Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Havaya Karışan Hisler

@pekbiafiliyalnizli

Medya: Dinçer

Bu bölüme Ayaz'dan biri yetişmedi gelecek bölüme diyelim 💫

Sınır koymaya karar verdim 1000 yorum, 600 beğeni.

5 yıl önce Diyarbakır

Zümra'nın odasından çıktığımda omzumdaki yüklerin azaldığını hissediyordum. Susarak üzerime aldığım yükleri boşaltmıştım. Hiçbir zaman ezik bir adam olmamıştım ben, her şeye bir saygım olduğundan sesimi az önceki kadar yükseltmemiştim.

Ben onları anlamaya çalıştıkça onlar benden harcamaya devam etmişti. Hayır sabrım dolmamıştı, ya da sinirimin son raddesine gelmemiştim. Sadece artık sabretmem gerekmediğini anlamıştım.

Belçim'in sözlerinden sonra daha iyi anlamıştım susmanın bir işe yaramadığımı. Haklıydı Belçim, sözleri içimdeki hırsı daha da körüklemişti. Farkında olmasa da bana çok iyi gelmişti. Ben ona iyi ki gitmiştim.

Merkezden çıkıp yakınlardaki bir pastaneye adımladım. Tezgâhın başındaki kadına burada börek yapıp yapamayacağımı sordum.

''Televizyon programımı mı çekiyorsunuz? Hangi kanal?''

''Yok, hobi olarak börek yapmak istiyorum ben.''

''Ay zaten hiç sevmem öyle programları, şehrin yarısını yiyip geri dönüyorlar.''

''Ben kendi hâlimde bir tepsi börek yapıp gideceğim. Ücreti hiç sorun değil.''

''Orası belli oluyor.'' dedi beni süzerek. Zengin mi duruyordum ben? Bilmem kendime hiç o gözle bakmamıştım.

Mesela Atlas çok zengin dururdu, giyimine benim paramı harcardı. Buna rağmen benden giymeye devam ederdi. Demir çok klasik ama güzel giyinirdi. Babam amcamdan kıyafet alır, Fırat amcamla beraber giyerlerdi. Ailemizdeki tek kız çocuğu olan Yaz'ınsa bizim yüzümüzden kafası karışıktı.

Ali amcam ona Beşiktaş forması giydirirken, babam tütü giydirirdi, Fırat amcamsa Ali amcamın dayağını göze alarak asker üniforması alırdı Yaz'a.

Pastanenin mutfağına geçtiğimde kadın malzemeleri çıkartmaya başladı. Hayatımda ilk defa börek açacağım için garip hissediyordum.

''Malzemeler bunlar, bak bu kağıda nasıl yapacağını da yazdım. Çok dağıtma ortalığı. Beni de çağırma.''

''Merak etmeyin çağırmam yaparım ben bu işi.''

Aradan geçen on dakikadan sonra ablayı yanıma çağırırken bulmuştum kendimi.

''Elime sardı bu hamur, yapıştı bırakmıyor.''

''Hay Allah kolunu kessek mi?''

''Abla dalga geçme, hepsi elimde kaldı ne yapacağım.''

''Un at, un.''

Hamurla cebelleşmem bir saati bulmuştu. Açması daha da zordu, börek yapmak bu kadar zorsa niye yapıyor bu insanlar?

Börek bittiğinde rahatlamıştım.

''Biraz kalın oldu ama güzel değil mi?''

''Bana bak oğlum, bu böreği yiyip beğenen bir kız olursa hiç düşünme onunla evlen.''

''Abla dur ortalığı karıştırma şimdi.''

Böreğin fotoğrafını çekip Belçim'e atmak istesem de telefonunu almadığımı fark ettim. Atlas olsa kızardı bana. Olmadı dumanla haberleş Dinç? Derdi. Onun bu konularda benden çok yetenekli olduğu açıktı.

Sabah almak üzere ayrıldım pastaneden. Gündüz görev olursa böreğe elim değmezdi. Akşamdan halletmem iyi olmuştu. Elim değmez falan, iki börek yapınca hemen hanımlar gibi konuşmaya başlamıştım. Şu hâlime gülerek özel harekata adımladım.

Akşam yemeğini kaçırdığım için yanıma aldığım bir iki ıvır zıvır poşetiyle beraber merkeze girdim. Adımımı atar atmaz bahçedeki polislerin bakışı beni bulmuştu. Nöbetçiye selam verip odama yürürken bir ses duyuldu.

''Dinçer!''

Durdurdum adımlarımı, her zaman bahçede olan Fırtına'nın hedefinde yine ben vardım. Kâzım'dı bana seslenen. Adımlarını tam karşımda durdurdu.

''Hani sana Halil'e benziyorsun demiştim ya. Sen Halil'in kesip attığı tırnak olamazsın."

Ağır geliyordu Halil ağabey üzerinden söylenen sözler.

Başka da hiçbir şey söylemeden çekip gitti. Aldırmamışım gibi görünsem de içinde Halil ağabeyin geçtiği sözler yakıyordu canımı. Kimdim ki ben benim üzerimden anılıyordu? Bir şehit böyle anılmayı hak etmiyordu.

Odama geçip kapıyı kapadım sertçe. Elimdeki poşeti masanın üzerine bıraktıktan sonra ceketimi çıkartıp elimi yüzümü yıkadım. Nemli elimle saçlarımı düzeltip banyodan çıktım. Dışarıdan gelince kendimi hep Halil ağabeyin karşısında buluyordum. Şimdi de kendime intizam verdikten sonra karşısına geçmiştim.

''Bugün seninkilere hak ettikleri karşılığı verdim. Sen olsan kızar mıydın bana? Sen olsan hiçbir şey böyle olmazdı. Belki ben burada bile olmazdım. Herkes senden bahsediyordu ilk geldiğim günler. Timin toparlayıcısı senmişsin, sen yokken öyle dağınıklar ki kendi hallerinden haberleri yok. Eğer başlarında olsaydın ağabey böyle olmazlardı. Öyle çok arıyorlar ki seni, sende beni görmekte nefret ediyorlar.

İç çekip devam ettim sözlerime.

''Kimim ki ben? 23 yaşındayım daha. Yeni başlamışım göreve, sen kadar iyi değilim. Dünkü çocuğum, çömezim hatta. Ben yerimi bu kadar iyi bilirken seninkiler beni daha da gömmeye çalışıyorlar ağabey. Bugün olması gerekeni yaptım, beni daha zor günler bekliyor biliyorum. Allah yardımcım olsun.''

Her konuşmamızın ardından ona yolladığım dualara bir yenisini daha ekleyip ellerimi yüzüme sürdüm.

Poşettekileri çıkartıp karnımı doyurduktan spor çantamı sırtıma vurarak odamdan çıktım. İlk durağım poligon olmuştu. Boş kaldığım vakitler buraya uğrayıp stres atıyordum. Kulaklığımı takıp atışlara başladım. Her kurşun sesinde bir aykırı ses yankılanıyordu kafamda.

''Halil'in yerini aldın! Kanı kurumadan yerleştin! Çömez! Tırnağı olamazsın!''

Hırsla tetiğe basarken son kurşunda beraber kulaklığımı çekip fırlattım. İçimdeki sıkıntı geçmeyecekti değil mi?

Bu huzursuzluğa alışık değildim ki ben. Ailemden böyle görmemiştim. Hiçbir zaman bu kadar sıkıntılı hissetmemiştim kendimi. Kendimi aşmaya geldiğim bu şehirde çakılıp kaldığımı hissediyordum.

Yere bıraktığım çantamı alıp spor salonuna attım kendimi. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp spor yapmaya başladım. İyi bir polis olacaktım, sahada da birinci adam olacaktım, iyi bir nişancıydım zaten. Daha da geliştirecektim kendimi. Ben saygı istiyordum, onlar göstermiyorlarsa bu saygıyı söke söke alacaktım.

Her zamankinden fazla setlerle yaptığım sporumun sonu gelmek bilmiyordu. Müzik dinlerken sessize aldığım telefonuma baktığımda yengemden arama olduğunu gördüm. Üzerimi giyinip terlerimi sildikten sonra boş salonda duvar dibine çöküp yengemi en sevdiği şekilde yani görüntülü aradım. Birkaç çalışın ardından yengemin gülen yüzünü gördüm. Her zamanki gibi hastanedeydi.

''Yakışıklım?''

Gülümsedim, ''Yenge, nasılsın?''

''Seni gördüm çok daha iyi oldum. Sen nasılsın oğlum?''

''İyiyim yenge iş güç işte.''

''Zayıflamış gördüm seni.''

''Bilerek kilo veriyorum yenge.''

''Biliyorum annen anlatıyor, sürekli oradaki spor salonundaymışsın.''

''Başka neler anlatıyor annem?''

Tek kaşını kaldırdı, ''Sen benim ağzımı mı arıyorsun?''

''O'ydu amacım ama o kadar askerin içinde senin de ağzın sıkı olmuş yenge.''

''Tabii olacak o kadar, benden asla sır çıkmaz Dinçer.''

''Bilmez miyim yenge.''

Masasının üzerindeki çerçeveyi alıp gösterdi, ''Baksana şu resme, evde buldum bugün. Hemen çerçeveye aldım.''

Yengem çocukken sürekli bizim fotoğrafımızı çekerdi. Bazen Demir yeto dese de Atlas hemen göbeğini içeri çekip poz verirdi. Ben de kameraya bakmazdım.

Fotoğrafta elimi çeneme yaslayıp boş gözlerle bakıyordum.

''Atlas'la kavga etmiştiniz burada, kardeşin ağlayınca üzülmüştün.''

''Atlas hak etmiştir.''

''Senin beslenme çantanı sınıf arkadaşına satmıştı.''

''Hak etmiş.''

Yengem çerçeveyi masasının üzerine dizdi, ''Olsun siz yine de çok tatlı kardeşlik yaşadınız. Kah sen Atlas'ın kafasını yardın, kah o seni merdivenden itti, kah ağaçta düştünüz, kah kene ısırdı... Ama mutluydunuz.''

Çocukluğumuzu tüm bu yaşananlara rağmen az hasarla atlatmıştık.

''Çocukken tatlı mıydım yenge?''

''Tabii çok tatlıydın, şimdi de nasıl yakışıklı bir adamsın.''

''Sen de gittikçe gençleşiyorsun yenge.''

''Sen öyle diyorsun ama dün Atlas ne dedi bana biliyor musun? Jüjü'ye estetik yaptıracağız, sen de gel dedi. Ne demek istiyor bu çocuk Dinçer?''

''Ayıp etmiş öküz yenge.''

''Öküz deme benim tatlıma.''

''Ama öküz yenge, senin kadar güzel bir kadına öyle denir mi?''

''Haklısın, de.''

Yengemle karşılıklı gülümsedik.

''Terlemişsin Dinçer, soğuk alırsın.''

''Ne güzel işte bana bakarsın yenge.''

''Tabii bakarım ben sana, hemen yanına gelirim.''

Hasta olasım gelmişti, ''Merak etme yenge bünyem güçlüdür benim.''

''Bilmez miyim, çocukların içinde en az hasta olan sendin. Hatırlıyor musun bir kış mevsiminde herkes yatak döşek yatarken sen ayaktaydın bir tek. Dışarıda seninle kardan kadın yapmıştık kardeşlerinde bizi kıskanmıştı. Zaten siz çocuklar beni hep kıskanırdınız.''

''Evet yenge, sen bizim bir tanemizsin.''

Güldü yengem, ''Ay az önce Mustafa da öyle söyledi, şımarırım bak.''

''Şımar yenge, senin hakkın. Mustafa ağabey nasılmış?''

''Az önce annesinden köy sobası yakmayı öğreniyordu. Küçüklüğünden belliydi annesi gibi olacağı.''

''Yaz peki? Demir?''

''Demir hafta sonu geliyor kuzum, keyfi yerinde. Kız kardeşin da amcanı çağırmış yanına. Ameliyatım vardı gidemedim. Biraz endişeliyim Dinçer, amcan okuldan çıkıp yanıma gelecek her şeyi öğrenirim.''

''Yaz amcamı yanına çağırdıysa ağlar.''

''Ağlar, babasından başka kimseye ağlamaz senin o inatçı kardeşin. Çok şeye de ağlamaz, endişelendim.''

''Birilerini özlemiştir yenge, ondandır belki. Kavgaya karışsa ağlamaz Yaz.''

''O da özleniyor mudur o taraflarda?''

''Daha çok özleniyordur.''

Bir dakikalık bir sessizlik oluştu aramızda.

''Dinçer,'' diye fısıldadı yengem kameraya yaklaşarak, ''Var mı birileri?''

Çöpçatan yengem iş başındaydı, ''İşimde gücümdeyim yenge.''

''Ben de işimde gücümde ve de Alideydim oğlum.''

''Benim henüz öyle bir durumum yok yenge.''

''Ben sizin yaşınızdayken, neyse. Bir şeye ihtiyacın var mı bakayım?''

''Yok yenge her şeyim var.''

''Maaş gününe daha var, diplomanı alınca maddi olarak kendin ayakta kalmak istemiştin takdir ettim seni. Bunu başarabilirsin de biliyorum ama ben yine de biraz para gönderdim hesabına, sonuçta bu da senin paran sayılır. Kabul etmezsen darılırım.''

Sen bu kadar tatlı şekilde ısrar edersen nasıl kabul etmem yengem, ''Sağ ol yenge, amcam da atmış geçen gün. Annemle babam da boş bırakmıyor. Atlas'a atın diyorum iyice zengin ettik adamı.''

''Öyle deme Atlasıma, o da çok çalışıyor.''

Yengem hiçbirimize kıyamazdı.

''Yenge sana bir şey sorabilir miyim?''

''Sor tabii oğlum.''

''Belçim, ne demek?''

''Gelimin demek!''

''Hayır yenge öyle değil. Anlam olarak ne demek, yok öyle bir şey henüz.''

''Henüz,'' diyerek gülümsedi, ''Peki. Belçim,'' diyerek masasının üzerinden bir gül aldı eline, yaprakları ayırmaya başladı, en küçük yaprağı tutup bana gösterdi, ''Belçim bu demek, gülün içindeki en ufak yaprak.''

Anlamı da kendisi kadar güzelmiş, ''Teşekkür ederim yenge.''

''Niye sordun?''

''Hiç, merak.''

Munzur bir ifadeyle gülümsedi yengem , ''Belçim hanımdan bana bahsetmek istediğin zaman seni uzun uzun dinlerim.''

Gülümsedim, ''Yenge sadece arkadaşım.''

''Bilirim ben o sadece arkadaşlıkları, valla amcan da benim babamın askeriydi sözde.''

''İyi ki gerisi de gelmiş.''

''İyi ki.''

''Aradığın için sağ ol yenge, sohbetini özlemişim.''

''Ben komple seni özledim, bir uçak biletine bakar sana sarılmam biliyorsun değil mi?''

''İzinde yanındayım.''

''Hele olma.''

Yengemle uzun sohbetimizin ardından vedalaştık.

''Benim hüzünlü melankoliğim. Görmesini bilene öyle güzel bir yüreğin var ki senin. Güzel çocuğumsun sen benim. Mesleğinin başında pırıl pırıl bir adamsın şimdi. Gurur duyuyorum seninle.''

Yengem bana kendimi çok büyük bir şeymişim gibi hissettirirdi. Bu hâlâ böyleydi. Telefon kapandığında yüzümde bir tebessüm asılıydı.

Spor salonunun kapısından girenlerle yüzümü topladım. Eşyalarımı alıp spor salonundan ayrıldım. Temiz kıyafetlerimi yanıma alarak duşa adımladım. İçerisi her zamanki gibi doluydu. Tanıdık olarak Efe ve Feyyaz vardı.

''Dinçer benim şampuan bitmiş bir avuç verir misin?''

Şampuanı uzattım, ''İstediğin kadar al.''

''Markası ne lan bunun, yabancı?''

''Sıradan bir şampuan işte.''

Efe kapağını açıp avcuna sıkmaya başladı. Tanımadığım bir polis daha uzandı şampuanıma.

''Ben de alayım mı birader, güzele benziyor lan.''

''Al tabii.''

''Bitirmeyin herifin şampuanını.

O sırada havlusu omzunda Kâzım girdi içeriye.

''Efe şampuan ver lan.''

''Benim de yok, Dinçer'inki güzel kokuyor vereyim mi?''

''Yok ben Hacı Şakir'le yıkarım.''

''Kasap ağabey almıyorsa ben alayım mı Dinçer?''

''Alabilirsiniz.'' diyerek ortaya bıraktım şampuanı. Elden ele yayılan şampuanın değeri yoktu benim için.

''Bitirmeyin herifin şampuanını,'' diye söylendi Kâzım, ''Daha yıkanmadı adam.''

Kâzım'ın sözü üzerine şampuanım elime geçti. Boşalan kabinlerden birine girip yıkanmaya başladım. Şampuanı banyoda bırakarak eşyalarımı alarak odama adımladım.

Beni kapımın önünde sivil kıyafetleriyle Zümra karşılamıştı.

''Biraz müsaitsen konuşabilir miyiz?''

Son görüşmemize göre oldukça sakin duruyordu, ''Eşyalarımı odama bırakayım geliyorum komiserim.''

Spor çantamı yatağın ucuna bırakıp Halil ağabeye selam verdikten sonra Zümra'nın yanına gittim. Eğitim alanı için ayrılan arka bahçede yürümeye başladık.

''Bugün saçmaladım.''

O sözlerin kadını değil gibiydi zaten.

''Haklı olduğunu bildiğim hâlde üzerine gelmem saçmalıktı. Adına ne koyarsan koy işte. Özür dilerim.''

Başımı salladım usulca. Biraz yürüdükten sonra lambalarla aydınlatılmış bahçede banka oturduk. Ben sustum Zümra kendini açıkladı.

''Hayat herkesi bir yerlere sürüklüyor, benim de sürüklendiğim yer Fırtınaydı. Bu time geldiğimde sen kadardım. Biz zamanla birbirine bağlanan sıkı bir ekip olduk. Çok iyi ekip derler bize, evet sahada öyleyiz ama gerçekte çok daha iyi ekibiz. Birbirimize bağlılığımız sana göre arızalı olsa da aile gibiyiz.''

Yüzüme bakarak konuşmaya devam etti.

''Her insan senin kadar şanslı olamıyor Dinçer. Belli kendini iyi yetiştirmişsin. İyi bir ailen var.''

''Bunun için bile beni suçluyormuş gibi konuşuyorsunuz. Evet çok iyi bir ailem var, sizin olmaması benim suçum değil. Bunları aşamamış birkaç insanın içinde var olmaya çalışmak zor.''

''Sakin ol,'' dedi gülümseyerek, ''Öyle bir amacım yoktu, yanlış anladın. Sana kendimizi yanlış anlattık belki de. Yapıcı bir konuşma yapmak amacım.''

''Dinliyorum.''

''İyi bir aile, temiz bir hayat bir insanın en büyük şansı Dinçer. İçerisinde olduğun için belki bilmiyorsun, ama öyle. Kâzım'ın öyle değil ama. Hayatında başardığı tek şey polis olmak. Bu mesleğe de maaşına da ihtiyacı var. Bakmak zorunda olduğu yaşlı anne babası var. Birisi huzurevinde diğer akıl hastanesinde. Psikoloğa gidin diye bağırıp çağırmakla olacak işler değil bunlar. Herkes için değişmek öyle kolay değil. Kâzım'ın yaşadıklarının yarısını yaşamış olsan sağlıklı bir adam olmazdın.''

Ağır gelmişti üst üste öğrendiklerim.

''Üzüldüm.''

''Kâzım sorunlu bir adam, farkındayım. Onu en iyi ben tanırım. Ama inan kötü bir adam değil, yüreğinde kötülük yok. Halil'in şehit düştüğü operasyon çok ağır geldi ona. Fırtına olarak bir operasyon hatası yaptık, timin başındaki isim de Halil'den sonra Kâzım'dı. Kendini suçluyor, herkes onu suçluyor. Tüm özel harekat onu suçluyor. Halil'in cenazesinde yoktu mesela, sorgudaydı çünkü. Kolay şeyler yaşamadı, inan zor bir hayatı vardı hep. Bazı insanlar bu kadar kötülüğün içinde siyaha bulanır, Kâzım yine de iyi direndi.''

En yakın dostun şehit düşmüş, dünya seni suçluyor...

''Bunları sana Kâzım'a acı diye anlatmıyorum. Sadece anla istiyorum. Bu kadar çirkin bir adam değil, senin pencerenden öyle belki ama gerçekler farklı. İnsanoğlu bencildir Dinçer, başa çıkamadığı duygularda kendini aklar, başkasına suç atmak en kolay olur. Sen Kâzım için vicdanından kaçıştın, Kâzım'ın kendini beyaza çektiği siyah sayfaydın sen.''

''Halil'e benziyorsun,'' derken gülümsedi, ''Konuşma tarzınız da benziyor. Eğer yaşasaydı sana dalyanım derdi. Çok severdi seni. Sen çok talihsiz bir zamanda geldin yanımıza. Kimse böyle olsun istemezdi.''

''Benden ne istiyorsun? Kâzım'ı savunmamı mı?''

''Hayır,'' dedi başını iki yana sallayarak, ''Ben onu koruyacak yollar buldum.''

''Bana ihtiyacınız kalmadı işte ne güzel, niye konuştun benimle?''

''Sende çok düzgün bir intibahımı yok farkındayım ama eli kırmızı elmalı cadı bilme beni.''

''Kâzım'dan cadı olabilir.''

Gülümsedi, ''Avcı diye düşünmüştüm.''

''Yok, avcı sensin. Onun lafıyla karşıma geçmenden anladım.''

''Dinçer, bundan sonra ekipte her şey güzel olacak diyemem. Kâzım kolay bir adam değil, diğerleri de sana duruş alabilir. Eğer Fırtına'da var olmak istiyorsan dayanacaksın. Hepimiz zor yollardan geçtik, özel harekat dikenli tellerle çevrilidir. Girdin bir kere kanayacak ayakların.''

Ertesi gün kahvaltının ardından görev beklemeye başladım. Beklerken boş durmuyor eğitimlere katılıyordum. Arka bahçede keskin nişancı tüfeğinin arkasına geçmiş ısınıyordum. Bu silahın başına geçtiğimde kendime olan güvenim artıyordu.

''Tam isabet.'' diyen sesle başımı geriye çevirdim.

On kişilik bir tim eğitim için gelmişti. Hızlıca yerimden kalkıp as duruşa geçtim, ''Çalışıyordum komiserim.''

''Fırtınadaydın değil mi sen?''

Başımı salladım, ''Evet komiserim.''

Elini omzuma koydu, ''Nöbetin falan var mı?''

''Yok komiserim.''

''Kal bizimle, devam et çalışmana.''

''Tamam komiserim.''

Timdekilerle beraber sırayla yerimizi alıp çalışmaya başladık. Şef'in emriyle ateş etmeyi beklerken sohbet ediyorduk.

''Nerelisin kardeşim sen?''

''Ankara komiserim.''

''Memur musun oğlum sen?''

''Evet komiserim.''

''Dinçer'di değil mi adın? Selvi boylusun maşallah.''

''Dinçer komiserim.''

Hem atış yapıyor hem de havadan sudan sohbet ediyorduk. O sırada tanıdık birisi girdi alana. Kâzım'dı gözlerini üzerimde gezdiren.

''Kolay gelsin Ekrem, bizim çömeze mi el koydun lan?''

''Neresi çömez bu çocuğun? Kıymetini bil Dinçer'i elinden kapıveririm.''

''Elindekileri eğitmeye bak, Dinçer bir Fırtına.''

''Bu çocuğun geleceği parlak,'' dedi Ekrem komiser, ''Tam bir polis duruşu var adamda.''

''Göz koymuşsun adama, çek o gözlerini Ekrem. Dinçer Fırtına'da dedik, uzatma.''

Kâzım gelip yanımda durdu.

''Dinçer!''

Ayağa kalkıp karşısına dikildim, o benim üstümdü.

''Gel benimle.''

Emrinin ardından ekibe veda edip Kâzım'ın peşine düştüm. Toplantı odasına girmeden önce Kâzım bana döndü. Gözleriyle omzumu işaret etti, ''Bereni düzelt, üstüne çeki düzen ver öyle gel.''

''Yaran çok derin mi?''

''Ne yarası lan?''

''Beyninden vurulmadıysan benimle bu kadar kibar konuşmazdın.''

İşaret parmağını karnıma değdirdi, ''Bir taşkınlık daha yaparsam Zümra elimden tutup şikayet edecek beni muhtemelen atılacağım, başka bir şey yok altında. Bak çömez bok gibi bir hayatım var polislikten başka bir şey de bilmem ben. Beni sakın kışkırtma.''

Ben de kendi kararıyla artık böyle davranmaya başladığını düşünmüştüm. Yanılmam uzun sürmemişti.

''Bundan sonra komiserim diye hitap edeceksin bana. Sen astsın ben üstüm. Sadece görevini yapacaksın. Gerekmedikçe gözüme görünmeyeceksin, benimle muhatap olmayacaksın.''

''Anlaşıldı komiserim.''

''Göreceğiz.''

Toplantı odasının önünde bir sözleşme imzalamıştık. İmzalarımsa bakışlarımızdı.

Toplantıya geçtik, arka sıralardaki sandalyeye oturup dikkatle Şef'i dinlemeye başladım.

''Uyuşturucu ticareti için çok sağlam bir duyum aldık Fırtına.''

''Muhbirimiz mi şef?''

''Muhbirimiz.''

''Kim bu muhbir?'' diye sordu Zümra, ''Bizden saklamaya devam edecek misiniz şef?''

''Evet Zümracığım, üzüldün mü kızım?''

''Yok şef merak ettim.''

''Ben de çok şeyi merak ediyorum, mesela hanım bu akşam kuru fasulyeyi neyli yapmış? Arayıp soruyor muyum Zümra?''

''Kız merak etmiş,'' diyerek araya girdi Kâzım, ''Sorgulamayacak mıyız şef?''

''Sorgulamak için değil emirlerimi yerine getirmek için buradasın, felsefeci olsaydın Kasap.''

Kâzım ve Zümra sessizleşirken Şef anlatmaya devam etti.

''Küçük bir köyde muhafaza edildiğini düşünüyoruz. Emin değiliz, gözlem yapmaya devam ediyoruz. Adamları izlemeye devam edeceğiz, diğer önemli detayları Çağatay oğlan size anlatsın.''

Şef'in çıkmasının ardından Çağatay geçti karşımıza. Anlatırken Zümra'nın tarafına bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Tim diye gelip aşklık oyunlarının içine düşmüştüm.

''Ulan bu nasıl operasyon? Nasıl içinden çıkacağız?'' diye söylendi Efe.

Kâzım sıkıntıyla iç çekti, ''Götümüze yılan kaçmış çıkartmaya leylek arıyoruz.''

Zümra arkasında oturan Kâzım'a baktı, ''Bari resmi toplantılarda şu ağzına bir ayar çek.''

Kâzım ağzına hayali bir fermuar çekip geriye yaslandı.

Çağatay'ın anlatacakları bittiğinde gözlüğünü çıkardı, ''Sorusu olan var mı beyler?''

Efe elini kaldırdı, ''Saçlarını hangi berbere kestiriyorsun Çağataycığım?''

''Yakışmış mı?'' diyerek saçlarını eliyle taradı.

''Yok, söyle de gitmeyelim diye dedim. Bu nasıl saç lan?''

''Siktir lan oradan.'' diyerek kapıyı çekip çıktı Çağatay. Aldığım notları düzeltirken tim de kendi arasında sohbetteydi.

Dahil edilmediğim sohbete girmek gibi bir amacım yoktu. Notlarımı alıp sessizce ayrıldım toplantı odasından.

Bugünlük mesaim sonlandığında soluğu pastanede aldım. Çıkmadan yarım saat önce pişirmesi için mesaj atmıştım. Ücreti ödeyip pastaneden ayrıldım.

Acaba beğenecek miydi? Güzel yapmış mıydım? Bu içimdeki heyecanın nedeni neydi? Arkadaşım değil miydi bu kız benim, eğer bu böreği Pelin için yapmış olsam bu kadar heyecanlanır mıydım? Belçim'i ayıran şey neydi?

Her zamanki yerinde bulmuştum Belçim'i. Ağacın altına oturmuş sırtına da gövdesine yaslamıştı. Saçlarını bugün daha mı kıvırcıktı? Yüzüne düşen asi tutamları üfleyerek uzaklaştırıp elindeki boncukları ipe dizmeye devam etti.

Çok tatlı görünüyordu, fotoğrafını çekmek gelse de içimden habersiz hoş olmayacağını bildiğimden bu işe girişmedim.

Beni Belçim'den önce Pamuk fark etmişti. Dört nala bana doğru koşan ilk kişiydi. Eğilip kucağıma aldım. Küçükken Demir eve kuzu almak istediğinde ne kadar haklıymış lan.

''Naber Pamuk?'' Başını göğsüme yaslayarak kaşıdı, ''Ben de iyiyim, Belçin dünkü gibi kızgın mı bana?'' Pamuk kaşınmaya devam etti, ''Bir konuş lan, mühim bir şey soruyoruz şurada.''

Pamuk'la beraber Belçim'in yanına adımladım. Beni fark ettiğinde hemen toparlanmaya başladı. Kitabının kapağını kapatırken ben de onun yanına varmıştım. Pamuk'u bırakıp dün bana verdiği minderi ağacın dibinden alıp yanına oturdum. Pamuk dizimin dibinden ayrılmamıştı.

''Selam, nasılsın?''

''İyiyim, sen?''

Dünkü gibi aksi değildi bugün, tatlıydı sesi.

Artık daha, ''İyiyim.''

Elimdeki pakete dikti gözlerini, ''Unutmadın mı gerçekten?''

''Unutmadım canım, niye unutayım.'' Canım mı? Bu kızın yanında niye ağzın diline dolaşıyor lan senin?

''Hazır mı aldın?''

''Ne hazırı? Sana ellerimle börek açtım.'' diyerek ellerimi gösterdim.

Havada kalan elimin içine kendi elini bastırdı ölçmek istercesine, ''Ellerin biraz büyük.''

Boyun uzun olduğu için parmaklarım da uzundu. Belçim'in küçük eli, avcumun ortasında kaybolurken bu durumdan mutluydum.

''Böreği daha iyi yapabilmek için.''

Belçim gülümsediğinde paketi uzattım, ''Hadi aç, o kadar uğraştım bakalım beğenecek misin?''

''Ortalığı toplayayım.'' diyerek kucağındaki incik boncukları poşete doldurduktan sonra böreği açtı.

''Mis gibi koktu.'' diyerek paketi açtığında bir dilim bana uzattıktan sonra kendisi tadına baktı. Merakla yüzünü izliyordum.

''Nasıl olmuş?''

''Çok güzel olmuş, ellerine sağlık.''

''Valla mı?''

''Valla.''

İçim rahatlamıştı, ben de onun ardından koca bir ısırık aldım. Ağzıma batan kalın yufka parçalarını zar zor yutarken bunu Belçim'e çaktırmamaya çalışıyordum.

''Çok az kuru olmuş.''

''Yok bence güzel.'' diyerek hiç zorlanmadan yemeye devam ettiğinde aklıma pastanedeki kadının söyledikleri geldi. Gülümsemeden edemedim.

Atlas bu böreği yese sahra çölünden daha kuru der, bir daha börek yememeye tövbe ederdi, onun tövbesi önüne börek gelene kadar sürerdi.

Böreklerimiz bittiğinde sohbet etmeye başladık. Belçim bir ipe boncuk dizmeye devam ediyordu.

''Kendine kolye mi yapıyorsun?''

''Hayır, iş bu. Özlem abla var bizim, bunları toptan satıyor bir mağazaya. Ben de iş aldım işte.''

''Bana da ver, elim boş kalmasın.''

Tek kaşını kaldırdı, ''Yapabilir misin?''

''Çocukken Yaz'ın bileklikleri koptuğunda tamir ederdim, yaparım herhalde.''

''Yaz kim?''

''Kardeşim, yani kuzenim ama kardeş gibiyiz.''

''İsmi ne güzelmiş.''

''Benimki güzel değil mi?''

''Bilmem, isim işte.'' dedi omuz silkerek.

Güzel desene ne be kızım, daha çok severdim ismimi.

Belçim'in elime verdiği boncukları söylediği sırayla dizmeye başladım. Renkli renkli boncuklardı işte, tesbihe benziyorlardı.

''Naneleri öğüttün mü?'' Naneyle kafayı bozdum.

''Maalesef çöp oldu hepsi.'' dedi üzgün bir sesle.

''Neden?''

''Toplamayı unutmuşlar, ben de eve geç gitmiştim rüzgâr hepsini savurmuş.''

''Üzüldüm.''

''Ben de üzüldüm ama olan oldu, üzülmem onu geri getiremez.''

''Yeniden toplarız, beraber?''

''Vaktim yok ki, takı işi aldım, bir sürü var çantamda hızlı hızlı bitirmezsem paramdan keser Özlem abla.''

''Bitiririz.''

''Kendinden eminsin bakıyorum?''

''Elim çabuktur.''

''Benim daha çabuktur.''

''Var mısın yarışalım?''

Uzattığım serçe parmağına parmağını doladı, ''Varım.''

İkimizde dizeceğimiz boncukları önümüze sıralayıp ipleri aldık.

''Üç deyince.''

''Olmaz üç dersen bir salise de olsa sen önde başlarsın.''

''Sen üç de.''

''Olmaz bu sefer ben önde başlarım.''

''Ne yapalım Belçim?''

''Pamuk meeleyince başlayalım.''

İkimizde karşımızda oturan Pamuk'a baktık. İki yetişkin olarak bir kuzunun meelemesini beklemeye başladık.

Birkaç dakika sonra gelen me sesiyle hırsla boncuk dizmeye başladık. Bir dakikanın sonunda neredeyse aynı sürelerde bitirmiştik.

Belçim elindeki pembe taşlı kolyeyi benim boynuma taktı.

''Yakıştı.''

Eğilip kolyenin ucunu tuttum, ''Açtı mı beni?''

''Açtı.''

Gülümsedim, ilk defa bir kız bana pembe kolye takmıştı.

Hızla inci boncuk yapmaya devam ettik.

''Bu sabah komşumuz ve yengesi yine kavga etti.'' dedi Belçim sır verir gibi.

En sevdiğim hikaye, ''Sebep neymiş peki?''

''Komşumuz yengesini zehirlemeye kalkmış.''

''Eee sonra?''

''Kadın ölmeyince kavga ettiler işte.''

''Niye ölmedin niye mi?''

Gülümsedi, ''O da vardır tabii ama sebep başka. Yengesi komşumuzun çocukları bitlensin diye bir kavanoz bit toplayıp komşumuzun çocuklarına fırlatmış. İnsanlık hâli diyor tabii, herkesin kendine göre huyları varmış öyle dedi.''

''Haklı tabii, her insan bir değil.''

''Sen hiç bitlendin mi?''

''Hayır, sen?''

''Ben bitlendim. İlkokulda ninem sıfıra vurmuştu saçımı. Bir daha çıkmayacak diye günlerce ağlamıştım.''

''Annenler de üzülmüştür.''

''Annemle babam yok benim, ağabeyimle beraber amcamların evinde yaşıyoruz.''

Ne diyeceğimi bilemediğimde o devam etti.

''Ölmediler, babam yurt dışına bir kadının peşinden gitti, annem de ben küçükken terk etmiş bizi. Üzüntüye değmezler yani.''

Bu nasıl ana babalıktı lan?

''Senin annen baban sağ mı?''

''Allah'a şükür hayattalar.''

''İyi insanlar belli ki.''

Yarası varken kendi ailemden konuşmak istememiştim, ''Kırmızı boncuğum bitti.''

Boncuk paketini önüme koydu, ''Nerede satılacak bu kolyeler?''

''Online alışveriş mağazasıydı adını unuttum.''

''Ne kadar pay alıyorsun?''

''Kolye başı bir lira.''

''Çok azmış.''

''Elli tane yaptım daha, üç yüz tane yapayım da değsin.''

''Köle anlaşması bu Belçim, kaçtan satıyor kolyeleri?''

''Zar zor aldım bunları da, dahasını istesem elli kuruşa yapacak kişi de bulurdu.''

''İnsanlardan istifa ediyor Özlem ablan, ahlaksızlık bu. Kazandığı paranın hayrı olmaz.''

Gülümsedi, ''Neden güldün?''

''Nedense çok düzgün bir insan olduğunu düşünüyorum, yani seni çok iyi tanımıyorum ama öyle hissediyorum.''

''Dünyanın en iyi adamı değilim ama düzgün yaşamaya çalışıyorum. En basitinden Özlem ablan gibi ucuza adam çalıştırmam.''

Gülümseyerek önüne döndü ama benim aklım bu işe takılmıştı.

''Özlem ablanın soyadı ne?''

''Çubuk, ne oldu ki?''

''Hiç merak ettim.''

Gözleri birkaç saniye üzerimde kalsa da sonra işine devam etti.

''Boyun kaç senin?''

''1.93.''

''Senin yanında kısa kalsam da kısa değilim aslında.''

Evet değildi, 1,70 civarı boyu vardı.

''Yengem çok süt vermiş bana.''

''Yengen mi?''

''Evet, yengem benim süt annem.''

''Ne güzel, yakınsınız demek.''

''Bugün konuştuk telefonda, masasına çocukluk fotoğrafımı koyuyordu.''

''Çocukluk fotoğrafın mı? Merak ettim.''

Elimdeki boncuğu bırakıp cebimden telefonumu çıkardım. Galeriye girip fotoğraflarımı açtım, ''Bak bu benim ufaklığım işte.''

O fotoğrafa bakarken ben de onu izliyordum

O fotoğrafa bakarken ben de onu izliyordum. Gülümsedi ilk olarak, ''Çok...Tatlıymışsın.''

''Kardeşimle kavga etmişim, o yüzden üzgünüm. Bu da var, burada kreşe gidiyoruz. Sonbahardı sanırım, annem sarmış sarmalamış beni.''

''Gözlerin, çok güzelmiş.''

''Şimdi değil mi?''

''Çocukluğunun üzerinden konuşuyorum.''

''Benim üzerimden de konuş.''

Başını kaldırıp yüzüme, daha da çok gözlerime baktı.

''Tamam, güzel gözlerin var. Oldu mu?''

''Oldu,'' dedim tebessüm ederek, ''Çok güzel oldu.''

''Dinçer, ben dün seni kırdım mı?''

Başımı olumsuz anlamda salladım, ''Hayır sadece ben seni kırdığımı düşündüm.''

''Senin bir hatan yoktu, ben sadece gereksiz duygular içerisine girdim.''

''Ne gibi gereksiz?''

''Gereksiz işte, konuşmaya gerek yok ki.''

''Peki.'' diyerek önüme döndüm.

Dakikalarca sohbet etmiş, hiç susmamıştık. Vakit ilerledikçe Belçim'in gidişi yaklaşıyordu bu da benim hoşuma gitmiyordu.

''Telefon numaramı sana verebilir miyim?''

Şaşırdı ilk başta, ''Neden?''

''Güzel bir numaram var.''

Gülümsedi, ''Benimle konuşmak istediğinden değil yani?''

''Bunu duymak istediğinden sormadın yani?''

Birkaç saniye birbirimize baktık.

''Peki ver numaranı, karakola düşersem seni ararım.''

Odamdan çıkmadan kağıda yazdığım numaramı uzattım.

''Kızlara vermek için kartvizit bastırdın sanmıştım.''

''Yok, sana vermek için yazdım. Çirkin yazınca buruşturup yine yazdım.''

Gülümseyerek kağıdı çıkınına koydu. İyi öğrenmiştim bunu adını.

''Bana biraz boncuk verir misin, odamda yapmaya devam ederim.''

''Yardım teklifin için sağ ol ama gerek yok, ben hallederim.''

''Yardım değil ki, elim oyalanıyor sevdim ben bu işi.''

''Dinçer, gerek y-''

''İçin rahat edecekse bir lira komisyon verirsin.''

''Bir lira çok.''

''Elli kuruş da olur.''

''Anlaştık.''

Dayanamayıp güldüğünde onu izledim, omzuna düşen kıvırcık saç tutamını geriye iterken kulağına yaklaşıp fısıldadım, ''Gülümseyince çok güzel oluyorsun.'' Ona değmese de havaya karışan öpücüğümün; bir gün ona değeceğini de biliyordum.

 

Loading...
0%