Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Küf Kokan Oda

@pekbiafiliyalnizli

5 Yıl Önce- Diyarbakır

Bugün tam bir ay oldu buraya geleli. Dört duvarın arasındayım. Küf kokuyor burası, biraz da is. Derin bir koku çekiyorum içime, işte diyorum kendime; İşte benim yaşama sebebim bu.

Zar zor sığdığım yatak bu gece bana dar olmakta kararlı, uyku denen o lanet şey girmiyor gözüme. Bedenim bir külçeden farksız, dört gündür uyumamışım. Yine girmiyor. Gözümü her kapattığımda cesetler beliriyor o karanlıkta. Ceset denmez ona, olsa olsa leştir o. Derdi amcam yanımda olsaydı. Haklı, leşti her biri.

'İlk günler kusarsın sürekli, uyuyamazsın, rüyana girer kabus ederler.' Demişti amcam, şimdi söylediği her şeyi yaşıyorum. Apansız bir ürperti geliyor engel olamadığım, rüyalarımı kabus ediyorlar epey bir vakittir.

Bunların hepsi birkaç aya mazi olacak, biliyorum. Ne artık rüyama girecekler, ne de leşlerini görünce kusacağım. Ben artık öldürmek için yaşayacağım.

Ben kim miyim?

Ben Dinçer, Dinçer Demirsoy. Başka da hiçbir şey değilim zaten. Hayatta bir şey olmak için işte şimdi tam da buradayım. Tek bir kelimeyle anlatamadığım bu şehirdeyim. Ölü kentteyim, ölü zırhlarının içindeyim, leşlerin her gün daha da arttığı bir mezarlıktayım.

Kendimi gömerek ayrılacağım bu şehirde bugün bir ayı bitirdim.

Sağ kolumu başımın altına alıp derin bir nefes vererek ay ışığının vurduğu duvarları izledim sessizce. Duvardaki izler, lekeler, isimler çekti dikkatimi. Kimi sevgilisinin adını kazımış duvara, kimi tarih atmış.

Bu odada kalıp şehit düşen askerlerin tarihleri kazılı tam karşımdaki duvarda. Hepsini ezberledim. Gün, ay, yıl... Kimi daha yirmi beşinde, kimi kırkında, kimi de otuzuna bir gün kala şehit düşmüş.

En son şehadeti kazınanla bakışıyoruz şimdi, benden yedi yaş büyük. Halil Eskisoy... Ben buraya gelmeden bir gün önce şehit düşmüş. Ben onun yerine geldim. Şu an yattığım yatak bile ona ait. Onun silahını kullanıyorum, onun yarısını kırdığı aynada tıraş oluyorum her sabah. Onun okuduğu kitapları okuyorum bazı geceler. Ona da benziyormuşum, öyle söylediler.

Vicdanım rahatsız biraz, ne birazı lan epeyi rahatsız. Hayatın her şeye rağmen devam ediyor olması ne acı lan. Sen ölüp gidiyorsun ama senin yerinde yeni mezun birisi yatıyor. Daha parmak izlerinin silinmediği silahına onu bekçi tayin ediyorlar.

Eldiven takmadığım için yara bere içindeki parmaklarımı gezdirdim şehit olduğu günün üzerinde. ''03.05.2017.'' Onun için hayatın durduğu gün olurken, benim için hayatın yeniden başladığı bir gün. Hayat ne garip şey lan...

Dört duvarı da ölü hatıralarda dolu odada Halil'in üniformalı fotoğrafının karşısında durdum. Biraz utanç var üzerimde, biraz mahcubum. Onun yerini almışım gibi hissediyorum zaman zaman. Bu his sikip atıyor ayakta kalan tüm akıl sağlığımı.

Yaralı elimi şakağıma değdirip bir selam verdim. Onun gözleri öfke doluyken benim gözler de hep aynı duygu. Kocaman bir mahcubiyet. Elimi şakağımdan indirip toplam on iki adımda biten odada gezindim.

Güneş sanki benim odama doğuyordu, tüm güneş odanın içindeydi. Dirseklerime kadar katladığım gömleğimin düğmelerini çözerken doğan güneşi seyrediyordum. O sırada bir tekmeyle açıldı kapım. Elim silahıma gittiğinde karşımda Haydar ağabeyi gördüm.

''Ne yapıyorsun lan! Beni mi vuracaksın?''

''Yok ağabey, birden girince.''

''Siktir et şimdi. Beş dakika, hatta iki dakika. Ne iki dakikası lan! Elli saniye içinde nizamiyede olacaksın çömez! Geç kalırsan bir daha gözüme gözükme!''

Haydar abi geldiği gibi gidince hemen gömleği çekip attım omuzlarımdan. Demir dolabı açıp üniformayı çıkarttım. Kamuflaj pantolonumu giyip çıplak bedenime combat tişörtümü geçirdim. Palaskamı takıp, bacaklarıma da silah kılıfı geçirdim. Hücum yeleğini başımdan geçirip sırt çantamı aldım. En son Halil'in emaneti olan tüfeği alıp onun karşısına geçtim.

''Hakkını helal et.''

Hızla odadan çıkıp çıkış kapısına koşturdum. Herkes saniyeler içinde toplanmıştı ve araçlara geçmiştik. Araçta en köşede oturuyordum. İçlerinde çömez bendim, oturma şeklimizden bile bu belli oluyordu. Ekipte üzerini tamamen giyinmiş tek kişi bendim. Kimisi çoraplarını, kimisi de tişörtünü giyiyordu.

Aracın içine göz gezdirdiğimde Kâzım'la göz göze geldim. Bu ekipte kimse beni kabullenmemişti henüz, en kabullenmeyen de Kâzım'dı. Halil'in en yakın arkadaşı Kâzım, Halil'in devresi Kâzım.

''Bu herif de mi bizimle geliyor şef?''

Aramızdaki soğukluk herkes tarafından biliniyordu. Sorusunun ardından bize döndü birkaç kişi. Şef'in sinirli soluğu doldurdu aracı.

''Haydar gereken cevabı ver şunlara, nefesimi yorma benim. Uğraştırma çoluk çocukla.''

''Tamam şef!'' Haydar ağabey ellerini koydu omuzlarımıza, ''Bana bakın lan ilkokul müsamere yeri değil burası, birbirinizle ne sikim sorununuz varsa siktirin gidin dışarıda çözün. Üniformalarla bu araca bindiğiniz an ekipsiniz siz!''

''Benim bu armadaki herkes kardeşim ama o değil ağabey.''

''Canım Kâzım, kuzum Kâzım, Kasap Kâzım. Seni severim Kâzım, Halil'in yerine geldi diye şu çocuğu ezip durma, altında kalırsın bir gün haberin olmaz.''

''Muhallebi çocuğunun altında kalmam ben ağabey, sen rahat ol.''

Bir cevaba yeltenmeden Zümra sarıldı koluma, ''Kes sesini çömez, acısı taze körükleme.''

Zaten bir cevap da istemiyordu, ''Emredersiniz.''

Öfkeli miydim uğradığım haksızlığa? Hiçbir öfke şehit vermekten daha büyük değildi, siktir ettim içimde yeşeren öfkemi. Adamın yüreği yanıyor lan, ne önemim var bir şehidin karşısında?

''İstikamet neresi şef?''

Şefin üzerinde toplandı gözlerimiz. Kırklarının sonundaydı şefimiz. Çok az ama öz konuşan bir adamdı. Saçlarında tek bir tel bile beyaz yoktu. Boyuyordu saçlarını, parmaklarındaki siyah boya kalıntıları da bu düşüncemi destekliyordu. Bir aydır ona dair gözlemlerim bunlardı.

''Şehrin dernek desteğiyle kurulan sağlık merkezine saldırmışlar, içeride bir sürü hasta var. Doktorlar rehin alınmış. Sağlık çalışanları deseniz...En az hasarla sağlıkçıları da hastanedeki hastaları da kurtaracağız. Anlaşıldı mı?''

''Emredersin şef!''

Şefin sözünün ardından bir sürü küfür yayıldı aracın içine. Amcamın küfür duymayalım diye herkes sözünü kesmesi bir işe yaramamıştı. Her birimiz küfürle içli dışlıydık. Bu meslek küfürsüz yaşamak için uygun değildi.

Sağlık merkezine geldiğimizde sırayla indik araçtan. Birkaç gün önce başka bir olay için sıktığımız kurşunlar şehrin binalarının duvarlarında duruyordu. Şimdi yeni kurşunlar eklenecekti yanlarına.

Bizden önce olay yerine gelen polislerden bilgi almaya başladık, ''Bundan sonra Özel Harekat el koyuyor operasyona, emirlerinize iletirsiniz. Mahallenin girişine konuşlanın, kimseyi yaklaştırmayın buraya.''

Polis memurları emri dinleyip uzaklaştığında şef etrafına topladı bizi.

''Efe, Metin, Feyyaz üçlüsünüz önden akın. Haydar ve Zümra siz de çıkışları tutun. Kâzım karşıdaki minareye yerleş.'' Herkese emrini söylerken bakışları beni buldu, ''Dinçer!''

''Efendim Şef.''

''Nişancıydın değil mi sen?''

''Evet şef.''

''İyi, kobranın yanında kal, hazırlıklı ol gözün açık olsun!''

''Anlaşıldı şef.''

Fırtına timinin adına yakışır bir sloganı vardı, henüz bağırarak söyleyecek kadar onlardan olamasam da eşlik ettim.

''Fırtına Sert Eser!''

Tim etrafa dağılırken ben mahallenin girişinde kalmıştım. Kobrayı arkama almış etrafı kolluyordum. Resmi polisler halkı buradan uzaklaştırmaya çalışırken yerel halk bu durumdan artık çok sıkılmışa benziyordu. Her gün gözlerinin önünde bin bir türlü olay cereyan ediyordu. Ceremesi de onlara kalıyordu.

''Uzaklaştırın herkesi. Çatışma çıkacak birazdan!''

''Alışmışlar artık kolay olmuyor ki.''

Zar zor insanları mahalleden uzaklaştırdık, aradan geçen on bir dakikada henüz gerçek bir hareketlilik olmamıştı. Rehin alınan sağlıkçıları kurtarmak için sessizlik silahlarını kullanıyorlardı. Tüm bunlara uzaktan şahitlik etmeye gocunuyordum ama henüz zamanım vardı. Ya bir gün, ya bir yıl. Onu da ben belirleyecektim.

''Dinçer!''

Elimi kulaklığıma götürdüm, ''Efendim şef!''

''Hazırlıklı ol!''

''Anlaşıldı şef!''

Mahalleye giden dar yoldan korkuyla koşarak kaçmaya çalışan üç teröriste şerefleri kadar kurşun sıkarken rahattım. Ne kadar korkuttularsa sürü gibi koşarak uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Her geleni karşılayıp yere seriyordum.

''Burası tamam, kaçak var mı?''

''Şimdilik yok.''

''Kâzım durumlar nasıl?''

''Hareketlilik var, çatışmaya girecekler.''

''Desteğe gel çömez artıyor amına koyduğumun piçleri!''

Armadan yedek silah alarak kontrollü şekilde ilerlemeye başladım. Haydar abilerin yanına ulaştığımda çatışmaya katıldım.

''Abi hastalar ne durumda?''

''Rehine hepsi.''

''Sıkarlar mı rehinelere?''

''Sıkmazlar, amaçları sivil öldürmek değil sağlıkçıları hedef almışlar.''

''Ne zaman gireceğiz içeriye?''

''Operasyon ameliyat gibidir Dinçer, yavaş olman gereken yerde yavaşlarsın, hızlı olman gereken yerde hızlanırsın. Biz şimdi yavaş olmak zorundayız. Yanlış harekette ölürüz.''

''Giriyoruz beyler hazır mısınız?''

Zümra komiserin gülüşünü duydum, ''Beyleri bilmem ama ben hazırım şef.''

''Alınma kızım, giriyoruz. Kimseyi tehlikeye atmadan alıyoruz rehineleri.''

''Anlaşıldı şef!''

İlk unsur olarak timin en tecrübelileri gitti önden. Haydar abi, Efe ve Metin. Kâzım çatıda Zümra ile ben de gerilerindeydik. Temiz bir çatışma ile rehinelerin tutulduğu başhekim odasının önüne geldik.

''Kâzım görüşün nedir?''

''İçeride sadece beyaz önlüklüler var şef, hastalar başka bir yerde tutuluyor olabilir.''

''Dinçer, Zümra hastalar sizde.''

Zümra ile iki koldan ayrıldık sağlık merkezine.

''Dikkatli ol çömez, kör kurşun yeme.''

''Kör olmasa yerdim.'' Önüme çıkan adama sıkıp yoluma devam ettim.

''Akademi kaçıncısıydın sen?''

''Birincisi değildim.''

''Belli oluyor.''

Beyaz kapıya tekme atıp silahımla kontrol ettim, boştu burası da, ''Siz kaçıncıydınız?''

''Birinciydim.''

''Hiç belli olmuyor.''

Güldüğünde dikkatle yoluma devam ettim. Tüm odalar boştu Zümra ile ayrıldığımız yerde buluştuk, ''Nerede bu hastalar?''

''Siktir!''

Zümra'nın öfkeli gözlerine baktım, ''Ne?''

''Morgdalar çömez!''

Kolumu tutup merdivenlere sürükledi beni. Hızla inmeye başladık.

''Hastanenin sigortasını delik deşik etti Haydar abi, bir şey olmamıştır

Morg kapısının önünde duruyorduk, botumla sert bir tekme attım açılan kapının ardında bir sürü insan vardı. Birkaç saniye gözlerim üzerlerinde gezindi, ilk defa böyle bir manzarayla karşı karşıyaydım yutkundum.

Hastaların arkasından çıkan teröriste silahımı çektiğim an yere yığılmıştı. Gerimde duran Zümra indirmişti.

''İyi misiniz?''

Ağlaşan çocuklar, kadınlar, korkmuş insanlar vardı içeride.

''Polis Özel Harekat, merak etmeyin artık güvendesiniz.''

''Dinçer!''

Kulaklığıma dokundum, ''Efendim Haydar abi?''

''Buralar tamam, neredesiniz lan?''

''Morgdayız abi, çıkıyoruz ambulans lâzım abi.''

''Anlaşıldı.'' Elimi kulaklığımdan çekip karşımdaki insanlara baktım.

''Oğlum hasta, yeni ameliyat oldu.''

Zümra kadının kucağındaki çocuğa yere düşmüş battaniyeyi örttü, ''Ambulans var kapının önünde, hemen merkezdeki başka hastaneye sevk edilir.''

İçerideki insanlar kontrollü bir şekilde dışarıya çıkartmaya başladık. Yere düşmüş yaşlı bir adam vardı köşede.

''Amca destek versem kalkabilir misin?''

''Yürüyemiyorum ben oğlum.''

''Tamam ben taşırım seni.'' Silahımı kayışından boynuma asıp dikkatli bir şekilde sırtıma aldım. Hastanenin delik deşik olmuş kapısından çıktığımızda kalabalık karşıladı bizi. Ambulans, hasta yakınları, polisler, tim...

En yakın ambulansa yürüdüm, sedyeye dikkatle bıraktım adamı.

''Yaralanmışsınız.'' diyen ambulans görevlisinin sesiyle anladım yaralandığımı.

''Ben hallederim kolay gelsin size.''

İki hemşire bir de doktor yaralıydı. Başhekim ve iki hasta bakıcı ölmüştü. Gerimizde ölüm bırakarak ayrıldık sağlık merkezinden. Bir sürü küfür doldurmuştu yine arabayı.

''Kurşun yarası mı?''

Kâzım'ın fısıltıyla karışık sorusuna olumsuz anlamda başımı salladım, ''Bıçak, önemli bir şey değil.''

''Bana ne lan, kollasaydın kendini.''

Odama geldiğimde kapadım kapıyı. Üzerimdeki çelik yeleği çıkartıp askıya astım. Halil'in resminin karşısında buldum kendimi, ''İlk yaramı aldım bugün, bir yerden başlamak gerek herhalde. Elimden geleni yapmaya çalıştım, yokluğunu arıyorlar Halil. Seni arıyorlar, ruhun şad olsun.''

Üniformamı sıyırıp aldım üzerimden. Kolumdaki bıçak yarasını temizleyip sarmam gerekiyordu. Çekmeceleri karıştırmaya başladığım sırada odamın kapısı açıldı. Zümra gelmişti.

''Bu ekipte yara saklanmaz çömez, ders bir.''

''Ufak bir yara komiserim.''

''İlk yarana ufak dersin, ikinciye de sıyırdı, üçüncü şakağından girerse susarsın çömez. Susanlar sessiz ölür.''

Üzerime attığı Polis Özel Harekat tişörtünü giyip peşinden adımladım. Revirde başımda bekliyordu. Dikiş gerekmeyen yaramı sarmaya başladı hemşire. Az çok anlıyordum yaraların cinsinden, bir başhekim yeğeniydim çocukluktan vardı eğitimimiz.

İşim bitince kalktım sedyeden Zümra ile çıktık revirden. ''Henüz yenisin, zamanla alışırsın bir şey saklamak gizlemek bize ters. Yakında seni çözeriz.''

''Ben sizi çözebilecek miyim?''

''Çözme çömez, çözdükçe karışırız biz.''

Arkasını dönüp odasına gitti. Ben de çok durmadım boş koridorda. Eşyalarımı alıp banyoya geçtim. Koluma dikkat ederek duşa girdim.

''Lan çömez!''

Ses yan kabinden geliyordu, Polis Özel Harekatsanız eğer duşta bile ayık olmak zorundaydınız, ''Efendim ağabey.''

''Burcun neydi senin? Astro Efe sordu.''

''Bilmem, 20 Aralık doğumluyum ağabey.''

''Lan hiç mi sevgilin olmadı, meraklı oluyorlar bu burç işlerine.''

''Merak eden olmadı ağabey.''

''Astro Efe senin haritanı çıkartır yakında, her şeyi biliyor herif.''

Timde herkesin bir lakabı vardı, şimdilik sadece çömezdim. Duştan çıkıp odama geçtim. Saçlarım kısa olduğu için hemen kuruyordu, omzumdaki havluyu yatağın demirlerine astım. Titreşimde bırakmaya alışık olduğum telefonumu aldım elime, annem arıyordu.

''Yaranın fotoğrafını at Dinçer.''

Nasıl haberleri olduğunu sorgulamadım bile, ''Sardılar anne, iyiyim.''

''Nasılsın demedim, fotoğrafını at dedim.''

''Atıyorum.''

Telefonu kulağımdan çekip isteyeceklerini bildiğim için önceden fotoğrafını çektiğim yarayı gönderdim. Sesini duyduğum kişi annem değildi bu kez.

''Tamam Suna derin değil, güzel sarmışlar merak etme.''

''Yenge nasılsınız?''

''Siz silahların arasındayken pek iyi olamıyoruz oğlum. Sen nasılsın? Var mı başka yaran?''

''Yok yengem yok, ben iyiyim.''

''Sol kolunun üzerine yatma,'' dedi annem her zamanki asker ağırlığıyla, ''Spora gitme birkaç gün, operasyonlardan geri kalacağın kadar derin değil ama yine de dikkat et.''

Gülümsedim, ''Emredersiniz yarbayım.''

''Dinçer oğlum.''

İçimi sıcacık ediyordu o sert sesindeki şefkat, ''Annem.''

''İlk ayın daha, bundan büyüğü, daha derini olacak biliyorum. Güçlüsün sen, dayanacağını da biliyorum, tek isteğim koru kendini.''

''Merak etme anne, çok dikkat ediyorum. Aklın bende kalmasın, sen Atlas ve Kartal'la ilgilen.''

Gülümsedi annem, ''Onlar gözümün önünde, sen değilsin.''

''Anne, herkes iyi mi?''

''Herkes iyi, hadi yemek saati geldi kaçırma.''

''Siz yine bir arada mısınız?''

''Bu akşam yemekler Fırat'tan.''

''Menemen yiyeceksiniz yani,'' Amcamın tek bildiği yemek menemendi, ne zaman iddialı sözler edip bizi yemeğe çağırsa sonunda menemene ekmek banarken buluyorduk kendimizi, ''Afiyet olsun.''

''Köfte yapacağım demişti, benim umudum var. Sen de güzelce ye yemeğini.''

''Tamam anne selam söyle herkese.'' Telefonu kapatıp, üzerime hırkamı alarak çıktım odadan.

''Çömez!''

Efe arkamdan gelip kolunu boynuma doladı, benden kısa olduğu için zorlanmıştı çekildi hemen geriye, ''Sırık mı desek sana birader?''

Kâzım güldü, ''Hazırcı diyelim, kanı kurumadan yerleşti kardeşimin yerine.'' Suratıma küfreder gibi bakıp yemekhaneye girdi.

Efe omzuma vurdu birkaç kez, ''Kâzım ağır konuşur birader, öküzün tekidir. Takılma sen ona, Halil'le de en başta bir sikim anlaşamazdı. Bu herif böyle biri, kötü niyeti yoktur.''

Başımı salladım sadece, benim onunla bir derdim yoktu. Onunda derdi elbet bir gün son bulurdu. Tabldotumdaki yemekleri sessizce yerken masadaki sohbeti dinliyordum.

''İzin demeye utanıyorum, şefin suratına bakılmıyor zaten. Adamın oğlu doğdu gitmedi daha, ben nasıl nişanlanıp geleyim derim lan?''

''Haydar abiyle konuş.'' dedi Efe.

''Konuşma Feyyaz,'' diyerek uyardı Zümra, ''O da iyi değil bu ara, boşanıyor adam nişan mişan duymak istemez.''

''Zümra yardım et be bacım, Ayşe'nin ailesi zor ikna oldu zaten biliyorsunuz, nişanı iptal edersek kızı göstermezler bana.''

Zümra bardaktaki suyundan içti, ''Bana bırak konuşurum Orhan ağabeyle, gider gelirsin.''

''Aslansın bacım.''

Zümra ağırlığı olan bir kadındı, bu her hâlinden belli oluyordu.

Konu çok geçmeden bana da sıçramıştı, ''Çömez senin var mı sevgilin falan?''

Cevap verecekken Kâzım benden önde atıldı, ''Kolundaki saate baksana ağabey, ikişer tanedir bunda.''

Kolumdaki saat dedemin hediyesiydi, dedemler oldukça varlıklı insanlardı, ''Bekleyenim yok.''

''Uğradığın vardır senin.''

Başımı çevirip Kâzım'a baktım, ''Sende ikisi de yok değil mi?''

''Bizim sevgilimiz olmaz, ömürlüğümüz olur sen rahat ol.''

Zümra'nın alaylı gülümsemesi duyuldu. Kâzım avcundaki demir bardağı bükmeye yemin etmiş gibi sıkarken Efe bardağı aldı elinden.

Çatalımın ucuyla önümdeki çoban kavurmanın domateslerini ayırmaya başladım.

''Sen şimdiden yemek seçmeye başladıysan zor hayatta kalırsın özel harekatta.''

Son domatesi de ayırdım yemekten, ''Sen dert etme Kâzım.''

''Siktir lan, ne dert edeceğim.''

Zümra çorba kaşığının sapını masaya vurarak susturdu bizi, ''Bir daha sofrada küfür duymayacağım beyler.''

''Çocuk azarlar gibi konuşma Zümra, ağzımızdan şey ediyor.''

Zümra ters bir bakışla baktı Kâzım'a, ''O zaman şey etmeyecek Kâzım, anladın mı?''

''Anlamadım.''

''İyi, doydun o zaman bu akşam.'' Önündeki tabldotu çekip Efe'nin önüne koydu, ''Kalk git, nöbet tutan çocuklara anılarını anlat iyi gelir.''

Kâzım sandalyeyi gürültülü bir şekilde iterek dikildi ayağa, ''Sigara içesim vardı zaten sağ ol komiserim.''

Söylene söylene çıkıp gitti yemekhaneden. Bu herifin normalinin bu olduğunu anlamıştım artık. Yemeğim bitince müsaade isteyip kalktım. Serin bahçede yürüyüşe çıktım. Bir banka oturup soğuk havayı soludum. İlk zamanlar bir yalnızlık vuruyordu beni, sadece Kâzım değil diğerleri de yargılıyordu beni. Kabullenemedikleri olup çıkmıştım çoktan. En kolayını seçiyorlardı oysa, beni suçlamak, her şeye rağmen devam eden hayatı suçlamak en kolayıydı. Bir günah gibiydim aralarında. Oysa bir günahım da yoktu.

Savaş hâlindeydim uykuyla, bu gece de yenmişti beni. Sabaha karşı anca kapamıştım gözlerimi. İlk zamanlar Dinçer, diyordum kendime sadece ilk zamanlar. Sonrasında alışacaksın. Alışmayı bekliyordum şimdi.

Üzerime eşofmanlarımı geçirip günışığından aldığım müsaadeyle spor salonuna adımladım. Salonun bu saatlerde boş olmasına alışıktım. Çantamı kenara bırakıp aletlerle başladım güne. Kendimi bildim bileli spor yapıyordum. Bizim ailede herkes bu işin ucundan tutuyordu. Annem sürekli spor yapardı, ayrı kalmak istemediğimiz zaman askeriyenin spor salonunda şınav çekerken beni sırtına kardeşimi de omzuna oturturdu. O zamanlardan başlamıştı bu ilgim.

Kreş, ilkokul, ortaokul, lise... Hayatımın her alanında spor vardı. Ailemizdeki diğer çocuklara göre içine kapanık birisiydim. Bunun için birkaç kez pedagoga ve psikoloğa götürmüşlerdi beni. Önü arkası yoktu ama ben sadece böyle birisiydim.

Kırk beş dakikalık sporun ardından omzuma astığım havluyla terimi sildim. Çantamın askısını omzuma vurup havluyu enseme asarak çıktım spor salonundan. Karşılaştığım devrelerime selam vererek duşa girdim.

Bugün diğer günlerden sessizdi buralar. Askıdan üniformamı alıp üzerimi giyinmeye başladım. Palaskamı takıp beremi omzuma asarak çıktım odadan. Yemekhaneye girip sıraya geçtim. Kahvaltımı aldıktan boş bir yer ararken timdekiler beni görse de yanlarına çağırmamışlardı. Kâzım'ın hepsinin üzerinde bir ağırlığı vardı. Bir kişi hariç.

''Beni takip et.'' diyen Zümra'nın peşinden adımladım. Boş bir masa bulup karşılıklı oturduk, ''Takılma çocukluklarına, bir kaç aya düzelirler.''

''Takılmıyorum.''

Sepetten iki dilim ekmek aldı, ''İyi.''

Kahvaltı etmeye başladık. Kâzım'ın bir gözü sürekli bizim masaya kayıyordu. Aldırmadan kahvaltımı etmeye çalışıyordum.

''Domates yemiyor musun sen?''

''Pek sevmem.''

''Aç kalınca seversin.''

''O günler gelince bakarız, seçme hakkım varken seçeyim.''

''Seç çömez, seç.''

Zümra ile kurduğumuz kısıtlı diyalog bitse de Kâzım'ın ters bakışları inmemişti ne Zümra'nın sırtından ne de benim yüzümden.

''Bakmaya devam edersen masayı devirir Çömez, sakın o heriften gözlerini.''

''O sakınmıyor ama.''

''Deli deliyi görünce sopasını saklarmış, akıllı deliyi görünce ne yaparmış bilir misin?''

''Ne yaparmış?''

''Görmezden gelirmiş.''

Yapacağım şeyi bana söyledikten sonra bir daha da konuşmadı. Kahvaltı bittiğinde yemekhaneden çıktım. Tam tahmin ettiğim gibi bugün operasyon yoktu. Bugün tüm vakti burada öldürecektik.

Öğlene kadar Haydar ağabeyin emriyle rapor düzenledim. Biriken tüm kağıt işlerini çıkardım elimden. Öğleden sonra ise farklı planları vardı. Eğitim için ayrılan arka bahçeye çıktım hep beraber. Buralarda sürekli eğitim görüyorduk, geniş bahçenin kenarları telle koruma altına alınmıştı. Güneşin tepede olduğu eğitim alanında duruyorduk hep birlikte. Bir tek Zümra banklardan birine oturmuş silahını temizliyor ve kimseyle muhatap olmuyordu.

''Seni hiç adam gibi çatışmada görmedik çömez.''

''Adam gibi çatışma olmadığından mı astro Efe? Yoksa adam olmadığından mı?''

Metin baktı Kâzım'a, ''Of başlama birader yine.''

''Sana ne oluyor lan? Git çocuk bak!''

''Kes lan, kesat herif.''

Feyyaz elini omzuma koydu, ''Nişancıydın değil mi sen?''

''Evet.''

Kâzım keyifli bir kahkaha attı, ''Süper lüks alanlarda, ya da okullarda karşıdaki mankeni vurmaya benzemez dağda bayırda nişancı olmak. Kaymak oğlan seni.''

''İlk ikisini sen deneyimledin herhalde? Sonuncular da benim deneyimlemem gerekenler.''

''Göstereceğim ben sana deneyimi.''

Haydar ağabey geldi yanımıza küfür ederek, ''Sikeceğim sizin atışmanızı, alın lan silahları icraat görelim!''

Kâzım yıllardır onunla beraber olan Kanas'ını aldı eline, ''Gel buraya gülüm.'' diyerek öptü silahını.

Benim elimdeki ise henüz yeni elime verilen bir silahtı, silahla aranızdaki iletişime göre bile yön değiştirirdi mermi. Çok tanışıklığımız yoktu bu modelle ama şimdi olmak zorundaydı.

Atış alanı olarak belirlenen yerlere yatıp pozisyonumuzu aldık. Kâzım'ın aldığı pozisyondan bile tecrübe akıyordu. Ondan daha tecrübesizdim ama gizli bir hırsım da vardı. Gözüme de, yeteneğime de güveniyordum.

''Bilgileri vermeyecek misiniz?'' diye sordum beklentiyle.

''Ne bilgisi lan?''

''Sıcaklık, rüzgâr falan.''

''Lan oğlum eğitimde miyiz? Sana çatışma ortasında kim söyleyecek bunları?''

''Oooo Çömez pes et istersen, ezmeyeyim seni genç oğlansın.''

Çenemi yaslayıp elimi nişangâha çıkardım, hedef ayarlarına başladım, ''Bir nişancı pozisyonunu aldıysa o mermi çıkar namludan, bana bunu öğrettiler.''

''İlk defa doğru bir şey öğrenmişsin.''

''Mesafe 1000 metre, hazır mısınız ulan?''

''İki saattir hazırım,'' dedi Kâzım, ''Sen çömeze sor.''

''Hazır.''

''3,2,1 ATIŞ!''

Mermi namludan ayrıldı ve hedefi buldu. Haydar ağabeye baktık sonucu öğrenmek için, gözündeki dürbünü çıkartıp bize baktı.

''Sekize dokuz Kasap Kâzım aldı.''

Normal bir yenilgiydi bu, Kâzım kadar tecrübeli olmadığımı biliyordum. Şimdi çok daha iyi olduğunu anlamıştım. Kâzım'ın ağzından keyifli kahkahalar kaçarken Feyyaz kaldırmak için elini uzattı.

''Bir daha ağabeyine diklenme çömez, sekize dokuz değil bire on gömerim seni.''

''Bunda yıllık Kasap Kâzım'ın çömeze yenildiği nerede görülmüş?''

''Bu adam anasından Kanas'la doğmuş normal anasını satayım alması.''

Kendi aralarında geyik yapmaya devam ediyorlardı. Silahımı topladım, kalkmak için hamle yaptığımda bana elini uzatan Zümra'ydı. Bir an tereddüt etsem de eldivenli elim kavradı çıplak elini.

Kâzım'ın karşısına geçip elimi uzattım, ''Tebrik ederim.''

Elime ters bir bakış attıktan sonra sıktı, ''Kim aslan kim kedi anla, bir daha da diklenme bana.''

''Bir gün bunun ikinci raundu olacak ve ben alacağım.''

''Babayı alırsın.'' El hareketinin ardından bir sigara yerleştirdi dudaklarının arasına.

Banklara oturduk her beraber, sigaralar yandı bir bir. Bu sıcakta neyin havasını alıyorlardı anlamasam da eşlik ettim.

''Hassiktir yine görünüyor hayvanlar.''

''Bir sığırı kaçırıp kessek mi lan?''

''Sürüde kaç hayvan var acaba?''

Timin baktığı yere baktığımda merkezin tellerinin arkasında kalan hayvanları gördüm.

''Gidip konuşayım mı komiserim, çeksinler geri hayvanlarını.''

''Rahat dur lan!'' dedi Kâzım, ''Seni mi sikiyorlar ne dert ediyorsun?''

Zümra, Kâzım'a bir bakış attığında sigarasını koydu ağzına.

''Çobanı tanıyoruz izinli mera, her hayvan otlayabilir.'' diye açıkladı Zümra.

''Bak sığır Feyyaz sana güzel haber, git otla.''

Feyyaz sırtına vurdu Efe'nin, ''Bu çocuk ilkokul terk mi komiserim?''

''Hadi lan oradan aranızda en tahsilli benim biraz daha dayansam öğretmen bile olurdum da işte.''

''Biz PÖH'e yetişmek için liseyi zor bitirdik anasını satayım.'' diye isyan etti Kâzım.

Bazıları alaylıydı, bazıları da eğitimli. Ben eğitimlilerdendim. Telefonum çaldığında cebimden çıkardım. Atlas arıyordu.

''Hayırdır sevgilin mi?''

''Benim birader.''

''Niye açmadın lan?''

''Akşam ararım.''

''Kız mı?'' diye sordu Efe.

''Birader dedim.''

''Nasıl bir yokluktasın amına koyayım ya!''

''Ha tamam benlik bir şey yok.''

''Bu telefonun kaç kamerası var lan?'' diye sordu Feyyaz.

''Bilmem.''

Eline alıp incelemeye başladı, ''Ne güzel fotoğraf çekiyordur bu.''

''Fena değil.''

Önüme sürdü, ''Güzelmiş kardeşim.''

''Baba parası işte, hayat sana güzel amına koyayım.'' diye söylendi Kâzım.

''Annemin parasıyla almıştım.''

''Anne de zengin tabi, oh.''

''Kalbi çok zengin kadındır.''

Ekip kendi arasında konuşmaya başladı, bilmediğim konular olduğu için sessizdim.

''Çömez?'' diye seslendi Kâzım.

''Efendim?''

''Önemli bir şey konuşuyoruz birader, uza.''

''Anaokulunda bile yapmıyorduk biz bunu.''

''Başlatma anaokuluna, uza hadi.''

Karşılık verecekken Zümra koluma dokunduğunda ona döndüm. Banktan kalkıp uzaklaştığında ben de onu takip ettim. Zümra ile eğitim alanından ayrılırken Kâzım'ın yüzünde galibiyetinden eser kalmamıştı.

''Bir daha iddiaya girme hiçbiriyle, kaybettikçe senden harcarlar.''

''Hepsine kaybedeceğimi mi düşünüyorsun?''

''Evet.''

Beni tek kabullenen kişi bile bunu söylüyorsa hakikaten burada işim zordu.

''Mesain bitti, takıl etrafta.''

''Emredersiniz komiserim.''

Silahı hangara bırakıp üzerimi değiştirdim. Arka bahçede dolanmaya başladım. İlk görev yerimin böyle bir yer olmasını hiç hayal etmemiştim. Çok hayal kurmazdım ama böyle olması da üzmüştü beni.

Hiçbir şeyin kolaylıkla elde edilmediğini biliyor olsam da bunu deneyimlemek zordu harbiden. Henüz yeni başlamıştım, pes etmeyecektim elbette. Daha da hırslanacaktım.

Geniş bahçeyi aklımdaki düşüncelerle gezerken çok da uzaklaşasım yoktu. Bahçenin korunaklı demir tellerine doğru başımı kaldırdığımda küçük bir kuzu gördüm. Bacağı demir tellere sıkışmıştı, hızla yanına adımlayıp canını yakmadan çıkartmaya başladım. Cebimdeki kasaturayı çıkarttığımda bir ses duyuldu.

''Sen ne yapıyorsun Pamuk'a!?''

Başımı kaldırdığımda tepenin yukarısında bana kaşları çatık bir şekilde bakan genç kızla karşılaştım.

''Ne yapıyorum sence?''

''Pamuk'u kesiyorsun?'' dedi şiddetle, ''Bana bak çek elini Pamuk'tan, sürünün köpeğini salarım üzerine.''

''Kestiğim falan yok, ayağı sıkışmış yardım ediyorum.''

Telaşla açtı gözlerini, ''Ayağı mı sıkışmış?''

Bir hamlede telden kurtarıp kasaturamı belimdeki kılıfına koydum. Kuzuyu kucağıma alacağım sırada kız bitmişti hemen yanımda. Kuzuyu benden önce kucakladı, üzerindeki basma çiçekli elbisenin etekleri yerde sürünürken tepeyi atik bir şekilde çıktı. Ben de peşlerinden gittim. Kuzuyu bir ağacın altında bırakıp hemen yanına eğildi, sırtında kumaşa sarılı duran biri vardı. Bu yaşta bebeği mi vardı bu kızın?

''Pamuk, oraya gitmek yoktu hani? Söz vermiştin.''

Hafifçe güldüğümde kız bana çevirdi ateş gibi yakıcı bakışlarını, ''Ne oldu?''

Ciddi bir surata büründüm hemen, ''Hay Allah sözünde durmamış mı?''

''O bizim aramızda.'' diyerek döndü kuzuya.

Yaralı bacağını eline alıp öptü birkaç kez. Aklıma Demir gelmişti, o da düşkündü hayvanlara.

Yanlarına eğilip bacağına baktım, ''Saralım bacağın ne olur ne olmaz, veterinere götürürsün.''

''Kırık çıkık yok, olsa anlardım ben.''

''Niye? Söyler miydi yoksa?''

Ters bir bakış sundu gözleri, kıvırcık saçları yavaş hareketlerle yüzüne düştü. Elinin tersiyle onları geri itti, ''Evet.''

Gözümü kızdan çekip havyana baktım, ''Hayvanların acı belirtme şekli başka, belli olmaz kırık çıkık olup olmadığı. Bir veterinere götür.''

''Gerek olsa senden çok düşünürüm.''

''Niye veteriner misin?''

''Baytar.''

''Ne?''

''Baytar derler buralarda, veteriner deme sana gülerler.''

''Sen gibi mi?''

Güldüğünü yeni fark ediyor olacak ki topladı yüzünü, uzun eteğinin ucuna gitti elleri.

''Ne bakıyorsun?''

''Ha, pardon.'' Başımı çevirip diğer hayvanlara baktım, eteğinden bir parça kumaş koparıp sarmıştı kuzunun ayağına, ''Akşam ot da süreyim mi?'' diye sordu sevimli bir sesle.

Ne bileyim ben ot sürsen mi sürmesen mi? ''Sür yani iyi gelir belki.''

''Ona sordum.'' dedi dik bakışlarla.

İnsan yerine koyulmuyordum, ''Cevap verdi mi bari?''

''Verdi.''

Kız biraz tersti. Hem bakışı hem de konuşması. Birkaç dakika ilgilendi kuzuyla. Ardından kuzuyu kucağına alıp kalktı yerden, çelişkili bakışları bir saniyeden kısa durdu üzerimde, ''Sağ ol.'' diyerek geçip gitti yanımdan.

''Pamuk ne diyor?'' diye bağırdım arkasından.

Yüzünü bana dönmeden konuştu, ''Allah ne muradı varsa versin diyor.''

''Eyvallah Pamuk.'' diyerek hayatımda ilk defa bir hayvana göz kırptım, garipti.

Kız arkasını dönüp sürüsünü toplayarak uzaklaştı. Kucağında kuzu, sırtında bebeği koca sürüyü idare ediyordu. Nedensizce gözden kaybolana kadar izledim adını bile bilmediğim çoban güzelini.




🐦🐦🐦

Selam!

İlk bölümü nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız mutlu olurum.

Bu ikiliyle alakalı güzel planlarım var, iki aşamalı bir hikaye olacak. Şimdi geçmiş zaman anlatılıyor.

Acaba ne olacak 5 sene sonra? Henüz bu soru için erken ama zaman aşımını severim bilirsiniz.

Dinçer, Zora Sarıldık hikâyemdeki Suna ve Selim'in oğulları. Dinçer'in bebekliğini okumak isteyenler Zora Sarıldık okuyabilir. Ailesiyle alakalı fikre de böylece sahip olmuş olursunuz.

 

Loading...
0%