Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Vuslat

@pekbiafiliyalnizli

 

 Hele uzun uzun karakter analizi yapanlarınız yok mu, bayılıyorum ya size!

5 Yıl Önce Ankara

Son günlerde en sevdiğim his Dinçer'in belime sıkıca sarılmasıydı. Kaburgalarımı acıtacak kadar sıkı sarılsa da bu hisse bağlanmıştım. Bana kendimi çok güvende hissettiriyordu. O sarılmadan uyuyamaz olmuştum.

Bu evde yedinci sabahıma gözlerimi açtığımda yine o kol sarmıştı belimi. Dinçer'in kollarının arasında başlamıştım güne. Mümkünmüş gibi ona daha fazla sinerek kapadım gözlerimi. Her sabah kocamın varlığının tadını çıkarıyordum.

Demirsoy ailesine gelin geleli bugün tam bir hafta olmuştu. Yedi gün kulağa çok az gelse de yaşarken öyle değildi. Her gün çok hareketli geçiyordu. Sıkıldığım bir anı bile hatırlamıyordum. Hiç kimse gözümde ilk günkü gibi değildi. Hepsinin yeri güzelleşmişti. En çok da Dinçer'in.

''Yine benden önce uyanmışsın.''

Gülümseyerek başımı göğsünden çekip yüzüne baktım, ''Sen uykucu bir adam oldun.''

''Sayende rahat uyuyorum, ondandır.''

''Ben ne yapıyorum ki sana?''

''Anlattırma sabah sabah, çıkarmam seni odadan.''

''Arsız.'' diyerek yataktan doğrulmaya çalıştım ama sarılarak gitmeme izin vermedi, ''Kahvaltıya beklerler ayıp olur.'' diyerek aile kozunu kullandım.

''Kahvaltıya beklemeseler olur yani?''

''Dinçer! Sus dedim.''

''Şşşttt sustum tamam, ama kaçıp gitme koynumdan ayıp oluyor.''

''Hep öpüşerek ayrılalım istiyorsun.''

''Yok ayrılalım kısmını at cümleden, kalanı doğru.''

''Sen cidden arsızsın ama.''

''Karım değil misin yavrum? Arsızlığım sana.''

Tepki gösteriyor olsam da çok hoşuma gidiyordu bu halleri. Açık açık konuşuyordu her şeyi, ben henüz onun kadar dürüst değildim. Çekindiğim şeyler vardı.

''Hadi kahvaltıya yardım ederiz, kalk.''

Çıplak omzumu öpüp askısı düşen geceliğimi çekti omzuma, ''Kalkalım bakalım.''

Eğilip dudaklarını öptükten sonra banyoya koşturdum. Üç parça kıyafetimi sıkıştırdığım küflü dolabın yerini alan bembeyaz kocaman gardırobun önünde durmuş ne giysem diye düşünüyordum. Seçeneğim eskiye göre çok fazlaydı. Sağ olsunlar yengemler benim için sürekli alışveriş yapıyordu.

İlk başta kendimi kötü hissetmiş, bana acıdıklarını düşünmüştüm ama sonradan öyle olmadığını anladım. Halide ve Bahar yengem bu ailenin kıyafet sponsoruydu. Herkesin tarzına göre şeyleri bulup alıyorlardı. Dinçer'in tüm dolabını neredeyse yengeleri düzmüştü.

Benim için aldıkları şeyler de çok güzeldi. Bugün krem rengi uzun bir elbiseyi aldım askıdan, askısından çıkartırken gelinliği çağrıştırdığını fark ederek askıya astım. İçimde bundan yana bir burukluk vardı.

Kahverengi bir elbise giyip saçlarımı taradım. Dinçer'in benim için aldığı makyaj masasının rahat sandalyesine oturup Bahar yengemin verdiği serumları sürmeye başladım. Yüzümdeki sivilcelere ve lekelere iyi geleceğini söylemişti. İşe yarıyordu da, verdiği krem sayesinde dudaklarımdaki kuruluk gitmişti.

''Sivilcelerim azaldı mı?'' diye sordum yatağa oturmuş kollarını göğsüne bağlamış beni izleyen kocama.

''Sivilcen mi vardı?'' dedi.

''Dinçer yanaklarıma baksana, bunların hepsi sivilce.''

''Ben onlar senin güzelliğinin bir parçası sanıyordum.''

Yanıma gelip dudaklarımı öptü, ''Kurban olduğum takma sivilceymiş lekeymiş, bana ne oğlum bunlardan? Ben karımla ilgileniyorum.''

''Dinçer konuşma şöyle,'' dedim gülümsemekten kayan ağzımı toparlamaya çalışarak, ''Bak çok mutlu ediyorsun beni olmuyor böyle.''

Yanaklarımı avcunun arasına aldı, ''İki lafa mutlu oluyorsun, ben daha neler yapacağım sana göz bebeğim.''

''Çok şey istemem, yanımda ol yeter.''

''Az şey isteme, ne istersen bana söyle.''

''Dinçer geçen gün canım portakal çekti dedim diye eve on kasa portakal aldın.''

''Buna mı takıldın? Tamam bir dahakine yirmi kasa alırım.''

Gülümseyerek öptüm uzamış sakallarından, ''Biliyor musun sakal sana çok yakışıyor.''

''Öğrenmiş oldum.''

''Hadi kahvaltıya inelim, birazdan Atlas bayılır.''

Dinçer kahkaha attı, ''Belçim hep bayılmıyor adam.''

''Üç kere bayıldı, normal mi?''

''Normal, Atlas'a göre her şey normal.''

İkimiz de hazır olduğumuzda odamızdan çıkacakken Dinçer bana bir kutu uzattı açmam için. Paketin içinde son model bir telefon vardı.

''Yeni hat aldım, evdekilerin numarasını kaydettim Elife öğretmenin numarası da var. Başka bir şey istersen söyle mutlaka.''

''Bana neden telefon aldın ki?''

''Telefonsuz olur mu?''

''Eski telefonun yok mu, onu verseydin.''

''Olmaz öyle şey, her şeyin en iyisine layıksın.''

Mahcup olmuştum bu hediyeye, Dinçer bunu anlayınca düşürdüğüm çenemden tutup yüzümü kaldırdı, ''Hediye değil bu, gereklilik. Bir yere gidince seni ararım, beş dakikalık yere gitsen de özlerim, sesini duymak isterim. Arada fotoğraf da atarsın, kendime aldım yani bu hediyeyi güzel karım benim.''

''Tamam, anlaştık.'' diyerek tebessüm etmeye çalıştım. Telefonumu kurcalıyordum.

''Ekrana fotoğraf seçmem gerekiyor.'' diyerek kamerayı açıp Dinçer'e tuttum, ''Poz ver hadi.''

Söylediğime gülümserken onu çektim ve ekran fotoğrafı koydum.

''Ben seni ekranıma koymam, göreve döneceğim bir sürü erkek var etrafımda, kıskanırım.''

''Sen bayağı kıskançsın.''

''Öyleyim.'' dedi reddetmeden.

''Belçim?''

''Efendim sevgilim benim?''

''Ben adımla kaydettim ama ne diye kaydedeceksin beni?''

''Sen beni ne diye kaydettin?''

Telefonunu açıp gösterdi, koca harflerle karım yazıyordu. Hızlıca Dinçer'in ismini düzenleyip aynı onun gibi kocam yaptıktan sonra gösterdim. Memnuniyetle öptü beni.

Zar zor çıktık odamızdan. Henüz kimse ortalıkta görünmüyordu. Mutfağa kurulmaya başlayan sofraya hemen yardıma koşturdum. Köyde her işi ben yaptığımdan bu evde bize hizmet eden birinin olmasına hala alışamamıştım.

''Patatesleri ben kızartırım.'' diyerek ocağın altını açtım.

''Sen zahmet etme Belçim.'' dedi Latife abla, ne zaman mutfağa girsem bunu söylüyordu.

''Zahmet değil ki, mutlu oluyorum.''

Köydeyken zorunluluk gibi gelen işlerimi şu an canım istiyor diye yapıyordum. Hayatım çok hızlı değişmişti, bu değişimin içinde arada bocalasam da ayakta kalmaya çalışıyordum.

''Belçim gül reçeli mi koyayım, vişne mi?'' diye soran kocama baktım. Elindeki reçellerle beraber çok tatlı görünüyordu.

Kavanozdaki yazıyı okudum, ''Yaz'ın reçelleri,'' gülümsedim, ''O mu yaptı?''

''Bacak kadardan beri her mevsiminde yaparlar. Rişil derdi küçükken, gerçi hala da öyle diyor.''

''Yaz'la tanışmak istiyorum.''

''Ceza yiyip durmasa eve gelecek de, işte biraz zor.''

''Yaz, zor birisi mi?''

''Sevdiklerine değil.''

''Bana zor olabilir yani?''

''Olmaz, sen onun sevmeyeceği bir kız değilsin.''

''Ya iyi anlaşamazsak, o zaman ne olur? Boşanır mısın benden?'' Kendi kendime söylediğim sözün saçmalığına güldüm. Dinçer'se bana katılmamıştı.

''Ölsem boşamam seni, rahat ol.'' diyerek dudağıma kısacık bir öpücük bıraktı. Aile evinde yaşıyor olmamız onun umurunda değildi. Ben kızdığımdaysa hep aynı cevabı veriyordu.

''Karım değil misin yavrum?''

Bizi samimi gören herkes rahatsız etmemek için başını çevirirken Atlas ara sıra baygınlık geçiriyordu. Evdekiler bayılmasına tepki göstermesin diye de illa edep diye söyleniyordu.

Kahvaltı masasına son olarak ekmekleri koyduğumda Atlas her zamanki yerine ışınlandı, bu sabahki pijamasıysa lacivert dikine çizgiliydi.

''Günaydın yenge, patates kızarttın mı?''

''Sana da günaydın, pijaman çok yakışmış.''

''Fırat amcamda kaldım dün gece, otuz yıllık naftalin kokan pijamayı verdi. Bir daha onda kalırsam aç kalayım.'' Ağzına üç beş tane patates kızartması soktu hızlıca, ''Tövbe tövbe Allah'ım öyle demedim, sen benim içimi biliyorsun neyse ki.''

Atlas hunharca kahvaltısını ederken annesi ve babası geldi. Selim bey kolunu karısının omzuna dolamış ona keyifle bir şeyler anlatırken gülüşe gülüşe bize doğru geliyorlardı.

Suna hanımın tek bir tel bile dışarıda olmayan sıkı topuzuna ve jilet gibi görünümüne yedi sabahtır hayran hayran bakıyordum. Bu sabah da değişmemişti bu bakışlarım.

Ağabeyime olan özlemimde yatağımdan kalkıp ağladığım bir gece Suna hanım teselli etmişti beni.

''Hayatta kalmanın gizli anahtarı alışmaktır,'' demişti, ''İnsanoğlu her şeye alışır, iyiye de kötüye de. Sen de bize alışacaksın, biz de sana. Mutluluğa da alışacaksın, hüzne kedere de. Ölümse alışması en zor durumdur. En yakın arkadaşımın sesini son duyuşumu hatırlar öyle uyanırım uykumdan. Ölüm dediğin şey bizim en büyük sınavımız. Ama hayattayız bak, sen de hayatta kalacaksın. Beraber iyi bir aile olacağız.''

Selim beyin günaydınıyla daldığım bakışlarımı toparladım, ''Günaydın.'' diye karşılık verdim kibarca. Anne ve babasının oturmasını bekledikten sonra biz de oturduk. Atlas bu hareketimize oturduğu yerden göz devirerek karşılık vermişti.

''Çocuklar bizimle erkenden uyanmayın, iş olmazsa biz de uyurduk.'' dedi Suna hanım. Kocası inanmamış gibi bakıyordu.

''Sen mi uyursun?''

''Evet uyurum tabii.''

Çaylarımız geldiğinde kahvaltımızı başladık.

''Suna, sen bu ikisini doğurduğunda bile sabahın altısında kalkar sporunu yapardın.''

''Alışkanlık işte Belçim, insan bir şeye alışınca kolay kolay bırakamıyor.'' diyerek beni de sohbete davet etti. Bunu hep yapıyordu, beni sürekli konuşturmaya çalışıyordu.

''Keşke benim de böyle alışkanlıklarım olsa.''

''Ondan kolay ne var, yarın saat altıya kur saatini spor odasına gel.''

Hevesle karşılık verecekken Atlas oflamaya başladı, ''Spor yapmak dünyanın en rezil alışkanlığı değil mi baba?''

''Haklısın oğlum gençliğimde anneni tavlamak için yapmıştım, sonra bıraktım.''

''Sporla beni tavladığını mı ima ettin sen az önce?''

''Yok, ben seni nasıl tavladığımı senelerdir düşünüyorum da bulamadım.''

''Çok düşünme Selim, kafayı yersin.''

''Yanlış tek bir lafın yok.''

''Sağ olasın.''

İlişkileri böyleydi, alışmaya başlamıştım.

Sakince kahvaltımı ederken Dinçer boş bulduğu tabağıma bir sürü şey dolduruyordu. Bu da her sabah yaşadığımız bir şeydi.

''Belçim şu kahvaltıda biraz ye be güzelim.'' diye söylenen kocama baktım.

''Doyuyorum ama ben.''

''Nasıl doyuyorsun bunlarla, iki salatalık, üç domates. Kuş musun güzelim sen?''

''Evet, Turna kuşuyum.''

''Hatırlatma,'' dedi, ''Uyuz oluyorum.''

Hala tabağımı dolduran adamın elini tuttum, ''Dinçer bunları yiyemem hem ben doydum ya.''

''Yenge nasıl doyuyorsun ya, senin yediklerin benim ayakta atıştırdıklarıma denk geliyor.''

''Sen kadar iştahlı değilim.''

''Ben iştahlı değilim, ben iştahın ta kendisiyim.'' dedi yumurtasını yerken.

Çok iştahlı birisiydi Atlas, hiçbir zaman ağzı boş durmuyordu.

Kahvaltının ardından herkes ayaklandı, onları işe uğurlamak çok hoşuma gidiyordu. Alphan amcaların evinden ilk olarak Mavi çıkmıştı.

Mavi gökyüzünden bahsedince Atlas'a ne iş yaptığını sormuştum, 'Sen bunun havalara bakma hostes ya bu, hava garsonu.' diye dalga geçmesinden iki dakika sonra hava harp okulu öğrencisi olduğunu öğrenmiştim.

''Günaydın yenge.'' diyerek yanıma geldi, ''Nasılsın?''

Aynı annesiydi Mavi, onun gibi renkli gözlü sarışın birisiydi, ''Günaydın, iyiyim Mavi sen?''

''İyiyim yenge bu ara çok yoruluyorum sadece, sabah gözümü zor açtım.''

''Okulun zor tabii.'' dedim buruk bir hisle.

''Zor ama kapıldım bir kere.''

''Allah kolaylık versin.''

''Sağ ol yenge sana da.''

İşe gidecek herkes çıktı bahçeye. Aynı yere gidenler tek arabayla gidiyordu, Halide ve Bahar yenge olmak üzere dört araba çıkıyordu garajdan ama içerisi araba doluydu.

Halide yenge ile ayak üstü konuştuk. Bize öpücük attıktan sonra arabasına yürüdü. Ali amca arkasından gitmişti, ne dediğini duyamasam da onu öpmeden gitmeye kalktığı için bozulduğunu anlamıştım. Gülümseyerek başımı çevirdiğimde görüş alanımda bir başka çift vardı.

''Ya yavrum şu boncukları yutturmasana bana.'' diye söyleniyordu Alphan amca.

''Boncuk değil bu, kolajen.''

''Kolejde okumadım yavrum ben, neden anlamıyorsun?''

''Of Alphan of ne kalın kafan var ya!''

''Tamam ver her sabah at gibi yutacağım bunları anlaştık mı, yeter ki asma güzel yüzünü.''

Öpmeye kalktığında Bahar yenge geri çekildi, ''Sırnaşma, at demek göstereceğim sana ben.''

''Ulan bir dağ dolusu teröriste yetecek gücüm var bir senin nazına niyazına yetemiyorum.''

Bahar yenge sarı saçlarını attırarak arabasına yürümüş ve arkasını dönüp bakmamıştı bile. Alphan amca ise o gidene kadar onu izlemişti, arabasını çalıştırdığında gidip aynaların buharını sildi, ardından gidişini izledi.

Selim bey ve Suna hanımsa garip vedalaşıyordu. Suna hanımın eli kocasının omzundaydı, ''Dikkat et kendine, dava ayağına risk alma, deli ediyorsun beni bak. Geçen ayki çatışmayı unutmadım hala, dikkat edeceksin anlaştık mı?''

''Anlaştık eyvallah.''

''Hadi, iyi işler.'' diyerek birbirlerini öpüp işe uğurladılar.

Fırat amca ise köşede bir sigara içtikten sonra peşlerine takıldı.

Herkesin gidişinin ardından bahçede yollarını izlerken derin bir iç çektim. Dinçer kollarını arkadan belime sardı, ''Neden iç çektin?''

''Sevdiğin işe gidiyor olmak nasıl bir his merak ettim.''

''Güzel bir his, sen de yaşayacaksın.''

Olumsuz bir gülümseme kondurdum dudaklarıma, ''İmkanı yok.''

''Hiçbir şey imkansız değil.''

''Eskisi kadar hevesli değilim.''

''Öylesin.''

''Konuşmak bile istemiyorum.'' diyerek kapatmak istedim konuyu. Çünkü konuşmak bana kendimi kötü hissettiriyordu. Hiçbir zaman olmayacak bir şeyin üzerinden hayaller kurmak beni çok acıtıyordu. Eskisi kadar güvenmiyordum kendime, eski ben değildim. Bana en büyük gücü veren ağabeyimin nefesi solduğundan beri eski ben değildim.

Eve girip kahvaltı masasını toplamaya başladım. Atlas ise dibinde az bir şey kalmış reçele ekmek banıyordu. ''Yenge otur ya, daha kahvaltım bitmedi.''

''Masada bir şey kalmamış.''

''Latife abla yapıyor bir şeyler, sana çay koyayım benimle otur ama bir şey yeme.''

''O neden?''

''Yalnız kahvaltı etmeyi sevmiyorum ama birisi yesin de istemiyorum.''

''Oturup seni mi izleyeceğim ben?''

''Evet.''

''Gider kocamı izlerim.'' diyerek arkamı döndüğümde söylendi.

''Tabii git git, çok farklıyız çünkü git.''

Kıyamadan masaya geri oturdum, ''Tamam hadi geldim.''

''Çay iç bari kuru kuru oturma.''

''Çok iyisin Atlas.''

''Öyleyim valla yalan yok.''

Önüme bırakılan ıhlamuru gördüğümde yanağıma bırakılan öpücüğü hissettim, ''Benim yukarıda biraz işim var, sen keyfine bak.''

''Tamam canım.''

Gitmeden kardeşinin arkasına geçip elini omzuna bastırdı, ''Atlas karımın asabını bozma tamam mı kardeşim?''

''Onu da tembihle hep bana diyorsun.'' diye mızmızlandı çocuk gibi.

''Belçim kimseye rahatsızlık vermez.''

''Ha ben veririm yani?''

''Atlas sen komşuların çok ses yapıyorlar diye düğünlerine polis göndermiş adamsın, verirsin tabii.''

''Damadın akrabaları beni dövecekken ellerinden almıştın ama.''

''Sana kalkan eli kırarım.''

Atlas şımarıkça gülümsedi. Dinçer başımı öpüp gittiğinde kayınımla yalnız kaldık. Çok sesli kahvaltı edişini ballı ıhlamur içerek izliyordum.

''Çikolatayla zeytin de yemezsin be adam.'' diye söylendim hoşnutsuz bakışlarımla.

Çikolataya buladığı zeytini ağzına attı, ''Damak zevkim sorgulanamaz, bence bu da Anayasa'ya eklensin, dur kedi adama yazayım.'' diyerek telefonunu eline aldı ve ses kaydı atmaya başladı, ''Alo sabah Şerifelerin hayırlı olsun kedi adam, Anayasa'ya bir madde eklenmesini istiyorum 'Kimse kimsenin damak zevkine karışmaz.' maddesini de eklet tamam mı. Hadi öptüm şimdi senin öpenin yoktur.''

Telefonu masaya bırakıp kahvaltı etmeye devam etti, ''Bu kadar yemeye kilon da iyi.''

''Çocukken şişmandım, göbeğim önden gidiyordu sonra spora yazdırdılar beni, zayıfladım.''

O sırada Demir'den mesaj geldi, ''Ses kaydı atmış, Demir beni çok sever.'' diyerek ses kaydını açtı, ''Şerife kim lan? Tamam anayasa işine bakarız, ilaçlarını al, öpenim de sen olma be birader.''

Atlas sırıtarak telefonu kapattı, ''Çok sever beni, demiştim.''

''Ne ilacı alıyorsun?''

''Vitamin.''

''Demir çok aklı başında birine benziyor.''

''Ben kadar olmasa da öyledir.''

''Dinçer'de öyle.''

Bunda aynı fikirde değildik işte. ''Demir bir sorunu olunca, ya da hayatında önemli bir şey yaşanınca ilk bize söyler. Birimiz bilmesek diğerimiz bilir, bu yönden benzemiyorlar Dinç'le.''

''Evlilik meselesi için kızgınsın değil mi?''

''Kırgınız Belçim, sence de haklı değil miyiz?''

''Haklısınız ama olaylar çok ani gelişti, Dinçer sizi üzmek istemez.''

''Dinçer hep böyleydi, çocukken de. İçine kapalı, asasyol, duygusal bir çocuktu. Büyüdükçe bunun ona zarar vereceğini anladım. Lisede on kişi çıkışa gel dediğinde bize haber bile vermemişti.''

''Sonra ne oldu?''

''Demir, Mustafa Kemal ağabey, Mavi ve ben peşinden gittik. Dayağımızı yiyip geldik. Ben az dayak yedim tabii. Bize niye söylemiyorsun diye bir posta da biz dövdük kocanı.''

Burukça gülümsedi, ''Belçim sen Dinç için doğru kişisin. Geçen gelişiyle şimdiki arasında kocaman fark var, eskisinden daha yakın davranıyor bize. Zamanla aşacak sınırlarını, seninle birlikte. Birbirinize iyi geleceksiniz ben biliyorum.''

Atlas'ın söylediklerini düşünerek bulaşıkları makinaya diziyordum. Kardeşiyle daha yakın olmak istiyordu.

Peki biz kocamla ne kadar yakındık? Tam anlamıyla karı koca bile olmamıştık. Henüz buna cesaretim olmadığını geçen gece kocamın karşısında çırılçıplak kalmışken söylemiştim.

Dinçer bana karşı çok samimiydi, her anlamda. Benim ise henüz kocama bile açamadığım kilitli kapılarım vardı. Her şeyimle Dinçer'e karışmak, onunla bir olmak istiyordum ama doğru zaman henüz gelmiyordu.

Ev bugün çok boştu. Herkes işinde ve gücündeydi. Tek işsiz ben olduğum için en işe yaramaz da bendim. Boş boş evde geziniyordum. Üst katta hep kilitli olan bir oda vardı, içeride ne var merak ediyor ama sormaya çekiniyordum. Kapısı ardına kadar açık odaya girdim, bu odada en büyük vakti Selim bey geçiriyordu. Odanın geniş duvarı yerden göğe kadar kitaplıktı ve her rafı inci gibi dizilmişti. Her tarafta hukuk kitapları vardı, anayasa kitabı en başta duruyordu. sırasıyla hukuk kitapları, aksiyon romanları, cinayet romanları ve çizgi romanlar olmak üzere sıralanmıştı.

Çalışma masasının üzerindeki düzen göz rahatlatıyordu. Çerçevedeki fotoğraflar ise gülümsetiyordu. Düğünlerinden bir fotoğraf vardı, turşu yerken çekildikleri bir kare daha. Önündeki yemeği ağlayarak yiyen Atlas'ın olduğu fotoğraf gülümsetmişti beni, ellerini kucağında birleştirmiş mahcubiyetle kameraya bakan Dinçer ise içimi ısıtmıştı. Bakışları hala aynıydı, acaba çocukken tanışsak sever miydik birbirimizi diye düşünmeden edememiştim.

İpek şampuanlarla yıkanan saçlarına kıyasla, tarağın üstünde bitlerimin kırıldığı saçlarım olsa da severdi beni, biliyordum.

Evde yürürken ayaklarıma dolanan kedilere alışmıştım. Demir'in buraya bıraktığı kedilerle iyi anlaşıyorduk. Kiminin gözü, kiminin kulağı, kiminin de ayağı yoktu ama harika bir sahipleri vardı.

Gri tüylü kediyi kucağıma aldım, boynundaki tasmadan yardım almadan bilemiyordum ismini, ''Selam Fıstık, nasılsın?''

Kucağımda huysuzlandı, ''Demir sizi sadece kendine alıştırdı değil mi?''

Kucağımdan kaçıp gitti, evet kesinlikle sadece kendisine alıştırmıştı. Başkasının yanında durmaktan hoşlanmıyorlardı ama Pamuk öyle miydi. Aklıma Pamuk geldiğinde heyecanla bahçeye çıktım. Gördüğüm manzara gülümseme sebep olmuştu.

Dinçer, Pamuk'u kucağına almış karnını doyuruyordu. Yanlarına adımladım hevesle. Pamuk beni gördüğüne pek sevinmemiş gibi meeledi.

''Karnı doydu Pamuk'un.''

''Bakıyorum çok ilgilisin.''

''Seviyorum Pamuk'u.''

''Belli oluyor.'' dedim garip bir tonda. Bana ne oluyordu?

''Bizim tanışmamız onun sayesindeydi.''

''Ayağını kesiyorsun sanmıştım.'' diyerek güldüm.

''Sürünün yavru köpeğini üzerime salmakla tehdit etmiştin.''

''Çoban güzeli demiştin bana.''

''Dürüst bir adamım.''

''Kuzuyu benim bebeğim sanmıştın.'' diyerek bir kahkaha koyuverdim.

Dinçer benim keyif alan halimden memnun değildi, ''Ne zamandır hatırlamıyordun, geç dalganı.''

Gülerek kollarına tutundum, ''Çok komik ama, babası kim falan demiştin nasıl gülmem?''

İki kolunu da belime yerleştirip beni kendine çekti, ''Ömür boyu bunun dalgasını mı geçeceksin dediğimde ne dediğini hatırlıyor musun?''

Kollarımı boynuna sardım, ''Ömür boyu yanında olacağım ve her aklıma geldiğinde seninle eğleneceğim sevgilim, var mı itirazın?''

''Yok,'' dedi gülümseyerek, burnumun ucuna bir öpücük bıraktı, ''Güzel karım benim.''

Bahçede oyalandık biraz, her cinsten hayvanın olduğu bu bahçe bana köyün modern hali gibi gelmişti.

''Diğer hayvanları özledim, çok alışmıştım hepsine. Onlarla ilgilenmeyi, gütmeyi özledim.''

''Geçmişte kaldı o hayat. Seviyor olsan bile zordu senin için. Şimdiki hayatına odaklanmaya çalış, neler yapmak istiyorsun, hayat amacın ne onu düşün.''

Konuyu değiştirmek adına konuştum, ''Bu evde mi doğdun?''

''Hayır,'' dedi, ''Adana'da doğduk.''

''Neden Adana?''

''Bizimkilerin tayini oraya çıkmış.''

''Kartal peki?''

''Kartal Ankara'da doğdu.''

''Ailenden sana en yakın kimdir?''

''Herkes çok yakındır, ailenin uzağı olur mu?''

''Sen uzaksın.''

Yüzüme düşen perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırırken kalın dudaklarında tebessüm vardı, ''Birileri beni karıma şikayet mi etmiş?''

''Şikayet değil.''

''Haksız değiller, onlar kadar yakın değilim onlara.''

''Peki neden?''

''Belli bir sebebi de yok Belçim, sadece yaşadığım her şeyi onlarla paylaşırsam sanki vakitlerinden çalacakmışım gibi hissediyorum.''

''Onlar senin için canını verir.''

''İşte ben de bunu istemem.''

''Seni anlıyorum. Sana karşı ben de öyle hissediyorum. Bana değer veriyor olman, beni seviyor olman çok büyük bir lütuf gibi geliyor. Çoğu zaman seni hak etmediğimi düşünüyorum, değersiz olduğumu, sana yakışmadığımı, sana uygun olm-.''

Sözümü kesen sıcacık dudakları oldu. Sırtımı usulca sarıp beni arkadaki ağaca yaslandığında saniyelerce öpüştük. Neo ayrıldı ne de ben. En sonunda ben çekilebildim geriye.

''Bir daha böyle konuşursan öperim demiştim.''

''Sadece böyle konuşursam mı öpeceksin beni?''

''Ne zaman öpeyim?''

''Hep öp.''

''Bana uyar hep öperim ama sonra annenler var diye kızıyorsun.''

''Ailenin yanında olmaz Dinçer, ayıp.''

''Karımsın.''

''Karımsın diyerek her şeyi normalleştirmeye çalışman çok tatlı.''

''Her şey normal çünkü. Birbirimizi sevmemiz, öpmek istememiz, yakınlaşmamız. Karı kocayız biz.'' Belimi sıkıca sarıp beni göğsüne çekti, ''Hep böyle olalım istiyorum.'' diyerek öptü saçlarımdan.

Günün geri kalan vakti benim için değişik geçiyordu. Atlas'ın odasında çorap eşlemesine yardım ediyordum.

''Yenge pandalı çoraplarımı şu çekmeceye dizelim.'' diyerek boş çekmeceye basket attı.

Onun odası bizim odamıza kıyasla çok eşyalı bir odaydı. Tüm duvarlar neredeyse gardopla kaplıydı.

''Bu kadar eşyayı napıyorsun?''

''Sen bunlara eşya mı diyorsun? Üç kat kıyafetim var geri kalanı İstanbul'da kaldı.''

''Üç parça mı? Ölene kadar kıyafet almasan yeter bunlar sana.''

''Ben kıyafete para vermem ki, ben sadece yemeğe para harcıyorum.''

''Bu kıyafetler gökten mi indi?''

''Annem babam yengemler falan alıyor, idare ediyoruz.''

''Sanırım biraz cimrisin.''

''Yokluk çektim ondan.''

''Ne yokluğu gördün?''

''Yok olduğu için göremedim işte.'' diyerek kendi esprisine bir süre güldü.

''Muhabirlik nasıl gidiyor? Ekrana yakışıyorsun.''

''Beni televizyonda izledin mi?'' dedi heyecanlı bir sesle.

''Atlas geçen akşam Demir'in kedileri ve Pamuk dahil herkesi televizyonun karşısına zorla oturttun ya.''

''Ekran bana yakışıyor Belçim, ben her yere yakışırım zaten.'' dedi. Kendini çok beğeniyordu, hatta hayrandı kendisine.

Mavi çorapları rengine göre dizdikten sonra kırmızılara geçtim, ''Niye bu kadar çok çorabın var senin?''

''Kıskanma söyle sana da aldırırım.''

''On giyim çorap yeter, yıka giy işte boşa para.''

''Sen de biraz fakir ruhlusun, kocan gibi.''

''Yok fakirim, üç parça kıyafetim vardı köyde. En zengininin altında eski model bir kartal olan köyde büyüdüm ben, ne bekliyorsun ki benden?''

''Geçmişin değil geleceğin önemli, bir lafınla altına son model araba alınır. Bu güçteyiz, sal artık geçmişini, geleceği geldiği gibi yaşa gitsin.''

Kırmızı vişne desenli çorabı çekmeceye koydum, ''Maddi olarak sizden bir şey istemem.''

''Sizden, tabii ya yedi kat eliz biz.''

''Öyle demek istemedim.'' diye konuştum üzgün bir sesle.

''Ne demek istedin ben biliyorum. Kafan nasıl çalışıyor onu da çözdüm, kendini hiçbir şeye değer görmüyorsun, insanlar neden seni sevsin, senin için neden bir şeyler alsınlar diye düşünüyorsun. Düşünmeyeceksin Belçim. Sen bu evde kimse değilsin, artık geçtik onu. Dinç'in karısı olduğun için değerli değilsin sadece, sen olduğun için değerlisin. Siktir et şu düşünceleri, kendine gel be kardeşim.''

O konuşurken ağladığım için kendimi daha da kötü hissetmiştim. Sözlerinde ne kadar da haklıydı, eskiden herkesin sesini kesen ben nasıl da ezik biri olmuştum. Nasıl bu hale geldiğimi düşünürken gözyaşım görüş alanımı bulanıklaştırdı, elimdeki çorabın rengini göremediğimde yanından kalktım, ''Yoruldum ben.'' diyerek odasından çıkıp kendi odama geçtim. Dinçer bu halde görmesin diye de banyoya girdim.

Duyulmasın diye sessizce ağladım beş dakika kadar. Gözyaşlarımın dinince elimi yüzümü yıkadım, parmak uçlarımı ıslatıp gözlerimin içindeki yaşları bile temizledim. Hiç ağlamamış gibi göründüğümde banyodan çıktım.

Yatağın ucuna oturmuş Dinçer'le kesişti gözlerim. Gülümsemeye çalıştım, yanıma gelip yüzümü ellerinin arasına aldı, ''Ne oldu sana?''

''Çok yemek yedim herhalde, midem bulandı biraz.''

''Ağzından yalan duymak istemiyorum.'' dedi öfkeli bakışlarla, ''Basit konularda bile olsa bana sakın yalan söyleme Belçim.''

''Niye böyle dedin?''

''Yalan bir alışkanlıktır der babam, bir kere başladıysan gerisi gelir. Bana yalan söyleme, en basit yalanını bile kaldıramam.''

''Sen de bana söyleme.''

''Söylemem, asla söylemem.''

Hiçbir şey demeden sarıldım gövdesine, ''Uzanalım mı biraz.''

Beni bir hamlede kucağına aldı, buna da artık alıştığım için tek tepkim ona sarılmak olmuştum. Yatağımıza girip üzerimizi örtmedik. Dinçer'in üzerine uzandığım için onun yorganı battaniyesi gibiydim, heybetli kollarıyla beni sarıp sarmaladığı içinse o benim yorganımdı.

''Neden ağladın bakayım?''

Gözlerimi usulca yumdum, ''Konuşmasak olur mu?''

''Yok olmaz, manyak adamın tekiyim seninle ilgili her şeyi bilmek isterim, neye sevindiğini de, neye ağladığını da.''

''Atlas ağlatmadı beni.''

''Biliyorum.''

''Konuştuk biraz, doğru şeyler söyledi ama ben kendimi kötü hissettim.''

''Sordum Atlas'a söylemiyor, bu konuda ketumdur, ciddi olduğu nadir an vardır ve o anlarda kimle ne konuşursa konuşsun ağzından laf alınmaz.''

''Sevdim bu özelliğini.''

''Ben de öyleyimdir karıcığım.''

''Sen çok iyi birisin.''

''Allah hep iyi kişiler çıkartsın karşıma diye dua ederdim, kabul olmuş ki sen çıktın.''

''Bizim ilişkimizde şanslı olan taraf benim Dinçer, her bakımdan şansımsın sen benim.''

''Şansın değilim, kocanım benim senin.''

''Kocamsın.'' diyerek uzunca öptüm boynundan, ''Seni seviyorum.''

Uzanmak için yattığım yataktan üç saat sonra kalktım. Gündüz uykusu uyumaya köydeyken vaktim olmazdı ama şimdi hiçbir işim olmadığı için canım ne istiyorsa onu yapıyordum. İkisi de iyi değildi, bir ortam yoktu.

Dinçer birkaç kere beni bırakıp gitmişti, ama mutlaka yanıma geri gelmişti. Yine geleceğini bilsem de onsuz uyanmak hiç hoşuma gitmiyordu. Keyif aldığım uykum uçup gidiyordu, o yanımdayken on dakika kestirsem bile saatlerce uyumuş gibi oluyordum.

Yataktan kalkıp üstümü düzettikten sonra odadan çıktım. Merdivenleri indim usulca, Dinçer bahçede telefonla konuşuyordu onun yanına giderken Kartal nefes nefese önümü kesti.

''Yenge nolur beni kurtar.'' diye yalvarıyordu.

''Ne oldu sana?''

Arkama saklandı hızlıca, peşinden koşturan Atlas'tı, ''Ya bir de yengesinin arkasına saklanıyor oğlum senin boyun tavana değiyor göremem mi sanıyorsun!''

Kartal'ı yakalayacakken çocuğu iyice arkama sakladım, ''Ne istiyorsun el kadar çocuktan?''

''El kadar mı?'' diyerek boyu benden uzun olan Kartal'ı süzdü, ''Bu sırık mı el kadar? Kornealarına kurban olduğum yengem, gidelim mi doktora?''

''O senin kardeşin, ne bu sinir yakışıyor mu?''

''Ya yenge gitmiş bugün beni soran öğretmenine Atlas ağabeyim evlendi demiş, kısmetimi kapatıyor!''

Kartal gülümsedi, ''Sizi karıştırdım ağabey ya, ne var yani bunda?''

''Sonum Fırat amcama benzemesin diye sıfır kriterle dolaşıyorum, utanmasam kanalın evlilik programına çıkacağım bu da kısmetimi kapatıyor, kardeş değil bu hain!''

Atlas'ın ayağından çıkartıp attığı terlikten Kartal'ı korumuştum, ''Çocuk karıştırmış işte, bilerek yapmamış. Demek ki kısmetin değilmiş, abartma Atlas.''

''Karıştırmış ne demek yenge ya, ben biriyle karıştırılacak adam mıyım? Şu fiziğe, şu endama bak.''

''Kocamın aynısısın Atlas.''

''Kocan mı ben mi?''

''Kocam.''

''Kırıcısın yenge.''

''Kocam önemli.''

''Al başına çal kocanı.''

''Sağ ol, yapıyorum.''

''Dinçer ağabeyim de evlendi sıra Demir ağabeyimde.'' diyerek Atlas'ı daha da sinirlendiriyordu Kartal.

''Ya bu çocuk kesin hastanede karıştı, bu benim kardeşim olamaz ya!''

''Ağabey yengemin dediğini hatırla, en beklemediğin anda oluyor kuzum!'' Kartal yardımımla merdivenlerden odasına çıkarken Atlas'ın attığı terlikler merdivenden yuvarlanıyordu.

Şimdi ise başına bir yazma bağlamış koltuğun köşesinde boynunu bükmüş oturuyordu. Bu haline hem gülüyor hem de üzülüyordum.

Mutfağa girip onun için yemekten önce bir sandviç hazırladım, tepsiye meyve suyu koyarak salona Atlas'ın yanına gittim. Kucağında Demir'in kedilerinden birisi vardı, ''Senin bile karın var, Şükriye yine hamile. Benim elime doğdun, benden önce üredin. Hayat hiç adil değil Necip.''

''Necip ve Şükriye çift mi?''

''Aynen yenge, nikahta sizden büyükler.''

Atlas'ın yanına sehpa çekip tepsiyi üstüne bıraktım. O sırada Atlas'ın mutlu yuvasını kıskanmasına dayanamayan Nacip benim kucağıma geldi, parlak tüylerini okşadım. Çok bakımlıydı bu kediler, benden bile çok.

''Sandviçi senin için yaptım.'' diyerek Atlas'a döndüm, sehpanın üzerindeki boş tepsi ve onun arasına gidip geldi bakışlarım, ''Sandviç nerde?''

''Hiç görmedim.'' diyerek ağzını peçeteyle sildi.

''Yedin mi? Ne ara?''

''Ben hızlı yerim, birazcık.''

''Birazcık?''

''Dişlerim büyük çabuk kesiyor.''

Gülümsedim, ''Ninem geldi aklıma, dişleri kesmiyor diye hiçbir şey yiyemezdi.''

''Sağ mı?''

''Allah'a şükür.'' Elife'den haber göndermiştim nineme, duasındaydım biliyordum.

''Onu da getirseydin.''

Fare deliğe sığmamış bir de kuyruğuna kabak bağlamış...

Öğleden sonra Dinçer'le kol kola Bahar yengenin kafesine adımlarken buldum kedimi. Heyecanla etrafı inceliyordum. Yol kenarındaydı, çok renkli dış cephesi vardı. Kapıdan içeriye girdiğimizde bile etkilenmiştim. Çok güzeldi. Tuğla duvarları, açık renk sandalyeleri, her masanın üzerinde duran çiçekler ve arkada çalan eski dönem şarkıları...

Ben etrafı izlemeye dalmışken bize gülümseyerek gelen Bahar yengeyi fark ettim, yerimde durmadan ona yürüdüm. Sarılıp selamlaştık, ''Hoş geldiniz gençler, ne güzel bir sürpriz bu.''

''Kafen çok güzel Bahar yenge.''

''Kafemiz,'' diye düzeltti beni, ''Bizim evdeki herkes buranın sahibi sayılır.''

''Karımdan fırsat gelirse sarılırız değil mi yenge?'' diye sitem eden Dinçer'le sarıldılar, ''Valla karın o kadar göz alıcı ki Dinçer, seni göremedim affet.''

Utanarak Dinçer'in şakağıma bıraktığı öpücüğün gölgesine sindim. Bahar yenge müşterileriyle ilgilenirken Dinçer bana kafeyi gezdiriyordu, ''Burada genelde öğrenciler takılıyor, arka tarafta ders çalışıyorlar kütüphane gibi. Evdeki herkes bu kütüphaneye kendi kitaplarından koydu.''

Bir kafeye göre oldukça geniş olan kitaplığı ders çalışanları rahatsız etmeden geziyordum. Klasiklerin arasında bulduğum Yeşil Elbiseli Kız masalını çekip aldım, ''Bunu kim koydu?''

Kafenin mutfağına kadar her yerini gezdirdi bana şimdi ise minik balkonundaydık.

''Beğendin mi?''

''Çok beğendim, Bahar yengeye benziyor onun gibi tatlı.''

''Yengelerim tatlıdır.''

''Öyleler annen daha ciddi. Haklı tabii koskoca asker, ben asker olsam onun gibi olurdum herhalde.''

''Asker olsam falan? Annem senin aklını mı karıştırdı bakayım?''

''Çok hoşuma gitti seni asker yapayım mı demesi, beni meslektaşı olmaya değer görmesi. Mutlu etti beni.''

''Sen her şeye değersin orası ayrı ama senin üzerine beyaz bir önlük yakışır güzelim, ne çöl rengi açar seni, ne de hakiler.''

''Merak etme, asker olacağım yok.'' dedim içini rahatlatmak ister gibi. Hiçbir şey olmayacağım zaten...

Dinçer'le kafenin en güzel masası olduğunu iddia ettiği yere oturmuş siparişlerimizi bekliyorduk. Beklerken onun telefonu çalmıştı, konuşmak için yanımdan gittiğinde ben de tekrar kütüphane tarafına geri döndüm, kitaplar bahane ders çalışan gençlere bakmak istemiştim. Kendi aralarındaki konuşmayı dinliyordum buruk bir hisle.

''Vizeleri halledelim babamdan arabayı alıp sadece gezeceğim.''

''Şu konular bitsin uykudan başka bir şey istemiyorum.''

''Benim neyime diş hekimliği, adam gibi okusana daha kolay bir bölüm! Biraz daha canımı sıkarsa bırakacağım okulu.''

Benim mumla aradığım bölümü kazanmış bir de bırakmaktan bahsediyordu. Şimdi karşımda oturan kızın yerinde olmak için nelerimi vermezdim...

Dolan gözlerimi elimle yoklayıp ağlamama engel olduktan sonra içeriye geçtim. Masamıza adımlarken köşede Dinçer'le konuşan bir kız gördüm. Yaz değildi, kardeşi haricince nasıl başka bir kız kocamla gülüşerek konuşabilirdi? Yanlarına gitmeye cesaret edemiyordum sebepsizce. Yanlış bir şey duymaktan, bir yanlışa şahit olmaktan korkuyordum.

Bahar yenge geldi yanıma, ''Gözde burada garson, bayağıdır tanırlar birbirlerini. Hadi sen de tanış.''

''Çok iyi anlaşıyorlar, ben bozmayayım.''

''Git ve kocanın yanında dur,'' dedi Bahar yenge, ''Dinç seni arıyor zaten.''

Sırtımı sıvazlayıp beni Dinçer'in yanına gönderdi, Dinçer beni fark ettiğinde her zamanki gibi kolunu sardı belime, ''Neredeydin güzelim?''

Gülümsedim, ''Kütüphanedeydim,'' diyerek karşımdaki kıza baktım, ''Arkadaş kim?''

''Asıl siz kimsiniz?'' diye sordu.

Cevap vermek de bana düşüyordu, ''Dinçer'in karısıyım.''

Şaşkınlığı hastanedeki kızın şaşkınlığına benziyordu. Kocama bakışını beğenmediğim ikinci kızdı bu.

İçime bir umutsuzluk çökmüştü, garip hislerle boğuşken vaktin nasıl geçtiğini bilmiyordum. Eve dönmüştük, kapıdan girecekken Dinçer gitmeme izin vermedi.

''Bir sorun mu var güzelim?''

''Hayır, üşüdüm biraz.''

''Emin misin?''

''Hıhı.''

Beni kolunun altına aldı eve geçtik. Herkes eve gelmişti, akşam yemeğini beklerken büyük bahçede dolanıyordum. Fırat amca evinin bahçesindeki koltuğa oturmuş sigara içiyordu. Yanına gidip gitmeme konusunda kararsız kalmıştım, rahatsız etmek istemeyerek eve dönecekken o beni gördü.

''Belçim, gel bakayım.''

İşaret ettiği koltuğa otururken o da sigarasını söndürdü. Karşılıklı oturup sohbet etmeye başladık. Bana nasıl asker olduğunu, Ali amcalarla nasıl tanıştığını, Selim beyle aralarındaki iletişime kadar çok keyifli şeyler anlattı. Az da olsa moralim düzelmişti.

''Bu ev kale gibidir,'' dedi, ''Ne kimse kolay girer ne de kolay çıkar. Bak yirmi yıl önce soktular beni hala çıkamadım. Yalnız girdim, yalnızım hala.''

''Evlenmediğiniz için pişman mısınız?''

''Çok istedim evlenmeyi, görüyorsun bizimkilerin hepsi öyle güzel evlilik yaptılar ki özeniyordum. Bir şeyi ne kadar çok istersen o kadar imkansızlaşıyor. Artık kabul ettim yalnızlığımı, sadece kendi kanımdan bir kızım olsun isterdim.''

''Yaz'la fotoğraflarınızı gördüm, kızınız gibi.''

Gülümsedi, ''Sen de kızımsın bundan sonra, bana kocaman bir aile armağan etti bizimkiler haklarını ödeyemem.''

Bu akşam yemeğinde Halide yengelerin evindeydik. Aşçılarının yaptığı yemeği yerken masadaki en sessiz kişiydim. Bunu fark eden aile üyeleri konuşmam için beni de konulara dahil ediyordu, cıvıl cıvıl akşam yemeğini mutsuzluğumla mahvetmiştim.

Dinçer'in bir sorun mu var demelerini geçiştiriyordum, sorun vardı ama bunu dile getiremiyordum. Kendimi kötü hissettiğimde daha da içimi karartmak için hiç aklımdan çıkarmadığım ağabeyimi düşünüyordum uzun uzun. Onu bu kadar çok düşünmek ise intihara sürüklüyordu beni.

Bacağımı okşayan Dinçer'e çevirdim başımı, ''Neyin var senin biriciğim?''

''Bilmem, durgunum öyle. Önemli bir şey yok.''

''Odamıza geçelim, ben bir bakayım sana.''

Başımı olumsuz anlamda salladım, aile büyükleri varken bizim kalkıp gitmemiz ayıptı, ''Hayır, kalalım burada saat çok erken.''

''Sen durgunsan saat de durur benim için.''

''Merak etme,'' dedim tebessüm etmeye çalışarak, ''İyiyim ben.''

Kocamı ikna ettikten sonra sohbete geri döndük. Dinçer ailesiyle konuşuyor, ona sorulan her soruyu beni de katarak cevap veriyordu.

''Ne zaman göreve dönüyorsun oğlum, belli mi?''

''Yok, daha belli değil baba. Bir belli olsun karımla toparlanırız.''

''Gitmeden odamda bir konuşalım seninle.''

''Tamam Ali amca, konuşalım.''

''Düğün değil tabii ama bizim evin bahçesinde güzel bir tören yapalım.'' diye konuşan Selim beye baktım. Tüm gözler üzerimdeydi, ağzımdan çıkan cevabı bekliyorlardı sanki. Mutsuzluktan gebersem bile bu aileye yansıtmaya onları da üzmeye hakkım yoktu.

''Kimsesiz gibi evlenmemiz size çok büyük ayıp oldu, bir tören yapalım tabii bizim için de çok iyi olur,'' diyerek yanımda oturan Dinçer'in elini tuttum, ''Değil mi sevgilim?''

Dinçer ışıldayan gözlerle elimi öptü, ''Çok güzel olur.''

''Dinç'in görevi açıklanmadan Ankara'dan bir ev alalım size, memlekete gelince kendinize ait bir eviniz olsun.''

Bakkaldan salça almaktan bahsediyorlardı, ''Gerek yok masrafa, burası da bizim evimiz.'' dedim utançla.

''Elbette burası sizin eviniz ama yeni evli çiftin kendi evi olur. Belçim sen neden kayınpederinin seçtiği koltuk takımlarında oturasın ki?''

''Selim bey mi seçti bunları?''

''Ben görevdeydim o sıra canı sıkılmış yenilemiş takımı, borcunu da bana ödetti.''

Kendi kendime güldüm söylediğim söze.

''Gitmeden bir ev alalım ya da bizim evlerden birini Belçim'in üzerine yapalım izinlerde falan düzersiniz evinizi.''

''Ev bakması uzun sürer şimdi, Çankaya'daki evlerden birini alsın çocuklar Suna.''

''Müstakillerden seçeceksiniz ona göre.''

''Çankaya şart değil, Gölbaşı, Altındağ... Kızımız baksın, neresini beğenirse.'' dedi Ali amca.

Şaşkınlıkla dinliyordum konuşulanları, zenginliklerinin bir sınırı var mıydı?

''Dinçer'in görevi açıklanınca zaten orada düzenini kurarsınız. İlk başta zor gelir iki haftaya alışırsınız. Konar göçer yaşam bir yerden sonra keyif veriyor.''

''Halide haklı,'' dedi Bahar yenge, ''Yıllardır asker eşiyim, insan bir yerden sonra alışıyor, keyif alıyor.''

''Yenge bırakın ya, siz kocalarınızın ben karımın peşinden onun üzerinde şehir gezdik, üçünü sevdiysek yedisini sevmedik.'' dedi Selim bey.

''Sen de biliyorsun ki Selim, önemli olan haftada bir de olsa onları görebiliyor olmamızdı.''

Gülümsedi Selim bey, ''Görmesem yapamazdım ki, şu bakışlara bak öldürüyor adamı.''

Suna hanım öksürdü, Selim beyinse bu durum hoşuna gidiyordu. ''Hemen de utanır benim hanım.''

''Selim...''

''İçinizde en zorlanan bendim be, nereye gitsek beni asker sanıyorlardı Suna kimliği çıkartınca herkes karıma bakakalıyordu. Kucağıma iki çocukla Adana sıcağında bekledim seni. Gittiğimiz her lojmanda elli tane asker karısıyla arkadaş olup kısır tarifi aldım, rehberimin yarısı karımın asker arkadaşlarının karıları, bu nasıl hayat ya?''

Çok eğlenceli bir hayata benziyordu.

''Aman Belçim mobilyalarını sakın çok büyük alma, taşınacağınız için zarar görecekler.''

''Buzdolabını çok büyük seçme gerisi halloluyor.''

''Aman kızım istediğini seç,'' dedi Selim bey, ''Aldığımı koltuk takımı taşınırken zarar görünce Suna bana yenisini almıştı, Dinçer de sana alır.''

Suna hanım makas aldı yanağından, ''Sana tüm koltuk takımları kurban olsun.''

''Suna bizim evlerimizdeki tüm mobilyaları neden ben seçtim diye sormuştum sana yıllar önce, ne demiştin hatırlıyor musun?''

''Yok hayatım, ne demiştim?''

''Beni seçecek kadar zevkli bir adamsın, sen onu da halledersin demiştin.''

''Haklıymışım.''

''Çok haklıydın.''

Gülümseyerek onları izliyordum, aralarındaki uyum çok güzel görünüyordu.

''Çaylar bitmiş, kalk lan Atlas çay dolduralım.'' diyerek Atlas'a tepik atarak yerinden kaldırdı Fırat amca, ikisi çay doldurmaya gitti. Tepsiyle servis yaparken ikisinin de ellerini göğüslerine koyup kapatması beni güldürse de ses etmedim.

''Yeni gelin var evde ama ben çay ikram ediyorum.''

''Karım iş yapamaz birader, canı ne istiyorsa onu yapar.'' dedi Dinçer.

''Üf tamam bu evin kül kedisi benim zaten.''

''Madem düğün olacak e hadi gelinlik bakalım.'' O andan sonra dört yanımı saran hanımlarla beraber telefondan gelinlik bakmaya başladık.

''Küçük ekrandan anlaşılmaz!'' diyerek duvara projeksiyon yansıtan Atlas aramızda en zor beğenen kişiydi. Sürekli bahane buluyordu.

''Bu değil, bu da değil. Ben farklı bir şey istiyorum, bu da değil. Bunları herkes giyiyor. Bu hiç değil, bu sıradan. Beni anlamıyorsunuz, bu değil...''

''Atlas yeter!'' diye çıldıran Suna hanım olmuştu, ''Oğlum her şeye kulp bulup durmasana.''

Annesinin bağırmasıyla yanımızdan kalktı, ''Peki bulmam.'' Bir köşede tavla oynayarak Fırat amcanın sevgili anılarını dinlemeye gitti.

Arkasından üzgünce baktım, ''Çağırayım mı?''

''Ay yok!'' diye itiraz ettiler aynı anda, ''Kızım otur sen, hiçbir şeyden anlamıyor, gitsin. Fırat'la kavga eder gelir zaten on dakikaya.''

Hanımlar olarak bana en uygun gelinliği bulmaya çalışıyorduk. Genelde beğendiğim şeyler çok zarif ve sadeydi. Abartılı şeyler giyerek içimdeki yası sonlandırmak istemiyordum sadece sonsuza kadar sürmeyecek bu yasımın ailemi üzmesini istemiyordum.

''Bunlar çok zarif aynı sen gibi.'' dedi Suna hanım yanağımı okşayarak.

Gülümsedim, ''Teşekkür ederim, yakışır mı ki bana?''

''Çok yakışır hem de.''

''Saçlarını da salık bir topuz yaparız, gözlerini ön plana çıkaracak bir makyaj, beş santim kadar topuklu... Müthiş bir gelin olacaksın.''

Bu kadınların söylediği sözler çok candan ve samimiydi, söyleyip de beni ikna edemeyecekleri hiçbir şey yoktu.

''Bir fotoğraf çekilelim.'' fikrini ortaya atan Halide yenge olmuştu.

Çekinerek kameraya bakıyordum. Suna hanım ise bir asker gibi keksin bakıyordu. Bahar yenge ikimizi uyardı.

''Gelin kaynana toprağına çekiyor hakikaten, Suna, Belçim az güler misiniz lütfen biz pişmiş kelle gibi kaldık.''

Suna hanımla birbirimize bakıp gülümsedik ve bu gülümsemeyi kameraya da yaptık. Hanımlarla konuşurken Atlas yanıma gelip benimle özel konuşmaya başladı.

''Bak benden sana gelin tavsiyesi. Evlenirken ben bir şey istemem ehe ehe deme. Ben ille de fildişi renginde nikah şekeri istiyorum diye kaynananın kaynatanın başını ağrıt, en kıymetli sen olursun.''

''Kaynanam anlat mı altından?'' diyerek onun dilinden konuşmaya başladım.

''Yok be benim anam kaynanasından düğün hediye olarak silah almış kadın ne anlar altından, hele yengemler iyi niyette Polyannayla yarışıyorlar, el al alemin yengesi büyü yapıyor bizimkilerde tık yok.'' diyerek bir süre yengelerinin dedikodusunu etti.

''Halide yengem bir keresinde çocuktum hiç unutmam, akşamüstü canım kek çekmiş gittim eteğine yapıştım yenge yenge dedim bana kek yap, yardım edersen yaparım demesin mi bak hala tüylerim diken diken oluyor.''

''Doğru demiş kadın.''

''Ne demek doğru demiş, ben şimdi siz evinize geçince gecenin bir yarısı aç karna evine gelsem bana bir tas yemek koymaz mısın?''

''Koymam.''

Üzülmüştü, ''Valla mı?''

''Bir tas koymam, çünkü yetmez. Sen gel bizim eve ben sana bir sürü çeşit yemek yaparım.'' Keyifle sırıttı, ''Ama bulaşıkları sen halledersin.'' Bana kötü bir bakış atıp yanımdan kalktı küs çocuklar gibi.

Tüm gün hiçbir şey yapmamış olsam da bir yorgunluk vardı üzerimde. Yatmaya hazırlanırken bunu fark etmiştim. Bahar yengenin dediği sırayla ürünleri yüzüme sürerken Dinçer arkamdan gelip sarıldı.

''Gelinim oluyorsun.''

Gülümsedim, ''Sıralama yanlış oldu ama yoluna koyuyoruz.''

''Harika gidiyoruz.''

Ona dönüp heyecanla tuttum çıkartmaya başladığı gömleğinden, ''Biliyor musun yarın gelinlik bakmaya gidiyoruz.''

''Kim kim?''

''Evin kızları olarak.''

''Ben de kocan olarak geleceğim herhalde.''

''Hiç de bir kere, Halide yenge dedi ki asla Dinçer seni gelinlikle göremez uğursuzluk getirir.''

''Güzelim evlendik biz ne uğursuzluğu ayrıca uğur kim?''

Kahkaha attığımda ciddiyetle benim gülümsememi izledi, ''Olsun ben kızlara söz verdim, biz gideceğiz. Sen de amcanlarla damatlık bakmaya git.''

''Öyle olsun yavrum, şimdiden sattın beni.''

''Kocam yaptım seni, satar mıyım.'' diyerek öptüm dudaklarından. Ardından uyuduk, yarın yorucu bir gün olacaktı.

Ankara'ya geleli iki hafta olmuştu, bir yanımda Yaz diğer yanımda Pelin ablayla birlikte bana iç çamaşırı bakıyorduk. Evet hayat beni bu raddeye getirmişti.

''Bu nasıl?'' diyerek üzerime tuttuğu bordo geceliğe baktım utana sıkıla, Pelin abla ise keyif alıyordu, ''Bordo tam asker rengi, ne dersin?''

''Pelin, Dinçer ağabeyim asker değil anla şunu artık.'' diye çıkıştı Yaz.

''Üf ne fark ediyor ya?''

''Güzelmiş Pelin abla ama çok açık.'' dediğimde Pelin abla sırıttı.

''Kız amaç o ya.''

''Utandırmasana yengemi.'' diyerek benden taraf oldu Yaz, ''Sen ona bakma Belçim, istersen alt üst takım al nedir ki yani?''

''Sen sus libodo katili, çarşı iznine çıkmış uzman çavuş gibi dolanıyorsun.''

''Uzman çavuş kısmı hariç doğru çünkü.''

Pelin ablayla anlaşamıyorlardı ama anlaşıyorlardı da, garip bir ikililerdi. Pelin hepsinin çocukluk arkadaşıydı, yaşı benden büyük diye abla diyordum. Yaz'sa evin biricik prensesiydi. Bizim törenimiz için zar zor izin almıştı, Pelin abla da çalıştığı diziden izin alıp yanımızda olmak istemişti. İkisiyle de çok iyiydi aramız. Sanki beni yıllardır tanıyor gibi davranıyorlardı.

''Belçim bu parfüm çok seksi, ne dersin?''

Bileğime sıktığı parfümü kokladım, ''Dinçer parfüm sıkmamı sevmiyor.''

''Nedenmiş? Hayır ne karışıyor yani?'' diye çıkıştı Yaz.

''Ay bir dur hemen havalanma uzman çavuş!''

Tenimin kokusunu çok sevdiğini söylemişti bir kere, parfüme gerek bile yokmuş. Bunun gibi bazı arsız sözleri hoşuma gidiyordu.

Düğün alışverişinde içim kıpır kıpırdı. Aldığımız her şeyde daha da heyecanlanıyordum. En utandığım kısmı da gecelikti nihayet onu da atlatmıştık. Şimdi ise kızlarla beraber yemek yiyorduk. Yaz masanın başını tutmuş etrafı kolaçan ediyordu biz ise sohbet ediyorduk.

''Senin hayatında biri var mı Pelin abla?''

Yaz sırıttı, ''Hadi iki saattir konuşuyorsun bunu da anlat.''

Pelin ofladı, ''Ay beni hep arızası buluyor.''

''Var yani birisi?''

''Bunun abisi işte.''

Yaz'a baktım hayretle, ''Demir mi?''

''Ay yok Demir benim ağabeyim sayılır.''

''Ufal da cebime gir Pelin.'' dedi Yaz.

''Demir değil bunun bir abisi var Akgün diye, kıro biraz. Onla da olmuyor onsuz da, garip bir adam yani.''

''Ya git oradan, azarlamadan, küçümsemeden bir kere konuştun sanki abimle.''

''Kız kızayız Yaz, burada haksız olsam bile haklı olmalıyım!''

''Ben hak edene hak ettiğini veririm.''

''Akgün haklı yani?''

''Pelin çok sola dönme, çocuk biraz daha seni keserse kavga çıkartırım.''

Pelin hızlıca soluna dönüp erkek grubuna baktığında Yaz onu tutup kendine çevirdi, ''Dinçer abime Belçim yengem yanımdayken arıza çıkartmayacağım diye söz verdim, sakın kudurma.''

''Oyuncuyum tatlım ben, tanıyorlar yani napayım?''

''Şımarıksın.''

''Öyleyim.''

''Belçim sen de bana yaklaşırsan harika olacak.'' diyerek sandalyemi tutup yanına yaklaştırdı.

''Demirsoy erkekleri başımıza bunu dikti bugün, bakma bunlar hep böyledir.''

''Alışırım ben de.''

Yaz masanın ortasındaki çubuğu ağzına atıp etrafı kolaçan ederken Pelin ablayla bayağı sohbet ediyorduk.

''Benim bir kuaförüm var seni yarın ona götüreceğim, harika saç yapıyor evlensem ona giderdim.''

Yaz, ''Bu gidişe zor.'' diyerek bıyık altından güldüğünde Pelin abla ona masadaki anahtarlığı attı.

''İstesem hemen evlenirim.''

''İsteme Ömer amcam kıyamaz seni paylaşmaya.''

''Hadi benimki olgun sen aşık olursan Ali amcam hayatta evlendirmez seni.''

''Evlenmem zaten Pelin sen merak etme.''

''Böyle diyenler ilk giden oluyorlar valla.''

''Ben de evlenmem diyordum valla, Dinçer çıktı karşıma.''

''Dinçer ağabeyim valla billa çok aşık sana.''

''Suna yengemin hamileliğini bile hatırlıyorum, ilk defa Dinçer'i böyle görüyorum valla. Aşk yarıyor işte, bulmuş senin gibi ay parçasını aşık olmasın da ne etsin.''

''Aşk sadece güzelliğe duyulmaz der babam, belli kalbin de pırıl pırıl. Bizimkiler gibi yirmi yılı devireceksiniz siz.''

Sırıtıyordum mutluluktan, ''İnşallah,'' dedim elimi kalbime götürerek, ''Öylesine çok güveniyorum ki Dinçer'e, hiçbir zaman beni yarı yolda bırakmaz biliyorum. Çok seviyorum onu.'' dedim içi açarak.

Yaz'la sarıldık, ''Allah ayırmasın.''

''Bana kimse abla diyemez, izin vermem Yaz'a sor.''

Yaz onaylar şekilde başını salladı, ''Kartal ve Tibet bile Pelin diyor.''

''Ama seni çok sevdim Belçim, abla demen de hoşuma gidiyor.''

''İstersen abla demem abla.'' dediğimde üçümüz de güldük.

''Atlas'a benzeme ne olursun, o cins bir tane yetiyor.''

Güle oynaya bitirdiğimiz alışverişin ardından Yaz'ın kullandığı arabayla eve geldik. Bu araba Atlas'ın arabasıydı, bunu bana kimse sözlü şekilde söylememişti zaten gerek de yoktu. Arabanın yastıklarında bile Atlas'ın resmi vardı. Torpidoya gizlenmiş yiyeceklerden bahsetmiyorum bile.

Siteye girdiğimiz an Atlas kendini arabanın önüne attı. Kızlar söylene söylene indi arabadan.

''Benim arabamı nasıl izinsiz alırsınız? Sizi polise şikayet edeceğim.'' diyerek bizi kocama şikayet etmeye başladı.

''Ben aldım arabayı Atlas abi ya, en yeni seninkiydi izne çıkmışım güzel araba süresim geldi.''

''Şu rezil savunmaya bak, çiçek gibi arabama iki tane yaban otu bindi.'' diyerek bana baktı, ''Sen hariç yengeciğim, sana lafım olamaz sonra Dinçer beni dövüyor.''

Dinçer beni karmaşanın ortasından alıp kavga eden üçlüye aldırmadan öptü, ''Özledim seni, nerede kaldın?''

Çekinerek etrafı kontrol ettim, Atlas görmüş ve 'İlle edep.' diyerek Pelin'le kavga etmeye dönmüştü.

''Bir sürü şey aldık, gittiğimiz mağaza pahalıydı ama üzüldüm.''

''Bana ne kızım parasından, ne aldın göstersene.''

''Hayatta olmaz, onlar özel şeyler.''

Sağ gözünü kırptı, ''Ne mesele?''

Aldıklarımızı düşününce yanaklarım kızardı, ''Sorma Dinçer,'' nazlandım, ''Hadi kavga ediyorlar ayır.''

''Atlas abi senin ehliyetin yok, köşede süs gibi dursun mu araba? İzne gelmişim bana ver işte.''

''Senin benim gibi ağabeyin yok.'' dedi Atlas, ''Arabam arabam arabam...''

''Sen kaç kere kaldın direksiyon sınavından Atlas? Kaç dosya yaktın?''

''Ehliyetimin olmaması arabamın da olmayacağı anlamına gelmez, hiçbir şeyden eksik kalamam.''

Böyle bir huyu vardı. Gelinliği almaya onunla gitmiştik, gelinliğin yanında verilen hediye duvağı hemen almıştı. Hayatındaki tek eksik o duvak gibi benimsemişti.

Alışverişin verdiği yorgunlukla odaya zor adımlıyordum. Merdivene yöneldiğimde Dinçer birden beni kucağına aldı, ''Ne yapıyorsun, gören olacak.''

''Atlas duvağını gösterip kızlara hava atıyor, diğerleri de işte.'' diyerek rahatsız olmamam gerektiğini söyledi.

Kollarımı memnuniyetle boynuna sarıp özlemle boynundan öptüm, ''Yoruldum bugün.''

Kasılmıştı, ''Öpme şuradan.'' dedi aksi bir sesle.

''Niye ki?'' diye sordum masum masum.

Odamıza girip beni yatağın üzerine bırakıp üzerime uzandı, bir süre yüzümü izledikten sonra dudaklarımı öpmeye başladı, ''İşte bundan.''

Gülümseyerek kaçtım koynundan, aldıklarımı paketleriyle dolaba sokuşturdum, ''Banyo yapmam lazım.''

''Aldıklarını göstermeyeceksin yani?''

''Başka zaman üstümde göreceksin.'' diyerek ardıma bile bakmadan banyoya girdim.

Ailecek yediğimiz akşam yemeğinin ardından sohbet ediyorduk. Dinçer'i bir köşeye çektim.

''Senden bir şey isteyeceğim.''

''Emret sevgilim.''

''Karahan'ı aramak istiyorum, bana numarasını verir misin?''

''Veririm tabii de neden?'''

''Sen ver söylerim.''

Balkona çıkıp, hemen aradım. Kapanmaya yakın sinirli bir ''Alo!'' duydum.

''Merhaba ben Belçim.''

Bir süre ses gelmedi, ''Merhaba Belçim.''

''Ankaradayım ben, dediğin gibi havalar soğuk burada.''

''Sizin evdekiler tüm iklimi ısıtır merakın olmasın.''

''Anlattığın kadar iyi insanlar.''

''Öyleler,'' dedikten sonra kısık sesle devam etti, ''Bir zamanlar.''

''Seni merak ettim ben. Nasılsın? Orada havalar nasıl? Ekiptekilerle anlaşabiliyor musun?''

''Eyvallah iyiyim desem yalan olur pek sayılmaz, havalar idare ediyor, ekiple de bir gündür falan tartışmadım.''

''Bu cumartesi kendi aramızda bir düğün yapacağız, gelir misin?''

''Yok gelmem.'' dedi kesin bir dille, hiç beklemeden.

''Neden?''

''Gelemem işte, öyle.''

''Yaz burada.''

Bu söylediğim onu ilgilendirmiş gibiydi.

''İyi mi o?''

''İyiyim diyor sen gibi.''

''Allah iyiliğini versin.''

''Gel düğüne, hem Yaz'la konuşursunuz.''

''Yaz bana hep kış.''

''Ayaz gel.''

''Rahmetli annem Ayaz derdi bana, ondan duyduğumla kalayım diye kimseye Ayaz dedirtmem. Sen de deme yenge.''

''Kusura bakma.''

''Bakmam, sen de benim kusuruma bakma. Mutluluklar dilerim, bir aksilik olursa bu numaradan ara beni. Gece yarısı demem, sabah körü demem gelirim. Hadi eyvallah.'' deyip kapattı. Ondan sonra bana çok söz düşmedi.

Tüm konuşmamı karşısında yaptığım kocama baktım, ''İyi birisi.''

''Öyledir o herif.''

Herkes çay içerken kendimi Halide yenge ile çalışma odasında baş başa konuşurken bulmuştum.

''Belçimciğim seninle özel konular konuşmak istiyorum.'' diyerek başladı söze. Kimsenin bana öğretmediklerini güzel bir dille anlatırken yüzünden gülümsemeyi eksik etmiyordu.

Özel konuların ardından evlilik hakkında konuştuk. Bu konuşma sırasında Halide yengenin kucağında uzanıyordum o ise benim saçlarımı okşuyordu, kızı gibi seviyordu beni.

''Dinçer senin en yakının artık, sakın birbirinizden bir şey gizlemeyin. Aklına ne takılıyorsa ilk kocanla konuş. Deseler ki sana Dinçer kara, sen onun beyaz olduğuna eminsen tüm cihanı al karşına. Saygınızı asla bozmayın, saygı bir evliliğin en temel taşıdır. Hayatımda yaptığım en doğru şey Ali'yi sevmekti.''

Umarım son cümleyi bundan beş yıl sonra da ağzım kulaklarımda söyleyebilirdim. Hayat çok acımasızdı, insanlar ise daha çok... İçime düşen o umutsuzluğu söküp attım, seviyordum Dinçer'i, dünyanın ekseni yerinden oynasa da sevecektim.

Bugün düğünümüz vardı. Günlerden cumartesiydi, hava bizim şansımıza ise güneşliydi.

Son bir haftadır küçük düğünümüz için uğraşıyorduk. Bahçeye konulacak masalardan, çiçeklerine kadar her şeyi benim zevkime uygun yapmak istediklerinden uzun sürmüştü. Her şey içime sinsin ve o gün en mutlu ben olayım istiyorlardı.

Atlas 'Kaynananı ve kaynatanı yor!' dedi diye bu kadar özenmemiştim, Dinçer özel olduğu için özenmiştim. Ailesi için ilmek ilmek işlemiştim, benim mutlu olduğumu gördüklerinde ise her şeye değiyor diyordum.

Sabah Ali amca ve Demir öncülüğünde imam nikahımızı kıymıştık.

O gün bugündü, askıdaki gelinliğimi okşadım elimin tersiyle. Dudaklarımda heyecanlı bir gülümseme vardı. Gelinliğimi giyip odadaki boy aynasına baktığımda kendimi tanıyamadım. Güzel görünüyordu aynadaki kız.

Gözlerim dolmuştu kendime bakarken. Yanımda ağabeyim olsun ne isterdim, onunla hiçbir zaman mutlu olamamıştık biz. Şu an en çok onu yanımda istiyordum. Biliyordum, yanımdaydı o. Ben onu andığım sürece yanı başımdaydı.

''Ağlamak yok.'' dedi Pelin, ''Makyajın akar.''

''Ağlamak istiyorsan tutma kızım,'' dedi Yaz, ''Akarsa yeniden yaparlar.''

Bu eve girdiğim andan beri dört yanımı saran şefkat burnumun direğini sızlatıyordu. Şimdi tüm hanımlar aynı odadaydık. Hepsi çok güzel giyinmişti, harika görünüyorlardı. Beni gördükleri ilk andan itibaren dillerinde hep iltifat vardı.

''Yaz evlense bu kadar duygulanırdım.'' dedi Halide yenge.

''Benden yana umutlanma anne.''

Pelin, Yaz'ın üstündeki koruma pantolonuna ters bir bakış attı, ''Az sonra operasyona çıkmayacaksın, git yatağının üzerine koyduğum elbiseyi giy. Sakın elbisenin altına asker botu giyme Yaz valla cırlarım!''

''Of Pelin ya, of!'' diyerek koşturdu Yaz.

Bahar yenge gelinliğimin içine nazar boncuğu takıyordu, ''Aman Allah nazardan korusun.''

Halide yenge ise saçımı düzeltiyordu, ''Aklıma kendi düğünüm geldi, ay şimdi süt oğlum evleniyor. Yaşlandık mı biz Bahar?''

''Ne münasebet Halide, çocuklar büyüdü sadece biz seninle aynıyız.'' diyerek kendilerini teselli ettiler. Bu hallerine gülümserken odaya Atlas koşarak girdi, beni gördüğünde ise şaşırıp kaldı.

''Fena olmamışsın.''

''Sağ ol be.'' dedim yüzümü asarak.

''Ayakkabı nerde ayakkabı?''

Pelin o anda hemen henüz giymediğim ayakkabımı aldı, ''İlk ben yazacağım geç kaldın.''

''Ya sen kim evlenmek kim, git kıronla dövüş anca!''

Bir süre Pelin'le ayakkabı için kavga ettiler. Giymek için aldığım ayakkabının altında kocaman harflerle Atlas yazıyordu, savaşı kimin kazandığını anlamıştım.

Odaya Dinçer'in anne ve babası girdiğinde üçümüzü yalnız bırakmışlardı.

Hemen ellerine uzanmak istedim ama ikisi de izin vermeden sarıldı. ''Çok güzel olmuşsun kızım.''

''Teşekkür ederim baba,'' diyerek yutkundum, ''Siz de çok güzelsiniz anne.''

Birbirlerine baktılar şaşkınca, ''Suna duydun mu bana baba dedi?''

''Bana da anne dedi.''

''Dördüncüyü de yaptık.'' dediklerinde gülümsedim.

Onlara hissederek anne baba demiştim. Öylesine çıkmamıştı bu söz ağzımdan.

Odada yalnız kaldığımda Dinçer'i beklemeye başladım. Çok geçmeden kapıdan girdi. Baştan ayağa birbirimizi süzüyorduk. Tıraş olmuştu, elim karıncalanmıştı tıraş edilmiş yüzüne dokunmak istiyordum.

O ise bir başka bakıyordu yüzüme, ''Kalbim duracak.''

Gülümsedim, ''Çok yakışıklı görünüyorsun.''

''Beğendin mi beni?''

''Aşığım bile sana.''

Elimi tuttu, ''Bu nasıl güzellik göz bebeğim? İnsanım ben de, bu Dinçer ölsün mü bu gece?''

''Gece ölmesin,'' dedim, ''Hiç ölmesin.'' diye de toparladım.

Dudağımı öpecekken geriye çekildim, ''Rujum bozulur.''

''Bozulsun, ben yenisini sürerim sana.'' diyerek öptü dudaklarımdan.

Odadan çıkmadan önce bir zarf uzattı, açmamı bekliyordu. Hevesle açıp şaşkınca Dinçer'e baktım.

''Balayına hayaline gidelim istedim.''

Kuzey ışıklarına götürüyordu beni... Hayallerimden bile güzel bir adam olduğu yetmez gibi hayalimi gerçekleştiriyordu.

Kendi aramızdaki düğünümüz için odamızdan çıktık. Ailemizdeki herkes çok mutluydu. Onları böyle gördüğümde habersiz evlenerek çok büyük haksızlık ettiğimizi daha iyi anlamıştım.

Fotoğraf çekimimiz yapılırken Atlas'ın fotoğrafçıdan vesikalık istemesi üzerine ufak bir gerilim çıksa da Demir halletmişti. Çekildiğimiz her fotoğrafın baş kahramanı olmaya yeminli olan Atlas'ı durdurmak yine Demir'e düşmüştü.

Dinçer'in gözlerimin ardına baktığı pozlarımız yakın zamanda tüm evimizi süsleyecekti. Aile arasında yaptığımız sade bir düğünde takı törenine şaşırsam da sırayla kollarıma, boynuma takılan altınları kabul ettim.

Yürüyen kuyumcudan farkım kalmamıştı, Fırat amcanın taktığı altın kemer bunun son raddesi olmuştu.

Herkes dilediğince eğlenirken içimdeki o buruk acıyla birlikte en özen günümde de andım ağabeyimi. Her mutlu anımda kalbimi sızlatacak yokluğuna gün gelecek alışacaktım.

Dinçer'in kolları arasında dans ederken bir peri masalından fırlamış gibiydim. Dinçer bana kendimi öyle hissettiriyordu.

Düğünün ardından odamıza geçtik. Bu gece onunla gerçekten sevişmek istiyordum. Bunu o da istiyordu. Gelinliğimle karşısında duruyordum, işte şimdi beynim durmuştu. Heyecandan nefes nasıl alınır unutmuştum.

Odamızda çıt çıkmazken Dinçer konuştu.

''Namaz kılıp geleceğim.''

''Bekliyorum.'' dedim fısıltıyla.

''Gelinliğini sakın çıkarma, ben çıkaracağım.''

Onunla ilk gecemiz değildi ama en özel gecemiz olacaktı.

Beyaz yastığın üzerine dağılmış kıvırcık saçlarımı eline dolamış okşuyordu. Arada terlemiş alnımı öpüyordu. Elimi yeni tıraş olduğu için pürüzsüz yanağında gezdirdim, ''Çok seviyorum seni Dinçer.''

Başını yana atarak avcumun içini öptü, ''Ben aşığım sana.''

 

Loading...
0%