Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Sensiz Olmaz

@pekbiafiliyalnizli

5 Yıl Önce Diyarbakır

Görevden döneli üç gün olmuştu. İkinci gün sadece uyumuştum. Üçüncü gün ise iş başı yapmıştık. Net bir görev emri olmadığından herkes elinde olan işleri hallediyordu. Bilgisayarı çok hızlı kullandığım için raporlama işlerini hızlı bitiriyordum.

''Çok sert vurma şu klavyeye.''

Kâzım'a bakmadan yazmaya devam ettim, ''Acele et biraz, şef bekliyor.''

''Bizim zamanımızda parmak basmak vardı, ne bu bilgisayar falan. Herkes Batı özentisi olmuş.''

''Parmak basmak mı? Yaşın kaç dedem?''

''Senden bayağı büyüğüm abisi. Bunu bil yeter.''

''Boşuna dede demiyorum.''

''Her şey olarak büyüğüm,'' Dedi gözlerini belimin aşağısına indirirken, ''Sen anladın onu.''

''Bel altı muhabbeti olmadan konuşamaz mısın sen?''

''Erkek arası muhabbetler bunlardır, tabii sen bilmezsin erkek dedik.''

''Bizim ailede görünce saygı duruşuna geçeceğin bir sürü erkek var, bir kere bile böyle sohbet etmedik.''

''Aileye hürmet ederim, benim sana nefretim var.''

''Hadi be, ben hiç anlamamıştım.''

''Benim dikkatimi dağıtmasana oğlum sen, dön önüne.''

Bilgisayar ekranına baktım, ''Yazım hatalarına dikkat et, ikinci satırda şey ayrı olacak.''

''Yazım hatası ne anasını satayım? Dümdüz yazı varken doğrusu yanlışı nereden çıktı.''

Çocukluk arkadaşım Pelin olsa bunu uzun uzun açıklardı. Bense Kâzım'la bugünlük iletişim kotamın dolduğunu düşünerek açıklamadım.

İşim bitince yazıcıdan raporları çıkartıp dosyaladım. Ayaklandığımda Kâzım ayağını ayağımın önüne atarak durdurdu.

''Çıktı nasıl alınıyor lan?''

Elimdeki dosyayı hafifçe omzuna vurdum, ''Delikanlı gibi.''

Arkamı dönüp gittiğimde söylenmesini pek de kafaya takmadım.

Şef'in odasına adımlarken karşıdan gelen Yusuf abileri fark ettim. Arkamdaki elimi iki yanıma alarak selam verdim. Benden rütbe ve yaş olarak büyüklerdi.

''Merhaba komiserim.''

Yusuf abi her zamanki gibi elini omzuma koydu, ''Merhaba Dinçer, nasılsın? Yoğun başlamışsınız güne.''

''Öyle oldu komiserim, koşturuyoruz.''

''Kolay gelsin kardeşim.'' dedi İsmail abi.

''Sağ olun komiserim.''

''Dinç, o değil de maçta olacak mısın? Mevkin ne?''

''Ne maçı komiserim?''

''Timler arası maç olur bizde her sene. Bugün de ilk tur oynanacak. Sizinkiler dünden başlamıştı hazırlığa.''

Bana söylememiş olmaları Yusuf abilerin karşısında mahcup etmişti beni, ''Ben oynamam herhalde ama izlerim muhakkak.''

''Klasik sığır Kâzım hareketleri haber bile vermemiş çocuğa.''

''İsmail!'' diye uyardı Yusuf abi, ''Bize düşmez. Dinçer akıllı bir adam. İnsanlara nasıl davranması gerektiğini en iyi o bilir. Bazen iyiye iyi gitmek kötüye çeker adamı.''

Yusuf abinin alttan alta ima ettiği şeyi anlamıştım.

''Oynamaman iyi aslında kardeşim, adelelerin sağlam senin bize geçirirdin lan golleri.'' Serhat ortalığı toparlamaya çalışıyordu.

Aynı onun gibi tebessüm ederek başımı salladım, ''İyi günler komiserim.''

Şef'e dosyayı bıraktıktan sonra diğer işlerimi elimden çıkartmaya başladım. Yine bir bilgisayarın başında çalışırken telefonuma mesaj geldi. Atlas'ın 'Şu ayakkabı ne kadar da güzel, keşke benim olsa.' tadındaki mesajlardan değildi. Belçim'e sabah attığım günaydın mesajının karşılığıydı bu.

Biz bayağı mesajlaşıyorduk. Sabahlara kadar olmasa da gün içerisinde on dakika kadar oluyordu. Belçim çok geç cevap veriyordu, ben de bazen yazamıyordum. Bir türlü o akıcı mesajlaşmayı yakalayamamıştım. Zaten onun haricinde mesajlaşmaktan hoşlanmıyordum. Yüzünü seyrederek konuşmak en güzeliydi ama gün içerisinden ondan haber alıyor olmak DA güzeldi.

''İyi öğlenler :)'' yazıyordu mesajda. İçimden bu saate kadar uyumuş olmasını istiyordum. Gözlerindeki o yorgun bakışlar dinerdi belki.

''Güne hızlı başladın sanırım?''

''Biraz öyle oldu. Baytar gelecekti bugün, onunla ilgilendim.''

''Kim ki baytar?''

''Yeni gelmiş genç birisi.''

''Ne kadar genç?''

''Yirmilerinin sonu sanırım.''

''Nasıl biri?''

''İyi biri.''

Kız desen yeterdi be güzelim, ''Erkek mi?''

''Evet, erkek.''

''Anladım. Hangi hayvanda sorun var?''

''Dinçer'de.''

Gülümsedim, ''Nesi var?''

''Gül'ün peşinde son günlerde, yine onun peşinden koşarken ayağını incitmiş.''

''Geçmiş olsun, bugün anlatırsın detayını.''

''Bugün gelemiyorum. Başka işlerim çıktı.''

Zaten çok çalışıyorsun be kızım, en işi. ''Hayırdır?''

''Ev temizliğine gideceğim. İnşaatı yeni bitmiş iki katlı bir ev.''

''İnşaatı yeni bitmiş ev temizliği çok zor olur. Beton lekeleri, boyalar, molozlar nasıl başa çıkacaksın?''

''Bir şekilde başa çıkacağım. Ben hallederim.''

''Selvi de yardım edecektir. İkiniz daha kolay olur.''

''Konuyu neden hep Selvi'ye getirmeye çalışıyorsun?''

''Ben sadece olması gerekeni söyledim. Konuyu ona getirdiğim yok.''

''Dinçer, sen daha önce bir yerde görüp beğendin mi Selvi'yi? Ona ulaşmaya çalışıyorsan izniyle veririm numarasını. Bana açık ol.''

Gülümsedim şaşkınlıkla, ''Yok öyle bir şey, tanımam etmem. Sadece sen bahsettin bir kere, o kadar. Hem ben birini beğensem duygularıma emin olduğumda karşısına geçip söylerim.''

Birkaç dakika yazmadı.

''Var mı beğendiğin birisi?''

Gülümsedim, ''Bilmem, vardır elbet.''

''Her neyse zaten bana ne?''

İşine geldiği gibi zaten Belçim hanım.

''Krem iyi geldi mi ayaklarına?''

Dün de buluşamamıştık ama kremi ağacın altına bırakmıştı, ''Daha iyi, teşekkür ederim.''

''Söylediğim gibi sür beklet, sonra yıka.''

''Biliyorum, yetmişinci söyleyişin. Kazıdım aklıma, her saat kremi nasıl kullanacağımı kendime hatırlatıyorum.''

''Yetmiş bir geliyor.''

''Gelsin, onu da dinlerim.''

''Benim sofra kurmam gerek, görüşürüz.''

''Kolay gelsin.''

Telefonu kapayıp masanın üzerine bıraktım. Kolay gelsin, Belçim'e en çok söylediğim cümle buydu. Kolay gelsin. Sürekli iş yapıyordu. Eminim ki bir yerden sonra kolay da gelmiyordu.

İşime dönecekken bir bildirim sesi daha geldi. Bu kez Atlas'tı.

''Sen çevrimiçi ben çevrimiçi niye yazmıyorsun canımın içi?''

''Beni mi kontrol ediyorsun lan?''

''Ben evlenme ihtimali olan herkesi kontrol ederim. Mavi mesela yüz yıl evlenemez. Demir desen amcam gibi otuzunu aşacak. Mustafa abim idealist öğretmen ayakları kırkına varır. Pelin, Akgün'e he demez. Geriye sen tehlikede kalıyorsun. Benim çeyreğim kadar da olsa yakışıklı olman beni ürkütüyor.''

''Aynıyız lan biz!''

''Ne demek aynıyız? Senin götünde ben var, benim yok!''

''Terbiyesiz herif.''

''Ne işler dönüyor Dinç? Bir haller var sen de. Senin mesajlaşman falan yoktu, kim kanına girdi abicim senin?''

''Kötü yola düşmüşüm gibi konuşmasana lan.''

''Profiline siyah ekran koyan adam fotoğrafını eklemiş. Hareketlere bak, tarih de at lan hadi.''

''Atlas, küfrettirme bana.''

''Söz de yazarsın şimdi sen. Şunu yaz 'Melekler görünmez diyenler aldatıyor sizi, ben seni her gün görüyorum.'

''Dalga geçmesene birader.''

''İçine o üç harfli şey kaçmadı değil mi?''

''Atlas, hadi işine git kardeşim.''

''Ben senden büyüğüm, abi de bana.''

''Yaşlı hissediyorum diyen sen değil misin oğlum? Utanmasan Kartal ve Tibet'e de abi çekeceksin.''

''Yaşlanmaktan korkuyorum.''

''Korkunun ecele faydası yok.''

''Sağ ol ya, o kadar iyi teselli ettin ki beni. Canım ABİM!''

Gülümseyerek telefonu kapatıp cebime koydum.

''Hayrıdır Dinçer?'' diyen Zümra'ydı, ''Kız arkadaşın mı?''

''Hayır komiserim.'' diyerek kim olduğunu açığa vurmadım. Gereksiz samimiyete gerek yoktu. Sanki kız arkadaşım olamazmış gibi bir tını seziyorum onlarda.

''Buz gibisin bakıyorum.''

''Buz gibi bakmasaydınız iyi çocuktum aslında.''

İşimi bitirip bilgisayarın başından kalktım. Yusuf abilerin bahsettikleri maç sandığımdan daha ciddiye alınıyordu. Dün ben uyurken maçlar olmuştu. Bugün yarı finaldi sona kalan Fırtına ve Yağmurlar oldu. Asıl maç yarındı.

''Kaleci sakatlandı, ulan olacak şey mi bu?'' diye söyleniyordu Kâzım.

''Adam eksiğimiz var kimi alacağız?'' diye konuşmaya başladılar.

Hiç oralı olmadan Yusuf abilere başımla selam verdim.

''Dinçer!''

Başımı karşıdan çekip Kâzım'a baktım, ''Efendim?''

''Anlar mısın lan maçtan? Top, gol falan?''

''Ben Ankaragücü'nün altyapısındaydım.''

''Hassiktir oğlum niye söylemedin?'' diye sordu Efe.

Kâzım yine sinirliydi, ''Tim olarak bir işe başladık sen yine olmazlardasın, niye söylemedin lan?''

''Sordunuz mu? Dün odamın kapısını çalıp anlattınız mı bana?''

''Lan söylemediniz mi? Feyyaz sana emrettim ya lan!''

''Kâzım abi sen Çömez ne anlar maçtan ona oyunu anlatmayalım demedin mi?''

Kâzım başını salladı, ''Doğru, dedim.''

Efe elini şaklattı, ''Olsun daha vakit var.''

Kâzım başını salladı, ''Aynen, al şu formalardan geçir üstüne antrenman yaparız.''

Ellerimi arkaya bağlayıp bir adım geriye atarak uzaklaştım ekibimden. Hepsini süzüm dik bakışlarla, ''Ben amatörlerle oynamıyorum yalnız, size başarılar.''

Baş selamı verip odamın yolunu tuttum. Maçtan daha önemli bir işim vardı benim. Üzerimi değiştirip Halil ağabeyle konuştuktan sonra odadan çıktım. Parfüm sıkmayı unutunca geri dönmüştüm. Abartmadan sıkıp merkezden ayrıldım.

Taksinin ön koltuğunda ilerlerken yol kenarında bir adamın koştuğunu gördüm. Bir grup çocuk da onun arkasından koşuyordu. Bu garip olay arabadan inmeme vesile oldu. Koşan adamın önünü kestim.

Bana çarptıktan sonra duraksadı. Elinde tuttuğu karpuz yere düşmüş, dağılmıştı. Karpuz parçalarına bakakaldı şaşkınlıkla.

''İyi misiniz?''

''Karpuz öldü mü?''

Şaşkınlıkla bakakaldım yüzüne. Üzerinde eski giysiler vardı, yalnızca ayakkabıları yepyeniydi. Yüzünde çamur izleri, açıkta olan kollarında ise küçük morluklar ve tırnak izleri vardı.

''Parçalandı,'' dedim beceriksizce, ''Ama hallederiz.''

Bana çevirdi yüzünü, ''Yaşayacak mı?'' diye sordu gülerek. Başımı salladığımda ellerini çırptı, ''Yaşasın! Çok iyi olacak!''

Ben ona bakarken öğle arasına çıktıkları belli olan önlüklü çocuklar sardı etrafımızı. Kendilerinde bir daire yaratıp o adamı aldılar ortalarına.

''Deli deli küpeli!'' diyerek etrafında dönmeye başladılar. O ise ellerini çırpıp onlara eşlik ediyordu.

Daha fazla izleyemedim bu durumu, ''Çocuklar!''

Sandığımdan sert çıkan sesimle hepsi bana baktı, ''Ne yapıyorsunuz siz? Sizden büyük o, abiniz yaşında.''

Adam çocukların önüne geçti, ''Yapma yapma! Bağırma bağırma!''

''Sakin ol,'' diye konuştum kısık sesle, ''Bağırmayacağım.''

''Abi bu deli deli.'' diye atıldı çocuklardan birisi.

''Evet deli annem hep ondan uzak dur diyor.''

''Babam da bana diyor, yaklaşınca kolunu cimcir diyor.''

Gözüm kolundaki izlere gitti tekrar. Nedeni ortaya çıkmıştı. O sırada göbekli bir adam nefes nefese durdu yanımızda. Yerde dağılmış karpuza baktı. Çocuklar susmuş olsa da el çırpmaya devam eden adamın karşısında geçti. Sinirli görünüyordu. Sağ elini yumruk yaptı, adamın üzerine yürüdüğünde ellerini kafasına çıkartmış korunmaya çalışıyordu. Hemen önüne geçtim.

''Ne yapıyorsunuz siz?''

''Karpuzumu çaldı! Hırsızın teki! Bir değil iki değil! Zavallı dedik verdik, bokunu çıkardı!''

''Ben çalmadım çalmadım. Ayıp ayıp! Enes dedi ki babam sana ayırdı o karpuzu.''

İşaret ettiği çocuk reddetti hemen, ''Ya baba bu deli deli, hep çalıyor yalan söylüyor.''

O kadar rahat söylemişti ki çocuk, bunu ilk defa yapmadığını anladım.

''Bence sen yalan söylüyorsun.'' diyerek karşısına geçtim, ''Polisim ben, dürüst ol bakayım.''

Korkmuştu, ağlamaklı bir ifadeyle bakındı etrafa, ''Tamam ben söyledim.''

Manava döndüm, ''Oğluna vurmadan doğruyu yanlışı öğret bir zahmet.''

''Emredersiniz komiserim.''

Çocuklara döndüm, ''İnsanları rahatsız etmek, onlarla dalga geçmek suçtur. Eğer tekrar görürsem işlem başlatırım.''

''Tamam polis abi.'' diyerek uzaklaştılar yanımızdan.

Hepsi gittiğinde başımı ona çevirdim. Yere eğilip karpuzu yemeye başlamıştı. Kumlu yerini yiyecekken elini tuttum, ''Burası pis.''

''Pis daha güzel olur diyorlar hep.''

''Yalan söylemişler, pisse yenmez.''

Karpuzun temiz parçalarını arkamızdaki çeşmenin taşlarını üzerine koyduk. Oturmuş yiyordu, kumlu parçalarını ise elimden alıp çeşmenin üstüne koydu, ''Kuşlar hep yermiş, yesinler mi pis mi?''

''Pis tarafını ayırdım ben, yesinler.''

Başını salladı, ''Yesinler, çok yemesinler ama uçmazlar.''

''Tamam, çok yemesinler.''

Yemeye devam ederken yanımıza taksici geldi.

''Bekir, nasılsın?''

Adı Bekir'di demek, ''Ben açtım ama artık değilim, karpuzu o yaşattı çok güzel. Yer misin?''

''Sağ ol Bekir, sen ye.''

''Yerim ben hep yerim.''

Taksici yanıma oturdu.

''Tanır mısın abi?''

''Aşağı köyden Bekir, doğumda böyle olmuş diyen de var anası etmiş diyen de. Özel eğitime gider haftanın bir günü. Bakmıyorlar ki oğlana.''

''Ailesi?''

''İşe yaramaz bir amcası var, ne zaman görsem tokatlayarak götürür eve. Zavallı işte.''

İç çektim, ''Neden burada? Köyünü mü bulamadı acaba?''

''Ben köy buldum! Musa gelip alacak beni.''

''Musa kim?''

''Abim abim, çok büyük Musa.''

''Tamam.''

Musa'yı beklemeye devam ediyorduk. Taksici yanımızdan ayrılmıştı. Karpuzu bitince ellerini üzerine sürecekken engel oldum, ''Yıkayalım mı?''

''Kimi?'' diyerek mahrem yerlerini kapadı, ''Olmaz çok acıyor çok, yıkama!''

''Ellerini yıkayalım mı diye sordum, sen bile yapabilirsin.''

Şaşkınca baktı, musluğu açtım. Önce ben yıkadım ellimi yüzümü. Benden sonra o da elini yüzünü yıkamaya başladı. Yüzünden akan suları ona uzattığım peçeteyle sildi. Yüzünde parçalanan peçete onu mutlu etmişti.

''Resim gibi mi oldum?''

Başımı salladım neşesine, ''Resim gibi oldun.''

Yüzünde kalan peçetelerle oynadı bir süre. Yaşı otuza yakındı, sakalları beceriksizce kesilmişti. Saçları alnına düşüyordu. Belçim'e götürmek için cebime koyduğum çikolatayı uzattım, ''Yer misin?''

''Çokomen!'' Neşeyle söylediği sözün ardından beni bulan gözleri mahcuplaştı, ''Yok ben yemem.''

''Çok güzel ama bir bak tadına sevmezsen bırakırsın.''

Uzattığım çikolataya kararsızca baktıktan sonra aldı, ''Tamam evde yerim bölüşürüz.''

Başımı salladım, ''Nasıl istersen.''

''Lan Bekir!''

Başımı çevirdiğimde kısa boylu bir adamla karşılaştım. Bekir onu görünce hemen ayağa kalktı, Musa bu olmalıydı. Yanımıza kadar geldiğinde ben de ayaklandım.

''Hayırdır?'' dedi kafasını sallayarak, ''Bekir bir şeyine zarar mı verdi? Beş kuruş vermem, adam sakat zaten zekat de geç.''

''Vermedim vermedim, zarar vermedim. Çikolata verdi o bana.''

Bekir'i kolundan itti, ''Lan bir sus.''

Sendeledikten sonra zayıf bedeni dengede kaldı.

Yüzümdeki iğrenir ifadeyle karşısına dikildim, ''Abin mi?''

''Amcamın oğlu.''

''Nesi var?''

''Sakat işte kardeşim, bir de size mi anlatacağız derdimizi. Hadi Bekir geç arabaya, gidelim. Geç kalırsak ortalığı birbirine katarlar.''

Bekir bana el sallaya sallaya gitti. Arabaya binse de bana el sallamayı ihmal etmemişti. Ben de araba gözden kaybolana dek ona el salladım.

Merkezden gitmek niyetiyle çıktığım yoluma devam ettim.

Geldiğim yer iki katlı bir inşaat yığınıydı. Konum bilgisinden buraya ulaşmam zor olmamıştı. Onu görmek, daha da çok yardım etmek istiyordum. Bu ev tahmin ettiğimden daha kötü durumdaydı. Bahçesindeki molozları da mı Belçim temizleyecekti? Fazla yük alıyordu omzuna. Bense sendelediği anda destekleyecektim.

Boya lekeleri olan aralık kapıdan içeriye girdim. Bir bacağını dışarıya sarkıtmış cam siliyordu. Başında kıvırcık saçlarını içine almış bir yazma vardı. Üzerinde ise bugüne özel giydiği eski püskü kıyafetleri.

Hırslı ama yorgun bir ifadeyle tozlu camı silişini izledim. Tüm bu dağınıklığın içerisinde de güzel görünüyordu.

''Kolay gelsin.''

Bakışları beni bulduğunda şaşkınlığından keyif almıştım. Silmeyi bırakıp başını içeriye uzattı.

''Kolaysa başına gelsin.''

''Ben onun başına geldim.''

Kaşını kaldırdı, ''Buraya sana yardım etmeye geldim deme sakın.''

''Tamam demem.''

Camdan inmemişti, ona iyice yaklaştım. Düşerse tutacağım mesafede durup yüzüne baktım. Dik burnunun ucu kızarmıştı, konuştuğunda burnunun ucu inip kalkıyordu. Bu onu çok şeker gösteriyordu.

''Peki madem, kova şurada ben camı silene kadar yeri viledala.''

Konuşurken oradan inmemekte ısrarcıydı, ''Ben cam silme konusunda iyiyim. Hadi in sileyim.''

''İş beğenmeyen işçi mi olur?''

''Belçim, dengesiz duruyorsun düşeceksin. İn hadi.''

''Merak etme ilk cam silişim değil ama rahatlayacaksan ineyim.''

Camdan inip iki ayağının üzerinde durduğunda rahatladım. Onunla ilk kez mera dışında bir yerde karşı karşıya kalıyorduk. Güzeldi.

''Düzlükte boyun daha uzunmuş.''

Gülümsedim, ''Sen ovada da düzlükte de aynısın.''

''Nasılım ki?''

Bir yerden Pamuk çıkmasını bekledim, ''Güzel.''

''Arap sabunu mu?''

Kaçak dövüşmek en sevdiği şeydi, ''Evet arap sabunu.''

''Poşetlerde var çok koyma ama az koy ki tüm eve yetsin.''

''Tamam.''

Poşetlere yöneldiğim sırada Belçim durdurdu beni.

''Bu kılıkta mı temizlik yapacaksın?''

Başımı eğip kılığıma baktım. Onun için süslendiğim çok mu belli oluyordu? ''Evet.''

''Ben markadan anlamam ama pahalı şeylere benziyorlar leke olmasınlar şimdi.''

''Bilmem kıyafet işte, ben de anlamam. Lekelensin yıkarım.''

''Kıyafet alışverişi yapmaz mısın?''

''Yok, sevmiyorum pek. Onun yerine annem yapar, yengem alır bir şeyler Atlas sever alışverişi, kardeşim. Onunkileri alırım, bazen de Demir'inkiler karışır dolabıma.''

''Anladım, biz de Selvi'yle ortak giyiniyoruz bazen.''

Selvi konusunu hemen kapamak istedim, ''Yüzey temizleyici mi?''

Gülümsedi, ''Ondan da az koy.''

Anlaşa anlaşa temizlik yapmaya başladık. Belçim'in neredeyse tamamını temizlediği odanın parkelerini sildikten sonra diğer odalara geçtik. Molozları topladıktan sonra etrafı süpürüp çıkmayan boya lekelerini silmeye başladık.

''Yorulmadın değil mi?''

''Hayır, daha yeni başladım. Sen yorulduysan dinlen, hem ben geç geldim.''

''Dinlenecek kadar yorulmadım. Zaten bugün bitmez iş yarına kalacağa benziyor.''

''Paranı aldın mı?''

''Yarısını evet, iş bitince de diğer yarısını alacağım.''

''Ne kadar?''

''Beş yüz.''

''İki katlı ev için az değil mi?''

''Yok, normal.''

Bu gibi sohbetlerle devam ediyorduk temizliğe.

Bu gibi sohbetlerle devam ediyorduk temizliğe. Odanın camlarını silerken zorla dinlenmesi için oturttuğum Belçim ona getirdiğim poğaçayı yerken beni izliyordu.

''Çok güzel siliyorsun, yengenin cam sildirmesi iyi olmuş.''

''Bu günler için öğretti bize.''

''Boyun uzun her yere kolayca yetişiyorsun, dengesizsindir ama sen.''

Başımı çevirip ona baktım, kocaman ısırdığı lokmayı yanaklarına doldurmuş yiyordu.

''Çok sevdiğim bir şarkıda diyor ki 'Aşk bir dengesizlik hâli.''

Lokmayı çiğnemeden yuttu, ''O şarkının devamında da olmaz olmaz diyor sanki.''

''Sensiz olmaz diyor Belçim.'' Titredi ürkek bakışları, devamını getirmedim sözlerimin. Önüme dönüp işimi yapmaya devam ettim.

Birbirimize karşı kapı duvar olmadığımızı anlıyordum ama o kapı bana ne kadar açık orasını kestiremiyordum.

Alt kattaki son odayı temizlerken Belçim'in telefonu çaldı, ''Selvi arıyor.'' diyerek ses yapmamamı söyledi başka bir şey demeden. Sessizleşip yeri süpürmeye devam ettim o ise açmıştı telefonunu.

''Efendim Selvi.'' diye başladı konuşmaya.

''Evdeyim temizlik yapıyorum.... Hayır gelmene gerek yok... Hallettim ben... Selvi, hayır dedim. Akşam görüşürüz.''

Konuşmaya devam ederken bir gözüyle de beni yokluyordu. Konuşmaları bittiğinde telefonu kapattı.

''Selvi'yi çağırmadım ama tanışmak ister miydin?''

Kısık gözlerle baktım, ''Sinem mi?''

''Selvi diyorum Dinçer.''

''Ha hatırladım, niye tanışmak isteyeyim?''

''Bilmem, o seni merak ediyor da.''

''Ben merak etmiyorum. Son zamanlarda sadece bir kişi dikkatimi çekiyor. Başkalarına ayıracak gözüm yok.''

Ne kadar saklamaya çalışsa da memnun bir ifade vardı yüzünde. Belçim istemiyordu tanışmamızı. Selvi'yi az çok tahmin edebiliyordum ama tam olarak karakterini çözememiştim. Belçim'in bizi neden tanıştırmak istemediği anlıyordum. Bir erkek olarak hissediyordum.

Alt kattaki tüm odalar bittiğinde son kez parkeyi silip çıktık. Bugünlük iyi iş çıkartmıştık.

''Hızlı hallettik, sen olmasan daha yarısındaydım.''

''Yengeme teşekkür etmeliyim.''

Gülümsedi, ''Merak ettim yengeni, aslında sadece yengeni de değil aileni. Meraka değer insanlara benziyorlar.''

''Bir gün tanışırsınız. Ailem de çok memnun olur. Sana küçükken tırmandığım ağaçları gösteririm, arka bahçeye gömdüğüm uçağımı ararız beraber. Ankara'nın kapıları sana açık.''

Çekingen bir tebessüm etti, ''Lafın gelişi söylemiştim.''

''Ben lafın gelişi söylemedim ama istersen şimdi bile gidebiliriz.''

Kaşları havalandı, ''Şimdi mi?''

''Tabii hadi gidiyoruz.''

Evin kapısına adımladığımdan kolumdan tutarak durdurdu beni, ''Dinçer, anladım ciddisin ama şimdi olmaz.''

''Neden olmasın? Gidebiliriz. İçime bir delilik kaçtı bugün.''

Bakışları sertleşti, ''Deli derken? O ne demek?''

''Çılgınlık anlamında söyledim, öyle derler.''

''Hiç sevmiyorum o kelimeyi, nasıl kullanacağına da dikkat etmeli insan.''

Belçim sert bir tonda konuşuyordu, kendimi bir anda savunurken bulmuştum.

''Kötü bir amacım yoktu Belçim.''

''Bilmem? Kimsenin kafasını yarıp içerisindeki düşünceleri okuyamıyoruz.''

''Evet maalesef. Seninkileri okumak isterdim, bu ön yargının nedenini bilmek mesela.''

''Ön yargı değil, sadece laflarına dikkat et. Ne anlama geliyor o kelime? Kimler kullanıyor, kime karşı kullanıyorlar?''

''Kötü bir anlamda kullanmak istesem kendime deli demem herhalde.''

''Niye deli olmak kötü bir şey mi?''

''Ne bileyim ben, hiç deli olmadım.''

''Umarım olmazsın, deli olmaktan çok insanların bakışları delirtir insanı.''

Arkasını döndüğünde duraksadı birkaç adım sonra, ''Bugün için teşekkür ederim, yarın ödemeyi aldığımda payını meradaki taşın altına bırakırım. İyi akşamlar.''

Bir daha bana dönmemek üzere uzaklaştı. Peşinden gidip derdinin gerçekten ne olduğunu sormak istesem de yapmadım. Ben bunu hiç yapmamıştım. Hayatımda beni yargılayan, yanlış anlayan insanların fikirlerini değiştirmek istemiyordum. Bazen tek bir fısıltı büyüktü bağıra çağıra konuşmaktan. Anlaşılmak için mücadele etmek istemiyordum.

Belçim'den

Öfkeli bir hâlde köyün yolunu tuttum. Dinçer'e ilk defa bu kadar sinirlenmiştim. İlk tartışmamızdı bu bizim. Hissettiğim en büyük duygu kırgınlık ve öfkeydi.

Kafamda tartışmamız yankılanırken işlerimi yapmaya koyuldum. Bazen yapmam gereken işler kafamdaki düşünceleri bastırıyordu. Bu bana iyi geliyordu.

Bacaklarıma dolanan Pamuk'u zar zor koydum annesinin yanına. Hep yanımda olmak isteme sebebi ben değildim. O başkasını özlüyordu. Ahırda sıra sıra dizilmiş hayvanlara son kez bakıp çıktım.

''Eksik var mı?''

''Ne zaman eksik oldu Rüstem ağa?''

Kahverengi pantolonundan çıkardığı deste deste parayı saymaya başladı, ''Lafın gelişi sordum. Emanet malın canı götündedir hem bilmez misin?''

''Bilirim.''

Desteden payıma düşen parayı uzattı, elime alıp saymaya başladım Rüstem ağa bana ne zaman paramı ödese güvenmez sayardım, o buna hep sinirlenirdi. Şimdi yine sık soluklarını alıp veriyordu.

''Eksik bu para.''

Sigara sarısı dişlerini sıktı, ''Eksik neyin yok, mamonla hesaplaştık biz.''

Gidecekken önüne geçtim, ''Senin hesabın benimle olacaktı Rüstem ağa, kaç kere dedim sana. İşe amcamı sokup durma.''

''Onun çatısı altında değil misiniz iki yetim? Karı kısmıyla para hesabı edilmez ama yine de saydım eline parayı. Çok konuşma kızım hadi.''

''İki aylık paramı bir bir sayacaksın elime. Geçen ay oğlumu evlendiriyorum duruversin demişsin amcama, büyüğümdür dedim ses etmedim. Şimdi eksiksiz bir şekilde paramı vereceksin bana. Yoksa Lütfü beyin konağına kadar çıkarım!''

''Sen yakarsın mamonun başını, Allah yardım etsin evdekilere.''

Lütfeder gibi uzattığı parayı sertçe çekip aldım elinden, ''İşten çıkar diye Lütfi beye gittiğini duydum. Benimle uğraşma ağa, yoksa sen de Allah'tan yardım istersin.''

Parayı hasır çantama koydum, elimle de sıkıca tutuyordum. Şimdi bankaya gidemezdim, yarın şehre inersem hesabıma atacaktım.

Genç bir kız olarak küçük bir yerde çalışmak bazen zor oluyordu. Amcamdan dolayı beni ezmeye çalışan bir sürü insanla karşılaşıyordum. Ne zaman çalışıp paramı beklesem, 'Biz amcanla hallettik, bana borcu vardı ona say.' diyordu. İlk başlarda bunun altından kalkamasam da artık kalkıyordum.

Bir yandan da akşam amcama nasıl bir savunma yapsam diye düşünüyordum. Kulağına gidecekti bu olay, onu sinirlendirmeden huyuna giderek konuşmam gerekiyordu. Diğer türlü zarar gören ben olurdum.

Eve yürürken köy okuluna denk geldim. Öğrenciler neşeyle okuldan çıkıyordu. Öğretmenleri de onları uğurluyordu. Çok özeniyordum Elife öğretmene. Kıskanıyordum hatta. Aynı yaştaydık, okumuş kocaman öğretmen olmuştu. Ben ise oradan oraya sürüklenen bir yaprak gibiydim. Şu hayatta hiçbir şey olamamıştım.

Elife öğretmen beni fark etmeden yoluma koyuldum. Fark etse muhakkak selam verirdi.

''Belçim!''

Geç kalmıştım bunun için, beni fark etmişti. Ayıp olmasın diye yanına adımladım. O da benim yanıma geliyordu. Üzerindeki beyaz önlük rüzgârda geriye uçuşurken gıpta ettim ona bir kez daha.

''Uzun zamandır görüşmüyoruz, nasılsın?''

''İyiyim öğretmenim, sen?''

Kolumu sıvazladı güler yüzlüyle, ''Ben de iyiyim, geçen gün abinden gönderdiğin tarhana için teşekkür edemedim sana.''

''Afiyet olsun öğretmenim.''

''Biraz hasta gibiydim, çok iyi geldi. Sağ ol.''

''Geçmiş olsun öğretmenim.''

''İşin yoksa gelsene, çay içeriz akşam.''

Onun samimiyetinin yanında soğuk kalıyordum.

''Akşam yemeği yapmadım, ocak boş kalmasın şimdi.''

Başını salladı, ''Peki, başka bir zaman otururuz bizde. Tutmayayım ben seni, kolay gelsin.''

''Sağ olun öğretmenim, size de.''

Yanındayken kendimi mahcup hissettiğim öğretmenden uzaklaştığımda derin bir nefes almıştım. Niye böyle oluyordum ben? Bunun ne olduğunu bilemeyecek kadar bilgisizdim ben. Onun yanında, onun gibi okumuşların yanında cahildim.

Koluma değen ojeli elin sahibine baktım. Sedefli rujuyla yanağımı öpen Selvi girmişti koluma. Bir tek onun yanında cahil hissetmiyordum.

''Selam güzel bayan.''

''Hoş geldin, nasıldı okul?''

''Eh işte idare ediyoruz. Elife'yle ne konuşuyordun?''

''Hiç, öyle selamlaştık.''

Kolumu dürttü, ''Kız sen de ne çakalsın, abine almak istiyorsun değil mi?''

Selvi'ye baktım uyarı dolu gözlerle, ''Ayıp Selvi, o nasıl laf?''

''Ay zaten o imkansız ama neyse yabancıya gitmeyecek. Annem Musa abim için düşünüyor Elife'yi. Ne dersin?''

''Bilmem, hayırlısı olsun.''

''Geçen akşam annemle oturmaya gittik ya hani.''

''Benim haberim yok.''

''Ay annem yorgundur uyusun dedi.''

''Ben ne zaman erken uyudum? Bulaşık yıkadığım zaman mı gittiniz? O ara evde yoktunuz siz.''

''Bilmem ki gittik işte. Pek sıcak davrandı bize. İkram yaptı bir sürü. Gönlü var diyor annem.''

''Herkese sıcak davranıyor Selvi, hem daha genç sanki.''

''Ay bana ne annemin işleri işte, bir de abisi varmış. Mali müşavirmiş, para boktur bunlarda. Belki çifte akraba oluruz.''

''Hayırlısı olsun.''

Sohbet ede ede eve girdik.

''Kurt gibi açım, ne yaptın akşama?''

''Seninle yapacağız şimdi, üzerini değişmeden üç su bardağı pirinç ısla. Sonra da mutfağa gel.''

''Of Belçim ya, yeni geldim okuldan.''

''Bana mı okuyorsun Selvi? Hadi yardım et bu akşam da.''

''Ay kızma, geliyorum. Bazen çok ciddi oluyorsun, korkuyorum.''

Selvi pirinç ıslatmaya giderken ben de bahçeleri suladım. Ardından beraber yemek yapmaya koyulduk. Kavurduğum pirinçlerin suyunu verip altını kıstım.

''Belçim musluk koptu!''

Selvi musluk başlığını eline almış şaşkın şaşkın bakıyordu. Yeri ıslatan suyu umursamıyor gibiydi. Hızla musluğu elinden alıp yerine oturttum, ''Kaç kere dedim sert açma diye.''

''Ay ıslandı her yerim ama ya!''

Enik gibi çırpınan Selvi'ye güldüm, ''Salaksın da ondan.''

Düşündü bir süre, ''Olabilir valla.''

Selvi üstünü değiştirmeye giderken ben de betona akmış suları silmeye başladım. Akşam yemeğini hızlı hızlı hazırlamaya başladım. Yemekleri ocakta pişmeye bırakıp mutfaktan çıktım. Evin yaprakla kaplanan bahçesini çalı süpürgesiyle süpürürken amcam gelmişti.

''Belçim, ne yaptın kız sen?''

Sinirli görünüyordu. Rüstem yememiş içmemiş yetiştirmişti anlaşılan. Süpürmeyi bırakıp ona baktım, ''Ne yapmışım amca?''

''Rüstem'e laf etmişsin, amcamı saymıyorum ben demişsin.''

''Öyle bir şey demedim, yalan söylemiş.''

''Koskoca adam neyin yalanını söyleyecek. Kız sen orada burada bizim ardımızdan konuşup akşam aşımızı mı yiyorsun.''

''Hayır, ben öyle demedim. Sadece çalışan benim para da benim avcuma sayılacak dedim. Ben zaten size fazlaca destek oluyorum amca. Yalan mı?''

''Allah Allah Belçim hanıma da bak sen! Bize destek oluyormuş. Ben olmasam açlıktan ölürdünüz sokakta, bir de bana ağalanıyor!''

Amcamın bağırmasıyla ev halkı da başımıza toplanmıştı. Ninem hemen koluma girdi, ''Ne bağırıyorsun şuncağıza? Yine ne dellendin?''

''Savunup durma şu kızı ana! Amcasını ezer olmuş!''

''Belçim öyle şey etmez,'' dedi ninem, ''Yıllardır ne saygısızlığını gördünüz?''

Yengem amcamı sakinleştirmeye çalışırken bana söyleniyordu, ''Şükür edeceğin yerde niye delirttin mum gibi adamı? Anası gibi yılan dilli bu.''

''Gitmiş Rüstem'e amcamı sayma bana ver parayı demiş. Biz dış kapının berduşü müyüz?''

Selvi girdi söze, ''Pratikte Belçim haklı baba, o kazanıyor parayı sonuçta. Ne zaman istesek de veriyor. Benim kitapları da Belçim aldı. Daha yeni bir kilo şeker almadı mı eve?''

''Sus kız!'' diye bağırdı amcam, Selvi korkarak geriye kaçtı.

''Selvi'ye niye bağırıyorsun, şu kıza kızıp bizim gülümüzü kırıp durma! Kız avukat olacak, sonra bakmaz bize.''

Sessizce onları izlerken amcam yola geldiğimi düşünüyordu.

Bıyıklarını okşadı, ''Hayırdır süt dökmüş kedi oldun?''

''Söz gümüşse diye ben.''

Öfkeyle bakıyordu yüzüme, bu bakışların anlamını çok iyi biliyordum. Bu adam ilk günden itibaren nefret ediyordu bizden.

Elindeki tesbihi omzuma vurdu bir kez, her cümlesinden sonra bunu tekrarlıyordu. ''Benim karşımda efendi olacaksın. Yıllarca elinize ekmeği ben tutuşturdum beni sayacaksın. Kancık anana, korkak babana benzemem ben. Bir daha erkeklerle bu kadar konuşmayacaksın, başını öne eğip amcam ne derse o diyeceksin. Yoksa ben yapacağımı bilirim.''

Bir kere daha vuracakken abim geldi yanımıza. Telaşla önüme geçti, ''Vurma vurma! Belçim'e vurma!'' Beni kollarken amcamı itti sertçe.

Amcamın yere düşmesine hayretle bakakalmıştım. Selvi ve yengem amcamı yerden kaldırırken ninem bize bakıyordu.

''Abi sakin ol,'' diye fısıldadım, ''Lütfen...''

''Kardeşe vurmak yok!'' diye bağırıp duruyordu.

Amcam yerden kalkıp karşımıza dikildi. Bu anlarda hayatımda hiç korkmadığım kadar korkardım işte. Tir tir titriyordum.

''Ulan it! Sen beni nasıl itersin!''

Ninem geçti önümüze, ''Bana bak eğer bu çocuğa bir fiske vurursan sana sütümü helal etmem!''

Amcam küfür etti, ''Ne zaman helal ettin zaten ana?''

Abim üzgündü, ''Acıdı mı? Belçim amca uf mu olmuş?''

Amcam havaya kaldırdığı elini abime vurmadan geriye indirdi.

''Deliye el kalkmaz dua et lan!''

Öfkeyle baktım yüzüne. Bu en sevmediğim kelimeydi.

''Bir daha abime deli deme!'' diye bağırım avazım çıktığı kadar, ''Deli değil benim abim!''

Sesimi tüm köyün duyduğunu sanıyordum. Nasılsa alışıklardı bunlara. Abimle benim arkamdan hep zavallılar diye konuşmuyorlar mıydı zaten?

''Neresi deli değil? Salak değil mi senin bu abin? Yemek yiyemez, çalışamaz! Koskoca adam hâlâ biz yıkıyoruz lan!''

Dolan gözlerimi kırpmadan korkusuzca baktım gözlerine, ''Eğer abime bir kere daha deli dersen yemin olsun gece uykunda boğarım seni!''

Amcam bana vuracakken Selvi engel oldu, ''Baba yeter! Tüm köy duydu! Rezil etme bizi.''

Haklıydı Selvi, evin bahçesini gözeten komşular vardı. Hatta içeriye girmiş izleyen çocuklar.

Amcam kendi kızına da acımamıştı elbette, ''Senin sesin çok çıkıyor alırım ayağımın altına!''

Yengem Selvi'yi arkasına çekti. Odasına gitmesini söylese de Selvi bizim yanımıza duruyordu.

Yengem itti beni, ''Baban sayılır amcan senin! Neler diyorsun kız!''

Ninem geçti önümüze, ''Gelin dokunma çocuklara!''

''Oğlunu dövüyorlar oğlunu! Sen hâlâ onları tut! Ölünce mezarını biz yaptıracağız senin, bu sümüklüler değil!''

''Biliyor musunuz?'' Amcam ve yengeme baktım, ''Gün gelecek sizi mezar bile kabul etmeyecek.''

Abimin elini tutarak çıktım bahçeden. Tüm köy film izler gibi kepazeliğimizi izlemişti yine. Bizim köyde en çok tutulan filmdik biz. Ne mutlu bize!

''Ah ah yetim çocuklar... Yazık oldu yazık.... Bari Bekir sağlam olsaydı... Çok acıyorum bu çocuklara... Fitremi bunlara veriyorum her yıl.... Ana yok baba yok normal.''

Ezbere bildiğim bu sözler yine tekrarlanıyordu.

Abimle beraber kimsenin lafına kulak asmadan nereye olduğunu bilmeden yürüyorduk. Yanaklarıma akan ılık gözyaşlarını silmekten yüzüm acımıştı.

''Ayaklarım acıdı.'' dedi abim, ''Yoruldum Belçim.''

Başımı eğip ayaklarına baktım, ayakları çıplaktı, ''Abi, ayakkabın nerede?''

''Biri istedi ona verdim, o da bana verecekmiş.'' dedi neşeyle, ''Onunkiler daha güzelmiş ama.''

Yenilgiyle baktım yüzüne, ''Niye verdin ki? Senin ayakkabın çok güzeldi abi.''

Köyün çeşmelerinden birine oturttum abimi, eğilip ayaklarının altına batan otları ayıklamaya başladım.

''Ama onunki de güzelmiş, öyle dedi.''

Gülümseyen yüzüne kızamıyordum hiç, ''Kim peki o kişi? Adını biliyor musun?''

''Adı,'' bir süre düşündü, ''Adı yokmuş, annesi koymamış ona.''

''Niye koymamış ki?''

''Benim annem bana koymuş ama değil mi?''

Gülümsedim, ''Koymuş.''

Mutlu oluyordu annemden konuşmaktan, ''Beni de çok sevmiş değil mi?''

''Çok sevmiş.''

İşim bitince çeşmede ellerimi yıkayıp abimin yanına oturdum.

''Acıktım ben.''

''Ben de.''

Abim cebinden çıkardığı çikolatayı uzattı, ''Yiyelim mi?''

''Kim verdi bunu sana?''

''Büyük adam verdi.''

''Büyük adam kim?''

''Çok büyük adam.''

''Tamam, anladım. Ben yemem ama sen ye.''

''Olmaz!'' diye itiraz etti, ikiye böldüğü çikolatayı bana uzattı ve yemeye başladık. Ağlaya ağlaya çikolata yedim ama abim sadece gülen yüzümü gördü.

Başımı omzuna yasladım, ''Nereye gidelim abi?''

''Öğretmenime gidelim!'' dedi neşeyle.

''Olmaz, rahatsız ederiz.''

''Olsun, o hep bana okuma öğretiyor. Ben p'yi öğrendim.''

''Nasıl yazılıyor P?''

Eliyle havaya çizdi, ''Çok güzel öğrendim.''

''Çok güzel öğrenmişsin.''

Bir süre oturduk o çeşmenin önünde. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bu köyle kimin yanına gitsem sorun olurdu. Kimisi kocası var diye almazdı kimisi abim var diye.

Herkes uzaktan dalga geçerdi abimle, yakınlarına gelince de kaçarlardı. Bazen de kolunu çimdiklerlerdi. Deli ya hani, onlara zarar verir diye korkarlardı. Oysa abimin bu zamana kadar kimseye bir zararı olmamıştı. Herkes birleşip abime zarar vermişti.

Hava kararırken gidebileceğimiz tek kapının önünde durduk. Ben kendimde zili çalma cesaretini ararken abim kapıya çoktan vurmaya başlamıştı bile. Abime yaptığım uyarılar da karşılığını alamamıştı.

Kapı açıldığında mahcupça kaldım karşısında.

Elife öğretmen şaşkınlığının ardından gülümsedi, ''Hoş geldin Bekir.''

Abim gülümsedi, ''Öğretmenim ben S harfini öğrenmek isterim.''

Elife öğretmen başını salladı, ''Olmaz sırada R harfi var, sırayı atlayamayız.''

''Tamam olur hadi öğrenelim.''

Elife öğretmen kenara çekildi, ''Hadi buyurun içeriye, yemek yeriz.''

Abim bana bakıyordu, ''Girelim mi Belçim? Acıktım.''

Öğretmene baktım, ''Biz rahatsızlık verdik öğretmenim kusura bakmayın.''

''Kapıda konuşulmaz hadi girin içeriye.''

Abimle beraber içeriye girdik. Yeni öğretmen geliyor haberi geldiğinde mutlulukla temizlediğim eve girdim.

Abimle beraber sarı çekyata oturduk. Ellerim dizlerimin üzerinde duruyordu. Stresten parmaklarımı iç içe geçiriyordum.

''Yeni oturuyordum sofraya, bugün de fazla yemek yapmışım diye üzülüyordum. Her şeyin kısmeti vardır derdi annem, ne güzel demiş. Hadi buyurun sofraya.''

Abim bana baktı, ''Gidelim mi?''

''Gidelim.''

Beraberce mutfağa gidip Elife öğretmenin sofrasına oturduk. Abim biraz döke saça yiyordu. Yere döktüğü her parçayı hemen alıyordum. Elife öğretmen tuttu bileğimi.

''Yemekten sonra süpürürüz. Şimdi Bekir'in sohbetini dinleyelim baksana çok heyecanlı anlatıyor.''

Beni mahcup etmemek için uğraşıyordu. Daha da büyüyordu gözümde.

Abimi dinledim umutla. Uzun uzun konuşurdu abim, höt diyerek sözünü kesen amcam olmayınca özgürdü kelimeleri.

Yemeğin ardından Elife'den önce etrafı toplamaya başladım. Çay içtik hep beraber abim izlediği televizyonun karşısında uyuyakalmıştı. Elife öğretmenin getirdiği çarşafı serdim kanepeye. Abimi yatırıp üzerini örttüm. Hemen uyanmış benden masal istemişti. Annem bizi terk etmeden önce ona masal anlatmış, abimin de anneme dair hatırladığı son şey bu olunca masal olmadan uyuyamıyordu. Bildiğim tüm masalları anlatıyordum abime, ama annemin yerini tutamıyordum.

Uzun boylu ama zayıf bir adamdı abim. Kendimi bildim bileli böyleydi. O benim abim değil de ben onun ablasıydım. Şu koca dünyaya sığamıyorduk ikimiz. Sığalım istemiyorlardı.

Abim salonda uyurken Elife öğretmenle mutfak masasında konuşmaya başladık. Nereden başlasam bilemiyordum. O benden daha iyi biliyordu.

''Evde kavga mı ettiniz?''

Başımı salladım, ''Siz de duymuşsunuzdur zaten.''

''Yani köy ufak ya, herkes bahsediyor bir şeylerden.''

''Nereye gideceğimizi bilemedim.''

''Bana gelmekte iyi ettin.''

''Eğer müsaade edersen odunlukta kalalım bu gece, orada eski öğretmenden kalan yataklar da var.''

''Boş ver şimdi odunluğu burada kalırsınız.''

''Olmaz öğretmenim, laf olur şimdi.''

''Laf olsun, laf hep olur. İnsanlara bakarsan en kötü sen olursun.''

''Abim koca erkek ya şimdi, size laf gelsin istemem.''

''Bu duvarlarda olanı sadece içinde olanlar bilir, ben kimseye takılmam. Kapıma gelen misafiri de geri çevirmem. Bana böyle öğretti annemler.''

''Sağ olun öğretmenim.''

Gülümsedi, ''Elife de bana, neredeyse aynı yaştayız seninle. Öğretmenim deyince kendimi okulda sanıyorum.''

''Koskoca öğretmensiniz benim arkadaşım değilsiniz ki.''

''Niye olmasın canım? Arkadaşın olurum. Öğretmenlik benim mesleğim, okul dışında da sadece Elife'yim. Kimse kimseden büyük değil, hepimiz insanız.''

''Olur mu öyle? Seninle ben bir miyim?''

''Buna aşağılık kompleksi deniyor Belçim.''

''O ne demek?''

''İşte kişinin bazı yönlerini diğer insanlardan aşağıda hissetmesi. Sana hiç yakışmıyor. Sen benimle birsin, niye olmayasın. Çık şu psikolojiden. Bu köyde tanıdığım en aklı başında insanlardansın. Nerede o ilk günlerde benden test kitabı isteyen kız, nerede?''

''Hepsi bitti,'' dedim gülümseyerek, ''Testlerin yani, çözdüm ama cevap anahtarına bakamadım.''

''O kadar karmaşanın, işin içinde test çözüyorsun. Ne kadar azimlisin, azim her şeyin başlangıcıdır. Şimdi yaşadığın hayatı ömrünün sonuna dek yaşayacaksın diye bir şey yok. Kendi yolunu kendi çizer insan, sen sadece kurşun kalemle mi çizmek istiyorsun? Yoksa renkli kalemlere de gidecek mi elin? Bunu sen seçeceksin.''

Elife'nin verdiği gecelikleri giyip abimin karşısındaki kanepeye uzandım. Gözüme gram uyku girmiyordu.

Elimi usulca kalbime çıkardım, atmıyordu sanki. Bunca zaman tekdüze yaşamıştım sanki. Öyle koca bir yorgunluk hissi çökmüştü kalbime. Yaşamıyordum sanki.

Yarın sabah yine o eve dönecektim. Bu düşünce beni acıyla karışık tebessüme sürükledi. Bu ne ilk evden gidişimizdi ne de son.

Abime ağız dolusu deli dediler diye terk ettiğim eve yarın geri dönecektim. Hiçbir şeyden habersiz deli kelimesini kullandı diye suçlamıştım Dinçer'i. Kızıyordum kendime Dinçer hak etmemişti bunu. O asla abime kötü davranmazdı, bunu çok iyi biliyordum.

Kırdığım gönlünü almam gerekiyordu. Verir miydi bana gönlünü, bilmiyordum.

Ertesi gün erkenden kalktım. Selvi abimin diğer ayakkabılarını getirmişti. Uzattığı poşeti aldım.

''Babam her kızdığında evi terk edeceksen oooo Belçim. Gitme ya evden.''

''Söylemesi kolay.''

''Kolay evet. Biraz mantıklı düşün. O ev sadece bizim evimiz değil. Ne kadar sevmesen babanın hakkı da var. Ayrıca çalışıp kazandığın para eve giriyor, biraz haklarını bil.''

''Abime laf edilince mantıklı düşünemiyorum.''

''Babama mı bakıyorsun sen? O zaman yandın.''

''Neyse, sağ ol Selvi.''

''Gidiyorum ben okula, akşamüzeri gelip alırım sizi.''

Yanağımdan öpüp gitti.

Kahvaltının ardından abimi Elife'ye emanet ettim. Her gün okula gidiyordu abim, öğrencisiydi Elife'nin.

Öğleden önce yarım kalan evi temizlemek için gittim. Yarın temizlerim diye bıraktığım ev pırıl pırıldı. Dudaklarımdaki gülümseme ile kapattım evin kapısını.

Sürüyü önüme katarak ovaya çıktım. İnekler otlarken ben her zamanki ağacın altında bekliyordum. Bu kez Dinçer'i beklerken çözdüğüm testler, okuduğum kitaplar yoktu elimde. Aklımda bu kadar yoğun o varken başka bir şeye odaklanamıyordum.

Gelmiyordu, gözüm yollarda kalmıştı. Kızgındı bana, gelmez miydi? Mesaj atarak özür dilemek istememiştim. Yüz yüze söylemek istemiştim. Yüzünü görmek istemiştim, özür bahaneydi.

Geleceğinden umudumu kesmiştim artık. Başımı ağacın gövdesine yaslayarak gözlerimi kapadım. Hayatımda gerçekten bana değer verdiğini sandığım o kişi de yoktu artık.

Umutsuzluk yoluna girdiğim sırada Pamuk'un sesini duydum. Bu sesi sadece Dinçer geldiğinde çıkarıyordu. Başımı çevirdiğimde onu gördüm. Eğilmiş her zamanki gibi Pamuk'u seviyordu.

Hemen ayağa kalktım bir emir gibi. Yüzümde engel olamadığım bir tebessüm vardı. Yanına adımladım çekinerek de olsa, ''Hoş geldin.''

Dinçer ayağa kalktığında başımı dikleştirdim. Abimden de uzundu.

''Hoş mu buldum?'' diye sordu kırgın bir sesle.

''Dün fazla ileriye gittim, özür dilerim.''

''Dün gece çok düşündüm. İnsan kullandığı kelimelere dikkat etmeli. Senin yanına gelmeden birisiyle tanışmıştım. Onu düşününce sen de haklısın. Daha dikkat edeceğim.''

Gülümsedim beceriksizce. O an içimden gelen tek şey ona sarılmaktı. Durdurmadım duygularımı. Kollarımı sardım boynuna. Büyük ellerini hissettim sırtımda. Hiç tatmadığım hisler çağladı kalbimde. Kalbimin gerçekten attığını onun kollarındayken hissetim.

 

Loading...
0%