Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Gölge

@pekbiafiliyalnizli

5 yıl önce Diyarbakır

Bu şehre geldiğimden beri en garip hissettiğim günü yaşıyordum. Artık sahiden bu şehirde bir arkadaşım vardı. Bu ufacık adım bile bana kendimi çok iyi hissettirmişti. İki milyona yakın nüfusu olan bu şehirde artık yalnız olmadığımı hissediyorum.

Belçim'in yanından ayrılmış ve özel harekata gelmiştim. Nöbetçilere selam verip odama geçtim. İlk işim aynanın karşısına geçip dişlerimi saymak oldu. Otuz dişim vardı, iki dişim neredeydi lan benim?

Akşam yemeği saati geldiğinde yemekhaneye geçtim. Bu akşam hiç olmadığı kadar sessizdi yemekhane. Fırtına yoktu. Yemeğimi alıp küflü sandalyelerin olduğu köşeye geçtim. Domateslerini ayırdığım yemeğin hepsini yemedim.

Yemeğin ardından hava almak için bahçeye çıktım. Herkes arkadaş grubuyla konuşurken tellerin yanında durmuş sıcak çayımı içerken Belçim'in dağına bakıyordum. Yarın onu orada görebilecektim. İçim sıcak oldu birden, sadece çaydan değildi.

Çayım bittiğinde odama geçtim. Bu saatler hep telefonla görüşme saatlerim oluyordu. Annemle ve babamla konuştum uzun uzun.

''Ergen nasıl?''

''Ergen deme kardeşine,'' diye uyardı annem, ''Tibet'le beraber basketbol oynuyorlar, Halide de yanlarında.''

''Halide yengen basketbola merak salmış çocuklar da öğretmeye çalışıyor. Bu kız basketbol topunu alıp voleybol oynayalım mı diyen kızdı ne ara nba meraklısı oldu.''

Annem babama sert bir bakış attı, ''Halide'ye laf edene bak, sen geçen hafta badmınton topuyla masa tenisi oynamaya çalışan adamsın.''

Babam annemin omzuna düşen kıvırcık saçı severek geriye itti, ''Haklısın karıcığım.''

Evet, evliliklerinde genelde annem haklı olurdu.

''Yengemle spora ilgimiz budur oğlum, sen bizi örnek alma. Ha bir de benden sana tavsiye oğlum, asker bir kadınla evlenme dilleri çok uzun oluyor.''

Annem gülümsedi, ''Dilim uzun diye sevmedin sanki beni? İlk tanışmamızı hatırlasana.''

''Tabii ananla öyle güzel bir tanışmamız var ki, neredeyse dövecekti beni ama olsun. Üç sabimin annesi şimdi.''

Babam anneme sarılıp göğsüne bastırarak saçlarından öptü.

Biz birçok şeyi öğrendiğimiz gibi, sevmeyi de ailemizden güzel öğrenmiştik. Birini seveceksem bunu doğru şekilde yapacağımı biliyordum. Çünkü sevmenin de yanlışı olurdu.

''Dinçer oğlum, bize anlatmak istediğin bir şey var mı?'' diye sordu babam.

Başımı olumsuz anlamda salladım, ''Yok baba.''

''Emin misin?''

''Eminim baba.''

''Anlatmak istemediklerin bizim bildiklerimizden ibaret.''

''Her şeyden haberiniz varsa, neden soruyorsunuz?''

''Çünkü,'' dedi babam ciddi bir sesle, ''Sen anlatmıyorsan bir bildiğin vardır diyoruz.''

''Sana güveniyoruz,'' diye devam etti annem, ''Oraya giderken bize söylediklerin hâlâ kulaklarımızda. Artık tek başıma olmak istiyorum anne, tek başıma sorun çözmek istiyorum baba. Şu hayatta bir şey olmak istiyorum, kendim için hayatın anlamını bulmak istiyorum. Lütfen buna saygı duyun demiştin. Biz sana saygı duyuyoruz oğlum.''

Haklılardı, bunu ben istemiştim onlardan. Hayatım boyunca ne yapsam ben söylemeden haberleri olurdu ve hep benim söylememi beklerlerdi. Her yaşımda bana hep saygı duymuşlardı.

''Ama eğer benim bardağıma dolan sular, tek damla taşarsa o şehre bir ayaz olur eserim. Bunu sakın aklından çıkarma oğlum.''

Annem son sözünü de söyleyip olaya noktayı koymuştu. Bilirdim, yapardı bunu.

Telefon konuşmasının ardından Halil ağabeyin çerçevesini aldım yerinden. Bu odayı temizlemeyi unutsam da o çerçeveye tek toz değmesine müsaade etmiyordum. Sadece bu çerçeveyi silmek için aldığım bezle temizlemeye başladım.

Parlıyordu çerçeve, yerine astım özenle. Karşısına geçtiğimde üzerimi düzeltiyordum. Bazı zamanlar kravat bile takmak geliyordu içimden.

''Belçim ne demek ağabey biliyor musun? Bir kızla tanıştım bugün, aslında bugün değil ama bugün arkadaş olduk,'' Bunları söylerken yüzümde bir tebessüm vardı, ''İsmin güzelmiş dedim ama anlamını bildiğim yok. Güzel olması için anlamının da mı güzel olması gerekir? Bilmem, gerekir mi?''

Uzun uzun baktım fotoğrafına. En sonunda selam vererek yıkıldım karşısından. Acaba hayatta olsaydı beni sever miydi?

Üzerimden çıkardığım ceketi yatağın üzerine fırlattım. Çarşaftan kayıp yere kayarken düşmeden tuttum, buna güzel demişti. Dolaptan askı alıp astım. Üniformalarımın dışında tek askılı kıyafetim de bu ceketti artık.

Üzerimi değiştirdikten sonra spor salonuna attım kendimi. İçeride bulunan polislere selam verip kulağıma kulaklıklarımı taktım. Çantamı kenara bırakarak aletlere uzandım.

Göreve başlamadan önce doksan kiloydum. Onları vermek için uğraşıyordum. Yapılı kaslı bir adamdım. Operasyonda daha aktif olmak için vermem gerekiyordu. Kilolarca şey taşıyorduk üzerimizde, bir de fazlalıklarımı taşımaya niyetim yoktu.

Spora devam ederken içeriye temizlik görevlisi girdi. Onu görünce etrafta gezdirdim gözlerimi benden başka kimse kalmamıştı.

''Kusura bakmayın ben bitince geleyim komiserim.''

''Yok siz başlayın ben bitiriyorum şimdi.''

''Amir kızıyor, boşken yapın diyor.''

''Ben burada yokum.'' dedim sır verir gibi.

Kırklarındaki kadın tebessüm edip işine başladı. On beşli setim de bittiğinde burayı kalabalık etmemek için kalktım. Kadın sandalyeye çıkmasına rağmen yetişemediği camları silmeye çalışıyordu.

Halide yengem gelmişti aklıma. Evlere perde takılacakken ya da cam silinecekken bizi toplar ve ellerimize birer bez verip camları sildirirdi. Temizlik günleri nedense hep Atlas'ın nefesinin kesildiği günlere denk gelirdi. Yengem biz cam silerken çekirdek çitleyerek bize doğru silmemiz için taktik verirdi.

''Ben yardım edebilir miyim?''

Kadın bana döndüğünde elime aldığım cam bezine ve camsile baktı, ''Olur mu öyle şey komiserim.''

Cama adımladım, ''Olur tabii yengem de bize sildirirdi camları. Hem ben memurum daha abla.''

Yengemin öğrettiği kadar camları silmeye başladım. Bu boy boşa yoktu ya.

Ben camları silerken abla da toz alıyordu. Sohbet etmeye başladık.

''Evli misin evladım sen?''

''Yok abla komple bekarım.'' Bu soruya bu cevabı vermemi Halide yengem öğütlemişti.

''Eczacı eş ister misin?''

''Yok abla evlenmeyi düşünmüyorum.''

''O kadar yakışıklı oğlansın, niye?''

''Daha gencim abla.''

''Erkenden yuvanı bilirsin işte ne güzel. Merkezdeki Gül eczanesinde Ebru diye bir kız var benim komşumun kızı. Ah ay parçası gibi. Yolun düşerse bak kıza, o da polis meraklısı valla. Numarası var vereyim mi?''

''Yok ablam olur mu öyle, ben düşünmüyorum evlilik sağ olasın.''

Bir yarım saat daha beni ikna etmeye çalıştı. Ama cevabım aynıydı.

Spor salonundaki camlar bittiğinde elimdeki bezleri bıraktım, ''Başka yardım edebileceğim bir şe var mı?''

''Sağ ol evladım, sen Ebru'yu bir düşün olur mu?''

''Kolay gelsin abla.''

Çantamı omzuma alıp spor salonundan çıkıp odama yürümeye başladım. Kuvvetli esen bir rüzgâr olsa da tek damla yağmur yağmıyordu. O sırada bahçede gördüğüm ikili bu gecenin yağmuru olmuştu.

Zümra ve Kâzım... Kâzım'ın rakı sefası bitmiş, Zümra'da dönmüştü demek. Belki de yemekte birliktelerdi bilmiyordum. Zaten pek iyi anlaşamayan bu ikili için yemeğin sonu kötü bitmişe benziyordu. Ulan Kâzım'la kim niye iyi anlaşsın?

''Bir daha bana sormadan iş yapmayacaksın!'' diye bağırıyordu Zümra. Kâzım'sa onun kadar sinirli değildi.

''Ne yaptık sanki? Her çükü yarak yapma Zümra!''

Yok bu herif de bayağı sinirliydi.

''Benimle böyle konuşma, eğer ben senin anlayacağın dilden konuşursam o kulaklarını kapatmak zorunda kalırsın!''

Zümra kaldığı odaya ilerleyecekken Kâzım gitmesine müsaade vermeden ceketinden tuttu.

''Ne bu atarlar kızım? Ne oluyor sana!''

Elimdeki mataranın ağzını açıp bir yudum su içtik.

''Dünkü çocuğun yanında beni itin götüne soktun bir şey demedim,'' Konu ne ara bana geldi lan. Şurada mataramdan su içiyorum. ''Şefe her taşkınlığımı uçurdun ağzımı açmadım. Her şeye tamam derim ama nefret eder gibi bakma bana, bir konuşursam susmam Zümra.''

''Allah aşkına susma!'' diye bağırdı Zümra öfkeyle, göğsünden iterek uzaklaştırdı Kâzım'ı, ''Hadi konuş! Söylesene bana! Hadi yak canımı!''

Kâzım, Zümra'yı uzaklaştırdı kendinden.

''Çek git odana kızım, o sesine de bir ayar çek. Karşında çömez yok senin!''

''Bir daha bana sakın kızım deme!''

''Çocuklaşma Zümra! Alçalt sesini. Özel harekattayız, evimizde değil.''

''O evin Allah belasını versin!''

''Amin!''

''Senin de öyle!''

''Onu zaten yaptı rabbim.''

Bunların kavgasını izlemek zevkliydi, Halide yengem olsa çekirdek yemeyi tercih ederdi. Çok geçmeden konu çerezlikten çıktı.

''Bir daha benim işime karışırsan canını yakarım Kâzım. Bu benim için hiç zor değil.''

''Bilmem mi? Sen benim canımın nasıl yanacağını bilen tek insansın.''

''Öyle konuşma benimle, gözlerime anlam ifade eder gibi bakınca değişmiyor hiçbir şey. Çünkü artık sen bir anlam ifade etmiyorsun.''

Kâzım kabullenmişlikle başını salladı, ''Eyvallah Zümra.''

Zümra ellerini dağılan saçlarından geçirirken Kâzım'ı parçalayacak gibi duruyordu. ''Beni delirtip nasıl sakin kalabiliyorsun sen? Aklımı kaçıracağım!''

Kâzım aralarındaki mesafeyi kapatıp burun buruna geldi.

''Ne yapayım ulan! Ne istiyorsun? Siktir git dedin siktir oldum! Gel dedin geldim! Yine siktiri çekiyorsun. Bir piç kadar değerli olamadım hayatında, akılsızsın kızım sen!''

Zümra'nın attığı tokadın sesi bahçeye yayılırken Kâzım'ın başı yana düşmemişti bile. Tek bir tokatla yetinmeden yakasına yapıştı.

''Bir daha Cengiz hakkında konuşursan seni öldürürüm Kâzım, inan yaparım bunu!''

''Yaşadığım mı var amına koyayım?''

Kâzım öylece dururken Zümra hiç sakin değildi. Dövüyordu resmen adamı. Bahçeye çıkan amirleri görünce hızla yanlarına adımladım. Kâzım'ı Zümra'nın elinden alıp önüne geçtim, Zümra'yı zor da olsa uzaklaştırdım, ''Amir geliyor komiserim.''

Kâzım sessiz birkaç küfür ederken, nefes nefese kalan Zümra ters bir bakış attı bahçeye geçip giden amirlere, ardından selam verdi. Ortam sessizleştiğinde Zümra hiçbir şey demeden ayrıldı yanımızdan.

Biz de öylece duruyorduk bahçede. Göz ucuyla yanımdaki adama bakıyordum. O ise sakinleşmeye çalışır gibiydi.

''Ne duruyorsun lan?''

Elimdeki matarayı gösterdim, ''Yeni aldım nasıl?''

''Lan siktir.''

Matarayı kafama diktim.

''Beni Zümra'nın elinden kurtardın diye sana teşekkür etmemi mi bekliyorsun amına koyayım?''

''Bu gece mutluyum benden uzak dur.''

''Karıya mı gittin lan?''

''Karı ne lan! Biraz düzgün konuş.''

''Peder öyle derdi.'' diye konuştu sakin bir sesle.

''Senin aklın yok mu? Kaç yaşında herifsin az geliştir kendini.''

''Sen de iyi siktin belamızı gece gece, sus lan.''

''Leş gibi kokuyorsun bir hamama uğra.''

''Aslan sütü içtik birader, senin gibi ılık sütle büyümedik biz.''

''Belli oluyor.''

Odama gitmek için hareketlendiğimde sesi beni durdurdu.

''Dinçer!''

Duraksasam da yüzümü ona çevirmedim, ''Ha, söyle?''

''Yatmadan Zümra'ya baksana, iyi miymiş.''

Başımı salladım kabul edercesine. Odasının olduğu kata adımladım. Kapının önüne geldiğimde iki kere çaldım.

''Kâzım siktir git.''

Kâzım olmak da zor, her an küfür yiyorsun. Ama hak ediyor herif.

''Benim, Dinçer.''

Birkaç saniye sonra kapı açıldı, bahçedeki gibi barut değildi biraz sakinleşmişe benziyordu.

''Efendim?''

''İyi misin?''

''Bunun için mi geldin?''

''Evet.''

Alnını kapıya yaslayıp gözlerini kapadı, kendine gelmeye çalışır gibiydi. Baygın bakan gözleri beni bulduğunda konuştu, ''İyiyim Dinçer, sen nasılsın görüşmeyeli?''

''İyiyim ben de sen pek öyle görünmüyorsun. Omzuna ne oldu?''

Omzundaki bandajı gördüğümü fark edince yakası bol tişörtüyle omzunu kapadı, ''Sıyırdı.''

''İzinde değil miydin sen?

''Dönüş yolunda pusuya düştüm, Kâzımlar yetişti.''

''İçmeye gitmişlerdi.''

''Planları öyleydi ama ben çağırdım. Sonradan hep beraber içmeye gittiler zaten.''

''Beni niye çağırmadın?''

''İllegal bir olay, adın geçmesin istedim.''

''Diğerlerinin adı umurunda değil mi?''

''Onların adı batmış, sen gibi değiller.''

İyi ki çağırmamıştı yoksa Belçim'le arkadaş olamazdım. Her şerde bir hayır gizliydi hakikaten.

Zümra'ya iyi geceler dileyip çıktım. Bahçeye indiğim an Kâzım çıktı karşıma.

''Bak gel dedik, ne uzattın lan iki saat.''

''Sohbet ettik.''

''Arkadaşın mı lan o senin? Ne sohbeti? Komiserin o senin.''

''Kafamı sikme gece gece, uykum var benim.''

Odama yürümeye başladığımda peşimden geliyordu.

''Lan ne konuştunuz? Ne söyledi?''

Odama yürümeye devam ediyordum, ''Kâzım'a sağlam bir aparkat geçirseydim dedi.''

''Zamanında geçirdiklerine saysın.''

''Daha önce vurdu mu sana?''

''Ha vurmuştu.''

''Zümra'ya saygım daha da arttı.''

Odamın önüne gelince kapıyı açtım, Kâzım'sa kapının önünde yavru kedi gibi bana bakıyordu.

''Başka bir şey dedi mi?''

''Demedi, iyiymiş.''

''Nah iyi, ulan ben şu çenemi tutamıyorum. Ağzımın ayarını sikeyim.''

''O konuda haklısın.''

Kâzım'ın bakışları aralık kapıdan odamın içine girmişti. Gözlerine düşen sis perdesiyle bakıyordu Halil'in odasına.

''Gir istersen.'' dedim kapıyı daha çok açarak.

Gözünden düşen yaşı baş parmağıyla sertçe sildiğinde gözleri beni hiç bulmadı.

''İçeride bir iki eşyası vardı, çöpe mi attın?''

''At-''

''Şehit eşyaları çöpe atılmaz çömez. Ortalıktan kaldırılmaz da, her baktığında daha da yanar canın, yanmalıdır da. Şehit olmuş lan adam! Yok hayatta! Bir zahmet acı çekelim amına koyayım. Kolay mı unutmak? Kolay olmasın, Halil'in son nefesi gitmesin hiç gözümüzün önünden.''

Kâzım'ı ilk defa böyle görüyordum. Dağılmış gibi, bitmiş gibi, belki de tüm gibiler fazla.

''Hadi eyvallah.'' diyerek yalpalaya yalpalaya gitti.

Düşeceği sırada koluna girip onu ayakta tuttum. Etrafta amirler geziyordu, bu hâlde odasını bile bulamazdı. Amirlerden birisi görürse ceza alırdı. Zaten meslek hayatının yarısı cezalarla geçmiş bir adam olduğunu öğrenmiştim. Sırtıma alıp odama taşıdım. Yatağın üzerine çöktükten sonra direkt kapadı gözlerini, son sözü Zümraydı.

Ayakkabıları çıkartmak için ayakucuna geçtim, botlarını zar zor çektiğimde burnuma keskin bir koku geldi. Nefesimi tutup botlarını çıkardıktan sonra kokmaması için dışarıya attım.

Üzerini örttükten sonra üstümü çıkartıp yere hazırladığım dandik yatağa yattım. Saat üçe gelmişti ama bir gram uyuyamamıştım Kâzım'ın horlamasına tüm Diyarbakır uyanırdı.

Yastığı kulaklarıma kapatıp tekrar uyumayı denedim. Bu sefer horlama sesi ninni gibi gelmeye başlamıştı ve uyuyabilmiştim.

Sabah gözlerimi açtığımda Kâzım yerinde değildi. Yastığın üzerine çok çirkin bir el yazısıyla 'Beni odana almanın hesabını sonra soracağım ama eyvallah.' yazıyordu. Ulan ben senin horlamanda uyumuş adamım, neyin hesabını soracaksın?

Notu fırlatıp hazırlanmaya başladım. Kahvaltı için yemekhaneye giderken bir kol dolandı omzuma.

Fırtına timi yemekhaneye adımlıyordu.

''Biraz eğil birader, sırık gibisin.''

''Devede de boy var.'' diyen geriden gelen Kâzım'dı.

Dünkü hâlinden eser yoktu, gayet iyi görünüyordu. Toparlamıştı kendisini, ''Dün uykunu iyi aldın mı komiserim?''

Gülümsedi sinirle, ''Hiç rahat edemedim Çömez, dün sanki çivili yatakta yatıyordum anasını satayım.''

''Ben de pek uyuyamadım, bir horlama sesi duydum ama nasıl horluyor öküzün teki.''

''Kim horladı lan?'' diye sordu Efe.

Kâzım sessiz kalırken ben devam ettim, ''Bilmem ama sığırın biri.''

''Kapatın lan şu konuyu, erkek adam horlar.''

''Kâzım ağabey erkek adam kılını almaz, erkek adam horlar, yakında erkek adam sıçmaz diyeceksin amına koyayım ya.''

Kâzım, Efe'yi döverken ben de kahvaltı sırasına girdim. Tabağım dolunca çay aldığım görevliye teşekkür ederek ayrıldım. Elimdeki tabldotla küflü sandalyelerdeki yerimi aldım. Sessizce ettiğim kahvaltının ardından üzerime üniformayı çekip göreve başladım.

Acil görev emriyle armalardaki yerimizi aldık. Bir saatlik yolculuğun ardından olay yerine gelmiştik. Şef'in etrafına toplanıp unsurları ayırmasını bekledik.

''Nişancı mıydın sen çömez?''

Bu adam da iki aydır öğrenemedi, ''Evet şef!''

''Kâzım'ın yanında kal.''

''Hadi Fırtına son kez!''

''FIRTINA SERT ESER!''

Ekibin has keskin nişancısı Kâzım'dı. Bana da ona göz kulak olmak düşüyordu şimdilik. Tüfeğiyle konuşlanacağı binaya adımlarken ben de arkasından etrafı kolaçan ede ede yürüyordum.

''Eskiden kimler arkamdan gelirdi şimdi çömezlere kaldım.'' diye isyan ediyordu.

''Dün yerimde zıbarırken öyle demiyordun.''

Yüzünü bana döndü, "Ben mi dedim lan odana taşı diye. Bana bak dünü kimseye söyleme, ben dönek dedirtmem kendime.''

''Yürü hadi herkes yerine geçti.''

''İlk kurşun senden çıkmasın, dikkat çekme.''

Başımı sallayıp etrafı dokumaya devam ettim. Karşıma çıkan teröristi Kâzım'ın dediği gibi silah kullanmadan etkisiz hale getirip kenara fırlattım.

Binaya çıkana kadar buna benzer beş altı kişi daha çıkmıştı karşıma. En sonunda binaya çıkmıştık. Kâzım tüfeğini konuşlandırıp pozisyonunu aldı hemen.

''Bismillah.''

''Bismillahirrahmanirrahim.''

''Bismillah kabul olmuyor mu?''

''Hoca değilim, oluyordur herhalde.''

Ters bir bakış attı bana, ''Adam gibi koru etrafı, senin işin şimdi ben atışa odaklanırken beni korumak. Anladın mı çömez.''

Hafif bir tebessüm ettim beni aşağılamaya çalışmasına, ''Anlaşıldı.'' Tüfeğime sarılıp onun cephesini korumaya başladım.

Dedikleri gibi çömez olsam da bu işin eğitimini almıştım. Onlar da haklıydı, akademik eğitim sahalardan geçmeden çok anlamsız kalıyordu. Okuldaki gibi değildi burası, karşımda cansız mankenler yoktu. Beni öldürmeyeceğine emin olmadığım okul arkadaşlarımla da dövüşmüyordum. Kasaturasını kalbime saplamayacağına emin değildim kimsenin. Bir aydır bunu çok iyi anlamıştım.

Yarım saat süren operasyonda Kâzım'ı hedef alan adamları ıskalamadan vurmuştum. Operasyon bittiğinde bu durumun Kâzım'ın gözünden kaçmadığını anladım.

''Nasıl vurdun lan hepsini, ilkte?''

Bordo bereliler eğitti beni, ''Bizde boş değiliz.''

''Hadi lan, şansa bala attın tuttu.''

''Seninkiler gibi mi?''

''Bana bak benim nişancılığıma laf etme, ben senin altında bez varken dağlarda şerefsiz aklıyordum.''

''Tamam dedem.''

Kâzım önde ben arkada geldiğimiz gibi indik binadan. Şef acilen başka bir olaya girmişti. Olay yerinde Fırtına hariç bir tim daha vardı. Fırtına'yla tanışıklıkları olduğunda herkes sarıldı birbirine. Ben de olay yeriyle ilgileniyordum.

Teröristi yerden kaldırıp kelepçeleyip armaya soktum. Armanın bagajını kapatıp sırtımı yasladım. Elimdeki eldiveni çıkartırken bana seslenen adama baktım.

''Şşşşttt yakışıklı buraya gel bakayım.''

Bana çağıran adama baktığımda tüm gözlerin üzerimde olduğunu gördüm.

''Halil ağabey yerine ikinizi mi getirdiğiniz lan.''

Halil ağabeye benziyorsun diyordu herkes, sahiden benziyormuşum. Bunu şimdi daha iyi anlamıştım.

''Halil'den yakışıklıymış ha, fişek fişek.''

''Ben Ha-''

Sözümü kesen Kâzım'ın bağırışı oldu.

''Ne Halil'i lan! Şehit oldu Halil. Bu Çömez Halil'in tırnağı olabilir mi!''

''Şaka yaptık Kasap.''

Kâzım adamı omzundan itti, ''Ne şakası İrfan! Dal taşak geçilecek zamanda mıyız lan! Halil şehit oldu sen taşak mı geçiyorsun amına koyayım!''

Komiser de onu omzundan itti sertçe, ''Biliyoruz şehit olduğunu, payın yokmuş gibi konuşma siktirme bana belanı!''

O cümleden sonra Kâzım adama saldırmıştı, kimse araya girmezken dalıp o kavgadan zar zor aldım Kâzım'ı. Diğerleri de karşı tarafı tutuyordu. Kâzım'ı olabildiğince uzaklaştırdım. Çakıl taşları olan yol kenarına kadar geldik.

''Siktir git!'' diyerek itti beni, ''Şu amına koyduğumun timine gelecek ne vardı lan! Vicdan azabından geberirken bir de adamın hayaleti gibi karşıma geçmene ne gerek vardı!''

''Ben mi istedim Kâzım? Ne suçum var?''

''Aynısısın lan, bakışın, duruşun, göz rengin bile aynı. Halil de kızıyordur bana onu koruyamadım diye! Sen de nefret eder gibi bakıp tüm beynimi sikiyorsun! Siktir git!''

''Psikolojin bozulmuş, destek a-''

''Erkek adam psikoloğa gider mi lan!''

''Ben senin düşünce tarzını sikeyim!''

''Siktir git!''

Zümra geldi yanıma, beni uzaklaştırıp Kâzım'ı sakinleştirmek için kaldı orada. Omzuma aldığım yükle timin yanına adımladım. Herkes barut gibiydi. Şef iki timi de bir araya topladı. Zor olsa da araçlara binip merkeze geldik.

Öğleden sonraki saatlerde sadece dosya işleriyle uğraşıyordum. Tüm Fırtına da Kâzım'ı toplamaya çalışıyordu.

İşim bittiğinde odama geçip üzerimi değiştirdim. Dün Belçim'in beğendiği ceketimi giyip cebine yiyemediği çikolatayı koydum. Arka bahçedeydi Fırtına, göz göze geldiğimizde Kâzım ağzını okuduğum kadarıyla küfretmişti.

Kolay olanı seçip beni suçluyordu. Bilmeden benim de günahıma giriyordu. Ne suçum vardı desem de anlamazdı. Çünkü anlamak istemiyordu. Bilmiyordu aslında, bana böyle davranacak vicdanını temizlemeye çalışıyordu.

Bir daha onu bulmayan gözlerim sahibini ararcasına gezintiye çıktı. Pamuk'u kurtardığım teli geçip Belçim'e bir adım attım. Onun tarafına geçtiğimde yüzümdeki hüznü gömmek gelmişti içimden. Kim sürekli üzgün biriyle arkadaş olmak isterdi ki?

Dün orada olacağım demiş ve sözünü tutmuştu. Şimdi hep oturduğu o ağacın altında otlayan hayvanları izliyordu. Gözleri beni bulduğunda dudaklarındaki hafif kıvrımı gördüm.

Yanına adımladım, içimden koşmak gelse de durdurdum kendimi. Beni hevesli sanmasını istemiyordum.

''Merhaba Belçim.''

''Hoş geldin.''

Bacaklarıma dolanan Pamuk'u eğilip sevmeye başladım, ''Ayağı iyileşti mi?''

''Yarış yapsanız seni geçer, o kadar iyileşti.''

''Yalnız benim atletizm de derecem var.''

''Pamuk'un da güzellik yarışmasında derecesi var, değil mi kuzum?"

Pamuk onaylar gibi meeledi, "Bak kabul ediyor."

Başımı kaldırıp Belçim'e baktım, ''Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

''Hayır ne münasebet. Gerçekten kuzu güzellik yarışmasında ikinci oldu. Seneye burnunu yaptırıp gireceğiz, inşallah birinci olacak.'' dedi neşeli bir sesle.

''E dizi oyuncusu olmamış?''

''Teklifleri değerlendiriyoruz, ben menajeriyim.'' dedi saçlarını omzundan geri atarak.

''Güzelmiş.''

Ağacın altına oturacağım sırada bir minder uzattı, ''Al üzerine otur insanı toprak çeker derdi ninem.''

Minderi aldım, ''Benim canım toprak çekiyor.''

''Depresifsin bakıyorum.''

''Yok, öyle değil. Çocukken toprak yermişim, annem anlatırdı canım çekti şimdi.''

Gülümsemesini dudaklarını ağzının içine alarak engellemeye çalıştı, ''E bir parça ye istersen.''

''Çok kibarsın.''

''Ben de çocukken tahta emermişim, ninem söylerdi.''

''Fare misin sen?''

''Ön dişlerim ondan mı uzun acaba?'' Dedi düşünceli bir sesle.

Hevesle konuştum, "Ha bu arada dün ben dişlerimi saydım, 30 tane dişim varmış.''

''Hadi be.'' dedi üzgün bir sesle.

''Niye öyle dedin şimdi?''

''Otuz ikiden az dişi olanla konuşmuyorum ben. Ninem bir dişi eksik olandan, bir de aklı eksik olandan korkacaksın derdi.''

''Aklımın eksik olmaması kurtarmıyor mu?''

''Bu kız sana torpil geçebilir, sonuçta Pamuk'u kurtarmışlığın var.''

Hâlâ yanı başımda otlayan Pamuk'un başını okşadım, ''Birincilik senin hakkındı Pamuk.''

Pamuk meelediğinde kız onu çevirdi.

''Eyvallah diyor.''

''Anlıyorum.''

Pamuk yanımızdan ayrılmıyordu, özel hayata saygısı yoktu bu kuzunun.

''Nasılsın?'' diye sordum Belçim'e bakmadan.

''İyiyim, işimde gücümdeyim.''

''Naneleri güneşe serdin mi?'' Bu soru nereden çıktı lan?

''Evin damına serdim, güneş ışığında güzelce kururlar. Selvi unutmazsa ben gelmeden alır damdan, yağmur düşerse ziyan olur emeklerim.''

''Selvi kim?''

''Amcamın kızı, benden bir yaş büyük.''

''Kuzeninle iyi anlaşıyor musunuz?''

''İyi kızdır Selvi, bazen dayanılmaz oluyor ama severim.''

''Biz çok iyi anlaşırız kuzenlerimle, kardeş gibiyiz.''

''Kardeşin var mı?''

''İki tane erkek kardeşim var, senin?''

''Bir ağabeyim var, dört tane de erkek kuzenim. Selvi ve ben tek kızız evde.''

''Kuzenlerinle aynı evde mi yaşıyorsunuz?''

''Evet.'' derken gözlerini kaçırdı.

''Kaç yaşındasın Belçim?''

''21.''

''Okula gidiyor musun?''

Duraksayıp gözlerini kaçırdı, "Bu konuyu konuşmasak olur mu?''

''Tabii, kusura bakma lütfen. Ben seni tanımak için sordum.''

Dik bakışları tekrar yüzümü buldu, "Tahsilim olmasa benimle arkadaşlık etmez misin?''

''Hayır, niye öyle bir şey yapayım ki?''

''İyi yapma zaten.'' dedi hafif bir tebessümle.

''Yapmam.'' dedim tebessüm ederek.

Dün beğendiği ceketimin cebinden iki tane çikolata çıkartıp birini ona uzattım.

''Teşekkür ederim.''

''Bu sefer kuzenine kaptırma.''

Gülümsedi, ''Selvi çikolatayı çok sever.''

''Sen sevmez misin?''

''Bilmem, severim herhalde. Çok yemiyorum ama.''

Çikolata paketini açacakken durdurdu beni, ''Dur hemen şeker yeme, otlu gözleme var yanımda.''

Hızlı hızlı çantasından beyaz tabağa jelatinle sarılmış gözlemeleri çıkardı. Neydi lan bu çantanın adı? Hah çıkın.

''Mis gibi koktu.''

''Ispanaklı sever misin?''

''Severim.''

Bir tane gözlemeyi peçeteye sararak uzattı bir ısırışta yarısını almıştım.

''Senin için iki tane getirmekle iyi yapmışım.''

Belçim'de gözlemeden bir ısırık aldığında ona baktım ağzımdakileri yutup, ''Aslında çok yemek yemem.''

''Elim lezzetlidir, sen de haklısın.''

''Eh idare eder.'' diyerek gözlemeyi yemeye devam ederken Belçim'in kaşları çatılmıştı hemen.

''Ben dokuz yaşımdan beri yemek yapıyorum.''

''Neden?'' diye sordum düşünceli bir sesle, bir kız oyun oynamak yerine o yaşta neden yemek yapardı?

''Ninem erken öğrenmemi isterdi, ben de çabuk öğrendim.''

Sadece o kadar mı Belçim? Neden dahası var diyor içim?

''Sen neden polis oldun?'' diye sordu aniden.

''Elim silah tutacaktı, ya asker olacaktım ya polis.''

''Niye ille de silah?''

''Çocukluğumdan beri öyle istiyordum.''

''Anladım.''

''Sen? Ne olmak isterdin?''

''Hava da güneşli bugün."

Bu konulardan hoşlanmıyordu, ''Evet, güzel hava. Ben kasvetli havalara düşkünüm ama.''

''Havalar soğursa hayvanları otlamaya çıkartamam, başka bir iş bulmam gerekir. Eskiden hep ikinci planım olurdu, aniden mevsim değişirse işsiz kalırım.''

''O zaman uzayabildiği kadar uzasın yaz.''

''Niye?''

Meraklı yüzüne baktım

"Seni görmek istiyorum da ondan.''

Ufacık bir tebessüm yayıldı dudaklarına,
"Pamuk dersin diye düşünmüştüm.''

İsmi geçen Pamuk hemen sırnaştı bana, ''Tamam kızma, seni de görmek isterim.'''

Pamuk tekrar meelediğinde Belçim çeviri işini üstlendi, ''Bir zahmet diyor.''

Gülümseyerek sevdim beyaz tüylerini.

Yemeklerimiz bitmiş ve ağacın altında sohbet etmeye devam ediyorduk.

''Yarın da ben yemek getireyim, ne seversin?''

Şaşkınca bana çevirdi yüzünü, ''Sen yemek yapmayı biliyor musun?''

''Hayatımı devam ettirecek kadar yapabiliyorum.''

''El açması börek çekiyor canım, yarına yaparsın artık.''

El açması börek ne lan? Yutkunup sordum, ''Yufkadan da yapılabiliyor Belçim, iki peynir koy katla.''

''El açması böreğin yerini tutar mı Dinçer? Mis gibi peynirli, maydanozlu. Uf bak ağzım sulandı.''

Nasıl yapılıyordu lan el açması börek? Hiç yapmadık ki. Şimdi yan çizmekte olmazdı, ''Tamam, yarın aç gel.''

Kaşlarını kaldırdı inanmaz gibi, ''Yapacak mısın yani?''

''Tabii parmaklarını yiyeceksin.'' Bu ne iddia ulan Dinçer!

''Peki, merakla bekliyor olacağım.''

Ben de şimdiden duaya başladım Belçim, umarım yapabilirim.

''Mesleğinde mutlu musun?''

İç çektim, bir süre sessizlik esir aldı beni.

''Mutsuzsun galiba, bu sessizlik o mu demek?''

Başımı salladım, ''Aslında mutluyum Belçim, yani polis olduğum için. Ama dahil olduğum timle pek anlaşamadık. Haksızlık ediyor bana. Günahsız yere günah oldum içlerine anlayacağın. Belki de tüm suçu yıkacakları bir çömez arıyorlardı o ben oldum.''

''Dışlıyorlar mı seni?'' diye sordu, ''Bu yalnızlığın sebebi o mu?''

''Evet, o. Kabullenemediler beni.''

''Bir suçun olsaydı eğer, suçum var der miydin?'' diye sordu.

''Derdim, ben kendini bilen bir adamım. Çok hatam olmuştur belki ama onlara bir yanlış yapmadım.''

Kaşları çatık bir şekilde dinlemişti beni, ''Anlıyorum. Dışlanmak bana okul hayatımı hatırlatıyor, abim de dışlanırdı hep. Kötü bir duygu.''

''Özünde iyi insanlar ama...''

''İyilerse cennete gitsinler Dinçer. İnsanın çevresine göstermediği iyiliğin bir önemi de kalmaz. İnsanlara faydası olmayanları, ölülerden sayın gitsin.''

''Haklısın.''

''Ayrıca Dinçer, izin ver herkes hak ettiğini yaşasın. Susma, hakkını ara hep.''

Dik başlı tavrı çok hoşuma gitmişti.

''Eğer onlar seni yalnızlaştırdı diye üzülüyorsan, üzülme. Bazen yalnızlık kalabalıktan da güzel.''

''Ben kalabalığımı buldum.'' derken yüzümde bir tebessüm geziniyordu.

Telefonumun sesi bakışlarımı Belçim'den çekmeme neden oldu. Şu an arayana küfredebilirdim. Zümra arıyordu.

''Efendim Zümra?''

''Merhaba Dinçer neredesin?''

''Dışarıdayım.''

''Arkadaşın falan yok gündüz vakti nereye gittin?''

Bunlar sahiden hayatı Fırtına'dan ibaret sanıyorlardı, ''Önemli bir durum mu var?''

''İşim var seninle, gelsene merkeze.''

''Çok mu acil?''

''Senin işin önemli galiba.''

''Evet önemli.''

''Benimki de önemli, hemen burada ol. Bu bir emirdir.''

''Emredersiniz komiserim!''

Telefonu kulağımdan çektim.

''Gitmen gerekiyor galiba?''

''Komiserim çağırıyor.''

''Kadın polisler çok havalı oluyor.'' dedi anlayamadığım bir tınıyla.

''Bilmem, öyleler herhalde.''

Başını salladı, ''Öyleler.''

Ulan o kadar zaman adam yerine konulmamıştım, sırasıydı mıydı şimdi beni aramanın? İstemeye istemeye kalktım Belçim'in yanından.

"Elimde olsa gitmezdim."

Oturduğu yerden kalktı hırsla.

''Kibarlık etmene gerek yok, git komiserin bekler.''

Niye dik dik konuşuyordu bu kız?

''Belçim, yanlış bir şey mi yaptım?''

''Hayvanlarım beni bekler, zaten benim de işim vardı. İyi akşamlar sana.''

Arkasını döndüğünde birkaç adımla önüne geçtim, ''Börek neyli olacaktı?''

''Zıkkımlı.''

''Kavurayım mı?''

''Tavada çevir bir tur.''

''Peki.''

Kızgın kızgın hayvanlarının yanına adımladı. Arkasında öylece kalmıştım.

''İyi akşamlar demeyecek misin?'' Diye bağırdım arkasından.

''Gitmeden hakkın olan gözlemeyi al, yük yapmasın bana.''

''Ha ondan yani?''

Yanına ulaştığı huysuz hayvanları birbirinden ayırdı.

''Başka neden olacak?''

''Bilmem aklıma bir şeyler geliyor ama."

Memnuniyetsiz yüzü ve çatık kaşlarının hedefi oldum.

''Sizi eğitimde çok mu bağırttılar? Sesin çok çıkıyor.''

Başımı salladım, ''Valla çok bağırttılar.''

''Hadi bekletme komiserini.''

''İyi akşamlar.''

''Pek öyle görünmüyor.'' diye söylenip iyice uzaklaştı benden.

Rüzgâra karışan kıvırcık saçlarını izledikten sonra gözlememi de alarak oradan uzaklaştım. Şimdi bahar mevsiminden kışa geçiş yapacaktım. Bir yanım geride kalsa da bedenen merkeze varmıştım.

İlk işim Zümra'yı aramak oldu, onu bulmak da uzun sürmedi zaten. Fırtına'nın hep takıldığı odada oturuyordu.

''Hoş geldin Dinçer, otur.''

İşaret ettiği sandalyeye oturdum. Zümra uzatmadan konuya girdi.

''Kâzım'ın bugünkü taşkınlığıyla alakalı sorguya gireceğiz, amirlerin kulağına gitmiş. Hep beraber bir karar aldık, Kâzım'ı koruyacağız.'' Önüme bir kağıt sürdü, ''İfademiz bu olacak, sen de Kâzım'ı korur musun?''

Kağıda bir bakış bile atmadan geriye yaslandım.

''Bana yalvarsın korurum.''

''Ne?''

Onun aksine oldukça rahattım, ''Duydunuz komiserim, rica etsin, özür dilesin falan işte.''

''Dinçer!''

''Ne Dinçer? Adamın geldiğimden beri yapmadığı şey kalmadı. Saf gibi acısı var diye eyvallah mı diyeceğim? Benim bir suçum olmadığı halde sürekli üzerime geldi, cezasını çekmeli. O kadar delikanlı madem, sorumluluk da alsın.''

Zümra bu sözleri benden beklemiyor olacak ki şaşkındı, şaşkın olduğu kadar da sinirli.

''Yakışmadı bu sözler sana.''

''Bu adamın her gün bana psikolojik baskı yapması yakışıyor muydu?''

''Yanlış yanlışsa örtülmez.''

''Ben yanlış değilim komiserim, yanlış olanlar düşünsün. Sen de ona iyilik yaptığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Şimdi arkamdaki lavaboya girmiş bizi dinliyor. Klozeti teklemiyor belki, aynayı yumruklamayı düşünüyor. Tutup kolundan bir psikoloğa sürükle. En iyisini yaparsın.''

''Haddini aşma.''

''Siz hepiniz Kâzım'ın gölgesi altında olabilirsiniz ama ben değilim. Bu sözlerimin bir bedeli olacak, biliyorum. Ama umurumda bile değil. Artık herkes hak ettiğini yaşasın.''

 

Loading...
0%