@pekbiafiliyalnizli
|
5 Yıl önce- Diyarbakır Odamın içine sızan günışığı kahverengi ahşap sehpanın üzerine vuruyordu. Sehpanın üzerindeki tüm tozlar açığa çıkmıştı şimdi. Günışığı kirleri gün yüzüne çıkartmıştı. Kalkıp çektim kalın perdeyi. Günışığından hoşlanmazdım. Kusurları ortaya çıkardığı için nefret ederdim hatta. Küçükken kardeşimle ikiz olmamıza rağmen farkıydı odalarımız. Her sabah aynı saatte uyandırırlardı bizi. Annem çalıştığı zamanlar bu süreler gevşerdi. Asker bir kadındı annem, bizi de farkında olmadan alıştığı askerî düzenin içinde yetiştirmeye çalışıyordu. Atlas bu düzenden nefret etse de ben çok sevmiştim, annemi örnek aldım hep. Annemi ve Ali amcamı. Her şeyin düzen içinde olması, kurallar, yasaklar hoşuma giderdi. Büyüdükçe daha da benzedim ikisine, çevremden aynı annensin ya da aynı amcansın yorumlarını alırdım hep. Gurur duyardım onlar gibi olmaktan. Koltuklarım kabarırdı. Daha çok örnek almaya başlardım. Yaş aldıkça karşıma çıkan sorunlara onlar gibi çözüm üretmek istedim. Ne yapardı bir asker zorluk karşısında? İşte tam burada onlar kadar güçlü olmadığımı anladım. En yanlış şeyi seçmiştim belki de. Döverdi... En azından ben o zamanlar böyle düşünüyordum. Bir ara zıvanadan çıkmıştım, önce Atlas'la kavgalarımız başladı, ardından Demir, Mustafa ağabey, Mavi, hatta Yaz'la bile kavga ederdim. Onlarla sınırlı kalmamıştı bu taşkınlıklarım. Komşu sitede kalan çocuklarla sürekli kavga ederdim. Döverdim hepsini. Yaşıma göre fazla uzundum, fazla kalıplı, fazla da güçlü. Bununla övünürdüm, hepsinden güçlüydüm çünkü. Gücüm herkese yeterdi. Bir dün amcam almıştı beni karşısına, ''Ne yapıyorsun sen Dinçer?'' diye sormuştu bana, ''Ne istiyorsun oğlum hayattan?'' Adam gibi cevap verememiştim amcama, ne istiyordum sahi? ''Ne bu hallerin? Serseri mi olacaksın? Sokak dövüşüne mi meraklandın? Bu güç değil Dinçer, insanları dövdüğün kadar değil kendini gerçekleştirebildiğin kadar mutlu olursun hayatta. Kalk kendine gel.'' Beni kendime götüren uzun konuşmalarından sadece bir tanesiydi bu. Şimdi kendime gelmiş miydim, hayattaki amacımı bulmuş muydum, en önemlisi mutlu muydum? Bilmem. Mutlu görünüyor muyum? Elimi kısacık kestirdiğim saçlarımda gezdirdim, saç diplerime dolan terler saçıldı etrafa. Sabah sporunun ardından nöbettekilere selam vererek banyoya girdim. On dakika süren duşun ardından odama geçtim. Askıdan temiz üniformalarımı alıp üzerimi giyindim. Merkeze geçmeden önce Halil'den kalan çiçeği sulamak için camı açtım. Ne çiçeği olduğunu bilmediği çiçeği sularken bir ses duydum. ''İnşallah yüzme biliyordur birader.'' Başımı kaldırdığımda Efe ile göz göze geldim, ''Anlamadım?'' ''E ebesini siktin çiçeğin az su koy lan, zakkum çiçeği o ölecek elinde.'' Şişeyi çekip kapağını kapadım, ''Sen hayırdır?'' ''Şef toplanın dedi Çömez, hadi zakkumun köklerini götümüze sokmadan gidelim.'' Kahvaltıdan önce verilen toplanma emrini yerine getirdik. Toplantı odasındaki sandalyelerden en geride olanı çekip oturdum, şimdilik yerim burasıydı. En öne Haydar ağabey ve Zümra oturmuştu, Kâzım bir arkalarında diğerleri de etrafındaydı. Oturmuş Şef'i beklerken ortada bir muhabbet dönüyordu. Feyyaz tüm masaları dolanarak davetiye bırakmaya başladı, ''Bu cuma nişanlanıyor bu kardeşiniz.'' Önüme bırakılan kenarları çiçekli davetiyeyi elime alıp incelemeye başladım. Altın yaldızlarla gelin ve damadın ismi yazıyordu. ''Lan sanki gelebileceğiz anasını satayım.'' diye söylendi Kâzım. ''Maksat gönüller bir olsun Kâzım ağabey.'' ''Bu cuma değil mi lan?'' diye sordu Haydar ağabey davetiyeyi uçak yapmaya başlamadan hemen önce. ''Evet ağabey, bu cuma.'' ''Benim için unutulmaz bir tarih olacak Feyyaz, ben de boşanıyorum.'' diyerek uçak yaptığı davetiyenin ucunu sivrileştirdi, ''Yengeniz pişman olmuş, lanet olsun dedi seninle evlendiğim güne.'' Kâzım, Haydar ağabeyin omzuna koydu elini, ''Geçer be ağabey.'' ''Sike sike geçiyor be Kasap.'' ''Geçiyor ya sen ona bak.'' ''Toplanın,'' dedi Zümra, ''Şef geliyor.'' Şef'in toplantı odasına girmesiyle ayağa kalktık. Eliyle oturun işareti yaptıktan hemen sonda burnundan sinirli bir nefes aldı, ''Yine bir kaçakçılık, yine aynı isimler. Olaya yabancı olanlar için özet geç hemen Çağatay.'' Çağatay istihbarattandı, bizimle saha görevine çıkmıyor operasyona dair bilgiler topluyordu. Bilgisayarından açtığı dosyayı karşıya yansıtıp anlatmaya başladı. Söylediği her şeyi aklıma yazıp kendi kafamda dengeledim operasyonu. ''İki ya da daha fazla aşamalı olacak bu operasyon. İki unsur olarak ayrılıyoruz, Zümra, Kâzım, Dinçer siz ilk unsursunuz şehri hallediyorsunuz. O herifi sağlam istiyorum.'' ''Anlaşıldı şef!'' İlk unsur olarak hazırlanmak için çıktık toplantı odasından. En kıdemlimiz Zümra olduğu için onun komutasında ilerleyecektik. Binayı o önce biz gerisinde adımlarken yüzümüze bakmadan emir verdi. ''Sivil bir şekilde nizamiyede olun, on dakikanız var.'' Emrin ardından hızla hazırlanmaya başladım. Daha önce sivil bir operasyona yer almadığımdan garipsemiştim. Aklında başka planlar vardı, o planları bilmiyor olsam da Zümra bana güven veriyordu. Farklı esiyordu onun havası tüm timin üzerinde, hissediyordum. En çok Kâzım'ın üzerinde. Silahımı belime sokup üzerine gömleğimi çekerek çıktım odadan. Bileğimdeki saate baka baka nizamiyeye adımlarken emrin altıncı dakikasında hazırlandığımı gördüm. Bir dakika oyalanma sebebimdi Halil'e selam vermek. Emrin yarı dakikasında hazırlanma huyumu onun için bozmuştum. ''Gidiyorum ben Halil ağabey, dönünce konuşuruz.'' Hareket edilecek aracın yanına geldiğimde karşımdaki aracı süzdüm. Kobra ya da ejderi görmeye alışık olduğumdan garip gelmişti beyaz sedan. Dedemin akademiye girdiğimde bana hediye ettiği lâcivert range rover gelmişti aklıma. Kabul etmemiştim ilk başta, annemin bu duruma duyduğu üzüntüyü gördüğüm ân o arabayı çok sevmeye karar vermiştim. Dedemle annemin arası hiç iyi olmamıştı, ne kadar bize yansıtmamaya çalışsalar da hissederdik. Hissettiğim başka bir şeyde vardı, annem dedemin bizimle ilgilenmesinden dolayı mutlu oluyordu. Annem mutlu oluyordu... Gerisinin bir önemi yoktu benim. Mutsuz bir kadın değildi annem, sadece ciddi bir yüzü vardı. Hatta şu an babamla telefonda konuşuyor olmaları muhtemeldi. Babamın yaptığı espriye askerlerine belli etmeden gülmeye çalışıyor ve dışarıdan ne kadar da güzel göründüğünü bilmiyordu muhtemelen. Babam mı? O çok başka bir adamdı. Babam başka zamanın konusuydu. Omzuma değen elle başımı geriye çevirdim, Kâzım'ın elleriydi omzumdakiler. Dostça bir dokunuştan çok omzumu çürütmeye kararlı bir dokunuş gibiydi. Benim yüzüme değil de karşıya bakarak konuştu düz bir sesle. ''Ben küçükken halam örgü örerdi Çömez, yumaklar hep evin içine düşerdi. Ben de çocukken o yumaklara dolaşırdım. Halam ilk başta kızmazdı, gülümserdi takma dişleriyle. Çocuk aklı işte, halam güldü iyi bir bok yiyorum sanıp tüm yumaklara dolandım ertesi gün.'' ''Eee?'' diye sordum meraksız bir sesle, ''Sonra ne oldu?'' ''Ne olacak lan, sonra halam beni dövdü.'' ''Ayıp etmiş.'' ''Ne ayıbı lan? Doğru yaptı, yumaklara dolandım. İşini bozdum kadının.'' ''Yani amına koyayım?'' ''Sen bu hikâyede o yumaksın birader, dolanma ayağımın altına. Ben sana dolansam da sen bana dolanma.'' Sandığımdan daha derin bir adamdı bu Kasap Kâzım. Derinliğini de zamanla ölçerdim. Zümra geldiğinde Kâzım omzumdaki elini çekip bir adım uzaklaştı benden. Zümra çatık kaşlarla baktı yanımdaki adama. ''Sadece bir silah alın dedim, cephaneliğini bırak Kâzım.'' ''Ne cephaneliği komiserim?'' Zümra bir el hareketiyle nizamiyedeki polisi yanımıza çağırdı, ''Belindekileri, bacağındakileri çıkar ver. Bir tane silah kalacak yanında.'' Kâzım ofladı, ''Sakat mahal-'' ''Kasap sözümü ikiletme.'' Kâzım başını sallayıp muhtemel edeceği küfürleri sessizce ettikten sonra belindeki iki silahı verdi askere. Bacak kılıfındaki silahları da teslim ettikten sonra ben boşum der gibi kaldırdı ellerini. ''Ayak bileğindekini de çıkar.'' ''Eh be kızım, yok silah milah.'' ''Birincisi ben senin kızın değilim, ikincisi üstün olduğumu seve seve hatırlatırım. Seni ardımda bırakıp Çömez'le giderim, Orhan Şef'le sigara içersiniz.'' ''Anlaşıldı.'' diye tısladı sinirli bir sesle. Ayağını nizamiyenin duvarına uzatıp pantolonunu sıyırarak bileğindeki silahı çıkardı, ''Hazırım komiserim.'' Zümra'nın gözleri beni buldu, kısa bir baş hareketiyle Kâzım'ı işaret etti, ''Dinçer, kontrol et.'' ''Zümra saçmalama.'' Bana verilen emri yerine getirmek için Kâzım'ın karşısına geçtim. ''Lan siktir git,'' Omzumdan itmesi üzerine kımıldamadım bile, Zümra'ya yöneltti oklarını, ''Sen de şunun yanında çömez muamelesi yapma bana.'' Zümra usul bir nefes aldı, ''Var değil mi silahın? Ondan bu sinir. Bir kere de emri yerine getir, bir kere de güven ver be adam.'' ''Ha var anasını satayım! Götüme soktum g3'ü.'' ''Dinçer kontrol et dedim sana!'' Lan niye herkes bana bağırıyor. Kâzım ağzının içinde küfrederken ben kollarından başladım. Vücudunu yoklayarak aşağıya indim. ''Lan ne oyalandın? Hoşuna mı gitti?'' Ellerimi çekip ayağa kalktım, ''Temiz komiserim.'' Zümra emin olmak ister gibi baktı gözlerime, onu onayladım. Kâzım'ı ve beni arkasında bırakıp arabaya ilerledi. ''İnsan bir özür diler komiserim!'' Zümra sinirli bir nefesle yüzünü Kâzım'a döndü, ''Sen özür dilemelisin.'' derken kuvvetli olan sesi son cümleyi söylerken kısıktı, ''Bana hissettirdiğin tüm güvensizlikler için.'' Zümra'nın ardından ben de araca binmek için hamle yaptım, ön kapıyı açacakken Kâzım bileğime sarıldı. ''Geç arkaya Çömez, yaşın kaç lan daha? Ön koltuğa binebiliyon mu abisi sen?'' ''Gencim daha Kâzım amca.'' ''Amcanı si-'' Küfrünü yarıda kesen Zümra oldu, ''Çocuk musunuz siz? Dinçer bin öne, Kasap sen de arkaya.'' ''İkidir bana oynuyon Zümra.'' ''Yorma Kâzım.'' ''İyi, yormayız.'' Kâzım arka koltuğa geçerken ön koltuğa bindim. Zümra'nın kullandığı araba hareket ettiğinde nihayet merkezken ayrılabilmiştik. Arabada eli emniyet kemerine giden ilk kişi olmuştum. Diğer kimse umursamıyordu. ''Emniyet kemerini takmadınız komiserim.'' Zümra başını hafifçe sallayıp direksiyonu bırakarak taktı emniyet kemerini. ''Işıklarda da uyar lan, hız sınırını aştırma.'' Alayla güldü Kâzım, ''Dünkü çocukla operasyona gidiyoz, Allah'ım sen büyüksün.'' Emniyet kemerini takmak mı çocukluk? Ben senin aklına sıçayım ulan adam. İstikamette ilerlerken arabanın içi oldukça sessizdi. Kâzım'ın arada bir oflanmaları ve fısıltıdan ibaret küfürleri hariç kafamı dinliyordum. ''Ana babasıyla gezmeye çıkan bebeler gibiyim anasını satayım.'' ''Daha ne kadar mızmızlanacaksın Kasap?'' ''Mızmızlandığım yok komiserim.'' ''İyi sessizleş.'' Kâzım koltuğun ucuna kadar gelip Zümra ile aramızdaki boşluğa girdi, ''Ne kadar kaldı siktiğimiz menziline?'' ''On beş dakikaya oradayız.'' ''Sen nereden biliyon lan? Sanki kırk yıldır buralı herif.'' Hiçbir şey söylemeden sadece başıma navigasyonu işaret ettim. Yüzündeki sinir dikiz aynasına yansırken ses etmedim. On beş dakika dolduğunda mahalle gelmiştik. Zümra arabayı park ederken Kâzım söyleniyordu. ''Çiçekle mi alacağız sayın komiserim adamı? Mühimmatı bıraktırdın.'' ''Çatışma çıkartmadan alacağız Kâzım, bununla çalışanlar hareketlenirse sakatlarız operasyonu. Ve de halkı huzursuz etmeye gerek yok. Duvarlardaki mermi izleri görüyor değil mi gözlerin?'' Kâzım yerine ben gözlerimi gezdirdim mahallenin duvarlarında. Delik delişti. Bazı yerler polisin askerin yani bizlerin meskeniydi. ''Sen daha önce sivil bir görev aldın mı Dinçer?'' diye sordu Zümra. Benim cevabımı beklemeden Kâzım konuştu. ''Daha yirmilerinde bu Çömez Zümra, ne sivil operasyonu?'' ''Sen Dinçer misin?'' ''Allah korusun.'' ''O zaman kes sesini.'' Zümra'nın cevap bekleyen gözlerine baktım, ''Hayır tecrübem olmadı.'' ''İyi, dikkat çekme ben işaret vermeden silahına davranma. Kendini bize bırak öğrenirsin her şeyi. Biz de anamızın karnından bunları bilerek doğmadık.'' ''Sen kendini bana falan bırakma birader, ben kendimi zor taşıyom.'' ''Anlaşıldı.'' ''Normal vatandaşlar gibi giriyoruz içeriye, ağızlarını yokluyoruz. Bir arıza olmadan adamı alıp çıkıyoruz. Hadi Fırtına, iş başına.'' Kâzım önde Zümra ile ben arkasında mahalle lokantasına girdik. Bu lokanta bu mahallenin kalbiydi. Her bok burada dönüyordu. ''Ustam hanımla kayınçoma bir merci çek, bana da bir ezogelin.'' Kâzım tam buraların adamıydı. Verdiği siparişin ardından Zümra'nın sert bakışlarına maruz kalsa da bunu pek dert etmiyor gibiydi. Sabah kahvaltı etmediğim için açtım, çorbayı iştahla içerken gözlerim lokantada fıldır fıldır dolanıyordu. Ana yemek siparişi için garson yanımıza gelince Kâzım vuruşu yapmıştı, ''Hanıma ve kayınçoma musakka, bana da kavurma getir aslanım. Bir de bizim seyahat işi vardı, Yakup yönlendirdi bizi. Yengen alışverişe gidecek daha vakti yok hızlı olsun siparişler koçum.'' Garson'un omzuna birkaç kez vurup gönderdikten sonra sandalyesini masaya yaklaştırıp Zümra'ya eğildi. ''Şu ak sakallı yapmıyorsa ben de Kasap değilim.'' ''Bence o değil.'' diye araya girerken kendimden emindim, ''Mutfak kapısında içeriyi gözleyen bir adam var, o.'' ''Kes Çömez! Sana sorduk mu la?'' ''Dinçer haklıysa?'' ''Göğüs kıllarıma ağda yaparım.'' Çorba dolu kaşığı midem bulanınca ağzımdan çekip bir bardak su içtim. İddiasını siktiğim herif. Tatlı siparişi vermek bahanesiyle garsonu çağıracakken benim dediğim adam güler yüzle geldi masamıza. Elini Kâzım'ın omzuna koyup masaya eğildi, ''Hoş geldiniz kardeş, memnun kaldınız mı yemeklerimizden?'' ''Ağam bunlar nasıl yemek? Bizim birader Almanya'dan döndü bugün, içi çıkmış çocuğun ecnebi yemeklerinden. Kendine geldi kerata, değil mi lan?'' Başımı salladım, ''Ha enişte öyle.'' Adam koca göbeğini sallandıra sallandıra gülüyordu, ''Yengemiz de beğenmiştir inşallah.'' ''Yağları fazlaydı, pek beğenemedim.'' ''Lokanta yemeğinin usulü odur.'' ''Biz başka usulleri de öğrenmek istiyoruz.'' Adam Zümra'nın verdiği şifreyi aldığında keyifle sırıttı, ''Yemek imalathanesini görmek ister misiniz kardeş?'' ''Sanki pul koleksiyonunu gösteriye götveren.'' diye tısladı Kâzım. Kâzım ve Zümra hızlı bir işaretleşmenin ardından ayaklandılar. Üçümüz adamın önderliğinde mutfağa adımladık. Elbette kaçakçılık pazarlığını herkese açık alanda yapmayacaktı. Bizi mutfak adı altında gizlediği inine götürdü. Güneş görmeyen bir odaya girdiğimde burnuma çarpan ilk koku testis kokusuydu. ''Oturun rahatınıza bakın.'' diyerek siyah masanın başındaki kırık sandalyeye oturdu. Kâzım'la ikimiz masanın çevresindeki sandalyelere, Zümra ise kenardaki kırmızı koltuğa oturdu. Oradan tüm odayı daha iyi görüyordu, adamın belinde olmayan silahını nereye sakladığını görmek için yapmıştı bunu. ''Yakup bahsetti sizden, biz bu işi ezelden beri yaparız. Onun sözü olmasa güvenmezdim.'' Kahverengi masanın üzerindeki gümüş çakmağı alıp elimde çevirmeye başladım. ''Ağam Yakup'un taşaklarına kurban. Sen hallediver bizim işimizi.'' Adamla pazarlığa başladık. Ağzından işimize yarayan sözler çıktığında hemen ardından sözlü itiraf da geldi. Zümra'ya döndüğümde dudaklarını okudum. Muhabbet devam ederken elimdeki çakmağı yere düşürüp almak için eğildim. Masanın altına gizlediği silahını hızla alıp yerden doğruldum. Gümüş çakmağı masaya koyduğumda Zümra'ya bir işaret verdim. ''Kaç kişilik olsun tatlınız?'' diye sordu adam. Zümra oturduğu koltuktan kalktı, ''Dört.'' ''E üç kişisiniz siz?'' ''Sen de bizimle geleceksin.'' ''O ne demek?'' Kâzım belinden kelepçe çıkardı, ''Polis Özel Harekat ağam, beğendin mi?'' Hızla masanın altındaki silaha gitti eli, belime gizlediğim silahı çıkardım, ''Altın mı kaplattın lan silahı?'' ''Hassiktir!'' Kâzım birkaç saniye içinde kelepçeledi adamı. Restoranın arka kapısından sessiz sedasız alıp araca bindirdik. Zümra Şef'e durumu bildirmek için harekete geçti. ''Burası tamam Şef, merkeze mi gelelim?'' ''Toplanın gelin. Tutukluyu sorgu için Çağatay oğlana bırakın.'' ''Şef biz girmiyor muyuz sorguya?'' ''Kâzım'la bu kadar takılan ya huyundan ya suyundan ha Zümra?'' ''Emredersiniz Şef.'' Zümra telefonu kapadığında Kâzım açtı ellerini, ''Hiçbir suçum yokken laf yiyorum anasını satayım.'' ''Arabaya geçin.'' Zümra emrinin ardından arabaya geçti. Öyle bir söyleyişi vardı ki sıkıyorsa binme şimdi o arabaya. Geri dönüş yoluna geçtiğimizde arabayı yine Zümra kullanıyordu. Arka koltukta Kâzım ve tutuklu vardı rahat rahat konuşuyorlardı. ''Nerelisin komutanım sen?'' ''Kağızman ağa.'' ''Ben de Bursalıyım.'' ''Bursa'dan çok şerefsiz çıkmaz,'' dedi Zümra dikiz aynasından bakarak, ''Nadirsin demek.'' ''Ayıp oluyor komutanım.'' ''Komutan değiliz lan biz, komiserim diyeceksin. Yengen Bursalı özür dile lan Bursalı olduğun için.'' ''Kasap!'' diye uyardı Zümra. ''Özür dilerim komutan komiserim.'' ''Bu kafayla nasıl kaçakçı oldun lan sen?'' ''Bazı insanların aklı hine basıyor komiserim.'' ''Doğru dedin Çömez.'' ''Şimdi essahtan yengemiz mi yani?'' ''Komiserim diyeceksin, merkeze kadar açma o ağzını. Çıt çıkmayacak!'' Zümra'nın öfkesi arabada eserken Kâzım kısık sesle konuştu, ''Biraz asabi, sus yoksa götünde bomba patlatır.'' Adam korkuyla koltukça küçücük kalırken Kâzım keyifle sırıtarak önüne döndü. Dikiz aynasında denk düşmüştü bakışlarımız. Bana ne oluyor der gibi kafa salladıktan sonra başını cama çevirerek muhtemelen puşt dedikten sonra yolu izlemeye başladı. Merkeze geldiğimizde paket ettiğimiz adamı sorgu için Çağatay'a teslim etmiştik, ''Hızlı bitir işini, gün bitmeden bir baskın daha yaparız belki.'' ''Hızlı olmaya çalışırım.'' diyerek adamın sorgusuna girdi Çağatay. Zümra sorgu odasına baktı uzun uzun, Kâzım durdu gerisinde, ''Bir sakatlık mı var komiserim? Ne baktın deli deli?'' ''Sakatlık büyürse sana söylerim.'' Sözü biter bitmez ayrıldı yanımızdan. Bu sefer Kâzım bakıyordu onun arkasından, ''Ulan az konuşan kadın mı olur anasını satayım?'' ''Her kadın bir değil. Az konuşan da olur, hiç konuşmayan da.'' ''Sevgililerinden mi biliyon lan?'' ''Yok ailemdeki kadınlardan.'' ''Neyse ne, kantine gidiyom ben bir arıza olursa haber ver bana.'' ''Anlaşıldı.'' Sorgu odasından ayrılıp olaya dair raporları halletmeye başladım. Zümra da aynı şeyle uğraşıyordu, ''Kasap nerede?'' ''Dosya ayarlıyordu o da.'' ''Kâzım dosyalarla uğraşmaz, bir daha kimseyi korumak için bile olsa yalan söyleme.'' Uzun yıllardır birbirini tanıyan ekibin içinde daha dürüst davranmam gerektiğini az önce anlamıştım, ''Komiserim b-'' Yanımdan geçip giderken omzuma dokundu, ''Ama iyi denemeydi Çömez.'' Bu kez ben baktım arkasından. Yanından ayrıldığı herkese arkasından baktırtıyordu bu kadın. Garipti, hayrolsun. Mesaim bir yığın dosya işinin ardından sonlanmıştı. Zaten sivil olduğum için odama uğramadan biraz hava almak istedim. Ayaklarım beni eğitim alanına götürmüş, gözlerim de dün kuzunun düştüğü tepeye çıkmıştı. Benden izinsiz. Yine hayvanlar vardı, kuzunun nasıl olduğunu öğrenmek istiyordum. Bir merakla çıktım tepeyi, telleri geçip mera alanına adım attım. Yokuşu çıktığımda düzlükteki hayvanlar otluyordu. Gözlerim o kuzuyu ararken ondan önce asabi sahibini buldu. Bir ağacın gölgesinde oturuyordu. Çatık kaşlarıyla sürüsünü izlerken sırtında yine bebeği vardı. Annemin kardeşinizi gezdirin diye sırtımıza taktığı zımbırtıda tutuyordu bebeğini. Sahiden bu yaşta bebeği olur muydu bir insanın? Evli miydi şimdi? Kaç yaşındaydı ulan bu kız? Aklımdaki sorulara cevap bulamamak beni sinirlendirmişti. Arkamı dönüp gitmeye karar vermiştim ki buralarda fark edildim. ''Bu sefer hangisinin ayağı sıkıştı?'' Ayıp olmaması için yüzümü ona döndüm, o da ayağa kalkmıştı. Üzerine yine dünkü gibi bir elbise vardı. Aramızdaki on adımlık mesafeyi kapatmadığı için ben de yeltenmedim. ''Kuzuyu merak ettiğimden geldim.'' ''Ahırda o, dinleniyor.'' ''Veter-Baytara götürdünüz mü?'' ''Hayır, ilacı bende onun. Verdim şimdi iyi.'' İğneleyici bir ses tonu vardı, tersliyordu sanırım beni. ''İyi, bir şey demedik.'' ''Kimsin sen?'' ''Hayırdır?'' Göz kırpıp baktım yüzüne, ''Niye sordun?'' ''İkidir karşıma çıkıyorsun. Sapıksan sapığım de.'' Dudaklarım kıvrıldı, ''Sapık sapığım der mi?'' ''Bilmem,'' dedi omuz silkerek, ''Hiç sapık olmadım.'' Baş parmağımla kendimi işaret ettim, ''Sapığa benzer bir hâlim var mı?'' ''Sapık kime benzer bilmem ben.'' ''İyi bak buraya, bana benzemez.'' Gözlerini ayaklarımdan başıma kadar gezdirdi hızlıca, kısık gözleri durdu üzerimde utanmıştım garip bir şekilde, ''Asker misin?'' ''Sapıklıktan askerliğe sert bir geçiş oldu.'' ''Kesin askersin sen.'' ''Yanlış tahmin küçük hanım.'' ''Bana bir daha küçük hanım deme.'' ''Tamam demeyiz.'' O sırada sürüden sesler yükselmişti. İki hayvan birbirine girerken kız hemen yanlarına koşturdu. Kıza zarar verirler miydi? Endişe etmiştim, ben de arkasından adımladım her an müdahale edebilmek için. Ama kız kendinden büyük hayvanları küçük elleriyle sakinleştirmeye çalışırken hiç hırçın değildi. Bana ne kafa tutuyordu o zaman? Ulan Dinçer bir inek olamadın. İneklere tam anlamadığım bazı sözler söyleyip ayırmıştı. Hayvanlar sakinleşip otlamaya devam etti. Bebeğini bıraktığı ağacın dibine adımladı usul usul. ''Niye celallendiler hayvanlar?'' ''Kızgınlık dönemleri, arada yaparlar böyle.'' ''Veterinere götürdünüz mü?'' ''Hasbinallah.'' dedi kızgın bir sesle. ''Ne dedim ben şimdi?'' diye sordum ellerimi iki yana açarak. ''Bana baksana sen, buralarda baytar tanıdığın mı var senin? Para kazansın diye mi sürekli baytar deyip duruyorsun?'' ''Veteriner tanıdığım var ama buralarda değil.'' ''Özledin galiba tanıdığını, ikide bir andığına göre.'' ''Sen söyleyince fark ettim, özlemişim sahiden.'' ''İyi ara konuş o zaman.'' ''Emrin olur.'' ''Asker değilsen emir verebilirim.'' ''Ya askersem?'' ''Senin emrin beni ilgilendirmez.'' Hafifçe tebessüm edip başımı sürüye çevirdiğimde yavru bir köpek gelip ayaklarıma dolandı. Şaşkınlıkla kıza baktım, ''Daha dün sürünün köpeğini üzerine salarım diye tehdit ettiği köpek bu muydu?'' Kızı ikinci kez gülerken görmüştüm, alaylı bir sırıtış vardı yüzünde, ''Küçük olduğuna bakma, bir yanlışın olursa parçalayabilir.'' Başımı iki yana sallayıp dizlerimin üzerine eğilerek yavru köpeği sevmeye başladım, ''Bu dişlerle mi parçalayacaksın beni, ha oğlum?'' ''Onun bir adı var?'' ''Neymiş?'' ''Karabaş.'' ''Çok yaratıcı bir isimmiş.'' ''Beğenmediysen sen daha güzelini koyarsın.'' ''Koydum zaten.'' ''İyi.'' Ters bir bakıp atıp önüne dönmüştü. Bir gözü hep sürünün üzerindeydi, kaşları ise çatık. Biraz daha sevdim yavru köpeği, Kurşun'u bulduğumuz o gün geldi aklıma. Kurşun bizim köpeğimizdi. Çocukken bahçede oynarken sesini ilk defa duymuştuk. Bir araba çarpmış ve kaçmıştı. Halide yengem olmuştu onu veterinere yetiştiren. Demir'in ısrarı sonucu da artık bizimle kalmasına karar verilmişti. Ailemden, en çok da Demir'den olsa gerek severdim hayvanları. Bir çok hayvanla büyüyünce dost olduklarını daha iyi anlıyordu insan. Son kez başını okşayıp doğruldum. Artık gitmem gerekiyordu değil mi? Kıza hoşça kal demek için başımı çevirdiğimde bir şeyler yediğini gördüm. En son yağlı bir çorba içtiğim için midem bana açlığını hatırlatmıştı. Akşam yemeğine kaç saat vardı lan? ''Ben gidiyorum, afiyet olsun.'' ''Yakala!'' diyerek bana fırlattığı kırmızı elmayı havada yakaladım. ''Ne içindi bu?'' ''Göz hakkı.'' Havaya atıp tekrar elime aldım elmayı, üzerime silerek koca bir parça ısırdım, ''Eyvallah.'' Çoban güzeli...
|
0% |