Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Geri Dönüş

@pekbiafiliyalnizli

Selam! Biz geldik!

İnstagramdan takip edenler bilir yeğenlerimleyim bir süredir. Çınar ve Ela varken yazmak aklıma gelmiyor aslında, bayılıyorum onlara 😍
Dün gece zar zor bitirdim Eloş uyuyunca da düzenledim 💞

Bka gecikecek hiç yazamadım ona 🥺

Sıcak çayımı aldım yorumlarınızı okumak için sabırsızlanıyorum 💞

1000 yorumu geçelim hadi

Medya: Dinçer ve beni

Keyifli okumalar 💝

Diyarbakır-2017

Meslek hayatımın en uzun görevine çıkmıştım. On üç gün olmuştu bugün. Fırtına timiyle dip dibe on üç gün geçirmiştim. Operasyon alanında hepsi olması gerektiği kadar profesyoneldi. Tecrübe olarak onlar kadar olmadığımdan geri plandaydım, henüz.

Onları daha da yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Kâzım ekipteki herkes için gözünü bile kırpmayan bir adamdı, Zümra sert ve kuralcı. Efe umursamaz, Feyyaz da sürekli şikayet eden birisiydi.

Ben ise konuşmam gereken yerde konuşuyordum. Aynı şimdi olduğu gibi. Bir üssü bekliyorduk, hepimiz mevzilenmiştik. Saat on ikiyi vuruyordu. Hava soğuktu ama bana işlemiyordu. Amaca odaklanmıştım. Ben hiç konuşmasam da kulaklıklarımızdan gelen sesler bir an bile susmuyordu. Herkes bir anısını anlatıyordu. Bu dinlediğim onuncu anıydı.

''Yeni gelmişim ekibe, daha zayıfım tabii o zamanlar. Genceciğim lan, saçlarım bile Çömezinkinden daha siyah.''

''Şef'in boya numarası öğren Kâzım ağabey, boyarsın.'' dedi Feyyaz alayla, ''Dinçer'in saçından bile siyah, sanki kömürle boyuyor.''

''Şef'iniz harekat merkezinde de olsa duyuyor sizi çocuklar merak etmeyin.''

Şef'in sesiyle Feyyaz'ın yüzündeki gülümseme dondu kaldı.

''Şef ben öyle dem-''

''Merkezde seni bekliyorum Feyyazcığım, gel yavrum.''

''Emredersin Şef!''

Gülümseyerek silahımın dürbününü düzeltirken Kâzım'ın sesini duydum.

''Hoşuna mı gitti ekipten birinin azar yemesi Çömez?''

Başımı salladım, ''Seni azarlasalar daha hoşuma giderdi.''

''Tam seni sevmeye çalışıyorum, yapıyorsun hareketini.''

''Çalışma Kâzım, beni yeterince seven var.''

''El bebek gül bebek büyüseydim beni de yeterince seven olurdu anasını satayım.''

''Büyüdüğün ortamla değil, karakterle alakalı bu durum. Sevilmemen normal.''

''Düzgün konuş Çömez!''

''En düzgün hâlimle konuşuyorum seninle. Diğer türlüsünü duymak istemezsin.''

''Lan Çöm-''

''Kâzım!'' diyerek araya girdi Zümra, ''Sana albay demem yeterli gelecektir. Devamını söyletme bana.''

Kâzım düşürdü hemen kaşlarını, "Albaya saygımız sonsuz da neyse."

''Albayın lafları on sekiz gündür beynimde çınlıyor lan, o nasıl ses anasını satayım.'' diye söylendi Efe.

''On üç gün oldu lan, albay beynini sökmüş senin.''

Efe sırıttı, ''Bu gidişe benim değil de Kâzım ağabeyinkini sökecek, bir daha da takmayacak.''

Kâzım bozuk bir sesle konuştu, ''Albayla alakalı konuşurken hazır ola geçin lan, gevşek herifler.''

''Kâzım ağabey seni niye almadılar özel kuvvetlere?''

''Yeterlilik testini geçemedim.''

''Bordo bereliler zeki adamlar, o yüzden giremedin.''

''Ne alakası var lan!''

''Çünkü senin beynin yok.''

''Sikerim seni Efe!''

''Beyler!'' diye bağırdı Zümra, ''Küfür edip kulaklarımı kirletmeyin.''

''Küfür duymayacak istemiyorsan daha hanım hanımcık meslek seçseydin Zümra.''

Zümra ters bir bakış attı Kâzım'a, sabırlı olmak ister gibi nefeslendi. En sonunda Kâzım'a karşı sabırlı olmaması gerektiğini karar vermiş olacak ki bağırdı.

''Kâzım, siktir git!''

Efe ve Feyyaz ortalığı kızıştırırken Kâzım ve Zümra bir süre atışmaya devam etti. Artık buna da alışmıştım. Sürekli kendi aralarında bir muhabbet açıp saçma sapan sohbet ediyorlardı. Dinlediğim on birinci anı Kâzım'a aitti.

''Bir kız vardı,'' dedi Kâzım uzun ısrarlar sonucunda, ''Nasıl güzel, nasıl yakıyor içimi. Neyse anasını satayım sevdalandık biz.''

Efe kahkaha attı, ''Senin gibi bir ayıya âşık olduysa yılın hayvan severi ödülünü verelim kıza ağabey.''

Zümra öfkeyle girdi araya, ''Efe! Düzgün konuş komiserinle!''

''Emredersiniz komiserim!''

Başımı çevirdiğimde Zümra'yla göz göze geldik. Zümra araya girip o benim dese bile daha az belli olurdu anlatılan kadının o olduğu.

''Evlenme hazırlığı yapıyoruz kızla, köpek gibi aşığım. Nasıl seviyorum ulan, öl dese sıkarım kafama o kadar.''

''Hastalıklı bir ilişki, tam da sana göre Kâzım ağabey.'' dedi Efe alayla.

''Hastalıklı mastalıklı, delikanlı gibi sevdim ben o kızı.''

''Belki o kızın delikanlı gibi sevilmeye değil, bunu hissetmeye ihtiyacı vardır Kâzım? Ondan kaybetmişsindir.''

''Sevgi görmeyen birisi nasıl göstereceğini ne bilsin komiserim?''

''Sonra ne oldu ağabey? Hâlâ kazma olduğuna göre kız bırakmış seni.''

''Bıraktı beni,'' dedi umutsuz bir sesle, ''Terk etti. Bastı tekmeyi. Lan dedim o gün, senin neyine sevilmek?

''Neden terk etti?'' diye sordum, bir gözüm burukça gülümseyen Zümra'nın üzerindeydi, ''Durduk yere gitmez bir kadın.''

''Ben durdum, dünya durdu. O gitti.''

Ortam sessizleştiğinde Zümra görüntüsüne tezat sert bir sesle konuştu, ''Nöbet sırası kimde?''

Elimi kulaklığıma çıkardım, ''Ben de komiserim.''

''İyi, gözünü dört aç.''

''Emredersiniz.''

Diğerleri yemek yemek için ayrılırken ben kalmıştım nöbet alanında. Gözümü bir an bile dürbünden ayırmadan izliyordum etrafı. Aklım tamamen operasyona konsantre olsa da bir yanım sürekli Belçim'i düşünüyordu.

Konuşmamızın ardından hiç çıkmamıştı aklımdan. Sanki ondan önce çıkıyormuş gibi, yapışıp kalmıştı.

Tahmin ettiğim gibi mutlu değildi ailesinin yanında. Benim yanımda gülen yüzü, neşelenen sesinden eser yoktu telefondayken. Mutluluğunu kendime bağlamış olmak bile güldürürken yüzümü onun mutsuz olmasına katlanamıyordum.

Kısa bir zaman olmuştu tanışalı. Önemsiyordum onu, değerliydi benim için. Ona hediye almak istiyordum. Ne zamandı doğum günü, ne severdi?

Kafam tıka basa onunla doluyken vakit geçmek nedir bilmiyordu. Omzuma dokunan Efe yemeğe gitmemi söylüyordu. Mevzimden kalkıp uzaklaştım. Amacım yemek değil, Belçim'i aramaktı.

Mevzi dahilide uzaklaşıp telefonumu çıkardım. İkilemdeydim, ben aramadan arama demişti ama dayanamıyordum. Benim yüzümden başı belaya girer miydi? Onun başını belaya sokanları seve seve belaya sokardım.

Nasıl bir aile yapısı olduğunu az çok tahmin etsem de onun için endişeleniyordum. Merakım her şeyin önüne geçti, son aramalardaki ismine basıp aradım. Hayatımda ilk defa bir kızın telefonumu açmasını bu denli garip duygularla bekliyordum. Lisede bile yaşamamıştım bu duyguları. Belçim, en ummadığım anda çıkmıştı karşıma.

Telefon usul usul çaldı, kısık bir sesle alo demesini bekliyordum. Arkadan inek sesleri de gelse duymak istiyordum, Pamuk'u bahane ederek onu özlediğimi söylemek istiyordum ama tüm kelimeler dudaklarımda mühürlü kaldı. Açmamıştı.

Öfkeyle telefonu kulağımdan çekip kısık sesle bir küfür savurdum.

''Karı kız meselesi mi?''

Kâzım gelmişti yanıma, ağzında tütün vardı. Sigara içmekten iyice puslanmış sesiyle yine boş boş konuşuyordu.

''Yemek arası bu, telefonla fingirdeme arası değil," Bir nefes duman çekti, "Neyse, biz de genç olduk, konuş kiminle konuşacaksan. Hadi.''

''Sağ ol, gerek yok.''

''Lan hadi oğlum ara.''

''Gerek yok, hallettim.''

Elini omzuma koydu, ''Lan oğlum genç adamsın, bak işine işte. İyilik yapalım diyoruz izin vermiyorsun.''

''Sağ ol Kâzım aradım açmadı, müsait değil demek ki. Sonra ararım.''

''Kız kısmına güvenme Dinçer, sınırı aşınca çok vicdansız oluyorlar.''

''Sınırı aşmasaydın sen de, insan ilişkileri tek taraflı olmaz.''

''Lan oğlum sen psikoloji mi okudun? Ne bu dakika başı analizler.''

''Sen çok dar bir pencereden bakıyorsun hayata. Sadece senin gördüklerin yok bu hayatta. Biraz pencereyi genişlet, daha rahat edersin.''

''Gençsin sen daha, benim yaşıma gel göreceğim ben seni. Acemi katır gibisin, kapı önüne yük indiriyorsun.''

''Sen bu kafayla tecrübeli olsan ne olur? Toplumun genelinde kabul göremezsin. Kabul görmek için değil, iyi bir insan olmak için çabalasan biraz hayatın kolaylaşır.''

''Delikanlı bir adamım ben, öyle topluma göre şekil değiştirmem. Benim dünyam da bu. Girene eyvallah der çıkana siktiri çekerim.''

Umutsuz bir bakış döküldü gözlerimden, ''Peki.''

''Hadi git timi bekletme.''

Baş selamı verip nöbetime geri döndüm. Bu gece uykusuz sabahlayacaktık. Bir hareketlilik bilgisi gelmişti kulağımıza. Görev planı yarın son buluyordu ama bizim işimizin net bir tarihi yoktu. Her şey anlık gelişiyordu.

''Çerez yer misin?'' diye sordu Efe.

''Ne bitmez zulan varmış arkadaş.''

Sırıttı Efe, ''Plak var ağzımda iyice yapışsın diye yiyorum.''

''Sakız çiğne.''

Kâzım hiddetle girdi araya, ''Aklına sokma Çömez, cak cak cak sakız çekemem ben. O ne lan öyle.''

''Sakız yok yanımda, olsa patlata patlaya çiğnerdim Kâzım ağabey.''

''Tüfeğin kabzasını görüyor musun Efe?''

''Evet abi.''

''Hah onu sana s-''

Araya girdim, ''Yarın için dön emri verildi mi komiserim?''

Zümra başını salladı, ''Gece sessiz geçerse döneceğiz.''

''Üç gün dinlenme gelir mi komiserim?''

''Üç gün dinlenecek ne yaptık Feyyaz?'' diye sordu Kâzım aksi bir sesle.

''Abi iki hafta olacak neredeyse, ayaklarım botların şeklini aldı.''

''Alacak tabii lan, bebe gibi sızlanmayın yakarım sizi.''

''Senle konuşulmuyor da Kâzım ağabey.'' diye söylendi Feyyaz.

''Adam gibi konuşursanız konuşurum. Ne bu hal hareketler lan? Birisi görev ne zaman bitecek diye ağlanır, diğeri izin koparmaya çalışır. Dönüşte sizi anaokuluna da bırakayım mı?''

Bu adamın fikirleri gün geçtikçe daha da saçmalaşıyordu. Herkes nerede olduğunu farkındaydı. Hadi beni de geç Feyyaz ve Efe kaç yıllık polislerdi. Sürekli üzerlerinde tahakküm kurması ve her an laf sokmaya çalışması çok rahatsız ediciydi. Şakaya vursalar da onların da rahatsız olduğunu anlıyordum. Benden önce hallerinden memnun görünseler de benden sonra onlar da dik cevap verir olmuşlardı. Dışarıdan nasıl göründüklerini anlamışlardı artık.

''Yatırıp ağzımıza da sıç ağabey? Öyle mi dedik biz? Muayyen gününde misin anlamadım ki.''

Kâzım tekme attı Feyyaz'a, ''Siktir git, serseri!''

''Biraz daha bağırın, yerimizi anlasınlar. Süzgece dönelim.''

''Ben varken kimse seni süzgece çeviremez komiserim.'' diye konuştu Kâzım.

Bu gece sessiz geçiyordu. Ama içimde kötü bir his vardı. Efe'den nöbeti devralıp Kâzım'ın yanına geçtim. Gün aymaya yakındı, tek tük konuşmanın haricinde sohbet etmiyorduk.

''Geçen on üç günde bir tık iyi olma yoluna girdin.''

''Daha yoluna girdim yani?''

''Hayırdır aslanım? İki adam yere serdin diye kendini ne sanıyorsun?''

''Bir şey sandığım yok, kendimin farkındayım ben.''

''Bazen karı gibi konuşuyorsun.''

Bu adamı annemlerin eline vermek istiyordum. Annem, Halide ve Bahar yengem bu adama güzel had bildirirlerdi. Yok lan gerek yok, kıskanırım şimdi.

''Tabii.''

''Bana şöyle cevap verme Dinçer, yemekte de böyle yapma bak. Efendi gibi davet ettik seni soframıza. Biraz efendi ol.''

Amcam sayesinde davet etmişlerdi, zoraki bir ilişkiye gerek var mıydı? Bilmem neden olsun istiyordum?

''Ben yüz numaraya gidiyorum. Dokuz dakikada gelirim.''

Başımı salladım, ''Anlaşıldı.''

Yedi dakika geçmiş dokuzuncu dakikaya girmiştik. Saniyeleri sayıyordum. Çünkü bu çok önemliydi. Giden arkadaşınız size şu dakikada geleceğim diyor ve vakit içerisinde gelmiyorsa orada bir sıkıntı vardır.

Son saniyelere girdiğimizde sıktığım telsizi kayanın üzerine bıraktım.

''Korktun mu lan?''

''Endişelendim.''

Gevşekçe güldü, ''Bana bir şey olmaz, korkma.''

Aradan geçen yarım saatte ben ayaklandım, ''On dakikada gelirim.''

Silahımı da alarak uzaklaştım. Belçim'e dair bir bildirimin bile olmadığı telefonumu kapayıp umutsuzca ofladım. Geri dönüşe geçtiğimde kulağıma çalı çırpı sesleri dolmuştu. Silahımı doğrultup hızla mevzimi aldıktan sonra etrafa bakındım.

Üç terörist bizimkilere doğru adımlıyordu. Silahları tutuşlarından tecrübeli oldukları belli oluyordu. Telsize sarılacak vakit yoktu, hızlıca atış planı kurdum kendime. Üç atışlık hak verdim kendime. Dördü bulmayacaktı. Derin bir nefes aldım.

''Bismillahirrahmanirrahim.'' İlk olarak Kâzım'ın kalın ensesini hedefine koyan elemanı ve ardından bir adım gerisinde olan diğer teröristleri vurdum. Üç kurşun sesi yayıldı dağa, üç nefes kestim ben nefesini kestiklerinin adına.

Fırtına kurşun seslerine ayaklanmıştı. Hepsi bana silah doğrultuyordu. Sakince indirdim silahımı, ''İyi misiniz?''

''Hassiktir lan! Bu neydi?''

''Beceriksiz bir süikast girişimi.''

''Sen mi akladın lan?'' diye sordu Efe bana sarılarak, ''Aslan kardeşim benim. Helal olsun.''

''Niye haber vermedin Çömez! Eşek başı mıyız burada?''

''Telsize uzanacak vaktim yoktu.''

''O telsizi süs diye mi veriyoruz sana lan! Raporlarda ne denilecek, nöbet saati Kasap Kâzım'da ama Çömez halleniyor teröristlere.''

Kâzım'a doğru bir adım attım, o ise yine bana kafa tutmak adına diklenmeye başladı.

''Tek derdin bu değil mi? Ulan olmasam ensenden giriyordu 308 winchester. Hâlâ neyin peşindesin?''

''Ayaklarına mı kapanayım lan? Ben bu ekipteki herkesi ipten aldım, bir kere söyledim mi?''

"Sus da eyvallah demesini öğren. Çıkıntılık yapıp durma. On üç gündür hepimizin beynini sikmekten başka ne yaptın?'"

"Ulan sen ne diyorsun geçi-"

Zümra araya girdi, ''Yeter! Dinçer komiserinle konuşuyorsun! Kâzım sen de ekip arkadaşınla. Kesin sesinizi!''

İlk günler kadar hareketli geçmişti son gecemiz. Gün ayarken ilk işim Belçim'den bir bildirim görme umuduyla telefona bakmaktı. Ona dair bir mesaj gördüğümde mevzimden kalktım.

''Beş dakikaya geliyorum.'' diyerek uzaklaştım. Dağın arkasına yürüyüp mesajı tekrar açtım. Gülümsemekten alıkoyamadım kendimi. Atlas şu hâlimi görse ömür boyu dalga geçerdi benimle.

Mesajı okudum, yetmedi birkaç kez daha okudum. Kısacık mesajı okumaya devam ediyordum.

''Merhaba Dinçer. Geç gördüm aramanı, kusura bakma açamadım. Gördüğüm zaman rahatsız olursun diye geri aramak istemedim. Uyudun mu mesajı için henüz erken değil mi? Neyse nasılsın?''

Soğuktan uyuşmaması için eldiven taktığım ellerimle telefonu sıkı kavrayamadığım için eldivenleri küfrederek çıkardıktan sonra mesaj attım.

''Günaydın Belçim, kusura bakmadım. Şimdi daha iyiyim, sen nasılsın?''

Niye iki kelimelik mesajı beş dakikada yazmıştım? Soğuktan etkilenen parmaklarımız beceriksizliğiydi bu.

Mesajı gönderdiğim an cevabını beklemeye başladım. Çok geçmeden cevap gelmişti.

''Sabah telaşı işte, Pamuk'la ilgileniyorum. Mesajı atmam için Pamuk zorladı. Nasıl olduğunu merak etmiş.''

Bak sen şu Pamuk'a, ''Ben de merak ettim Pamuk'u. Bugün bir sıkıntı olmazsa dönüyorum. Ona öyle söyle, buralardan istediği bir şey var mıymış?''

''Pamuk ot istiyor, yonca en sevdiği otmuş.''

''Sen bir şey istiyor musun?''

''Seni görmek.''

Gülümsedim, bu kızla ne zaman konuşsam gülümsüyordum. Belçim'in geri vitesi çok geçmeden gerçekleşti.

''Bir şey istemiyorum sağ ol.''

''Herkesten sil yapacaktın :)''

Birkaç dakika sessiz kaldı.

''Ben değil, Pamuk yazmış.''

''Bak sen şu Pamuk'a, pek marifetli bir kuzu.''

''Tabii okula da yazdıracağım, okumuş bir miss kuzu olacak. Onu harika bir kariyer bekliyor.''

Belçim'in kafası en az kendi kadar güzeldi.

''Bizim evimizde kuzenimin eşeği var, onunla çok iyi anlaşırlar.''

''Kuzenini merak etmeye başladım, evin bahçesinde eşek beslemek harika bir şey olmalı.''

Ulan Demir, ''Kuzenimi niye merak ettin ki? Beni merak et.''

''Merak etmesem inek sağmam gerekirken seninle konuşur muydum?''

Değer görmek ne güzel bir hismiş, neden yaşadığını anlıyor insan.

''Hiç inek sağmadım. Makinesi yok mu onun?''

''Gülistan'ın memeleri hassas, makine acıtıyormuş.''

İneklerin iletişimi Kâzım'dan güzeldi.

''Tarhana kurudu mu?''

''Kurudu, kışın bol bol içeriz artık.''

''Öğüttünüz mü yoksa yaş mı?''

''Birazını öğüttük birazını yaş bıraktık.''

''Ben öğütülmüş severim.''

''Ben de, hem öyle yapması daha kolay.... Neyse kahvaltı ettin mi?''

''Yok, bugün etmeyiz. Geri dönünce yerim. Akşamüzeri aynı yerde mi buluşuyoruz?''

''Biz Pamuk'la orada olacağız. Ama sen uzun bir görevden döndün, dinlenmek istemez misin?''

''Ben dinleneceğim yeri buldum.''

''Hmm neresiymiş orası?''

''Pamuk'un yanı.''

''Anlamıştım zaten. Pamuk seni bekliyor olacak.''

''Beklesin bakalım.''

Etrafı dolanmaya başladım. Bir fotoğraf çekip Belçim'e gönderdim, ''Toplamaya başladım.''

''Yalnız Pamuk çiçek yemez.''

''Ona topladığımı kim söyledi?''

''Kendine mi topluyorsun?''

''Evet Belçim, taç yapıp başıma takacağım. Sence bana yakışır mı?''

''Mor çiçekler açar seni.''

''Teşekkür ederim.''

''Benim artık kahvaltıyı hazırlamam gerek. Sana iyi görevler, dikkatli ol.''

''Afiyet olsun, görüşürüz.''

Telefonu kapayıp kamuflajımın cebine sıkıştırdım. Belçim'le konuşmamızdan kalan tebessümü dudaklarımdan silip Fırtına'nın yanına adımladım.

Saat on bire gelirken helikoptere binerek merkeze doğru yol aldık. Bu görev ilk uzun görevimdi, hiç unutmamak üzere aklıma kazıdım bu mevkileri.

Helikopterden indikten sonra büyük bir kalabalık karşılamıştı bizi. Tüm merkez buradaydı. Başarılı bir görevi geride bıraktığımız için, belki de daha çok yaşadığımız için mutlulardı.

Kâzım gerim gerim gerinirken Efe de operasyona dair gerçek dışı şeyleri ballandıra ballandıra anlatmaya başladı. Hepsinden bir adım geride duruyordum. Uzun boyluyum diye beni hep arkaya atıyorlardı. Evet, sadece uzun boylu olduğum için...

Yüzümde ciddi bir ifadeyle Fırtına'nın kısa kutlamasını izlerken bir tim yanıma gelmişti. Atış eğitiminde tanıştığımız çocuklardı.

''Hoş geldin kardeşim.'' diyerek sarıldılar bana. İlk başta şaşırsam da karşılık verdim. Doğru ya burada samimiyet başkaydı.

''Sağ olun komiserim, hoş buldum.'' diyerek hepsine birer baş selamı verdim.

''Var mı bir sıkıntın, yaran beren?'' Kulağıma yaklaştı, ''Anlarız biz hâlden, söyle koçum.''

''İyiyim komiserim, hiçbir sıkıntım yok.''

Omzumu sıvazladı, ''Olursa da gel bize, şimdilik buralardayız.''

''Gelirim komiserim.''

''Sol ayak biraz aksıyor sanki devrem? İyi misin?'' dedi içlerinden birisi.

''Botları hiç bu kadar uzun giymemiştim, vuruyor.''

''Bir seneye baş ve serçe parmak içe doğru bükülür kardeşim. Alışırsın.''

''Polisin ayağı çirkin olanı makbuldür zaten Dinçer, üzümle.''

Hep beraber güldük, ''Alışırım komiserim.''

''Biz toplantıya gireceğiz şimdi, Ekrem şef beklemez. Görüşürüz akşama. Güzelce yat dinlen, çek kafayı uyu."

''Sağ olun komiserim.''

Omzuma bir kez vurup başını salladı, ''Sen sağ ol.''

Ekip yanımdan ayrılırken arkalarından bakıyordum. Kâzım'la kesişti gözlerimiz. Ne var der gibi başını sallamıştı. Bir şey yok der gibi karşılık vermem hoşuna gitmemiş olacak ki coşkuyla anlattığı hikayeyi bitirip yanıma geldi.

''Yağmurlar ne ayak?''

''Arkadaşlarım.''

''Senin arkadaşların?'' dedi küçümser bir tonda, ''Kardeşim sen insanlarla konuşmaya çekiniyorsun, Çekiç Ekrem'in timiyle ne işin olur?''

O sırada Kâzım'ın arkasında Ekrem Şef belirdi.

''Bizzat Çekiç Ekrem'in işi var Dinçer'le.''

Kâzım arkasını döndüğünde selam durdu, ''Şefim.''

''Çekil karşımdan Kasap.''

''Emredersiniz Şef.'' diyerek memnuniyetsiz bir şekilde uzaklaştı Kâzım.

Erkan komiser elini omzuma attı.

''Aferin evlat, duydum yaptıklarını. Helal olsun.''

''Sağ olun komiserim.''

''Diğerleri gibi yaşlı da değilsin ha, gencecik polissin. Fişek gibisin oğlum.''

''Sağ olun komiserim.''

Orhan şefin ters bakışları buldu bizi. Yanımıza gelip birden sarıldı bana, ''Aslanım benim! Aferin Devrim.''

Duraksasam da karşılığı geçe bırakmadım, ''Sağ ol şef.''

Ekrem komiser daha ters bakıyordu Şef'e, ''Dinçer adamın adı, yaşlanınca bunadın mı Orhan sen?''

''Çocukla bizim aramızda bir şaka Erkan, sen anlamazsın.''

''Ben sana çok yakında hayatının şakasını yapacağım.'' diyerek gitti Ekrem komiser.

Günler sonra odama geçtim. Çantamı kenara bıraktıktan sonra ilk işim Halil ağabeyin karşısına geçmek olmuştu. Selam verdikten sonra anlatmaya başladım.

''Ağabey çok endişeliydim giderken biliyorsun. Sandığım kadar zor değildi, tabii zordu ama hallettim. Üzerime düşeni yaptım. Bana verilen her görevi eksiksiz yerine getirdim. İlk günler adapte olamadım ama gerisi geldi. İnsanoğlu her şeye alışıyor zaten.''

Uzun uzun anlattım Halil ağabeye, her detayı kaçırmak istemeden anlattım. Bazı yerleri unutup geri dönerek anlattım. Tam bir saat uzun uzun konuştum.

''Duyuyor musun dediklerimi ağabey? Duyuyorsun... Duyulmaya çok ihtiyacım var, iyi ki duyuyorsun.''

Duşumu aldıktan sonra üzerimi giyinmek için dolabımı açtım. Bunların hepsini daha önce giymiştim. Yatağın altına attığım valizimi alıp yatağın üzerine açtım. Atlas'ın gecelere akmam için koyduğu renkli gömlekleri ve şatafatlı deri ceketleri kenara ittiğimde geriye siyah bir gömlek kalıyordu.

Renkli giyinmek Atlas'a göre bir şeydi. Karakterlerimiz kadar tarzlarımız da farklıydı. O bol renkli sweatleri giyer, hile ve hurdayla aldırdığı renkli ayakkabılarını ayağına çekerdi. Genelde spor giyiniyordu, birkaç seneye üzerine lacileri çekeceğine emindim.

Ütüsüz gömleğimi parkenin üzerinde ütüledikten sonra giydim. Siyah gömlek, siyah pantolon. Çok mu renksizdim? Boş verdim, rengimin yanına gidecektim nasılsa.

Belçim'in yanına giderken sıkmayı akıl edebildiğim parfümümü sıktım. Çok mu özeniyordum? Belki de öyleydi ama özenmek geliyordu içimden. Sorgulamadım gerisini, silahımı belime yerleştirip çıktım.

Bahçede Zümra ile karşılaşmıştık, selam verdim.

''Hayırdır? Nereye böyle?''

''Bir arkadaşımın yanına.''

''Yakışmış,'' dedi gözleriyle gömleğimi işaret ederken, ''Gömlek yani, yakışmış.''

''Eyvallah.'' diyerek tepeye adımladım.

Görüş alanıma Pamuk girmişti, bana koşmaya başladığında gülümsedim. İlk defa bir kuzu tarafından seviliyordum. Küçükken gittiğimiz çiftliklerdeki kuzular hep Demir'i severdi. Pamuk da tanısa severdi ama tanımasına gerek yoktu. Beni sevsin yeterdi.

Eğilip başını okşadım, ''Hoş buldum Pamuk hoş buldum.''

Yüzüme bakarak meliyordu, bir şey istiyordu ama anlamamıştım.

''Kucak istiyor.'' diyen ses kulaklarıma ulaştığında usulca başımı kaldırdım.

Lastik ayakkabıları ve rengi solmuş elbiselerinden birisi vardı üzerinde. Saçlarının yarısı toplu, yarısı da açıktı. Omuzlarına inen kıvırcıklarından gözlerimi alsam da gözlerinden alamıyordum.

Yerden kalktığımda karşı karşıya kaldık, ne yapmalıydım? Sarılsa mıydım? Daha erken miydi?

''Hoş geldin.'' dedi ufak da olsa bir tebessümle.

Başımı salladım usulca, ''Hoş gördüm.'' dedim yüzüne bakarak.

''Biz seni daha erken bekliyorduk.''

''Operasyon uzadı.''

''Anladım.''

''Börek kokuyor burası.''

''Sabah yapmıştım, sana da getirdim. Aç mısın?''

''Kurt gibi.''

''Yemek yemedin mi?'' diye sordu kızarak.

''Helikopterden indim işte, duş aldıktan sonra yanına geldim.''

''Pamuk'u o kadar özledin demek.''

Başımı salladım gülümseyerek, ''Çok özledim, sorma. Gözümde tüttü Pamuk. Her gece gözümü kapadım onu gördüm. Gözleri çıkmıyor insanın aklından.''

''Haklısın tabii, güzeldir Pamuk.''

''Sahibine çekmişse demek.''

''Sahibi Lütliye ablaya çekmiş tabii, ben çobanlığını yapıyorum sadece.''

''Tabii tabii Lütfiye ablayı kastettim ben zaten.''

Gülmemek için alt dudağını dişliyordu, ''Hıhı bence de öyle.''

Hep oturduğumuz o ağacın altına oturup börek yemeye başladık. Belçim'in yanındayken iştahım da açılıyordu. Bu iyi değildi, Belçim'in bana ilk olumsuz etkisiydi bu.

''Sen mi yaptın?''

''Evet.''

''Selvi yardım etmedi mi?''

''Adını unutmamışsın.''

''Hafızam iyi benim.''

''Ne güzel.'' diyerek böreği hırsla ısırdı.

''Yardım etti mi?''

''Okuyor Selvi, börek mi yapacak? O benimle bir mi?''

Belçim'e yakışmayan bir cümleydi bu, ''Neden öyle dedin?''

Omuz silkti, 'Öyle işte.''

''Onun okuyor olması seni değersizleştirmez. Kimseyle kıyaslama kendini.''

''Kıyas değil ki, yerimi biliyorum ben. Merak etme her şeyin de farkındayım. Sen bana bakma.''

Umursamıyor gibi görünmeye çalışsa da umursadığını anlamak zor değildi.

''Daha yirmi yaşındasın, okumak istersen eğer ben sana yar-''

''Bu konuyu konuşmasak olur mu? Yaramı kanatma şimdi. Hem ben valla iyiyim. Takılmıyorum artık. Günler sonra görüştük seninle, şu hayatta gerçekten sohbet edebildiğim tek insansın. Bu saatler bize kalsın istiyorum.''

Aynı cümle içinde hem burkulmuş hem de mutlu olmuştum.

''Eee tarhana diyorduk?''

Gülümsedi, ''Küçük bir kavanoz getirdim sana, sorup duruyorsun canın çekmiş belli. Yapabilir misin tarif edeyim mi?''

Beni düşünüyor olması boş sandığım şarjörümde mermi görmek kadar güzeldi.

''Tarhana da yaparım ya,'' Ellerimi gösterdim, ''Bu eller sadece silah tutmuyor.''

Sesli gülümsedi, ''Doğru ya, böreğinden anlamalıydım.''

O böreği yediği için benimle evlenmesi gerektiğini bilse ne olurdu acaba?

''Görev nasıldı? Zorlandın mı?''

''Olması gerektiği kadar.''

''Ailenle görüştün mü? Merak etmişlerdir seni.''

''Ankara'da yaşıyorlar annemler, görüntülü görüştük.''

''İyilerdir inşallah.''

''İyiler, maşallah.''

''Kardeşin de mi Ankara'da?''

''O okul için yurtdışı eğitiminden yeni döndü sayılır, şimdi İstanbul'da çalışıyor Demir'in evine çöktü ev tutmamak için. Jülide babaannem de evini açıyor herife rahat tabii. Atlas biraz şeydir, tutumlu.''

''Jüjü.'' dedi Belçim, ''On sekiz yaşında.''

Gülümsedim, ''On sekiz yaşında.''

''Demir kuzenindi.''

''Hıhı kuzenim.''

Yemeğin ardından sırtımızı ağaca verip sohbet etmeye devam ettik. Dizlerimi kendime çekip ellerimi üzerinde bağladım. Başımı yana çevirip Belçim'e baktığımda o karşıdaki hayvanları izliyordu.

Dik burnun ve kırmızı yanaklarına vuran güneş miydi onu daha da güzel gösteren, yoksa benim artan duygularım mı? Bilemiyordum. Bir insanın güzellik derecesi ona nasıl baktığınıza göre değişiyordu.

"Niye öyle bakıyorsun?'' diye sordu endişeli bir sesle.

Hemen toparladım kendimi, ''Dalmışım.''

''Silahın belli oluyor, kapatır mısın?''

Belimdeki silahın üzerine ceketimi çektim, ''Pek hoşlanmıyorsun silahtan?''

''Hoşlanmıyorum, korkutur beni.''

''Korkması gereken insanlar korkmalı?''

''Haklısın,'' Bana yaklaşarak fısıldadı, ''Belki benim de korkmam gerekiyordur.''

Başımı yüzüne yaklaştırıp aynı onun gibi fısıldadım.

''Bence de, bu kadar güzel olmak da suç sayılmalı.''

Şaşkın bakan gözlerini kaçırmadı bu kez. Ben de dünden razı gibi çekmedim gözlerimi. Bu yakınlık rahatsız etmişti beni. Karın kasları neden ağrıyordu lan?

Yakınlığımızı sonlandıran ne o oldu ne de ben. Pamuk girdi aramıza hışımla. Kucağıma çıkıp bacaklarıma uzandı.

''Kıskandı mı?'' diye sordum tüylerini okşayarak.

''Pamuk beni kıskanmaz.''

''Zaten beni kastetmiştim.''

''Seni neden kıskanacak ki?''

Sırtımı yasladığım ağacı işaret ettim, ''Ağaçtan Belçim, ağaçtan.''

Başını salladı, ''Tabii olabilir.''

Gülerek başımı olumsuzca salladıktan sonra Pamuk'u sevmeye devam ettim.

''Yaran beren var mı?''

Ayaklarımı söylersem iğrenir miydi? ''Ayaklarım yara oldu biraz, haricinde iyiyim.''

''Benim de çok sık yara oluyor, bitkisel bir kremim var sana da vereyim mi?''

''Parayla verirsen alırım.''

''Senden para almam.''

''O niyeymiş?''

''Allah Allah arkadaşım değil misin? Almam işte. Hem senin de saçacak paran mı var?''

''Yeni yattı maaşım, var valla.''

''Yatırım yap.''

''Neye?''

''Altın al, bugün baktım çeyrek 250 liraydı.''

''Sen de mi altın alıyorsun?''

''Yok, ben bankaya atıyorum. Birikiyor öyle.''

''Borç istersem verir misin?''

''Tabii veririm benden sana bir ellilik çalışır ama faiziyle geri alırım.''

''Uyanık seni.''

Bilmiş bilmiş gülümsedi, ''Bu devir böyle, işine gelirse vereyim.''

''Yok sağ ol, yakında tefeciliğe de başlarsın sen.''

''Düşünüyorum.''

Pamuk yanıma oturmuş kalmıştı. Gitmiyordu, özel hayata saygısı yoktu bu kuzunun.

''Bizim Ankara'daki evimizin bahçesinde Pamuk için çok güzel otlar var.''

Pamuk melemişti.

'''Pamuk'u evine mi davet ediyorsun?''

''Seni de davet ediyorum.''

''Beni mi? Hangi vasıfla?''

''Hangi vasıfta olmak istersin?''

Belçim cevap verecekken telefonum çalmıştı. Demir görüntülü arıyordu.

''Demir arıyor.''

''Aç tabii sorun yok.''

Telefonu kendimden uzaklaştırıp açtım. Demir iş yerindeydi, omzuna oturan ve miyavlayan kedileriyle karşıladı benim.

''Aslan kardeşim, dönmüşsün görevden.''

''Hallettik geldik Allah'un izniyle.''

''Karşı tarafı ezip gelen polis bakışı bu, nerede görsem tanırım.''

Gülümsedim, ''Öyle oldu.''

''Şşştt Dinç, var mı bir yerinde yara bere? Çocukken de saklardın, bu kez çocuk değiliz bozuşuruz.''

''Yok yaram falan, ayaklarım biraz yara oldu ama merhemimi buldum.''

''Eyvallah kardeşim. Alphan amcamla konuştum az önce, anlattı marifetlerini. Neler yapmışsın helal.''

''Yok bir şey yapmadım, görev işte oğlum.''

''Bu kadar mütevazi olma Dinçer, olmaz oğlum böyle. Yerden çöpü bile alsan ben bunu yaptım diye bağırıp göstermen lâzım. Diğer türlü kıymetin bilinmez.''

''Kıymetimi bilenlerle yaşamaya çalışırım ben de.''

''Sen kıymetli bir adamsın, seni bilmeyenleri sen de bilse gitsin.''

''Eyvallah.''

''Ayrıca biraz Atlas'a benze lan. İlkokuldayken midesi bulanan bir kıza su aldığı için cennete gideceğini düşünen bir adamın kardeşinin oğlum sen.''

Belçim sessizce gülümsediğinde bakışlarım ona kaydı. Onda kalırdı ama Demir seslendi.

''Kızlar seni özlemiş.''

''Bende kızları özledim, nasıllar?''

''İyi hepsi.''

''Bak yanımda kim var.'' Kamerayı yanımda duran Pamuk'a tuttum, ''Kuzularla ilgileniyor musun?''

''Çok şeker lan, insan yaşlanmaz.''

''Eve alalım demeyecek misin?''

''Dalga geçmesene birader, çocuktuk lan.''

''Şimdi farklı mısın sanki?''

Gülümsedi, ''Dinçer seninle ciddi bir şey konuşacağım.''

Ciddiyetle baktım yüzüne, ''Hayırdır?''

''Annem aradı az önce, benim şekerim dönmüş falan diyor. Hayırdır yani annemin şekeri ben değil miyim? Ne bu samimiyet?''

Bu kez Belçim'le gülümsedik, ''Ne kıskanç adamsın, çocukken de böyleydin. Ayaz'dan bile kıskanırdın.''

''Ayaz deme bana, yine sinir ediyor adam beni.''

''Buluştunuz mu?''

''Sonra anlatırım.''

''Tamam.''

''Bizim hoca ezana başladı, hadi ben kaçayım.''

''Allah kabul etsin.''

''Amin. Yanındaki arkadaşına selam söyle, bir gün tanışırız umarım. İyi günler size.''

Gülümseyerek kapadım telefonu. Belçim'i görmese de anlamıştı. Demir zeki bir adamdı.

''Aranızdaki iletişim çok şekermiş.'' dedi son kelimeyi bastıra bastıra.

Gülümsedim, ''Şekerdir.''

''Mutlu bir ailede büyümek çok güzel bir his olmalı.''

''Öyle, sen de bu yaştan sonra mutlu bir ailede yaşayabilirsin.''

''O kadar şanslı değilim.''

''Belki şanslısındır.''

''Hayat.''

''Hayat.''

Belçim gözlerini gözlerime dikti. Uzun uzun baktıktan sonra cümleye döktü anladıklarını.

''Hayatta yüzünü güneşe çevirmeli insan, bazen ne kadar zor olsa da umut hep var. Son zamanlarda daha da umut doluyorum. Gelecek ne getirecek bilmiyorum ama ben hep güneşi seyrediyorum.''

Ertesi sabah üzerime çeki düzen verdikten sonra Halil ağabeyin karşısına geçtim. Bugün bir başka anlamlar gördüm gözlerinde. Her bakışımda bana başka bir şey söyler gibiydi gözleri, bu kez de öyleydi.

Dün gece odama giren kelebekte bile Halil ağabeyi görmüştüm. Onun haberini mi getirmişti bana? Bilmem ama öyle düşünmek istiyordum.

Çünkü bugün diğer günlerden ayrılan bir gündü. Her gün fotoğrafıyla konuştuğum adam öleli tam elli iki gün oluyordu.

Koskoca ama kısacık elli iki gün...

''Hiç tanımasam da özledim seni ağabey,'' diye başladım konuşmaya, ''Seninle yanlış zamanda tanıştık, keşke bir kere sohbet edebilseydim seninle. Cevap verseydin bana, çok isterdim inan. Mekanın cennet olsun.''

Bugün hiç ayrılmak istemiyordum fotoğrafının karşısından ama yapmam gereken görevler vardı.

Odamdan çıktım, Fırtına'nın dinlenme günüydü bugün. Ben de izinliydim. Merkezden çıkarken Kâzım'ın da arabasına bindiğini gördüm. Beni fark edince duraksadı.

''Hayırdır? İzin gününde nereye lan?''

''Bugün günlerden ne?''

''Pazar.'' dedi umursamaz bir sesle.

''Sen nereye?''

''Kafa çekeceğim birader, gelecek misin?''

Unutmuş muydu can dostunu? Bu kadar basit miydi lan?

''Ben camiye gidiyorum bugün Ha-''

''Allah kabul etsin benim yerime de kıl.'' diyerek arabasına binip gitti.

Taksi çevirip yoluma gittim. İzinli günümde olduğum için şanslıydım. Cami hocasıyla konuşup mevlit için yapmam gerekenleri yaptım. Dün amcam anlatmıştı neler yapabileceğimi. Şimdilik mezarına gidemiyor olsam da bir gün mezarı başında da dua edecektim.

Camiye geldiğimde ayakkabılarımı çıkartıp içeriye geçtim. Hocayla selamlaştık, içerisi doluydu. Bir köşeye sinip Halil ağabeye edilen duaları dinledim. Hocanın sesiyle Halil ağabeyle hiç tanışmasam da tanışmıştım.

Namaz kıldım amcamdan öğrendiğim gibi. Dua ettim ona, amcamlar da edecek, Atlas da... Ölenle ölünmez diyorlar ya, ben hissediyorum bir yanım öldü benim. Dualarımda yaşatacağım onu. Karanlık ve dar sokaklardan geçerken de anacağım, en aydınlık günümde de. Adı geçtiğinde bir yıl yaşlanacak olsam da hep adını geçireceğim.

 

Loading...
0%