Yeni Üyelik
19.
Bölüm
@pekbiafiliyalnizli

5 yıl önce Diyarbakır

Çok ağır bir taşın altında kalmış misali ezilen bedenime direne direne araladım gözlerimi. Görüş alanıma soluk mavi bir perde girdi önce, başucumda duran serumu ve hemşireyi gördüğümde hastanede olduğumu anladım.

Beynimin içi bulaşık suyu gibi bulanıktı. Düşünmeye çalıştıkça kafatasım çatlıyordu sanki. Tek istediğim şey suydu, kuruyan dudaklarımı aralamaya çalıştım güçlükle. Hemşire benimle ilgilenmeye başladı.

''Nasıl hissediyorsun?'' sorusuna cevap aradım bir süre. Nasıl hissediyordum? Hemşirenin gidişinin ardından kırklarında bir doktor girdi içeriye. Hem soru soruyor hem de beni kontrol ediyordu.

Gözlerim pencereye daldı gitti. Dışarıda hava aydınlık görünüyordu. Hafızama düşen her yeni hatırada gözlerim acıyla kapanıyordu. Ağabeyim geldi aklıma, sonra babam, en son yüzüme korkuyla bakan bir çift yeşil göz durdu hafızamda.

''Dinçer,'' ismi firar etti dudaklarımdan, doktorun sözünü kestiğimi yeni fark ediyordum, ''Dinçer, nerede? İyi mi o?''

''Sakin ol önceliğimiz sensin.''

Doktorun emriyle hemşire serumumun ayarını değiştirirken doktor elindeki dosyaya bir şeyler yazıyordu.

''İyiyim ben,'' diyebildim zorlukla, ''Dinçer nasıl peki?''

''Kimden bahsettiğini bilmiyorum ama seninle birlikte gelenler arasında yaralı birisi yoktu.''

Aldığım cevap beni memnun etmemişti. Avuç içimi yatağa bastırarak kalkmaya çalıştım, ''Telefon etmem gerekiyor ağabeyime ulaşmam lâzım.''

''Öncelikle sakin olman lâzım.'' dedi doktor, hemşirenin omuzlarıma dokunmasıyla geri uzandım, ''Şimdi önce sağlığını düşünmelisin. ''Derin bir nefes al.'' dedi beni kontrol etmeye başlamadan hemen önce. Sorularım yanıtsız kalırken içim burkulmuştu.

Endişeliydim, korkuyordum. Yaşadıklarımı düşündükçe içim titriyordu, dağda bir başıma aştığım engeller aklıma geldikçe içime koca bir buz kütlesi düşüyordu. Ağabeyimi merak ediyordum, Dinçer'i merak ediyordum. İkisine de sıkıca sarılmaya ihtiyacım vardı.

Doktorun gidişinin ardından ben yaşlarında olduğu belli olan hemşire ile odada kaldık. Üzerimi değiştirmeme yardımcı olurken sorularım onda cevap bulmuştu.

''Dört gündür hastanedesin.''

''Ne?'' diye atıldım şaşkınca, ''Dört gündür mü?''

''Zaman kavramını yitirmen normal. Hipotermi riski ile geldin, ama vücut ısın dengelenmişti.''

Hayal meyal hatırlıyordum belimi saran sıcacık eli, şakağımı öpen ılık dudağı.

''Seni getirenler özel harekat polisiydi, bu konuda eğitimleri var ki şu an hayattasın.''

''Beni kim getirdi peki? Sen gördün mü?''

''Hayır ama kapıda seni bekleyen birisi var, muhtemelen odur.''

''Kim?'' dedim korkuyla, babam da olabilirdi.

''Uzun boylu, esmer bir adam.''

Dinçer'i tarif edişi içimi gıdıklamıştı. ''Benim onu görmem lâzım.''

''Sanırım onu da seni.''

Şu an her şeyi bir kenara bırakıp ona sarılma isteğiyle dolup taşıyordum. Soğukta taş duvarlar arasında kendime verdiğim sözler onun gözlerinde paramparça olup yere düşüverecekti birazdan.

''Şu dolabın içerisindeki her şey sana ait. Kapıdaki beyefendi tüm ihtiyaçlarını aldı. Eğer ağrın olursa düğmeye bas mutlaka. Ben tekrar uğrarım, şimdi dinlen.''

''Dinlenmem için onu görmem lâzım,'' dedim sıcacık bakışlarına güvenerek, ''Başka türlü dinlenemem ki.''

Gülümsedi, ''Anlaşıldı haber veriyorum.''

Hemşirenin gidişinin ardından yatakta doğruldum, arkama yastık koyup yaslandım, heyecanla ve merakla beklemeye başladım. Elim saçlarıma gitti bu durumda bile ona güzel görünme isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Yara bere içerisindeyken tohumun nasıl gül açardı?

Aradan çok zaman geçmemişti ki kapım bir kez vurulup hemen ardından gıcırtılı sesler çıkartarak aralandı. Gözlerimi beyaz kapıya dikmiş Dinçer'i görmeyi bekliyordum. Beklentim karşılıksız çıkmıştı. Takım elbiseli genç bir adam vardı karşımda. Şimdi bana bakan o sorgulayıcı gözlerin rengi yeşile çok uzaktı. Kapıyı kapatıp karşıma geçen adama baktım merakla, ''Siz kimsiniz?''

Manşetleri katlanmış siyah gömleğinin kolunu hafifçe geriye itip cevaplandırdı sorumu, ''Demir Demirsoy, Dinçer'in kuzeniyim.''

Dikkatli baktığımda aralarında ufak da olsa bir benzerlik bulur gibi olmuştum. ''Biliyorum,'' dedim araya girerek, ''Sizden çok bahsetti, böyle tanışmak istemezdim.''

''Ben tanışmak istemezdim Belçim.''

Soğuk sesiyle dik bir şekilde söylediği kaşlarımı çatmama sebep olmuştu, ''O ne demek?''

''Kendini nasıl hissediyorsun, ağrın var mı?''

''Nasıl olunursa öyleyim.'' dedim sesimin güçlü çıkmasını dileyerek.

''Doktorunla konuştum, iyiye gidiyor durumun. Kısa zamanda toparlayacaksın inşallah.''

''İnşallah.''

İki yabancı aynı odada kalmıştık. Ben onu rahatça izlerken o bakışlarını çok fazla durdurmuyordu yüzümde.

''Dinçer nerede?''

''İşi var, sen merak etme şimdi onu iyileşmene bak.''

''Ağab-''

''Ailen de iyi aklın kalmasın. Ağabeyin köy öğretmeninin yanındaymış.''

Derin bir nefes çıktı dudaklarımdan. Bunu duymaya ne kadar da ihtiyacım olduğunu anlamıştım. Ağabeyimin iyi olmasına sevinemeden bilinmezlik çöktü içime, ''Dinçer'in ne işi var? Arasam açabilir mi?''

''Numarasını biliyor musun?''

''Ezberimde.''

Kaşlarını hafifçe kaldırdı, kaşının üzerindeki bene takıldı gözlerim, ''Ararsan açamaz işi var dediğim gibi, ama merak etme sağlığı yerinde.''

''Ne işi var?''

''Polis adamın işi bitmez.''

''Özel harekat normal polisliğe göre daha zor değil mi?''

''Her şeyin bir zorluğu var, uçarak girmişti okula zorluğuna sevdalıdır bizimki.''

''Çok seviyor mesleğini.''

''Allah ayrı koymasın.''

''Amin.''

Bir süre sessizlik oldu aramızda.

''İstersen sen yat dinlen ben rahatsız etmeyeyim seni.''

''Yok aslında rahatsızlık değil tabii ama neden burada olduğunuzu merak ettim, sonuçta biz tanışmıyoruz.''

''Tanıştık kötü mü oldu?''

''Hayır olmadı sadece merak ettim.''

''Dinçer beni aradı.''

''Neden?''

''Sohbet etmeye meraklısın anlaşılan ama dinlenmen lâzım. Dolapta ihtiyacın olabilecek her şey var, yine de bir şeye ihtiyacın olursa seslenmen yeterli.''

''Teşekkür ederim.''

''Kapının önündeyim.'' diyerek çıkıp gitti. Gidişinin ardından telefona sarılıp Elife'yi aradım. Tahmin ettiğim gibi yengemler sahip çıkmamıştı ona, Elife kol kanat germişti yine.

''Buralar karışık ama sen merak etme,'' diyordu Elife, ''Bekir seninle konuşmak istiyor.'' diyerek sabırsız sesleri duyulan ağabeyime verdi telefonu.

''Belçim Belçim ne oldu biliyor musun?''

''Ne oldu ağabey?''

''Ben bugün V harfini öğrendim hadi gel de taşa yazalım.''

Gülümsedim, ''Ben bugün gelemem ağabey, gelince yazalım olur mu?''

''Sen nerdesin ki, öğretmenim diyor ki gezmeye gitmişsin. Beni bırakıp gitmez dedim ama gitti dedi, küsmüştüm ben sana hah hatırladım, artık küsüm sana.''

''Ağabey,'' dedim sevecenlikle, ''Bir dahakine söz seni de götüreceğim yanımda, şimdi tek gitmem gerekti ama hep seni düşündüm.''

''Küstüğümü unuttum ya ben, küsmeme ayıp mı ettim özür dileyim mi?''

''Dileme o kızmaz sana.''

''Çok sevindim buna. Ben harf öğrendim, şimdi yazıyorum defterime öğretmen yıldız bile attı sarı kalemle. Birazdan da ıhlamur içip uyuyacağız sen gez.''

''Ağabey biliyor musun ben seni çok seviyorum.''

''Tamam hadi kapat.'' diyerek telefonu yüzüme kapattı.

Kulağımdan ahizeyi gülümseyerek indirdim. Onunla konuştuğumda içime bir huzur yayılıyordu. Telefonu yerine koymadan önce Dinçer'in numarasını da tuşladım. Demir'in dediği gibi açmamıştı. Umutsuzlukla telefonu yerine koyup yatağa uzandım.

Elim usulca dolandı karnımda. Yaşadıklarım gözlerimi kapattığımda gözümün önünde geldiğinden kapatamıyordum gözlerimi. Bir süre dirensem de yorgunluğa yenik düşen gözlerim oldu.

Hava karanlıkken araladım gözlerimi. Ara ara hemşirelerin gelip gittiğini duyunca irkilerek uyanıyordum. Uyumaya korkar olmuştum son olaylardan sonra. Yatakta yatmaya devam ederken bölük pörçük uykum yine beni esir aldığı esnada kapım açılmıştı. Korkarak battaniyeyi avuç içime hapsetmiştim ki gelenin Demir olduğunu gördüm. O bana bakmıyordu.

''Uyuyor işte emin oldum, rahatladın mı lan?'' diye söyleniyordu, ''Sağlığı yerinde dedim Dinç, sözüme de mi güvenmiyorsun oğlum?'' diye devam etti isyanına, ''Sen zaten çocukken de böyleydin.''

Dinçer'le konuşuyordu, Dinçer beni merak ediyordu.

Dinçer... Beni o kurtarmıştı. Hayal meyal hatırlıyordum. En çok da şakağıma bıraktığı öpücüğü hissediyordu kalbim.

İçime yayılan tüm hislerin yanında kocaman karanlık bir gölge de vardı. Dağ ve ötesi...

Yatmaktan sıkılınca, hislerden boğulunca saate bile bakmadan odadan çıktım. Akşam vakti hastane daha sessizdi. Kokusu güven veriyordu. Bembeyaz koridorda önlüğümle gezdiğim günlerin hayali sanki buruk bir tebessüm gibi kalacaktı dudaklarımda.

Ağız ve diş sağlığı polikliniğinin önüne gelmiştim. Kapıları kilitli odaların gerisinde kaldım. Bomboş ve loş koridorda yorgunca yerleştim metal sandalyeye. Başaramayacaktım sanki, olmayacaktı işte. Yüreğime yerleşen o ağırlığı alıp denizi olmayan bu şehirde denize atmak istiyordum ama imkansızdı.

''Kaçtın sandım.''

Başımı çevirdiğimde Demir'le karşılaştım, ''Neden kaçayım ki?''

''Bilmem, herkesin kaçacak bir şeyi vardır.''

''Benim yok.'' desem de sallanmıştı kelimelerim.

Yanımdaki sandalyeyi boş bırakıp diğerine oturdu, ''Yalan, herkesin vardır.''

''Senin de var mı?''

''Var.'' dedi hiç düşünmeden ama derin bir sesle.

''Ne iş yapıyorsun?''

''Hak hukuk.''

''Avukat mısın?''

''Cumhuriyet savcısıyım.''

Ailesi ile aramdaki mesafeye koca bir dağ daha eklenmişti sanki, ben kimlerle muhatap oluyordum, ''Çok gençsin.''

''Amacım savcı olmaktı, avukatlıktan geçiş yapsam beş yıl avukatlık yapma şartı aranacaktı. Amacım belliydi, uzatmadım.''

''İlk davanı aldın mı?''

''Aldım, üstesinden de geldim.''

''Ne güzel.''

''Sende durumlar ne?''

''Çobanım ben, mesleğim de budur.''

''Güzel.'' dedi sakin bir sesle.

Başımı salladım yalnızca. O sorgulamaya başladı.

''Niye çıktın odandan?''

''Daraldım.''

''Hastaneleri sevmez misin?''

''Sevmem,'' dedim hışımla, oysa aşıktım, ''Çok kötü hissettiriyor bir kere, huzurlu değil.''

Gülümsedi ufakça, ''Ben severim.''

''Bir insan neden sever ki hastaneleri?''

''Vardır bir nedeni.''

''Benziyorsunuz Dinçer'le, yani en azından Atlas'tan çok benziyorsun.''

''Atlas'la da tanışıyorsun, Yaz'ın verdiği eşkale de uyuyorsun. İyiymiş.'' dedi bozuk bir sesle.

''Dinçer tanıştırdı.''

''Dinçer karıştırdı belki de, doğruyu yanlışı.''

Bana bakan şüpheli gözlerini görmezden gelerek bakışımı ondan çektim. Sanki daha uzun baksa görecekti gizlediklerimi.

''Dinçer çok bahsetti senden ama mesleğini söylemedi.''

''Sen de babanın mesleğini söylememişsin Belçim, olur arada öyle.''

Aramızdaki keyifli sohbeti bir anda kesip atmıştı. Sıcacık bakışlarım donmuştu sanki. ''Her şeyi biliyorsun.''

''Her şeyi biliyorum.''

''Dinçer de biliyor.'' dedim korkuyla.

''Öğrendi.''

''Öğrenince ne yaptı?''

''Sence?''

''Kızdı mı bana?''

''Dinçer'in vekilliğini yapamam, karşısına geçer ona sorarsın.''

Yutkundum zorlukla, benim bile unutmak istediğim gerçeği Dinçer öğrenmişti. Hem de an kötü zamanda, en kötü haliyle.

''Babam,'' dedim yutkunarak, ''Yakalandı mı?''

''Ne o korkuyor musun yakalanmıştır diye?''

''Hayır korkmuyorum.''

Bakışları bir ok gibiydi, her gözünü kırptığında bana zarar veriyordu sanki. ''Kimsin sen?'' diye konuştu, hesap sorar bakışları destekliyordu sorusunu, ''En düz şekilde anlat, kimsin sen?''

''Belçim Atalay, yirmi birinde köylü bir kızın tekiyim, oldu mu?''

''Cık,'' dedi kaşlarını kaldırarak, ''Eksik söyledin. Belçim Atalay, yirmi birine basmadan birden fazla terör örgütü eylemlerinde bulunan birisin sen, liste başı terörist liderinin kızısın.''

''Babamın terörist olması benim suçum değil.''

''Peki masun musun Belçim?''

''Hangi konuda?''

''Dinçer'e neden yaklaştın? Amacın neydi?''

Gözlerimi yumdum dudaklarımda acılı bir tebessüm kalmıştı, konu buraya taşmıştı demek. ''Ben ona yaklaşmadım, ilk tanışmamız bile onun sayesindeydi.''

''Ne işin vardı koskoca özel harekat merkezinin kuzey sırtlarında? Polis avcısı mısın sen?''

''Hayır çobanım.''

Sinirle gülümsedi, ''Güzel kamuflaj ama zekice, aferin.''

''Kamuflaj falan değil, sana yalan söylemiyorum.''

''Dinçer'in polis olduğunu öğrenince ne yaptın?''

''Sevindim.''

''Neden? Ağına kapılır diye mi?''

''Ne ağı?''

''Hadi oradan Belçim akıllı kızsın, hesabını tutmadan defteri masaya açar mı senin gibiler. Dinç genç deneyimsiz bir polis, daha mesleğinin ilk aylarında. Gencim güzelim, onu kandırman kolay olur diye düşündün mü?''

Söyledikleri beni öfkelendirse de kendime hakim olmaya gayret ediyordum, ''Peki dediğin gibi olsun, diyelim ki ben bunu düşündüm. Dinçer bu niyette birini anlayamaz mıydı?''

''Dinç kalbi temiz adamdır, niyet okumaz.''

''Sen benim niyetimi satır satır okuyorsun ama.''

''Benim yerimde olsan sen ne yapardın? Gecenin bir yarısı kuzenin arıyor lan oğlum gel, bir kız var, yanından bir saniye ayrılırsam hakkımı haramdır sana diyor. O kızı bir araştırıyorum sen çıkıyorsun. Nasıl davranmam gerekiyor sana Belçim?''

Dolan gözlerimi ondan kaçırdım, ''Dinçer nerede?''

''Bana savunamıyorsun kendini, Dinç'e mi savunacaksın?''

''Sen ve Dinçer aynı değil. Sen benim hakkımda istediğini düşün umurumda bile olmaz ama-''

''Ama Dinçer umurunda, öyle mi?''

''Öyle,'' dedim dik bakışlarla, ''Çünkü-''

''Çünkü?''

Dudaklarım lal olmuştu sanki, devamını söylersem kendime zarar verecek gibi hissettiğimden susmuş kalmıştım.

''Odana git toparlanabildiğin kadar erken toparlan, ifaden alınacak, gerekirse yargılanacaksın.''

Yanımdan kalktı, gidecekken merakla seslendim, ''Tek bir şey soracağım.''

Adımlarını durdurup yüzüme baktı, ''Sor.''

''Dinçer de senin gibi mi düşünüyor?''

Başını umutsuzca iki yana sallayıp arkasını dönerken cevap verdi, ''Hayır.''

Aldığın en olumlu hayırdı bu. Ama biliyordum ki yetersizdi. Benden bir açıklama bekliyordu, yaşananları benden de dinlemek istiyordu. Kendimi ona ispat etmek zorundaydım. Onun gözünde aklanmak zorundaydım. Tüm dünya beni kara bellese de Dinçer'in bakışı kararmamalıydı. Çünkü o benim için çoktan dünyaya bedeldi.

Ertesi sabah hastaneden çıkmak için erkenden hazırlandım. Bana tam olan pahalı montun içerisinde kendimi hiç rahat hissetmiyordum. Oysa bana büyük gelse de Dinçer'in montunun içinde ne kadar da rahattım.

''Hazır mısın?'' diye soran Demir'di. Yalnızca başımı salladım.

''Buradan Özel Harekat merkezine geçiyoruz, ifadeni vereceksin.''

''Dinçer'in yanına mı?''

Benden çektiği gözleri yine beni bulduğunda aynı soğukluktaydı, ''Dinçer ismini bir süre zikretme. Onun iyiliği için.''

Benim iyiliğim içinse zikretmem şarttı, ''Benim yüzümden zora düşmedi değil mi?''

''Elbette düştü, bir aferin alırsın artık sözde komutanlarından.''

Dünden beni bana laf çarpıyordu, ''Ben onlardan değilim.''

''Çok da uzak değilsin ama Belçim.''

İfademi vermek üzere özel harekat merkezine doğru yola çıkmıştım. Arabayı Demir kullanıyordu, yanında oturuyordum. Başımı cama yaslamış birazdan olacakları düşünüyordum.

''Her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlat, bir şey saklama ortaya çıkar daha kötü olur. İnsanlar hata yapar, yanlış da yapar. Bundan sonra doğru olmak istiyorsan yapacağın şey, belli.''

''Merak etme her şeyi doğru şekilde anlatacağım.''

''Avukat tutma hakkın var.''

''İstemem.''

''Ben de öyle düşündüğüm için barodan avukat atanmasını istemedim. Sana yöneltilen sorular karşısında susma hakkın da var, sustuğun sorular Dinçer'le alakalı olsun.''

''Dinçer'in zarar görmesini istemiyorum. Onun hiçbir suçu yok.''

''Tabii ki suçu yok, senin aklamana ihtiyacı da yok. O şerefli bir Türk polisi, eğer savunulacaksa ben savunurum, sen adını anma yeter.''

''İfademi kim alacak?''

''İçeriye sızmış adamınız var mı? Onu mu istersin?''

Alınmamaya çalışıyordum. Merkeze yaklaştıkça içimdeki gerginlik daha da artıyordu. Nizamiyeye geldiğimizde hiç durdurulmadan içeriye geçtik. Önce Demir indi arabadan, ardından benim kapımı açtı. Çekinerek indim arabadan. İki yanımı saran polislere şaşkınca bakarken Demir konuştu.

''Gerek yok beyler.'' dediğinde ikisi de geriye çekilmişti.

''Suçlu muyum ki beni derdest etmek istediler?''

''Şahitsin, şüphelisin, müşteki sanıksın, var sayalım ki teröristsin. Ne fark eder ki senin için? Sonuçta zaman zaman hepsi olmuşsun.''

''Hiçbir zaman terörist olmadım.''

''Tamam, hadi içeriye geçelim.''

Onun yönlendirmesiyle daha önce bir askerin kucağında girdiğim özel harekat kapısından ikinci kez girdim. Bu kez ufak kollarım güçlü bir askerin boynunu sarmıyordu, o zaman kendimi güvende hissediyordum, şimdi ise kocaman bir bilinmezliğe ürkekçe yürüyordum. İçimde tir tir titresem de dışım taş gibiydi.

İfade odasına giderken gördüğüm tüm polislerin suratına tek tek bakıyordum. Dinçer'in bir yerden çıkıp bana sarılmasını bekliyordum.

''Burada otur ve görevli memuru bekle.'' emrinin üzerinden bir saate yakın zaman geçmiş olsa da oturduğum gıcırdayan sandalyeden kalkmamıştım.

Buz gibi bakışlarım dik ve sabit bir şekilde karşıdaki siyah cama bakıyordu. Suçlu değildim ki başımı eğip ağlanayım, hata etmemiştim ki yalvarayım. Dik duruyordum. Bu dik duruşumu yalnızca bir kişi bozabilirdi. O da gözümden uzaktı şimdi.

Kapı aniden açılınca başımı çevirdim içeriye giren üniformalı bir polisti. Kenarda duran sandalyeyi karşıma çekip oturdu önüme bir yığın dosya bıraktıktan sonra ellerini masada birleştirip bana baktı.

''Belçim Atalay, kaçırılma olayını baştan sona eksiksiz bir şekilde anlat.''

Tek bir detayını bile atlamadığım olayı düz bir şekilde anlatmaya çalıştım.

''Olayda ismi geçen Behram Atalay neyin oluyor?''

''Öz babamdır,'' dedim, bu cümle bir kız için içini ısıtan bir şey olmalıydı ama benim nefretimi körüklüyordu, ''teröristtir.'' diye bitirdim yarıda kalmış cümlemi.

Sorgu ve ifadem de bir saati bulmuştu. Demir'in dediği gibi Dinçer'in ismini geçirmemiştim. Yazılı ifademi imzaladıktan sonra bugün karşıma geçen yedinci polisin yüzüne baktım.

''Şimdi ne olacak?''

''Size bilgi verilir.'' dedikten sonra o da çıktı.

Sorgu odasında bana bir açıklama yapacak o kişiyi bekliyordum. Çok beklemeden kapıdan bu kez tanıdık birisi girdi. Ayaklandım merakla.

''Yusuf ağabey.''

''İyi misin kız?''

Başımı salladım tanıdık birini görmenin verdiği rahatlıkla, ''İyiyim, ne olacak şimdi bana?''

''Baktım ifadene her şeyi olağanca anlatmışsın, şüpheli bir durum da yok. Serbestsin, evine bırakırlar seni şimdi.''

''Şüpheliyim diye mi ifadeye çağırıldım?''

''Seninle iş birliğinde olduğumuzu az kişi biliyor, şüpheli sayılman normal. Ben hallettim o işleri, senin alnın ak.''

''Eğer hâlâ onlardan olduğumu düşünen varsa açıklarım ben kendimi, yemin de ederim esas.''

''Turnasın kız sen, sana güvendim bilgilerini geçtim kayda. Tek adamın lafıyla buralarda taş oynamaz, sana koskoca özel harekat güvendi. Gerisinin de bir önemi olmasın.''

Yusuf ağabey içimi rahatlatmış olsa da hâlâ diken üstünde yürür gibiydim. Sorgu odasından çıktık, büyük gri koridorda etrafa baka baka yürüyordum. Dinçer yine girmemişti göz hapsime.

''Çok bakınma sağa sola, Dinç yok burada.''

Aniden yanımda beliren Demir'e baktım şaşkınlıkla, ''Nerede peki? Benim onu görmem şart.''

''Benim de kimleri göresim var ama buradayım, düşün işte.''

''Ben çok meraklıyım seni görmeye.''

''Sen Dinç'e meraklısın.''

''Evet meraklıyım.'' deyiverdim birden.

''O sana daha çok.'' diye söylenerek önümden yürümeye başladı.

''Mesela ne kadar çok?'' diye sormak istesem de kendimi tutup peşine takıldım. Özel harekatın bahçesine çıktık.

''Dinçer burada yok mu gerçekten?''

''Yalan söylemek adetim değildir.''

''Nerede peki?''

''Havada, karada...''

''Dalga mı geçiyorsun?''

''Hayır.''

''Dinçer nasıl ve nerede?''

''Görevde, başka bir şey duyamazsın benden. Şimdi arabaya biniyoruz, seni evine bırakıyorum ardından evime dönüyorum. Anlaştık mı?''

Cevap vermeden arabaya bindim. O da binecekken telefonu çaldı, bir süre bekledikten sonra telefonu cevaplandırdı.

''Desteğe geleyim mi diye tutturdun, gelme demiyor muyum oğlum, lan ağabey kardeş niye lafımı dinlemiyorsunuz benim.''

Atlas'la konuşuyordu. Benim yanımda kontrol altına aldığı sakinliğinden şimdi eser yoktu.

''Devreleri yükselmiş bizimkine, sen hayırdır kimin kızı için endişeleniyorsun diye. Açıklayamamış kendisini, adam da bilmiyor çünkü tutulmuş bir şaibeye. Boşa horozlananların sesini kestim. Rapor yazdırdılar Dinç'e, daha bir senesi dolmadan savunma da yazdı bir güzel. Bir kaç aya kavgaya da karışır polislikten atarlar bunu, kafamız emset durur ondan yana.''

Benim yüzümden başına gelenleri ilk defa bu kadar net bir şekilde duymuştum. Kendimi hiç hissetmediğim kadar kötü hissediyordum. Avuç içime batırdım tırnaklarımı, elimin acısından daha baskın geliyordu içime oturan acı.

Yola çıktık aramızda gergin bir sessizlik vardı. O konuşmadan sonra ağzımı açmamıştım. Bu sessizliği bölen o olmuştu.

''Evin güvenli mi?''

''Neden sordun?''

''Seni evine bıraktıktan sonra güvende olduğuna emin olmalıyım.''

Mantıklı davranmam gereken bir noktadaydım, ''Babam tekrar gelebilir.''

''O halledilir, ben aileni soruyorum. Ev ahalisi, sana nasıl davranır?''

''Ailem onlar benim, sen ailen hakkında açık açık konuşur musun?''

''Konuşmam ama durum farklı. Akıllı kızsın mantıklı düşün ve bana öyle bir cevap ver. Eve gitmeyelim dersen sana kalacak bir yer bulurum.''

''Gerek yok, evimde güvendeyim ben.''

Aramızda yeni bir sessizlik oldu.

''Bana evini tarif et, yol bilgim bitti.''

''Dümdüz devam et, ilk sapaktan sola dön.''

''Köy yolları da çok iyiymiş.''

''Ankara değil burası.''

''Hiç geldin mi Ankara'ya?''

''Hayır.''

''Sana iyi gelmez Ankara havası, dağa çık sen.''

Aldırmamış gibi görünsem de çok öfkeleniyordum laflarına. Araba aniden durduğunda Demir hışımla indi arabadan. Ben merakla ne olduğuna bakıyordum. Yol kenarında kara karışmış kanıyla yatan kediyi hiç erinmeden avcuna aldı. Araçtan inip arka kapıyı açtım, kediyi arka koltuğa koyup bagajı açtı.

''Kuyruğu mu kopmuş?'' diye sordum korkuyla.

''Hayır,'' dedi kedinin yüzündeki kanı silerken, ''Sadece bir kavga çıkmış ve bizimki savunmasız yakalanmış değil mi kızım?''

Kedinin karnına sakladığı kuyruğunu usulca okşadı, dakikalarca kediyle ilgilendi. Yarasına bandaj bile yapıştırdı. Hayatım boyunca kedinin gördüğü değeri görememiş olsam da onun adına mutlu olmuştum.

''İyi mi?''

''İyi,'' dedi kucağındaki kediyi narince okşarken, ''Daha iyi olacaksın değil mi kızım?''

Kediyi arka koltuğa yatırdı. Tekrar yola çıktık. Kedi arkada kalmak istemediğini belirtircesine kucağıma oturdu. Usulca sevmeye başladım.

''Bir isim bulmak lâzım şimdi.''

''Niye ki? Bir daha nerede göreceksin. Yarasını sardıktan sonra yola bırakmayacak mısın sanki?''

''Elbette bırakmayacağım.'' diyerek kediyi tedavi etmeye devam etti.

Şaşırmıştım, oldukça ciddi görünüyordu, ''İsmi Mavi olsun.'' dedim gökyüzünden ilham alarak.

''Olmaz, Mavi kıskanır şimdi.''

''O kim?''

''Hay Allah Dinç bey anlatmadı mı?''

''Hayır.''

''Anlatır.''

''Boncuk olsun.''

''Adaşı var evde, olmaz.''

''Bal peki?''

''Balım da var.''

''Kaç kedin var?''

''Saymadım.''

''İyi ettin, bereketi kaçmasın.''

''Amin.''

Kedinin adına Dağ koymaya karar verdiğinde tekrar çıktık yola. Köy yoluna girdiğimizde içime çektiğim nefes beni daraltmıştı. Bu köyün havası bile bana zarar veriyordu artık.

''Ben burada ineyim.''

''Kar yağıyor görmüyor musun?''

''Köyün içine bu arabayı sokarsan dikkat çeker, dikkat çekmek istemem anlıyor musun?''

''Teröristler tarafından kaçırıldığın tüm köye yayılmıştır, çoktan dikkat çektin yani Belçim. Eski model bir bmw sana zarar vermez.''

''Yeterince zarar gördüm, dahasını istemiyorum.''

''Zarar da verdin Belçim, kendini hor görme.'' dedi dik dik yola bakarak.

''Çocuktum.'' dedim kısık sesle.

''Senin yüzünden babası ölenler de çocuktu.''

''Benden nefret ediyorsun.'' dedim.

''Belki de.'' dedi.

''Dinçer'de nefret ediyor, değil mi?'' dedim korkarak.

''Ona sorarsın.'' dedi aynı düz sesle.

Evimin önüne kadar götürdü. Birkaç saniye kendimi aklayacak şeyler söylemek için cesaretimi toparlamaya çalıştım ama başaramadan indim arabadan. Boğazımdaki yumru ve sırtımdaki kamburla evime yürürken son anda geriye dönüp şoför kapısını açarak konuşmaya başladım.

''Terörist olduğuma emin olsan günlerce hastanede başımı beklemez beni yargılardın. Sen de emin değilsin çünkü, masum olduğumu biliyorsun. İnsanı kemiren şüphe var kafanda. Çocukluğumda tuzaklarına düştüm diye terörist olmuyorum.'' Derin bir nefes alıp dolan gözlerime inat edercesine konuşmaya, ufak bir kız çocuğu gibi burnumu çeke çeke kendimi savunmaya devam ettim, ''Çocuktum işte, çikolata karşılığında bana denileni yapan ufacık bir çocuktum. Yıllardır babamla bir kere bile bağım olmadı, hep onun yakalanması için yardım etmeye çalıştım. Hep polise yardım ettim, canım pahasına. Bir daha bana asla terörist iması yapma, çocukluğumu yeterince kirlettiler, bu yaşlarımı da zehir etmelerine izin vermeyeceğim! Dinçer'e de söyle, bana kibrit çöpü kadar değer verdiyse yaşananları bir de benden dinlesin.''

Ben onu dünyayı yakacak bir kibrit kadar severken; bakalım o bana ne kadar değer veriyordu...

Dizlerime yatmış ağabeyimin günlerce yıkanmadığı için keçeleşen saçlarını severken dilimde ona söylediğim koca koca yalanlar dolanıyordu.

''Dedim ya ağabey, okul için geziye gittim.''

''Sen diş hekimi olacaksın ha Belçim?''

Eskiden olsa ağabeyimin gözlerini kocaman açarak sorduğu hevesli soruya, umutla gülümser kalbimi ferahlatarak evet derdim. Şimdi ise içime çöken karamsarlığı ezmeye bile gücüm kalmamıştı, ''İnşallah.''

''Benim dişlerim çürük ya hani, onları kopartacak mısın?''

''Çürükleri çekerim.''

''Dişlerim sarı benim, onları beyaza boyar mısın ki?''

''Kaplama yaparız ağabey, daha güzel olur.''

Ağabeyimle konuşmanın en iyi yani benim mutsuzlukla söylediğim hiçbir şeyi anlamıyor olmasıydı. Onun duyduğu tek şey sesimdi, onun gerçeği olan tek şey konuşuyor olmamdı. Onun dışında beni anlamıyordu. Hoş anlamasını da istemiyordum ya.

Uyuduğunda usulca dizimi çekerek kalktım. Eski kanepenin ucundaki yorganı üzerine örtüp saçlarından öptüm. Odadan çıkmadan ufak sobaya birkaç odun daha atıp sönen ateşi harladım. Korlara bakarken aklıma o an gelmişti. Kulağımda odunların yanışları çınlarken Dinçer'in beni öpmesi buruk bir anı gibi süzüldü beynimden aşağıya.

Elife'nin evindeydik. Ağabeyimin sığındığı limandaydık. Amcamlar bir kere bile arayıp sormamış ağabeyimi. Elife ise bir an yanından ayrılmamış onu. Çok değer verdiğim öğretmenime duyduğum minnet bine katlanmıştı.

''Bu banyo havlusunu geçen ay annem gönderdi bir kez bile kullanmadım. Sen güzelce duşunu al, ben sana yeni yıkadığım kıyafetleri yatağın ucuna bırakayım.''

''Zahmet etme öğretmenim.''

''Ne zahmeti, mis gibi yıkan kendine gel. Sonra her şeyi konuşacağız seninle.''

Utana sıkıla duşa girdim. Boyasız betondan oluşan bir banyosu vardı. Ufacık ama tertemizdi. Koyu yeşil bakraçtaki ılık suyu maşrapayla başımdan aşağıya döktüğümde gözlerimi yumdum usulca. Oluşan o karanlık beni korkutmuştu. Hızla yüzümdeki suyu itip gözlerimi açtım. Sanki babam çıkacaktı karşıma, ya da o dağda gördüğüm herhangi biri. Ansızın titremeye başladım korkuyla.

Bana bıraktıkları bu duyguların hesabını ölesiye sormak istiyordum. Ama biliyordum ki hiçbir zaman bu kadar güçlü olamayacaktım. Bir daha o dağa ayak da basmazdım zaten, benim geleceğim, gelirse eğer: başkaydı.

Duştan çıkıp Elife'nin odasına girdim. Rahat giyineyim diye buraya geçmemi söylemişti. Üzerimden havluyu sıyırıp hazırladığı kıyafetlere uzandım. Giyinecekken odadaki ufak kahverengi çerçeveli aynadan kendi yansımamı gördüm. Çıplak vücudumu gördüğümde içim titredi. Ona dokunan eldivenli eli düşündüğümde ise her yerim.

İçime yayılan tüm bu duygular normal miydi? Bir erkeği düşünmek, belki de düşlemek günah mıydı? Ben günah mıydım, o bana günah mıydı? Bunları sorabileceğim kimsemin olmaması nasıl bir kimsesizlikti?

Üzerimi giyinip kocaman bir mahcubiyetle Elife'nin yanına salona adımladım. Yanan sobanın başında oturuyorduk şimdi. Bana zorla yedirdiği yemeğin ardından sofraya elimi bile sürdürtmeden kaldırmıştı. Elime üstünde dumanı tüten ıhlamuru bırakıp hırkasının iki ucunu göğsüne bağlayarak bağdaş kurup karşıma oturdu.

''Bekir ballı seviyorsun diye bal aldı bugün senin için.''

''Bakkala mı gittiniz öğretmenim? Ağabeyim çok para harcar bakkalda, ne kadar tuttu aldıkları?''

''Hah Belçim gelir gelmez hesap yap benimle, olmuyor yalnız bu tavrın.''

''Ben sana yük olmayalım diye diyorum ama zaten yükten başka bir şey de değiliz.''

''Saçmalama,'' derken ellerimi tuttu, ''Siz buradaki en yakın arkadaşlarımsınız benim. Bekir hayatım boyunca sahip olamadığım arkadaşım, sen de öyle.''

Elini sıvazladım, ''Sağ ol öğretmenim.''

Gülümsedi, ''Öğretmenim deme bana, Elife de. Kaç yaş var sanki aramızda?''

''Öyle şey olmaz, ben sana yaşından ötürü söylemiyorum ki. Sen büyüksün benden, koskoca öğretmensin Elife demek yakışık olmaz.''

''Anladım, diretmeyeceğim. Nasıl rahat hissediyorsan öyle hitap et.''

Elife'den hiçbir şey gizlemeden anlattım yaşananları. Anlatmak içimi rahatlatıyordu. Konu ona geldiğinde ise sesim titriyordu.

''Şimdi benden nefret ediyordur.''

''Anlattığın kadarıyla konuşacağım. Senden nefret etmiyordur, kızgın olabilir, hatta kırgın. Açıklama bekliyordur senden ama nefret etmiyordur.''

''Neden karşımda değil peki?''

''Kuzeni görevde dememiş miydi?''

''Doğru,'' dedim yüzümü düşürerek, ''Öyle demişti ama yanımda olsun istiyorum.''

''Sıradan bir arkadaş değilsiniz anladığım kadarıyla. Yani en azından senin açından öyle.''

''Yok öğretmenim,'' dedim beni ayıplamasından korkarak, ''Sadece arkadaşım, hatta belki de artık eski arkadaşım.''

''Böyle düşünmeyi bırak. Bir şeyleri gizleyerek anlatıyorsun ama anlıyorum ben. Ne hoş onu seviyorsan, sevmek söylerken çekinilecek bir duygu değil.''

''Sen öyle mi düşünüyorsun gerçekten öğretmenim?''

''Elbette böyle düşünüyorum. Çekinmeden anlat bana. Kulağımdan giren şey orada tıkanır kalır. Hem gece daha uzun, konuş yüklerin hafiflesin.''

Verdiği güvene sığınarak beceriksizce anlattım aramızda geçenleri. İçimde bıraktığı duyguları toparlamaya çalışarak uzattım Elife'ye. O anlattıklarımdan tek bir şey çıkarmıştı.

''Soyadı neydi Dinçer'in?''

''Demirsoy.''

''Belçim Demirsoy, yakıştı beğendim ben.''

O neşeyle gülümserken benim dudaklarımda buruk bir çizgi yer edinmişti, ''Ben kim o aileye gelin olmak kim. Kuzeni savcı, yengesi doktor. Annesi babası kim bilir ne iş yapıyordur, hiç öyle demedi ama anladım zenginler. Sadece maddi olarak da değil, bugün kediyi aldı götürecek evine. Anlattığı kadarıyla pırlanta gibi her biri. Bense kimsesiz bi köylü kızıyım, denk miyiz öğretmenim?''

''Denk olmanıza gerek yok Belçim. İş ortaklığı değil, hayat ortaklığı yapacaksınız. Hem aşk bir dengesizlik hâlidir.''

Birden gözyaşlarım aktı, ''Çok isterdim denk olalım, her şeyimiz denk olsun. Ben diş hekimiyken karşılaşalım isterdim, beni beyaz önlükle görsün de beğensin. Pasaklı halimle hayvan güderken kesişmeseydi yolumuz, keşke başka bir ihtimalimiz de olsaydı.''

''Keşke demeyi bırak ve sil gözyaşlarını. Senin kendinde gördüğün her eksikliğe o kapıldıysa, keşke deme Belçim.''

''Kapılmadı ki, baksana yanıma bile gelmiyor, hesap sormak için de olsa gelmedi. Gelmeyecek de, bitti bile masalım. Buraya kadarmış. Hatayı ben yaptım, ona açık olmam gerekirdi. Onu kaybettim,'' elimin tersiyle sildim gözyaşlarımı, ''O Kapılar kapandı, ben sürgüsünü çekendim.''

''O da pencereden girmeye niyetli anlaşılan.''

''Ne?''

''Pencerenin önündeki, o değil mi?''

Heyecan ve korkuyla cama baktığımda Dinçer'le kesişti gözlerimiz. Ne yapacağımı bilemedim birkaç saniye. Üzerinde üniforma vardı, kar ona yağmıyordu sanki çelik gibi duruyordu.

''Belçim ne oturuyorsun?''

''Ne, ne yapayım?''

''Yanına git hemen, seni bekliyor.''

''Ne diyeceğim?''

''Kendini açıkla, onu kaybetme, diren ve sevginin arkasında dur.''

Hızlıca ayağa kalkıp yüzümdeki ıslaklığı silerek kapıya adımladım. Ahşap kapıyı açtığımda tam karşımda duruyordu. İçime çektiğim nefes onu gördüğümde yitti. İlk defa görür gibiydim. Deli gibi sarılmak istesem de onun buzlu bakışları durdurmuştu beni.

''Nasılsın?'' diye sordu. Gecenin ışığında bile parıldayan yeşil gözleri geziniyordu üzerimde kırgınca. Yüzümdeki kara izlerini kapatmak için saçlarımı önüme aldım.

Sarılmasını beklerken yabancı misali ses tonu beni kötü etmeye yetmişti, ''İyiyim.'' dedim bu cevabı adet edindiğimden.

''Üzerine montunu giy, konuşacağız.'' diyerek arkasını döndü. Bana arkasını dönmesi kalbimi kırmıştı.

Elife'nin elime tutuşturduğu montu giyerek arkasından adımladım. Arabaya binip, yol almaya başladık. Çıt çıkmayan arabada konuşmaya ikimizde meyilli değildik. Dinçer arabanın ısısını sürekli yükseltiyordu, sinirliydi.

Araba durduğunda etrafa bakındım. Dinçer arabadan indi, nereye gittiğine bakarken arka kapıyı açarak arabaya tekrar bindi.

''Konuşurken yüzüne bakmak istiyorum.'' dedi arka koltuğa yayılırken.

Başımı arkaya çevirdim, ''Niye?'' dedim dudağımı yalayarak, ''Yalan söylersem, yakalayabil diye mi?''

''Hayır.'' dedi ama ötesini açıklamadı.

Ben onun gibi arabadan inmeye gerek duymadan ön koltukların arasından arkaya geçmeye çalıştım. Bacaklarım Dinçer'in kucağında kalsa da çalıştım. Bacaklarımı kibarca tuttuğunda ateşte yanmışım gibi çektim kendimi ama ondan çok uzaklaşmadım. Arabada yer vardı, cama kadar gidebilirdim ama yapmadım, yapmak istemedim. O da benden uzaklaşmamıştı, bu beni mutlu etmişti. Bir nefes yakınında, bir yalan uzağında gibiydim.

''Bana doğruyu söylemedin.'' diye başladı söze, ''Benden gizlediklerine değdi mi bari yaşadıkların?''

''Senden gizlemesem, yaşamaz mıydım?''

''Asla, sana böyle bir şey yaşatmazdım.''

Bu gece en çok kullanacağım o cümle çıktı dudaklarımdan, ''Özür dilerim.''

''Anlat,'' dedi duymak istediği bu değilmiş gibi, ''Hiçbir şey gizlemeden anlat.''

Babamı, nasıl gittiğini, neler yaşadığımızı, polisle olan iş birliğimi. Duraksamadan ona anlattım. Onun takıldığı tek bir yer olmuştu.

''Bana güvenmedin mi?''

''Güvendim.''

''Niye anlatmadın?''

''Çünkü gizliydi.''

''Mantığım diyor ki gizliymiş ulan, sen de polissin sanki bilmiyorsun kuralları kız sana nasıl desin benim babam teröristin teki diye. Ama sonra anlatabilirdi lan diyorum, o kadar fırsatınız oldu, anlatabilirdi.''

''Anlatamazdım, üzgünüm.''

''Ben de üzgünüm. Seni kucağımda taşıdım hastaneye, geldi askerler diyorlar ki içerideki kız teröristin kızı. Önce ifade sonra görüş. Bir bakışları var lan bana, teröristin kızı için niye deliriyorsun oğlum diyorlar. Şüphelendiler bile benden, üzerime çullanacaklardı, böyle öğrenmeyi hak ettim mi?''

''Benim için söylemesi zor.''

''Benim için de duyması zordu be kızım, ulan kısacık zamanda yirmi yıl yaşlandım. Kuzenim kuzenim, Demir çaktı suratıma bir tane. Sen kime tutuldun ulan diyor, sen hangi şaibeye sevdalandın?''

''Ben şaibe değilim.'' dedim öfkeyle.

''Bana dürüst olmalıydın.'' dedi umutsuzca.

''Özür dilerim.'' dedim yine ve yine. ''Kuzenine de söyledim. Ben terörist değ-''

''Tamamlama bile o cümleyi, sen terörist olsan şu an dizimin dibinde değil ayaklarıma kapanıyor olurdun.''

''İnanıyor musun bana?''

Elini başına atıp kısacık saçlarını kaşıdı, ''Demir kocaman bir dosya fırlattı bugün önüme. Seni aklayacak her şey yazıyor satır satır. Az öz konuşan adam bir de sikti kafamı iki saat konuştu. Ben Demir kadar detaycı değilimdir, her şeye takılmış, ölçmüş biçmiş seni. Masum diyor, o diyorsa doğrudur.''

Demir'in benim için uğraşmasına çok şaşırmıştım. Dediğim dedik birine benziyordu oysa.

''Demir'in demesiyle mi inandın bana? O açıklamasa eğer, gözünde neydim?''

''Bir an dedim, noluyor lan? Yoksa her şey yalan mıydı? Bu kız oynadı mı lan benimle? Sonra dedim siktir git Dinçer, insan yanlış anlar, yanlış görür, yanlış sevemez ulan. Beynim senden şüphe etse de kalbim sadece adını sayıkladı.''

Şüphe etmesine içten içe deli gibi kızsam da sindirebilirdim bunu. Kendimi onun yerine koyunca belki ben kalbimi sustururdum.

Dinçer kucağıma bir paket bırakıp, ''Ben bir dal sigara yakıp geleceğim, şunları yersin.'' diyerek arabadan indi.

Pek de nazik örtmedi arabanın kapısını. Suç işlemiş yaramaz çocuklar gibi kalmıştım arabada. Sadece yemeği merak ettiğim için paketi açtım. Tavuklu pilav ve ayran vardı. Paketi kapayıp kenara koyduktan sonra arabanın filmli camını aşağıya indirdim. Kaputa yaslanmış sigarasını içiyordu.

''İçmiyorsun sanmıştım.''

Omzunun üstünden bana bir bakış attı, ''Ben de çok şey sanmıştım, olur öyle.''

''Hiç yakışmıyor sigara.''

''Yakışanımız bize yamuk yaptı.''

''Yamuk yapmadım.''

''Dediğin gibi olsun.''

Sohbetimiz kesilmesin diye konuşmaya devam ettim, ''Hangi marka içiyorsun?''

''Diyarbakır tütünü Belçim, merak mı ettin?''

''Sinirliyken de tatlısın.'' dedim kendimden geçerek.

''Allah Allah, öyle mi?''

''Öyle.''

Arabadan inip yanına adımladım. Kar artık yalnızca onun değil ikimizin üzerine yağıyordu. Olması gerektiği gibi.

''Üşüyeceksin, daha yeni çıktın hastaneden.''

''Üşürsem ısıtırsın, iyi beceriyorsun nasılsa.''

Bakışları yüzümde duraksadı, ''Duydun değil mi?''

''Duydum.''

''İzin verdin mi bari?''

''Verdim.''

Gözlerimiz birbirimizin dudaklarına kaymıştı. Bir saniye saha sussa öpecektim ama o susmamıştı.

''Yengem çocukken birine dokunurken izin alın derdi, kalmış aklımızda bu yaşta da emir gibi uyguluyoruz.''

Anısına tebessüm ederken o anlattığına pişman olmuş gibi susturdu kendini.

''Neyse ne sen gir arabaya, eve bırakırım seni.''

''Bu kadar mı konuşacaklarımız?''

''Ne kaldı konuşulacak?''

''Sana söylesem, her şeyi anlatsam yanımda olur muydun?''

''Olurdum.'' dedi bir saniye düşünmeden.

''Artık olmaz mısın?'' diye sordum umutla.

''Neredeyim şu an Belçim? Elim karıncalanıyor seni bağrıma basmak için, gelmemek için bir sürü sebebim varken ben neredeyim?''

''Neden yapmıyorsun?''

Sigarasından bir nefes çekti, ''İçeriye geç üşüyeceksin.''

''Neden hastanede başucumda yoktun?'' dedim arsızlığı değil, onsuzluğu ele alarak.

''Aradın mı beni?''

''Aradım, seni beklerken mendebur kuzenin geldi.''

''Demir ters konuşmuştur seninle, bakma herif hukukçu ara ara benden de şüphe eder o. Doğrucudur biraz, asabını bozduysa takma.''

''Ben de onunkini bozdum.''

''Niye onunkini bozdun? Benimkini boz.''

Ufak bir tebessüm yayıldı dudaklarıma, ''Seni çok bozdum, farkındayım. Ama inan söylemesi öyle kolay bir şey değil. Sen göğsünü gere gere ailenden bahsederken benimkilerin durumu buydu işte. Zaten yanında ezim ezim ezildiğimi hissediyorum bazen, bir de bunu söylersem iyice ezilecektim. Tek neden de bu değildi, iş birliği içerisindeydim sizinle.''

''Turna,'' dedi gözlerime derin derin bakarak, ''O kadar bahsediyorlardı, muhbir aşağı muhbir yukarı. Bahsettikleri senmişsin.''

''Bendim.''

''Muhbirlik bitti, artık adın geçmeyecek raporlarda. Doktor olmayacak mısın kızım sen, sorun yaşamak mı istiyorsun? Eyvallah, vereceğin faydayı vermişsin. Muhbir zarar gördüğü an tüm ilişi kesilir, kesildi bitti.'' Sigarasını yere atıp bana bir adım daha yaklaştı, ''Bundan sonra polis özel harekatla tek bağın karşında duruyor.''

''Küsmedin mi bana?''

Kıyamayan bakışlarla baktı yüzüme, saçlarıma düşen karların eriyişini izledi bir süre. ''Kızgınım sana Belçim, beni düşürdüğün duruma kırgınım. Yaşadıklarını paylaşmaya çekindiğin için kızıyorum, beni hiçe saydığın için dargınım.'' Gözlerime yakından bakarak derin bir nefes çekti içine, ''ama çözülmez değil, anlıyorsun değil mi?''

''Neden çözülsün ki? Belki de arkadaşlığımızın bitmesi en hayırlısı olacaktır.'' demem gerekiyordu. Ona umut vermemem lazımdı, ona zarar vermişken, onun için bir şaibe olmuşken bencillik etmemem gerekirdi ama ben bu gece onu öpecek kadar bencil olmak istiyordum.

''Dinçer bana inandın değil mi?''

Beklediği soru bu değilmiş gibi baktı yüzüme, ''İnandım.''

Ben üstüme düşeni yapmıştım, amacım kendimi aklamaktı.

''Sana yaşattığım her şey için özür dilerim. Benim için yaptıklarının bedelini ödeyemem. Beş yıl sonra bile seni hatırladığımda mutlu olacağım.''

''Yanımda olursun, mutlu oluruz.''

''Yanında olmam ama sen mutlu ol.''

''Şşşttt sus, devamını getirme o siktiğimin cümlesinin. Ne düşünüyorsan siktir et.''

''Dinçer ben...''

''Söyle başımın belası, sen ne? Ne deyip gecemi karartacaksın benim? Niyetlisin anlaşılan, söyle de biley-''

Sözünün devamını getiremedi çünkü onu öptüm. Özlemle karışık bir minnet öpücüğüydü bu. Belki de biraz vedaydı dudaklarına bıraktığım.

Dudaklarımızı birleştiren ben, ayıran o oldu. Yüzüne bakmaya mecalim olmadığında hemencecik göğsüne sindim. O ise kollarının altına aldı beni. Günler sonra ilk defa bu kadar güvende hissediyordum kendimi.

O gece söz verdik, bir daha asla yalan söylemeyecektik birbirimize, hiçbir şey gizlemeyecektik. Çünkü yalan ve giz; bizi öldürürdü. Bu sözleri verirken Dinçer dağ gibi dik duruyordu, benimse tek ayağım havadaydı...

Elife'nin evinde daha fazla kalamayacağımız için ayaklarımızı sürüye sürüye amcamların yanına gelmiştik. Yolda kimse rastladıysak yolunu değiştiriyordu. Tüm köyle yayıldığı için zora düşmüştük. Ev ahalisi de bizim dönmemize pek sevinmemişti.

Eve ninemin yardımıyla girmiştik, o olmasa almayacaklardı bizi. Onlarsız geçirdiğim günler sanki yıl olarak yansımıştı nineme. Hep hasta olan kadın iyice kötülemişti. Bir yandan ağabeyime bir yandan da ona bakmaya çalışmıştım.

Akşam olunca ağabeyimin ve ninemin karnını doyurup uyuttuktan sonra benden azrail görmüş gibi kaçan ev ahalisinin yanına, salona gittim. Hepsinin yüzleri eğri, bakışları da hırçındı.

''Günlerdir ortada yoktum, biriniz bile ağabeyimi aramadınız değil mi?''

''Teröristler gelsin evimizi yağmalasın, sen de onlarla beraber git bir de yarım akıllının peşine düşelim. Oh ne ala.''

''Ben gittim değil mi amca?''

''Etek sürtmesen ne diye seni kaçırsınlar?''

''Polisle iş birliği yapmış ya anne, nerenizle dinlediniz ya of.'' diye söylendi Selvi.

Yengem kızının saçını çekiştirdi, ''Sus saçaklı, sen okuluna bak.''

''Bana bak Belçim,'' diyerek bir güncük beklettiği nefretini kusmaya başladı amcam, ''Anam sütümü helal etme dedi diye aldım seni evime, bundan böyle bu evde yerin yok. Senin yüzünden olan bize olacak. Babanla beraber yediğiniz bokların bedelini siz ödeyin. Yarından tezi yok, gideceksin.''

''Babamdan para alırken iyiydi ama, öyle değil mi amca?''

Suratıma attığı tokadın acısından daha acı şeyler sıraladı art arda.

''Eğer bu köyden gitmezsen anamı da katar peşine sizi zorla sürgün ederim. Hasta kadının günahını alma, çek git.'' Nefretle bakıyordu bana, ''Bir haftan var, ya elini ayağını çek git bu köyden ya da kapının önüne ben atayım seni. Ağabeyin kalsın,'' derken onda ufak da olsa insanlık görür gibi olmuştum, ''Sevaptır, bakar ederiz. Allah da bize bakar.''

Karşılıksız nefes bile almayacak insanlara ağabeyimi emanet etme fikri bile içimi yakmıştı. Hayatımda amcamın karşısındaki en sessiz duruşumu gösterdim. Dakikalarca konuştu, bağırdı çağırı, hatta küfürler etti. Sanki hiçbirini duymamış gibiydim. Kafam o kadar doluydu ki artık alıştığım cümleler kulaklarıma sığmaz olmuştu.

Amcamı ilk defa bu kadar ciddi görüyordum. Size para veriyorum diyerek savuşturabileceğim durumlardan da değildi bu. Bize ciddi ciddi kapı görünmüştü artık.

Elife'nin söylediğine göre tüm köyün dilindeydim, kimse benim yüzümden kendini güvende hissetmiyormuş, başlarını yakan ben olacakmışım. Hangi kapıya yüzümü sürsem, o kapı da kapanıyordu.

Kısacık zamanda yoğun şeyler yaşıyordum. Birinin etkisi gitmeden diğeri yakıyordu içimi. Amcamın verdiği mühlet dolarken ne yapacağımı bilmiyordum. Bu köyden gitmem gerekiyordu, kendi iyiliğim için arkama bile bakmadan kaçmam gerekiyordu.

Yanına sığınabileceğim kimsem yoktu, kimsesizlik bir kez daha yaralı bir serçeymişim gibi yakalamıştı beni. Gideceğim yerde beş aydan kısa süre barınmam gerekiyordu. Sonrasında sınava girecektim, açıklanma süresi okula yerleşme derken güvenli bir alanda barınmaya ihtiyacım vardı.

Hayatımın merkezine sınavı koymuştum. Kendimi hiçbir zaman oturtmadığım o merkezin tek sahibi ideallerimdi. Geriye kalan her şeyi bıçak gibi kesip atacaktım, çünkü beni yaşatan ne sevgi ne de aşk olacaktı. Beni sadece okulum yaşatacaktı. Ağabeyimle el ele gideceğimiz o sınav benim kaderimdi.

Ahırda Pamuk'un bembeyaz tüylerini okşuyordum. Onun sayesinde tanıştığım adama onun tüylerine akan gözyaşımla veda etmiştim o gece...

Son günlerimi hatta belki de son saatlerimi geçirdiğim bu evde hatırımda kalanlar hep acı hatıralardı. Ağabeyim çoktan uyumuştu, bana da gecenin karanlığına dalarak çaresizce düşünmek kalmıştı.

Başımı rutubetli duvara yaslamış kara kara düşünürken odanın kapısı açıldı. Son günlerde iyice kötüleyen ninem geldi yanıma. Azcık kalmış canıyla bana can vermek ister gibi. Kucağına yatırdı beni, saçlarımı sevmeye başladı. Kemikli elleriyle okşadı tellerini, gözyaşlarım onun eski basma elbisesine akarken ninem de benden farklı değildi. Çaresizliğimize ağlıyorduk.

''Yavrum benim sahip çıkamadım size.'' diyordu yakınarak. Kınalı ellerini öptüm, defalarca söyledim senin bir günahın yok diye ama üzülüyordu halime.

''Bu köyde barındırmazlar artık beni nine, başımı çıkardığım an söylenmeye başlıyorlar. Ne kadar dik döksem de anlamayacaklar, gitmem gerek.''

''Belçim madem gideceksin yabancı yere gitme, benim ahiretliğimin yanına göndereyim seni. Karatepe köyünde yaşıyor, toplasan beş hane var, seni ne görür ne bilirler. Naciye'dir adı, yemeğini yaparsın, bir tanecik ineği vardır zaten. Arada yıkar yuvarsın, hem sevaptır. Sana ne laf eder ne söz. Zaten şurada ne kaldı mektep sınavlarına?''

''Nine el evinden el evine mi gideceğim? Benim ne zaman kendi evim olacak? Ne zaman sığıntı olmaktan kurtulacağım?''

Gözyaşlarımı sildi elleriyle, ''Kadersiz yavrum benim.''

Odanın kapısı aniden açıldı, içeriye yengem girmişti, ''Elife öğretmen geldi, ille de seni görecekmiş. Kadına aile meselelerimizi anlatma, görsün gitsin.'' Gerisinde durup bana çekinerek bakan kızını da alıp çıktı.

Elife öğretmen geldiğinde onunla sarıldık. Ninemin ellerini öptü. Ağabeyimin uyuduğunu duyunca üzülmüştü. Ninem bizi odada yalnız koydu. Küçük odamdan utanmıştım. Onun evi kadar güzel değildi, kara kilimi kapatmaya çalışırken Elife öğretmen hiç gocunmadan eski perdeden yüz diktiğim mindere oturdu. Ona her şeyi anlattım, anlatırken de ağlıyordum.

''Belçim, biliyorum çok zor şeyler yaşadın ve yaşıyorsun ama şimdiki duruşun geleceğini de belirleyecek. Bir köşeye sinip ağlamayı bırak artık, en mücadele etmen gereken zamandasın. Bu köye geldiğim ilk gün karşıma çıkıp ben diş hekimi olacağım öğretmenim diyen kızsın, o kızı geri getir. Başka bir köye gideceksin, kafanı dinlemek olarak say bunu. Test kitaplarına sarılacaksın, sayısalda netlerini yükselteceksin, gerekirse uyumayacak ama o sınavı vereceksin. Çünkü seni bu hayattan sadece okumak kurtarabilir.''

Elife öğretmenin içime akıttığı umut damlası yüreğimi ferahlatmıştı sanki. Uzun uzun konuştu benimle, tüm ihtimalleri sıraladı. Benim o okuma hevesimi kaçtığı kuytu köşelerden çıkartıp karşıma koydu.

Burnumu çeke çeke, ağlamam gülümsemeye döne döne konuştuk. Ben de anlattım tüm korkularımı. Sözde her şey tamamdı da, kalpte yarım kalmıştı bazı kararlar.

Yamalı elbiselerimi, eski püskü kazaklarımı bir çuvala tıkarken Selvi başımda dikilmiş ağlıyordu. ''Böyle gitmen şart mı? El alemin dediklerini takmazdın hani?''

Son dönemde bana destek olması ufacık da olsa bir güç veriyordu sanki bana, ''Beni bu köyde barındırmazlar, sen de biliyorsun.''

''Hepsini sikeyim tamam mı, hepsini ama hepsini!''

Selvi ağız dolusu küfüler ederken ben toparlanmaya devam ediyordum. Test kitaplarımı önce ıslanmasın diye poşetle sarıp sonra da elbiselerime sararak yerleştirmeye çalışıyordum.

''Sınava nasıl çalışacaksın? Böyle olmaz, insanlar dershanelere tonla para vererek diş hekimi oluyorlar sen köyde nasıl bu puanı yapacaksın?''

''Yapacağım Selvi, başka çarem yok. Ya yapacağım ya yapacağım. İkinci bir ihtimal yok, benim ilk ve son şansım o sınav. Ağabeyimle mutlu olmak için o sınavı ne olursa olsun başarmak zorundayım.''

Selvi birden sarıldı bana, ağlayarak gitmemem için yalvarıyordu. Bakmayın çok güzel günlerimiz de olmuştu bizim. Bir ara mutluyduk işte.

''Belçim, gitme, ben sana laf eden herkesin karşısında dururum vallahi bak.''

''Ağlama Selvi, yalvarma da gideceğim. Bana başka çare bırakmayanlar utansın.''

''Dinçer biliyor mu?''

İsmi geçtiğinde bile zangır zangır titresem de dilimden soğukkanlı sözler döküldü, ''O geçmişte kaldı, hayatımın en güzel anısıydı ama bitti.''

''Saçmalama,'' dedi hiddetle, ''Sen ona aşıksın.''

''Ben onu hak etmiyorum.''

''Belçim, o adam da sana aşık. Önceden söylediklerimi unut, seviyor seni. Koskoca polis, ailesi de iyi demiyor muydun? Söyle ona, yanına alsın seni.''

''Saçmalama Selvi, ben ölsem bunu söyleyemem ona. Bir sürü zararım dokundu, benim yüzümden mesleğinden olabilir. Bir de yüzsüz gibi bana yardım et mi diyeceğim?''

''Zarar görse de seviyor seni. Sevmekten öte ne var ya? Hem onun sevgisi gerçek mi anlamış olursun, söyle bakalım ne yapacak?''

''Kimsenin sevgisini ölçecek haddim yok, korkudan olsa gene ölçmem. Hak etmediğim sevgiden medet umamam. Hayatım lay lay lom değil benim, bir amacım var ağabeyimle mutlu bir yuva kuracağız kendimize. Bu amaç uğuruna gerekirse herkesi ve her şeyi harcarım. Bana adil davranmayan hayata adil olmaktan bıktım.''

''Sessiz sedasız çıkacak mısın adamın hayatından?''

''Hiç girmemem gerekiyordu.''

''Bu haksızlık, ona çok büyük ayıp.''

''Sus Selvi, ben kararımı verdim.''

''Sikeyim senin vereceğin kararı. Okumak okumak diye hayatının en güzel anlarını geride mi bırakacaksın?''

''Evet, çünkü başka çarem yok.''

''Var ama senin o gururun var ya, ondan geçilmiyor.''

''Selvi bir iki saate defolup gideceğim, son sözlerin bunlar mı?''

Veda vakti yaklaşınca hıçkırarak ağlamaya başladı, ben de ondan farklı değildim. Saat yanaşınca ahıra girdim. İneklerimle vedalaştım tek tek. En son Pamuk'u aldım kucağıma, öptüm kokladım. Teşekkür ettim. Koynuma sokup onu da yanımda götürmek istesem de yapamazdım. Onu annesine emanet ettim.

Gün aymadan yola çıkacaktık. Eşyalarımı eski kırmızı kamyonetin kasasına yüklerken bana yardım eden tek kişi Elife öğretmendi. Selvi'nin de desteği bitmiş ve uyumaya gitmişti. Ninem de hastalıktan uykusuna yenik düşmüştü.

''Soğukta dondun öğretmenim.''

''Beni düşünme, sen dediklerimi aklından çıkarma.''

''Tamam öğretmenim yaptığın iyilikleri ölsem unutmam, Allah senden razı olsun.''

Sarılıp vedalaştık, ''Kendine iyi bak, tabii ona da. Çok az eksiği kaldı alfabeden, sakın unutma.''

''Merak etme öğretmenim, unutmam.''

Son kez sarıldık, son kez baktım her günüm ceza olan o eve. Kırmızı kamyonetin kasasında gelmiştim bu eve, şimdi de aynı şekilde veda ediyordum.

''Ne oldu geldik mi?''

Tek başıma değildim elbette. Uyku sersemi ağabeyime döndüm, ''Hayır gelmedik ağabey, sen uyu.''

Onu bırakmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Allah beni ondan ayırırsa ben ölürdüm. Şu hayatta kendim için bile değil, onun için yaşıyordum.

Sabahın verdiği karanlığın korkusu başka oluyordu. Brandayla kapatılmış olsa da deliklerden dışarıya bakıyordum. Her yer kardı, tepe başları ise ıssız. Bir bilinmeze gidiyorduk, yüreğimde kocaman bir acı vardı.

Sessiz sedasız veda ettiğimi o bilmese de olurdu.

Yola çıkalı yarım saat olmuştu. Araba birden yavaşlayarak durduğunda endişeyle etrafa bakındım. Köye gelmiş olamazdık, daha yolumuz vardı. Korkuyla ağabeyimin üzerini daha da örterek ayağa kalktım. İçim tir tir titrerken başımı brandadan uzatacakken kamyonetin kapısı açıldı.

Sabahın karanlığında ve soğuğunda karşımda Dinçer'i görmek beni acıtmıştı.

''Bir vedayı bile hak etmedim mi?''

Sesindeki kırgınlık cam gibi batıyordu kalbime. Ne diyeceğimi bilemez halde usulca indim kamyonetten. Dilim damağım kurumuştu, konuşacak sözlerim yoktu sanki.

''Gelmesen gidiyordun, kaybedecektim seni Belçim. Susacak mısın?''

''Gelmeseydin keşke, ben yoluma giderdim.''

Acı acı gülümsedi, ''Yoluna giderdin öyle mi? Ben karşına geçip 'benim anamı ağlattın ama ulan bir kerecik sarıl affederim' derken sen arkanı dönüp gidiyorsun, öyle mi?''

''Öyle olması gerekiyor.''

''Niye?'' diye sordu, ''Anlat bana, sebebini söyle. Şakağımda bir silah var de, gitmezsem öleceğim de. Seni benden ölümden başkası ayırmasın diye dua ettim ben, kabul olmuştur ha.''

''Sana uzun uzun anlatacak değilim. O gün hiç karşılaşmamamız gerekiyordu, dengin bile değilim arkadaş olmamamız gerekiyordu.''

''Ne denklemi ya, matematik mi çözüyoruz kızım biz? Belçim yalan söyleme, bana açık açık söyle. Neden kaçıyorsun sen benden? Ne yaptım ben sana?''

''Ben sana yaptım, zarar verdim sana.''

''Ne zararı? Son olayı diyorsan sikmişim cezasını, raporunu, savunmasını. Umurumda mı sanıyorsun?''

İçli bir nefes verdim, pes etmeyecek gibiydi, ''Dinçer ben seni istemiyorum anla, valla billa istemiyorum.''

''Allah'ın adını karıştırma bari.'' dedi sinirli sinirli.

''Yolumdan çekil, benim yürüyeceğim yolda sen yoksun.''

''Benim olmadığım o yolu sikeyim.''

''Çekil dedim, beni zorlama. Bari sen zorlama.''

''Ben de heyecanlı heyecanlı seni bekliyorum. Bir şey soracaktım sana bugün, he derse değişecek lan kaderim diyordum, ben hayaller kurarken sen benden gidiyormuşsun.''

''Allah yolunu açık etsin.''

''İnşallah karşına güzel bir kız çıkar onu seversin falan da de, buraya doğru gidiyoruz nasılsa.''

''Mutlu ol isterim.''

''Sensiz mutluluğu da istemem.''

''Gençsin daha.''

''Kırkında mısın kızım sen? Ne bu ölüme gider gibi konuşmalar?''

''Gitmem gerek, daha fazla konuşmak istemiyorum.''

''Belçim yapma, gitme. Aşık oldum ben sana, hayatımın merkezinde sen varsın. Eğer gidersen kof olurum.''

''O ne demek?''

''Kurumaya başlarım, içim çürür, koflaşırım.''

Gülümsedim, ''Ben sende bu kadar etki bırakmam merak etme.''

Arkamı döndüğümde beni kolumdan tutarak bağrına bastı. Öyle bir sarılıştı ki bu ne itebildim ne ona doya doya sarılabildim.

''Belçim, gitme... Ben çare olurum sana.''

''Ben senden çare istemiyorum,'' diyerek çıktım kollarının arasından, ''Sana yaşattığım her şey için özür dilerim. Pamuk'un ayağı o tele hiç sıkışmadı, biz hiç tanışmadık. Allah'a emanet ol.''

Bir adım atmıştım ki sesini işittim.

''Eğer bana arkanı dönersen bir daha önüne geçmem Belçim.''

Yüzüne son kez bakıp tüm soğukkanlılığımla sırtımı döndüm ona. İstediğim de buydu, ben onun yoluna sadece taş olurdum, ötesi de yoktu. Pamuk'un ayağı o tele hiç sıkışmamıştı, ve biz hiç tanışmamıştık.

 

Loading...
0%