@pekbiafiliyalnizli
|
⚫ 5 yıl önce -Diyarbakır İrili ufaklı taşların üzerinde o taşları eze eze özel harekat merkezine yürüyordum. Ceketimin, gömleğimin hatta tenimin de içinde hissettiğim bir sıcaklıkla ayrılmıştı bu kez yanından. Onun yanındayken kendimi iyi hissediyordum. Bugün bunu çok daha iyi anlamıştım. İlk gördüğüm andan itibaren o kızda beni etkileyen bir şey vardı. Daha önce böyle bir şey hissetmemiştim. Pelin hariç kız arkadaşım da olmamıştı. Tecrübesizdim bu konularda, neyin nasıl olduğunu bilmiyordum. Bildiğim tek şey içimdeki o hislerin beni en doğru şekilde yönlendireceğiydi. Kafamda bin bir düşünce gezinirken özel harekata gelmiştim. Nöbetçiye selam verip odama geçtim. Kapıyı kapattıktan sonra üzerimi düzelterek Halil ağabeyin karşısına geçtim. Sohbet ettik biraz, onunla konuşurken arada duraksıyordu sözlerim, sanki bir karşılık bekliyordum. Ceketimi çıkartıp elimi kolumu yıkadıktan sonra Belçim'den aldığım incik boncuk poşetini odamdaki küçük masanın üzerine koydum. İşe girişmeden önce telefonumu cebimden çıkartıp Demir'i aradım. Bu işleri o hallederdi. ''Nasılsın süt kardeşim?'' ''Şöyle seslenme uyuz oluyorum.'' ''Ulan otuzuna merdiven dayadın hâlâ yengemi kıskanıyor musun?'' ''Açma şu konuyu, hatırladıkça kötü oluyorum.'' ''Tamam tamam sustuk. Demir benim sana işim düştü birader.'' ''Emrin olur kardeşim, söyle.'' Poşetin üzerinde yazan markayı okudum, ''Bu markanın iş birliklerinin içinde Özlem Çubuk diye birisi varmış. İşçileri köle olarak kullanıyor, usulsüzlük yapıyor belli. İcabına bakar mısın?'' ''Beş dakika bekle.'' Hoparlörü açıp boncuk dizmeye başladım. Beş dakikada iki kolye biterdi. İkinci kolyeye de klips taktığımda Demir'in sesi duyuldu. ''Halloldu bil kardeşim de bijuteriyle ne işin olur senin?'' Gülümsedim ufakça, ''Şimdi bir ipe boncuk diziyorum desem.'' ''Özel harekatta geçirdiğin günlerde boncuğa mı sardın? O kadar mı sıkıcı lan?'' ''Yok, cehennem kazanı burası. Gittikçe kazanın altını açıyorlar.'' ''Sen o kazanda kaynamazsın ben bilirim. Ne işi hadi söyle?'' ''Bir iş değil Demir, sorma oğlum gerisini.'' ''İçimden bir ses bize yenge dedirteceksin diyor.'' ''Atlas'la yaşaya yaşaya ona benzedin, senin özel hayata saygın olurdu eskiden.'' ''Özel hayat dediğine göre var birisi, Allah mutlu etsin kardeşim.'' ''Amin.'' dedim umutla. Demir'le konuştuktan sonra işimi daha seri bir şekilde yapmaya devam ettim. O sırada annem ve babamla da konuşmuştuk. Şimdiye kadar yetmiş kolye yapmıştım. Ben silahlarla haşir neşir olduğumdan ellerim alışıktı aşınmaya. Peki Belçim'in parmakları acımaz mıydı? Acısa da yapmaktan vazgeçmezdi, paraya ihtiyacı vardı belli ki. Okul konusunu konuşmak istemiyordu. Yirmi bir yaşındayım demişti, okul çağındaydı henüz. Akıllı bir kız olduğu belliydi. Ailesi yoktu, bir ağabeyim var demişti. Amcasından, kuzenlerinden bahsetmişti. İyi davranıyorlar mıydı ona? Üzüyorlar mıydı? Bir aile nasıl üzerdi çocuğunu? Bunlar bana çok uzak şeylerdi işte. Hayatımın en büyük şansıydı büyüdüğüm aile. Sadece annem ve babam da değil amcamlar yengemler kuzenlerim, pırlanta gibi insanlardı. Yüz elliyle yakın boncuk bittiğinde sandalyeden kalkıp vücudumu esnettim. Bir uyku bastırmıştı. Yorganı kaldırıp yemek saatine kadar uyumak için yatağa girip gözlerimi kapadım. ⚫ Gözlerimi açtığımda bir süre tavanla bakıştım. İyice karanlık çökmüş, akşam olmuştu. Üzerimden yorganı sıyırıp kalktım. Komodinin üzerine yüzüstü koyduğum telefonumu elime alıp ekran kilidini açtım. Saat ona çeyrek vardı. Bu kadar uyumuş muydum ben? Yemek saati çoktan bitmişti. Kimse de yokluğumu fark edip odama bile gelmemişti. Buruk bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. Eskiden olsa kimse beni rahatsız etmiyor, yalnızım diye mutlu olurdum. Şimdi ise bu görünmezliğimi yenmeye çalışırken görünmez oluyordum. Telefonumu komodine bırakıp başımı ellerimin arasına aldım. Bu kadar mı görünmezdim lan ben? Siktir et dedim kendi kendime, zaten çok acıkmamıştım. Ayağa kalkıp odamın penceresinden bahçeye baktım. Özel harekat bahçesi hep kalabalık ve şen olurdu. Şimdi de bilek güreşine tutuşan Fırtına timi ve onların başında duran diğer polisleri gördüm. Kalın perdeyi çekip sandalyeye oturdum. Tek başıma yapabildiğim aktiviteleri severdim ben. Hem zaten daha boncuk dizmem gerekiyordu. Hızlı hızlı işimi yapmaya geri döndüm. On tane kolye bittiğinde duramadım daha fazla odamda. En iyi bildiğim şeyi yapmak için kalktım yatağımdan. Spor çantamı omzuma atıp çıktım odamdan. Bir hayalet gibi spor salonuna geçip gittim. Hırsla çalışmaya başladım, bu yalnızlığımdaki en iyi arkadaşlarımdan birisi bu spor aletleriydi. Alnımdan akan terleri omzumdaki havluyla silip aletlere son bir bakış attım çıktım. Özel harekatın bahçesi geçen bir saatte de boşalmamış, sanki daha da artmıştı. Odama giderken Fırtına timinin hedefi oldum. Zümra hariç hepsi sigara içiyordu. ''Ulan o kadar spor yapma, bizi beğenmeyecekler anasını satayım.'' dedi Efe gülerek. ''Halil ağabey de bunun gibi çıkmazdı spor salonundan.'' diye konuştu Feyyaz hüzünle. ''Halil ağabey dağdayken bile sporunu aksatmazdı lan.'' diye devam etti Efe. Kâzım elinde tuttuğu ince belli bardağı sertçe masaya vurdu. ''Bir daha Halil'i bu çocukla anan olursa Allah belamı versin burnundan getiririm!'' ''Bize bari böyle konuşma Kâzım ağabey.'' diye çıkıştı Efe. ''Ne diyon Efe sen? Nasıl konuşuyom lan ben?'' ''Kaç yıldır tanırız birbirimizi, ağzımı açtırma bana.'' Feyyaz, Efe'ye sakin ol derken Zümra her zamanki gibi Kâzım'ı sakinleştiriyordu. Hiçbir şey demeden odama geçtim. Kâzım'ın kendi içindeki hesaplaşmasının kurbanı olmayacaktım. Hiçbir şeyi umursamayacaktım artık. Tek amacım kedimi gerçekleştirmekti. Banyo yaptıktan sonra üzerime eşofmanlarımı giyip sandalyeye oturdum. Bu boncukların hepsi bu gece bitecekti. Son boncuğu da ipten geçirdiğimde rahatlayacak bir nefes verdim. Boncuklar bitti diye mesaj atabileceğim bir numara yoktu elimde. Olsun isterdim. Sandalyeden kalkıp odayı toparlamaya başladım. Gündüzleri yerine gece temizlik yapmayı seviyordum. Büyüdüğüm evde cinsiyet ayrımı olmadan herkes her işi yapardı. Biz de bunlardan nasibimizi almıştık. Atlas gibi şikayetçi değildim bu durumdan, tam tersi kendi kendime yetebilmek kendime güvenimi artırıyordu. Tamam yemek konusunda çok iyi değildim ama onun da bir çaresine bakabilirdim. Elimdeki temizlik bezini kenara bırakıp diğer temizlik bezini aldım elime. Halil ağabeyin çerçevesini sildim özenle. Kaç yıllık olduğunu bilmediğim çerçeve kenarları küflenmeye başlamıştı. Müsait olduğum ilk an yeni bir çerçeve alacaktım. Daha önce hiç incelememişim gibi inceledim Halil ağabeyin yüzünü. Gün geçtikçe ona benzemekten gurur duyuyordum. Resmini başköşeme asıp selam durdum karşısında, ''İyi geceler ağabey.'' ⚫ Ertesi gün erkenden toplantı odasında bulduk kendimizi. En arkadaki yerimi alıp Çağatay'ın anlattıklarını dinlemeye başladım. Görevleri bize getiren kişi Çağatay'dı. Onun ağzından çıkanlara uyuyorduk. Bu durumdan memnun olmayanlar da gözümden kaçmıyordu. Görev emri için bekleyecektik. Toplantı odasından ayrılmaya başladık bir bir. Çağatay çıkmadan Zümra'yı durdurdu. Onlar konuşurken biz çıktık odadan. Kâzım bu duruma söyleniyordu. ''Çağatay oğlan ne ayak lan?'' ''Bir şey danışacaktır komiserime ağabey, sinirlenme hemen.'' ''Bakışlarını beğenmiyorum o herifin.'' ''Sen neyi beğeniyorsun zaten kasap Kâzım?'' ''Doğru dedi Feyyaz, sana ak desek niye kara değil diye sinir olursun.'' Kâzım bir kolunu Efe'ye diğerini Feyyaz'a dolayarak kendine çekti, ''Daha dün götü boklu heriflerdiniz, büyüdünüz de bana dikleniyorsunuz lan.'' Efe ve Feyyaz kurtulmaya çalışırken o inatla bırakmıyordu. Kendi aralarında eğlenirlerken kendimi fazlalıkmış gibi hissetmiştim. Öğle yemeği geldiğinde yemekten feragat edip Belçim'in yanına gittim. Her zamanki yerinde değildi bu kez, büyükbaş hayvanların yanında duruyordu. Çok asabiydi bu havyanlar, ona zarar vermiyorlar mıydı? Ayaklarıma dolanan Pamuk'u eğilip sevdim. Başında çiçekten taç vardı. Çok tatlı görünüyordu. Pamuk bile fark etse de geldiğimi Belçim fark etmemişti henüz. Yanına doğru adımladım. ''Nereye daldın böyle.'' Aniden bana döndüğünde elindeki sopası yere düşmüştü. Kontrolden çıkan elleri bana değdiğinde endişeni gözleri beni buldu. Göğsümdeki ellerini tuttum. ''Sakin ol, benim.'' Ellerini hızla çekip damağını kaldırdı, ''Ödüm kopardın, sessizce gelinir mi? Pamuk bile sessiz gelmez.'' ''Meelese miydim Belçim?'' Omzunu silkti, ''Olabilir.'' Birbirlerine giren ardından hiçbir şey olmamış gibi ayrılan hayvanlara baktım, ''Bugün hayvanlar asabi.'' ''Yeni danalar katıldı aramıza.'' dedi beni süzerken. ''Ne? Ben miyim dana?'' ''Hayır, sana dana demedim.'' dedi gülümseyerek. ''Niye bana bakarak söylüyorsun o zaman?'' ''Ben mi baktım? Gözüm baktı, ona sor.'' ''Gözünün seninle alakası yok yani?'' ''Hadsizse suç benim mi?'' ''Hep hadsiz olsa keşke.'' Tebessümle başını hayvanlara çevirdi, ''Adı ne olsun şu dananın? Diğerlerine koydum ama ona isim bulamadım.'' ''Buradaki tüm hayvanlara isim mi koyuyorsun?'' ''Evet, onlarla geçirdiğim süre boyunca bir isimleri oluyor.'' Büyük bir dananın yanına geçip elini karnına koydu, ''Bak mesela bunu adı Dinçer.'' ''Ne?'' ''Bakma öyle, isim ararken sen geldin aklıma. Yakışmadı mı ona?'' Ne garip kızdı bu? ''Çok yakışmış ilk defa bir adaşımla karşılaşıyorum.'' ''Hem de bir dana, bence mutlu olmalısın.'' ''Ne büyük mutluluk bilemezsin.'' ''Hadi şuna da sen isim koy.'' İsim koymamı istediği danaya baktım, bayağı büyük bir danaydı, ''Daha önce hiç danaya isim vermemiştim.'' ''İlkin oldum işte, fena mı?'' Her anlamda ilkim olursun belki? ''Fena.'' ''Eee karar verdin mi?'' ''Fırtına olsun ismi, güzel isim.'' ''Fırtına, tamam onun adı artık Fırtına.'' Hayvanlar kavga etmesin diye, bugün başlarında duruyorduk. ''Çok zıplıyor şu inek.'' ''İnek değil, düve o.'' ''Ne fark var?'' ''Düve, henüz doğurmamış ineklere denir.'' Bu kızın yanında hiç işime yaramayacak garip şeyler öğreniyordum, ''Anladım.'' ''Göve geldi zaten, ondan zıplıyor bu kadar.'' ''O ne demek?'' Belçim gülümsedi ufakça, ''Bilmiyor musun?'' ''Hayır.'' ''Hayvan sever bir kuzenin vardı. Ona sor, o bilir.'' ''Sen niye söylemiyorsun?'' ''Ben Sırma'nın özel hayatı hakkında konuşmam.'' ''Göve geldi dedin ama?'' ''Ağzımdan kaçtı hem anlamını bilmiyorsun.'' ''Tamam.'' Gülümseyerek önüme döndüm. ''Öğle yemeği saati değil mi? Neden buradasın?'' ''Seni görmeye geldim.'' ''Senin için yemekten önemli miyim?'' ''Önemlisin.'' Bir sessizlik oldu aramızda. ''Yine de yemek yemeni isterdim. Aç ayı oynamaz der ninem.'' ''Önce dana, şimdi ayı. Sağ ol Belçim.'' ''Lafın gelişi öyle söyledim.'' ''Laf da hep bana geliyor.'' ''Son zamanlarda sadece seninle bu kadar rahat konuşabiliyorum, ondandır. Rahatsız oluyorsan eğer daha dikkat ederim.'' ''Yo, aksine çok hoşuma gidiyors- hoşuma gidiyor yani konuşmak.'' ''Sen de benim.'' Ecel terleri akıtmıştım resmen, bu işler ne zordu lan. ''Dün Özlem abla aradı, kolye başına düşen fiyatı artırmış.'' ''İyi yapmış.'' dedim karşıya bakarak. ''Halledeceğini bilsem daha önce söylerdim. Kazancım iki katına çıktı sayende, teşekkür ederim.'' ''Olması gereken oldu. Başka sıkıntıların olursa bana söyleyebilirsin.'' ''Her sıkıntımı çözer misin?'' ''Çabalarım.'' ''Bazı sıkıntılar Özlem abla kadar kolay değil ki.'' ''Amcam derdi ki; Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.'' ''Güzel söylemiş.'' Bugün yorgun görünüyordu, gözaltlarındaki halkaların rengi sanki günden güne kararıyordu, ''Bugün biraz durgun gibisin.'' Omzuna düşen saçını geriye itti, ''Pek uyuyamadım, ondandır. Boncuklarla uğraştım.'' ''Evde de yoruluyorsun sanırım?'' ''Yemek bulaşık derken, saat on ikiyi vuruyor zaten.'' ''Hep sen mi yapıyorsun?'' ''Yengemin fıtığı var, hiç iş yapamıyor bu ara. Selvi de üniversiteye gidiyor, ders çalışıyor sürekli.'' ''Ağabeyin, kuzenlerin yardım etmiyor mu sana?'' ''Yirmi bir yaşındayım ev işi yapan erkek görmedim.'' dedi sitemkar bir sesle. ''Bizim eve gelsen görürsün.'' ''Siz yapıyor musunuz?'' diye sordu şaşkınlıkla, ''Baban da mı?'' ''Tabii babam da, amcamlar, evin erkekleri... Severiz çalışmayı.'' Bir süre sustu, anlattıklarım ona imkansız gelmiş gibi bakıyordu gözlerime. Buruk bir tebessüm yer edindi dudaklarında. ''Nane topladın mı?'' Gülümsedi, ''Selvi toplamış, serip kuruttuk dün.'' İçim rahatlamıştı, ''Güzel.'' ''Yakala.'' diyerek bana fırlattığı elmayı havada yakaladım, ''Bugün çıkın almadım yanıma, elmayla idare et.'' ''Aç kalırsın, neden almadın?'' ''Evden acelece çıktım.'' ''Ağabeyini arasan sana yiyecek getirmez mi?'' ''Yok, getirmez ama gerek de yok ben aç değilim.'' Elmayı ısırdım, ''Sen mi topladın?'' ''Hıhı tırmandım ağaca, spiderman gibi.'' ''Ağaca tırmanmak deme, kötü anılarım var.'' ''Ne anısı?'' ''Boş ver, bir ara anlatırım.'' Elmayı tekrar ısırdığımda Belçim aniden bir şey sordu. ''Senin sevgilin var mı?'' Ağzımdaki elmayı çiğnedim birkaç kez, ''Niye sordun?'' ''Dün Selvi öyle söyledi, boş olmazmış senin gibiler.'' Elimle kendimi işaret ettim, ''Nasılmış benim gibiler?'' ''Akşam seni anlattım Selvi'ye, öyle dedi işte.'' ''Nasıl anlattın sen beni?'' ''Anlattım işte, insan dedim.'' ''Detay vermedin mi?'' ''Verdim,'' dedi başını sallayarak, ''Böyle uzun boylu, büyük kulaklı, küçük ağızlı, koca bir adam dedim.'' ''Gulyabaniyi anlatsaydın Belçim.'' Gülümsedi, ''Senin fiziksel özelliklerinden bahsettim işte. O da anlattığın gibi biriyse uzak dur dedi, kesin sevgilisi vardır dedi.'' ''Dün kulaklarım ondan çınladı demek.'' ''Bir iki dakika bahsettik senden, abartma.'' ''Gözlerin öyle demiyor ama?'' ''Yalancıdır benim gözlerim.'' ''Ne güzel bir yalan.'' Yüzünü çevirdi. ''Sevgilim yok Belçim, hiç de olmadı. Lisede gizli gizli hoşlandığım birileri olmuştur ama bunu onlar bilmemiştik. Üniversitede zaten hiç aklıma bile gelmedi bu işler. Zaten 23 yaşındayım daha.'' Söylediklerimden memnun olmuştu ama bunu çaktırmamak için saçlarıyla oynuyordu. "İyi.'' ''Senin sevgilin oldu mu?'' ''Yeni boşandım ben.'' ''Ne?'' Gülümsedi, ''Yüzün şaşırınca çok tatlı oluyor, deneyeyim dedim.'' ''Yani boşanmadın değil mi?'' ''Sana kalsa Pamuk da bebeğimdi.'' dedi eğlenen bir sesle. ''Güzel.'' ''Ne?'' ''Yanılmak.'' ''Umarım ben yanılmam senin adına.'' Hayattı bu belli olur muydu? Hiçbir şey için kesin konuşmamak gerekirdi. "Umarım.'' Sohbetimizi bölen çalan telefonumdu. Atlas görüntülü arıyordu. İstanbul'da ve Jülide babaannemin yanındaydı. Kırmızı ruj sürüyordu kadına, lan Atlas. ''Kardeşim arıyor açsam ayıp olur mu?'' ''Aç tabii kardeş yaslandığın dağdır.'' Telefonu açıp karşıma tuttum, Belçim de inekleri izliyor, ekrana bakmıyordu. ''Merhaba babaannem.'' ''Demir ay şekerim, seni de özledim.'' Atlas isyan etti, ''Jüjü yakın gözlüğünü taksana, Demir değil Dinç o.'' Babaannem hemen yakın gözlüğünü takıp kameraya yaklaştı, ''Dinçer sen miydin torunum.'' ''Torunum ne Jüjü, yaşlı yaşlı konuşma.'' ''Ay ben 90 yaşındayım Atlas.'' ''Hayır bunlar senin kendine attığın iftiralar, sen daha 18 yaşındasın.'' ''Haklısın oğlum.'' Babaannem bana döndü, ''Selam Dinç naber kenke'' ''Kenke değil Jüjü, kanka.'' Belçim'in ağzına bir kahkaha koparken hemen ağzını kapadı. ''O ses neydi Dinç?'' diye sordu babaannem. ''Ben duymadım Jüjü, sen nasıl duydun?'' ''E 18 yaşında olunca kulakları sağlam oluyor insanın.'' Atlas gülerek saçlarını öptü babaannemin, ''Nasılız bro? Akşam Cihangir'de takılacağız.'' ''Yorma babaannemi Atlas.'' ''Ah ben yorulmuyorum ki Dinçer, bu manyak kardeşin çok mutlu ediyor beni.'' ''Sen terlikle peşine düş yine de babaannem.'' ''Ay ben kıyamam sincabıma.'' ''Jüjü sincap ne? Yakışıklım diye sevecektin hani beni?'' ''Ay sus karıştırıyorum Atlascığım.'' Muhteşem ikili kendi halinde takılırken en eğlenen kişi Belçim'di. ''Ben çok iyiyim babaannem, keyfim yerinde.'' ''Ormanda mısın Dinçer? Ne güzel manzara.'' Başımı Belçim'e çevirdiğimde göz göze geldik, ''Öyle babaannem, manzaram çok güzel.'' ''Ne sesi geliyor arkadan? Kedi adamla beraber hayvancılığa mı giriştiniz?'' Kedi adam Demir oluyordu, ''Demir'in ilgi alanı hayvanat bahçesi kardeşim.'' ''Yeni bir kedi sahiplenmiş, gözünden ameliyatı var yarın refakatçısı ben olacağım. Yoğun beyefendi tabii.'' Demir hep yaralı kedileri sahiplenir, onlara kalan ömürlerinde güzel bir hayat yaşatırdı. Kedileri için yaptığı masraf onu ancak mutlu ederdi, ''Adına ne koymuş?'' ''Yakamoz koymuş Halide yengem, bu kadın çok arabesk dinliyor dedim ben size.'' ''Ah Halide çok zarif kızdır.'' dedi babaannem. ''Yengeme laf etmeyin!'' diye yükseldi Atlas, ''O çok güzel kek börek yapıyor!'' O sırada Pamuk meeliyordu yanı başımda ''Ankara'nın yolları taştan mı biraderim?'' ''Özledim annelerimin yemeklerini, Fırat amcam gel sana mangal yapacağım dedi. Meeleyen kuzuyu gönder onu yiyelim.'' Belçim hayretle açtı gözlerini, Pamuk'u kurtarmak ister gibi kendine çekti. ''Lan o olmaz.'' ''Ay çişim geldi.'' diyerek kalktı babaannem. Son zamanlarda çişini tutamıyordu. ''Bez var altında sal gitsin Jüjü.'' ''Terbiyesiz.'' diyerek Atlas'ın kafasına vurup bana döndü babaannem, ''Seni çok özledim canım torunum, kendine mukayyet ol. Kocaman öpüyorum Allah'a ısmarladık.'' diyerek tuvalete gitti babaannem. ''Özlemiş seni her an çıkıp gelebilir yanına.'' ''Ben de onu özledim, sağlığı nasıl?'' ''Bildiğin olaylar ötesi yok.'' ''İyi bak babaanneme.'' ''Jüjüm benim her şeyim.'' ''Hadi kapat, çok meşgul ettin beni.'' ''Lan sanki yanında güzeller güzeli bir kız var.'' Gülümsedim, ''Belki var?'' ''Benden önce evlenirsen seni kardeşlikten men ederim Dinçer.'' ''İnadına senden önce evleneceğim, karımın attığı çiçeği de sen tutamayacaksın.'' ''Kalbime indi ben bayılıp geliyorum.'' diyerek kapadı telefonu. Sahiden şu an babaannemin evindeki L koltuğa doğu uzanmıştı. En sevdiği koltuk o'ydu. ''Çok eğlenceli bir ailen varmış.'' dedi Belçim gülümseyerek. ''Sen bir de babamla yengemi gör. Benim aksime çok eğlenceli insanlardır.'' ''Bence sen de çok eğlenceli bir adamsın.'' ''Öyle miyim?'' ''Görmesini bilene kömür de bir elmastır Dinçer.'' Elmas, tam da yanımdaydı belki de. Bir süre daha konuştuk, gün geçtikçe daha da büyüyordu tebessümlerimiz. ''Ben artık gitmeliyim.'' ''Bu kadar çabuk mu?'' Gitme der gibi bakan güzel gözlerine takılı kaldım, ''Görev beklemez.'' Başını salladı, ''Tabii öyle. İyi görevler o zaman sana. Bu arada boncuk için teşekkür ederim.'' ''Rica ederim.'' Belçim'in yanından ayrılıp kantine adımladım. Bir poşet yiyecek aldıktan sonra tekrar yanına döndüm. Aç kalırsa içim rahat etmezdi. Gözleri beni bulduğunda ışıldadı. ''Bir şey mi unuttun?'' Öyle olmuşa benziyor, ''Bunu vermeye geldim.'' Poşete baktığında şaşkın yüzü beni buldu, ''Bir poşet dolusu yiyecek mi getirdin bana?'' ''Hayır, çıkın bunun adı.'' Gülümsedi, ''Niye bu kadar düşünüyorsun ki beni?'' ''Arkadaşımsın.'' Şimdilik. ''Arkadaşınım.'' diye tekrar etti sözümü. Poşeti teslim aldığında söylemem gereken şeyleri sıraladım. ''Yarın görüşemeyeceğiz Belçim, göreve gidiyorum. Birkaç gün ortalıkta yokum.'' Gözlerindeki endişeyi görmek bana kendimi hem iyi hem de kötü hissettirmişti. ''Görev, kaç gün sürecek peki?'' ''Net bir plan tarihi var ama bu sarkabilir.'' Yutkundu, ''Anladım.'' ''Eğer bir şey olursa ara beni, merak ederim.'' ''Telefonla konuşabilir misin?'' ''Her zaman olmasa da konuşabilirim, sen ara beni müsait olduğumda dönerim sana.'' ''Ararım tabii ama beni merak edeceğin kadar uzun mu sürecek görev?'' ''Hayır, seni hep merak ediyorum.'' ''Peki,'' dedi gözlerini düşürerek, ''Ararım.'' ''Görüşürüz o zaman.'' ''Allah'a emanet ol.'' Arkamı dönüp özel harekata yürüdüm. Endişeyle sırtımı izliyordu, biliyordum. Aklım onda kalacaktı, sadece aklım da değildi kalan. Onda çok şeyim kalacağa benziyordu. ⚫ Helikopterden sırayla indik. Şef bizi etrafına topladı. ''Sıcak çatışmaya gireceğiz, önümüzü temizleyip yolumuzu açacağız. Anlaşıldı mı Fırtına?'' ''Anlaşıldı!'' ''Kâzım kuzeye konuşlan. Zümra Efe, iki koldan sarın cepheyi. Dinçer!'' ''Evet şef!'' ''Nişancıydın değil mi sen?'' ''Evet şef!'' ''Güneye konuşlan, kendini güvene al öyle ateşle. Kurşun bulmasın seni.'' ''Dağdayız şef, keskin nişancılık mı oynatacaksın çocuğa?'' diye çıkıştı Kâzım. ''Kes lan!'' diye bağırdı şef, ''Sen yerine geç Dinçer.'' Şef'in emriyle yerime adımladım. Duymadığımı düşünseler de konuşmaları ulaşıyordu kulağıma. ''Çömez'in yanında ağzıma sıçma Şef.'' ''Sen de sıçırtma! Topla lan kendini! Ekrem alacak çocuğu elimizden, Kartal timine istiyor. Amirlere konuşuyormuş Dinçer'i. Ekrem ne gördüyse ben de göreceğim. Bu çocuğu elimden kaçırmam!" Ekrem şef beni sahiden istiyor muydu? Duyduklarımı unutup işime odaklandım. Derin bir nefes alıp konuşlandığım yerde etrafı süzmeye başladım. ''Dinçer görüşün nedir?'' ''Açık, emir bekliyorum.'' ''İlk ateş Kâzım'dan, sonrasına ayarlayın.'' Kâzım'ın nişancıyı vurması üzerine tetikler hareketlenmişti. Tetiği her çektiğimde bir leş seriliyordu yere. Konsantre olmuştum, iyiydim. ''Sakinleş!'' diye bağırdı Kâzım, ''Ucunda ödül yok.'' ''Mermileri boşa harcama.'' diye karşılık verdim karavana vuran Kâzım'a. ''Nişancılığıma laf edecek adam yok, besmele çek adımın önüne.'' ''Bismillahirrahmanirrahim.'' diyerek bir kişiyi daha vurdum. Bugün art arda üç çatışmadan çıkmıştık. Herkesin siniri bozuktu. En çok da karavana atan Kâzım'ın. ''Kaçtı herifler şef! Böyle işi sikeyim!'' ''Kaçacakları da mümkündü lan, bekliyorduk bunu. Sessizce alamadık işte.'' ''Polis Özel Harekat'ın sessiz olduğu nerede görülmüş şef!'' ''Bordo bereli imtihanını geçememiştim anasını satayım.'' diye söylendi Kâzım. Aklıma gelenlerle ufakça gülümsediğimde Kâzım dikildi karşıma, ''Ne gülüyorsun sen? Hayırdır?'' ''Sana gülmedim.'' ''Gülemezsin zaten.'' ''Aynen.'' Şef birkaç görüşmenin ardından yanımıza geldi. ''Toplan Fırtına! Bu gece sınır karakolunda sabahlayacağız. Oradan sonra yolumuza armalarla devam edeceğiz.'' ''Anlaşıldı şef!'' Silahlarımızı göğsümüze çekerek dikkatli bir şekilde en yakın karakola adımlamaya başladık. Bana en yakın Zümra yürüyordu. ''Nasılsın?'' ''İyiyim komiserim siz?'' ''İyiyim, sağ ol.'' ''Ben de iyiyim Zümra.'' diyerek ortamıza daldı Kâzım. ''Öküzlük yapma Kâzım.'' ''Öküzlük yapmıyorum ben, bizzat öküzüm.'' Aklıma Belçim'in danaları gelmişti. ''Sen ne güldün yine çömez?'' Dayanamayıp sordum ''Sen bana mı aşıksın?'' ''Ne diyon lan sen!'' ''Niye her şeyde benim üzerime geliyorsun, anlaşma yapmadık mı biz seninle? Siktirsene!'' ''Laflara bak çömezdeki, erkek adamız lan biz.'' ''Aynen birader en erkek sensin.'' Öne geçip yürümeye devam ettim arkamdan bağırmayı bırakıp yanıma geldi. ''Bana bak şu ekipteki yerini bil, daha dün geldin. Biz çömezken üstlerimize ağzımızı açamazdık. Gelmiş bir süt bebesi, bana laf ediyor. Biz senin gibi pamuklu döşeklerde büyümedik koçum.'' Başladı yine. ''Babanın ensesi kalınmış, ona mı güveniyorsun lan? Amcaların da varlıklı adamlarmış. Öyle konuşuyorlardı seni. Hangisine güveniyorsun?'' ''Ailemden bahsetsem saygı duruşuna geçerek dinlersin.'' ''Hadi ya, bahsetsene aslanım.'' ''Ailemi dinlemeyi hak etmiyorsun.'' ''Çömeze bak sen! Kim lan senin ailen?'' Tüm tim önümüze geçmişti. Arkamı dönüp benden kısa Kâzım'a baktım. Bana ulaşmak için başını kaldırıyordu, sinirle çatıyordu kaşlarını. Patlayacak bir volkan gibiydi. ''Bir gün şefim diyerek dinleyeceksin sözlerimi, ben o gün geldiğinde asla sana böyle davranmayacağım. Çünkü ağzına doladığın o ailem bana iyi insan olmayı öğretti. Şimdi eğer erkek adamsan birkaç gün önce yaptığın anlaşmaya uy, bulaşma bana." Kâzım sessizleşip arkamda kaldığında öne geçip yürümeye devam ettim. Dağların içinden geçe geçe kırk beş dakika süren yolculuğun ardından karakol görünmüştü serde. Şef önde biz arkasında nizamiyeye adımladık. ''Fırtına tam vaktinde geldi, anlı şanlı misafirimiz var içeride.'' ''Kim lan misafir?'' ''Bordo bereli bir subay!'' dedi karakol komutanı. Hepimizin bakışları karakol binasından çıkan askere yöneldi. Elleri arkada anlı şanlı duruyordu karşımızda. Onun keskin bakışları sadece benim üzerimdeydi. Gidip sarılmak gelse de içimden sadece baş selamı verebildim. Benim şehrime bir ayaz esmişti.
|
0% |