uğraşamam. O paranın yeri sen değilsin. Yarın hiçbir yere gitmiyorum, eğer karşılık isteyeceğini bilsem heveslenmezdim de.''

Kalkıp odama gidecekken Selvi sarılarak durdurdu beni, ''Saçmalama Belçim, hemen drama yaptın. Karşılık istediğim yok, ağzını aradım sadece.''

''Sanki her yanımdan para saçılıyormuş gibi davranma. Kazandığım her kuruştu alın terim var benim. Nedenini niyesini en iyi sen biliyorsun, ben istemez miyim sana para vermek.''

Göz devirdi sonu gelmez cümlelerime, ''Abarttın yine ya, tamam istedim sen de hayır dedin. Zaten yedi kat yerin dibine saklıyorsun kartını, bana güvenmiyorsun anlıyorum.''

''Dolabın altındaki parkede, sana güvenmediğimi çoktandır söyler oldun Selvi. Sana güvenmemem gereken bir durum mu var?''

''Saçmalama,'' dedi yerinden fırlayarak, ''Belki de en çok bana güvenmelisin. Ben senin her şeyini biliyorum. Kardeşiz biz.''

Başımı salladım tebessümle, ''Ben de öyle düşünmüştüm.''

Bana sarılmasına ve hatta şımarıklık yapmasına izin verdikten sonra odadan çıktım. Serin olmasını umursamadığım Diyarbakır akşamında başımı ninemin dizlerine koymuş ona kendimi sevdiriyordum.

''Öyle dedi nine, diş hekimliği okuyormuş. Bana kitap da verirmiş ama parasıyla tabii.''

Saçlarımı seviyordu ninem, ''Verir tabii kızım, nereliymiş bu oğlan?''

''Sormadım nine.''

''Bak Belçim el oğluna güven olmaz, ben bir sana güvenirim.''

Doğrularak dişleri olmadığı için içine çökük yanaklarını öptüm, yaşlı etinde dokunduğumuz an izimiz kalıyordu, ''Şu okulu kazanayım da sen gör beni nine.''

O gece heyecandan uyuyamamış olsam da Dinçer'i geçirmiştim aklımdan. Onu düşünmek bu belirsizlikte ilk defa mutsuz etmişti beni.

Ertesi gün tüm işlerimi saat öğleni bulmadan halletmek için beşte kalkmıştım. Duştan çıktığım gibi hızlıca odaya geçtim. Selvi bacak bacak üstüne atmış telefonuyla oynuyordu.

''Sonunda geldin hadi geç kalacağız.''

''Dondum, camı kapa perdeyi niye açtın? Film mi oynatıyoruz Selvi?''

''Merak etme senin filmini kimse izlemez.''

''Arsız.''

Hızlıca kurulanıp giyinmeye başladım, ''Sakın o pis elbiseyi alma eline.'' Selvi'nin çığlığıyla elbiseyi ayakucuma düşürmüştüm.

''Niyeymiş o?''

''Çocukla bu kılıkla buluşamazsın da ondan.''

''Bölümle alakalı sorularımı sorup ayrılacağım birisinin yanına giderken ne giyeyim Selvi? Gelinlik mi?''

''Hayalet polisin yanına giderken iki saat süsleniyordun ama.''

''Konusunu çok açıyorsun, kendine gel. Dinçer'den bahsedilecekse ben konuşurum, sen çok konuşma.''

Yapay bir kahkaha attı, ''Kıskanılan ilk hayalet de bu adam.''

''Kes sesini, otur bir köşede senin çıkmasın.''

''Of saçlarını yine kalıp sabunla yıkamışsın, keçe gibi olmuş. Kötü kokuyorsun.''

''Ter ve sigara karışımı şekerli parfüm kokmaktan iyidir.''

Elime aldığım her kıyafete bir kusur bulmuştu, ben onu dinlemeden oldukça düz bir şekilde giyinmiştim. Salağa yatsam da oraya beni neden götürdüğünü biliyordum. Bilmiyor gibi davranmak işime geliyordu.

Dolabın altından kartımı alıp Selvi'ye uzattım, ''Al şunu çantana koy, dönüşte para çekeceğim.'' Memnuniyetle kartımı alıp çantasının derinliklerine gönderdi.

Selvi topuklu bot giyse bile boyuma yetişememiş olmasının acısını çıkartırcasına yeri deler gibi yürüyordu.

''Nerede bekliyor bizi?''

''Hep gittiğimiz kafede, dünkü değil ama.''

''Uzak mı?''

''Biraz şehir merkezini gez, bir yer yordam gör.''

Kalabalıktan hoşlanmıyordum. Yabancısı olduğum her yer beni boğuyordu. Meydana geldiğimizde ise bir curcunayla karşılaşmıştık.

''Ay sokak röportajı yapıyorlar! Biz de gidelim hadi.''

Kamera görünce kendinden geçen Selvi'yi kolundan tutarak zor zapt ediyordum, ''Sakin dur, kimse senin sokak röportajını izleyip oyunculuk teklifi etmeyecek.''

''Olsun belki evlenme teklifi eden olur.'' dedi tükürükle kaşını sabitlemeye çalışırken.

Selvi meydanda kalmamız konusunda ısrarcıydı. Kameranın onu çekmesi için her şeyi yapıyordu ben ise elimle yüzümü kapatmış onu tanımıyor gibi davranıyordum

''Bak benden önce kaptılar mikrofonu!''

Göz ucuyla röportaja baktım. Gördüğüm kişiyle şaşkınlığa uğramıştım. Birkaç metre ötemde Dinçer vardı. Beyaz spor ayakkabı, krem rengi pantolon mavi kazak ve şapkasıyla hiç olmadığı gibi görünüyordu. Yüzüne baktığımda onu ilk defa görüyor gibi hissetmiştim.

Dinçer'e uzun uzun bakmaktan yanındaki kızı yeni fark etmiştim. Uzun boylu bir kızdı. Uzun kumral saçları vardı, ona dikkatle bakarken kesişmişti gözlerimiz. Hafif çatık kaşlarıyla yüzümü incelerken bakışlarımı hızla ondan çekmiştim.

Sevgilisi miydi?

Olduğum yerde bin tane duyguyu aynı anda yaşarken muhabir sorusunu sormuştu.

''İhtiyacı olan birine evinizi açar mısınız efendim?''

Dinçer omuzlarını dikleştirip kameraya bakarak konuştu, ''Tabi açarım onlar bizim din kardeşlerimiz.''

''Ne kadar iyi bir insansınız. Ülkemizin sizin gibi gençlere ihtiyacı var.''

''Haklısınız,'' dedi Dinçer kendini beğenmiş bir şekilde, ''Ben çok iyi biriyim, en kötü huyum herkesi kendim gibi sanmak. Kalbim tertemizdir. İhtiyacı olan olmayan hep benim evimde zaten, herkese evim açık.''

Muhabirin işaretiyle yanına genç bir kız gelmişti, ''Madem öyle diyorsunuz ihtiyacı olan bir kardeşimiz var burada.''

Kızı gördüğü an yüzü değişmişti, arkasında duran kıza döndü. Durumu toparlamak ister gibi telaşla konuştu, ''Şimdi müsait değiliz biz memleketimize gideceğiz.''

''Memleket neresi?''

''Bayburt.''

''Gelir efendim Bayburt'a.''

Genç kız söze karıştı hevesle, ''Geliri.''

''Biz müsait değiliz, gelirdir mutlaka da.''

Ortam karışırken gerisinde onu bekleyen kız kolundan tutarak Dinçer'i geriye çekmiş ve muhabirle konuşmaya başlamıştı. Selvi giden kameraların peşine takılmasın diye onu zapt ederken Dinçer'i izlemeye devam ediyordum.

Yanındaki kız ona söylenirken o elindeki kırmızı paketli çikolatasını yiyor ve onu dinlemiyor gibi görünüyordu. Yanımdan geçip giderken göz göze gelmiştik, bir yabancı gibi bakmıştı bana. Onunla sanki ilk kez bakışmıştık.

Bir ayda bu kadar yabancılaşmamız, normal miydi?

Selvi'yle beraber kafeye yürürken ondan ağladığımı gizlemeye çalışıyordum. Kırgınlıklarımı başka bir zaman ertelemem gerekiyordu. Hayallerimin ondan üstün olması gerekiyordu.

Kafeye adım atar atmaz Selvi'nin, ''İbocum!'' diye cırlamasıyla kendime gelmiştim. Şu an bulunduğum ortamda çok mutsuzdum. Kilitlenmişim gibi hissediyordum. Hareket alanım bile kısıtlıydı sanki. Her şeye rağmen İbrahim'le sadece okul hakkında konuşmaya gayret ediyordum.

Dün defterime yazdığım soruları bile sorasım yoktu, ama buz gibi suyumu içtikten sonra kendimi buraya gelme nedenime adamıştım.

''Ben sana bir dahaki buluşmamızda diğer detayları anlatırım.'' demeye başlasa da ben sorularıma bir cevap kopartmaya çalışıyordum.

''Ayyy sınıf grubundan aradılar şimdi, vize notlarını almam lazım.'' diyerek ayaklandı Selvi. Masaya oturduğumuzdan beri kalkacağını biliyordum zaten. Umursamadım gidişini.

''Benim matematiğim iyi, formüllerle aram fena sayılmaz.''

''Bizim de aramız iyi olabilir bu vesileyle, biraz birbirimizden bahsedelim mi?''

''Edelim, nasılsın iyi misin?''

''İyiyim,'' dedi memnun bir ifadeyle, ''Sen nasılsın?''

''Biraz yorgunum, okuldan bahsetmek iyi geliyor ama.''

''Özel hayatında neler yaparsın, sinemaya gider miyiz yarın?''

Kaçak oynamamıştım, dürüst olmayı seçmiştim, açık yüreklilikle konuşmaya başladım, ''Bak İbrahim, Selvi sana ne anlattı bilmiyorum ama benim seninle sadece arkadaş olmaktan başka bir düşüncem yok. Sadece okulla ilgili bana akıl veren birisi olman bencilce olur, ama ötesi de olmaz.''

Söylediklerimi dinledi, bir süre sindirdi ve ardından çayından bir yudum alıp konuştu.

''Tamam anlaşıldı, o zaman sana okulla bilgi vermem diyerek istediğini alamayan bir erkek gibi çekip gitmeyeceğim rahat ol.''

İbrahim Selvi'yle arkadaş olan birine göre aklı başında karşılamıştı bu sözlerimi. ''Teşekkür ederim.''

''Etme, senin hevesin okulumun ne kadar değerli olduğunu hatırlattı bana.''

''Kimimizin sahip oldukları, kimimizin duası işte.''

''Annem gibi konuşmasan iyi kızsın aslında.''

İbrahim'le tekrar buluşmak üzere ayrıldık. Şehir merkezindeki kalabalıkta bir toz tanesi gibi yürürken aklımdaki kişi belliydi.

Dinçer; düşünmeyi, hatta uğuruna acı çekmeyi sonraya erteleyemediğim birisiydi.

Ama artık sadece birisi olmalıydı. Hele bugünden sonra.

Yürüyüşümü dikleştirip bakışlarıma safi öfke koyarak bankamatiğe adımladım. Para çekmem gerekiyordu ama kartım şu an ojelerinin yarısı yolunmuş Selvi'nin parmaklarının arasındaydı. Beni gördüğünde endişeyle bakmıştı yüzüme. Kartımı cebine atmıştı hızla.

''Saklama, gördüm.'' dedim soğuk bir sesle.

''Belçim, sen sohbete daldın çekmeyi unutursun diye ben çekeyim dedim.''

''Aylardır peşimde dolanıyorsun, benden para çalmak için. Acaba ne zaman yapar diye bekledim. Bugün beni kandırdığını hatta oyuna getirdiğini düşünüyorsun ama sen oyuna geldin. Sana şifremi söyleyecek kadar güvenmiyorum Selvi. Hatta artık zerre kadar güvenmiyorum.''

Selvi'nin bahane silsilesini dinlemeden kartımı alarak yanından ayrıldım. Zaten güvenmediğim birinden yediğim darbe beni sarsmamıştı. Şimdi onunla ilgilenemezdim, daha önemli sorunlarım vardı.

Giydiğim etek bacaklarıma dolansa da hırsla yürümeye devam ediyordum. Bulduğum bir çocuk parkına attım kendimi. Salıncaklara yöneldim, zincire elimi koyduğum sırada birisi gelip benden önce oturdu salıncağa.

''Bir de sallasan harika olacak.''

Az önce yerimi kapan kişi Dinçer'di. Öfkeyle baktım yüzüne, bu nasıl bir gündü ya?

''Allah aşkına sen benden ne istiyorsun? Delirtmeye çalışıyorsan, başardın.''

''Salıncak için diyorsan ben biniyordum zaten, bak şu yakışıklı şahit istersen ona sorabilirsin.''

Parmağıyla işaret ettiği bebek en fazla iki aylıktı, ''Dalga mı geçiyorsun?'' dedim öfkeyle, ''O bebek kız.''

''Erkeğe benziyor.''

''Konumuz bu mu şimdi?''

Benim sinirimi takmadan salıncağa sığmayan kılığıyla sallanmaya çalışıyordu, ''Biraz ittirsene sana zahmet.''

Eğilerek yüzüne yaklaştım, ''Amacın ne?''

''Aç kalmamak, işimde yükselmek, çok paramın olması, yemek yiyerek kilo almamak, bir de aşık olmak.''

''Onu mu soruyorum? Şu an amacın ne? Neden benimle böyle konuşuyorsun?''

''Ben anlamadım, ben buraların yabancısıyım.''

''Ya günlerdir haber alamadım senden!'' diye bağırdım öfkeyle.

''Her akşam saat yedide magic tv'deyim oysa.''

''Hala saçmalıyorsun. Madem arkanı dönüp gidecektin neden benimle bu kadar oynadın?''

''Hanımefendi,'' dedi gözlerini kısarak, ''Sosyal deney falan yapıyorsunuz doğru kişi değilim. Az önce tüm ülkeye rezil kepaze oldum.''

''Niye böyle davranıyorsun? Çıldıracağım bak şimdi.''

''Çıldırma kız ne oldu sanki?''

''Ayağa kalk!'' dedi omzuna hafifçe vurarak, ''Boynum ağrıdı.''

Hızlıca ayağa kalktığında başımı kaldırdım ona bakmak için.

''Şimdi de ağrır.''

''Eskiden ağrımazdı ama görüyorum ki baktığım kişi değişmiş.''

''Ya tabii ya,'' elini dizine vurdu, ''Ben seni hatırladım!''

''Nihayet!'' dedim alaycı tebessümle, ''Hatırına geldim sonunda.''

''Lise ikide yılbaşı çekilişinde hediye almayı unutup kokoreççiye götürdüğüm ama hesabı kilitlemeye çalıştığım için abilerinden dayak yediğim kızsın.''

''Lise ikideki kızı unutmayın bir ay önceki beni mi unuttun?'' Omzuna vurdun öfkeyle, ''Kaza geçirdim de, tır çarptı de, dualık, hocalık oldum de!''

''Bak beni dövmeye kalkarsan olmaz, bizim sülale mafya. Başına bela alırsın.''

Öfkeden gözlerim dolmuştu. Hırsla konuştum.

''Benim belam senmişsin, şu hale bak! Aylarca konuştuk, gülüştük, sarıldık! Sonra birden çekip gittin! Günlerdir mumla aradım seni. Bu soğukta hayvanları tepeye çıkardım! Uyudum, uyandım sendin aklımdaki! Hadi ben neyse, Pamuk özledi seni. Onun da mı değeri yoktu? Ya sen hiç özlemedin mi beni?''

''Çok özledim.''

Tandık olduğum sesi işittiğimde bir kaç saniye olduğum yerde kaldım. Bu ses tonu karşımdaki adamın sesinden daha yumuşaktı. Başımı çevirdiğimde Dinçer'le göz göze geldim. Şaşkınlıkla karşımdaki adama baktığımda o da Dinçer'di. İkisinin arasında gitti geldi bakışlarım. Ben kafayı yemek üzereyken iki adam beni izliyordu.

''Ne oluyor burada?'' diye sordum sinirli bir tebessümle, ''Hemen açıklayın.''

''Ben uslu uslu sallanacaktım sen geldin, ben de anlamadım ne oluyor. Bana sallanma borçlusun.''

''Bir şey olduğu yok,'' dedi sonradan gelen, ''Her şeyin mantıklı bir sebebi var.''

Gözlerim ikisinin arasında mekik dokuyordu, ''Dinçer hanginiz?''

''Çirkin olanımız.'' dedi sağdaki.

Soldaki onun yüzüne ters bir bakış attı, ''Ne, yalan mı?''

''Dinçer benim, yanımdaki ikiz kardeşim Atlas.''

''Senin ikiz kardeşin mi vardı?''

Henüz geçmeyen şaşkınlığım sürerken Atlas asla susmuyoru, ''Beni dövecekti az kalsın, hem salıncağımı da kaptı.''

''Asıl sen kaptın.'' diye çıkıştım.

''Bak bağırıyor bana.''

''Atlas,'' dedi Dinçer, ''Sus birader.''

''Dondurma aldın mı?''

Dinçer elindeki poşeti uzattı, ''Geç kenara zıkkımlan.''

''Olmaz, bu kız beni strese soktuğu için acıktım. Yemek al bana.''

''Atlas geç dedim köşeye, hadi abim hadi.''

Atlas bir bana bir de Dinçer'e baktı, ''Sizden biraz tırstım, en iyisi kaçmak.''

Kaçtığı yer de iki adım ötemizdeki banktı.

''Biraz uzaklaşıp konuşalım.''

''Konuşacak bir şey yok,'' dedim itirazla, ''Günler sonra rast geldik diye bana açıklama yapmana gerek yok.''

''Kızgın mısın bana?'' diye sordu masumca.

''Tabii kızgın abi ya, bir de soruyorsun. Kızı günlerce arayıp sormamışsın. Hadi o neyse, Pamuk'u da aramamışsın, ayıp sana be.''

Bulduğum destekle beraber öfkem şahlanmıştı, ''Pamuk'u da aramadı, o kadar ilgilendi bir de.''

''Bak bir de yarı yolda bırakmışsın. Erkek milleti değil mi hepsi aynı.''

''Sen de erkeksin?''

''Ben hariç.''

Dinçer'in bakışları Atlas'ı bulduğu an bizimle hiç ilgilenmiyor gibi yapıp dondurma yemeye devam etti.

''Lütfen biraz uzaklaşıp konuşalım.''

''Çok uzağa gitmeyin,'' dedi Atlas, ''Benim kulaklarım ağır işitiyor zaten.''

''Kesinlikle çok uzağa gitmemiz lâzım.''

Sözüne uyup yürümeye başladım. Tahta çitlerin önünde durup konuşmaya başladık. İlk söze girişen Dinçer oldu.

''Nasılsın, görüşmeyeli?''

Güldüm sinirle, ''İyiyim, sen de iyisin hatta daha iyisin.''

Gülümsedi ufakça, ''Seni gördüğümden beri daha iyiyim, evet.''

''Madem ben iyi geliyorum sana, neredeydin günlerdir?''

''Eyvallah, haklısın kızmakta. Bir aydır pek iyi değildim Belçim. Timle alakalı sorunlar iyice dibe çekmişti beni. Kendime bile ulaşamaz haldeydim. Ama bu süreçte aklımdan çıkmadın. Sadece insan bazen her şeyden uzakta, üzülmek istiyor. Kendinden bile uzakta.''

''Haklısın.'' dedim sakin bir sesle.

''Ben üzülünce yalnız kalmak isterim, zaten çok kalabalık bir adam değilim. Üzüntü, haksızlık, iki yüzlülük iyice yalnızlaştırdı beni. Bunu kendim seçtim, eğer bu halde senin yanına gelseydim seni de dibe çekerdim.''

''Zaten dipteyim. Seninle bir kere daha dibe batmaya gönüllü olurdum.''

''Ben sen kadar cesur değilim.''

''Anlıyorum seni, beni anlamazsın deme, anlıyorum işte. Ama çekip gitmeden önce anlatsan da anlardım biliyor musun. Meraktan ölmektense anlardım seni.''

''Beni merak etmene sevindim. Seni merakta bırakmak istemezdim.''

''Ama sevindin?''

''Bana dair hissettiğin tüm duygulara sevinirim. Bu aşk da olur, nefret de. Sen de yer etmek istiyorum.''

Aşk ve nefret... O iki can alıcı duygu, bizim de canımızı almaya gönüllüydü.

''Madem sen gözünde değerim var, bir daha asla benden gitme. Sebepsiz yere, bir açıklama bile yapmadan uzaklaşma. Kendinden gitsen de haberim olsun ki tutayım seni.''

''İri yarı adamım, tutar mısın beni?''

''Denemeye değer.''

Gülümsedi.

Özlemiştim onun dinlendirici ses tonunu. Özlemiştim duraksar gibi konuşmasını, özlemiştim... evet onu.

''Sorunlar halloldu mu?''

''Hallettiler, ailem sağ olsun.''

Uzun cümlelerinin sonunu bekledim gayretle. İkna etti beni söylediği her şeye, ikna etme çabasına girişmeden üstelik.

''Daha iyi olacağım, en kötü günlerimde tek arkadaşım sendin. Şimdi de en çok sana ihtiyacım var.''

''Kimseye ihtiyacı olmamalı aslında insanın.''

''Sana ihtiyacım var, hep var.''

Gözlerimi kaçırdım, eski duygularıma dönmem kısacık sürmüştü.

''Sen ne yapıyorsun burada?''

''Bir arkadaşımla buluştum.''

''Tıraş losyonu kokuyorsun, bu kokuyu seven bir kız arkadaşınla buluştun sanırım?''

''Erkekti.''

Bozuk bir ifadeyle baktı yüzüme, ''Ben de buluşayım şu arkadaşla.''

''Sen bugün buluşmuşsundur bir kız arkadaşla.''

Gülümsedi ufakça, ''Yaz vardı yanımızda, kardeşimiz.''

Elimde olmadan gülümsedim, ''Yaa kardeşiniz mi?''

Başını salladı, ''Kardeşimiz.''

İkimizde gülümsüyorduk. Bakışlarımız çok az duruyordu yüzlerimizde. Kaçak bakışlarla tebessüm ediyorduk tenha bir köşede.

''Belçim birazdan yapacağım şey için bana kızarsan tokat atabilirsin.''

Ben ne dediğini daha anlamamışken kuvvetli elleri sardı belimi. Daha öncekilerden çok ayrıydı bu sarılışı. Kokladı omzumu, sıkıca sardı belimi. Öptü yanındayken kızaran yanaklarımı, hatta dudağımın çeperini. Onunla bir bütün olduğumu hissettim. Kalbim oracıkta durdu.

 

Loading...
0%