Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Yağmur Damlası

@pekbiafiliyalnizli

selam, nasıl gidiyor 2023?

çağan şengül 22 dinleyerek yazdım. beni bu şarkıyla tanıştırdığın için teşekkürler cansu 🤎

isteklerinizi, temennilerinizi, beklentilerinizi buraya bırakabilirsiniz.

medya: 🔥

keyifli okumalar

5 Yıl Önce Diyarbakır

Dışarıda sağanak yağmur yağıyordu. Arada sırada gürleyen gök öfkesini haykırmakta benden iyiydi. Yağmur tanelerinin cama vurma sesini duyamıyordum. Şimdi onu dinleyecek zaman değildi.

Günlerdir aralıksız bir şekilde spor yapıyordum. Sanki aylarca eğitim görmemiş gibi yeniden eğitiyordum polisliğimi.

Kâzım'ın, 'Sen kendini polis mi sanıyorsun? Harekatın yüz karasısın.' demesiyle bir alakası yok. Kendimi eğitime vurmak iyi gelecek bana, biliyorum.

Vücuduma yapışan haki rengi tişörte akan tek damla terim bile Kâzım'ın polisliğinden büyüktü, öyle demişti Ali amcam o yalan söylemezdi.

Tellerin altında sürünürken, karşımdaki hedefi vurmaya çalışırken, ağırlık kaldırırken rahatlıyordum. Gündüz eğitimi yetmemiş gibi geceyi de kapamıştım kendim için.

Karşımdaki boks torbasını yumruklarken, aklımdaki düşüncelerin çoğunda onlar vardı.

Fırtına görevden uzaklaştırılmıştı. Hepsi hakkında soruşturma başlatılmıştı. Annem dediğini yapmış ve gitmeden hepsini kazımıştı özel harekattan.

Yaşanan onca şeye rağmen ben mutlu değildim. Amacım onları uğuruna hem ölüp, hem öldürecekleri üniformadan ayırmak değildi. Ben yapmamıştım zaten. Onlar yapmıştı bunu kendilerine.

Ailemin destekleri aklımın bir köşesinde yazıyordu yazmasına ama içim huzursuzdu. Sanki göğsümün tam ortasında kocaman bir taş vardı. Ne itebiliyordum, ne de göğsümü ezebiliyordum. İki türlü de rahatlatacaktım.

Tüm özel harekat düne kadar adını bilmedikleri beni konuşuyorlardı. Fırtına'nın canını okuyan çocuktum onlara göre. Benim canımı okuduklarını bilmiyorlardı.

Ailemin estirdiği rüzgardan olsa gerek bana ağzını açan bir kişi bile yoktu. Tam tersi yanıma gelip tebrik ediyorlardı. Kâzım bana da şunu yaptı diye anlatılan anılarla geçmişti günlerim. Az can yakmamıştı, tek yaktığı can ben değildim.

Kâzım'ın görevden uzaklaştırıldığını duyduğu anda bana bakışı çıkmıyordu aklımdan. Annem çoktan el koymasaydı belindeki silaha sıkardı bana. Kurşun gibi bakmıştı.

Keyif almam gerektiğini söylüyordu Atlas, ama tam tersi kötü hissetmiştim kendimi. Bana yaptıkları her şeyde sonunun iyi olmayacağını söylemiş olsam da dinlememişti. Şimdi başına geleni hak ediyordu.

Tek üzüldüğüm Efe olmuştu. O da gönüllüydü Fırtınayla yanmakta. Kendisi istemişti hatta onlarla bir olmayı.

Ağırlığın altına girip kaldırmaya başladım. Düzenli nefes alıp vermiyordum bile, sinirli çıkıyordu nefeslerim.

''Oğlum yıpratma kendini.''

Yusuf abi yanıma kadar gelip dizlerinin üzerinde eğilip başımda durdu, ''Kalk hadi, git uyu biraz.''

''Yok seti tamamlayayım giderim abi.''

''Günlerdir tamamlayamadın eziyetini,'' söylenerek bir çırpıda aldı elimdeki ağırlığı, ''Kalk şuradan, abi sözü dinle.''

İsteksizce kalktım yerden, kenara bıraktığım havluyu omzuma attı, ''Hepimizi geçeceksin, ne bu vücut lan.''

Terlerimi silmeye başladım, ''Kilo aldım, kasa çeviriyorum.''

''Eyvallah dağ gibi kalıplı adamsın ama her şeyin fazlası zarar aslanım.''

''Başka ne işim var benim abi?''

''O nasıl söz lan, polissin oğlum sen. İzne çık dediler kabul dedin mi?''

''Geride bırakamayacağım birisi var abi.''

''Eyvallah, anladık onu. Saygılar yengeye de bu kadar yıpratma kendini, sök at ulan düşüncelerini.''

''Başka neye yararım abi ben, sözde polisiz özel harekat ama toplasan kaç operasyona çıktım? Parmaklarımı geçmiyor bile.''

''Yaşın kaç daha senin? Yirmi üç, beş bile değil, üç. Sen gel benim yaşıma yaka silkersin operasyondan.''

''Yaşayamadım bile adam gibi, yaşasam da bıksam abi.''

Elini enseme attı, ''Sıkma oğlum canını, süs bitkisi gibi seni burada bekletecek değiller. Merak etme, sen bana güven.''

''Sağ ol abi.''

''Sen de sağ ol, hadi çık git uyu.''

Eşyalarımı alarak duşa girdim. Beni sığdıramayan kabinde işimi bitirip havluyu belime dolayarak çıktım. Üzerime Atlas'ın bıraktığı kazaklardan birini giyip altıma eşofman çektim. Odama geçtiğimde ilk işim Halil abiye selam vermek oluyordu. Aradan geçen zamanda onunla muhabbetimiz artmıştı. Biliyordum, o beni anlıyordu.

''Seninkilerden ses yok, eşyalarını almaya bile gelmediler. Kırgınlarmış harekata, tek bir adamın lafına bakıp yol verdiği için. Annem sayesinde olmuş, yoksa hiçmişim öyle diyordu Zümra. Atlas'a kafa atacaktı, Yaz engelledi. Ali amcam Kâzım'la özel konuşmak istemişti. Annem hepsiyle özel olarak görüşmüştü. Ayaz oldular estiler şehre de benim kalbim hala üşüyor be abi.''

''Bir eksik var sanki, bağıra çağıra hesap sormak istediğim yok. Başka bir şey istiyorum, kendim gibi sessiz bir şey. Dışarıdaki yağmur gibi olmak istiyorum, tek bir tane yağmur olsam da yeter bana ama olamıyorum sanki.''

Her gün tozunu aldığım fotoğrafın karşısında duramadım daha fazla. Dışarıya attım kendimi. Uykusuzluk baş göstermişti, gözüme bir gram uyku girmiyordu. Yağan yağmurdan tenteye saklanmadım, bile isteye göğüs gerdim yağmura.

Issız bahçeyi seyrederken tanıdık gözlerle kesiştim. İlk günkü bakışlarla bana bakıyordu, nefretle. Gerisinde ise emir erleri vardı. Önlerinden giden polisin sözlerinden anladım, kaçak bir şekilde eşyalarını almaya geldiklerini.

''Selamünaleyküm.'' dedim günler sonra gördüğüm eski timime.

''Bir de selam veriyor yavşak.'' Bana doğru atmaya yeltendiği adımı kendi isteğiyle geriye çekti, etrafa bakındı hızlıca, ''Konuşma lan bizimle, git işine.''

''Konuşma artık Kâzım ağabey,'' diye uyardı Efe, ''Dersimizi almadık mı?''

''Sikerim seni de dersini de Efe. Şu halimize bak, yıllarca emek verdiğimiz harekata kaçak göçek giriyoruz.''

''Kâzım nadirdir haklı, yanlışımız olmuşsa da bu kadarı değildi ederimiz.'' dedi Zümra, ''İki günlük adama değiştiler bizi. Annesi sağ olsun.''

''Amin.'' dedim gür bir sesle.

Sessiz duran Feyyaz'a gelmişti sıra. ''Hadi bunların hayatı yok, ya ben lan? Evlenecektim ben, hayatımı siktin attın.''

Kâzım ağlayan Feyyaz'ı omzundan tutup kendine çekti, ''Ağlama lan karı gibi, az gururlu ol. Bu herifin karşısında ağlayanın ağzını kırarım.''

Alay eder gibi gülümsedim, ''Şu halinize bak? En ufak bir ders almamışsınız bile. Yazık lan size. Eğer deseydiniz, pişmanız Dinç, kusura bakma lan, bilemedim oğlum, hakkını yedik, psikolojini siktik attık ama helal et lan hakkını deseydiniz, ederdim.''

Kâzım şehadet parmağını göğe uzatarak sert bir sesle konuştu, "Şu yağmur şahit, kurşun karşıdan geliyor olsa, yerin altında kalıyor olsam, kolumu kesiyor olsalar bile ne senden yardım isterim, ne de sana eyvallah ederim. Allah şahit, sen benim elime düşeceksin.''

Omzuma vurarak geçmesini bekledim ama yanıma yaklaşamadı bile. Zümraydı bu kez karşımda duran. Kâzım'dan öğrenmiş olacak ki karşımda kısa kalmamak için yükselmeye, bana kafa tutmaya çalışıyordu.

''O piç kardeşine söyle, bir gün fena döveceğim onu.''

''Yavaş!'' dedim sert bir sesle, ''Orada bir dur bakalım. Bir kere bulaş Atlas'a neler oluyor gör. O bana benzemez, anlamışsındır zaten hanım abla.''

Sinirden tıslamaya başladığında Efe kolundan çekip götürdü. Odalarına gidişlerini izledim arkalarından bakarak. Yılların yaşanmışlığını naylon bir poşete sığdırıp gideceklerdi. Bunu onlar seçmişti. İçim acımıyordu, onlara üzülmüyordum.

Hissedilmesi gerekenle, hissedilen duygular arasındaki farka yaşam deniyordu bence.

Ben yaşayamayanlardandım.

Odama gittim gidişlerini görmemek için. Islak üstümü çıkartıp dolaba yöneldiğim sırada kapım çaldı, dönüp baktığımda Efeyle karşılaştım.

''Müsait misin?''

Dolaptan bir kazak alıp omzuma attım, ''Gel Efe, gel.''

Kapıyı kapatıp yanıma geldi, gözleri Halil ağabeyin resminde kalmıştı, ''Eziyet etmesene kendine, kaldır fotoğrafı.''

''Eziyet değil, şeref.''

Gülümsedi, ''Yaşasaydı eğer, severdi seni.''

''Yaşatıyorum, sen merak etme.''

Duraksadı birkaç saniye. Bakışları ikimizin arasında gidip geldikten sonra sözüne devam etti.

''Dinçer, gitmeden konuşalım mı?''

''Konuşalım bakalım.''

Yatağıma oturduk, elleri mahcup bir şekilde önüne bağlıydı. İkimiz de karşıya bakıyordum. Küçük odamın boş duvarlarında geziniyordu benim dik, Efe'nin mahcup bakışları.

''Sen de öğrendin artık.''

''Atlas söyledi.''

''Nasıl anlamış?''

''Sormadım.''

Gülümsedi, ''Bir gün daha kalsa ekiptekileri delirtecekti.''

''Atlas sever hak edeni delirtmeyi.''

''Uyanık birisi belli, ilk bakışta anladı belki de.''

''Nasıl anladığı önemli değil, anlar o.''

Yüzünü bana çevirdi, ağladı ağlayacaktı ama direniyordu.

''Kızıyor musun bana?''

''Ne haddime lan?''

''Hassiktir lan! Kızıyorsundur işte. Ne alaka diyorsundur, belki de nefret ediyorsundur.''

''Öyle olsa seni odama almazdım. Bana ne oğlum? Ne geldin, ne anlatıyorsun?''

''Savunulacak bir yanım yok.''

''Bana ne? Umurumda değil, hatta sizce konuşayım sikimde bile değil.'' Umursamaz sözlerim duraksadı, ''Ama tek bir şey sormak istiyorum.''

''Sor.'' dedi ürkekçe. Dokunsam ağlayacaktı, dokunmuyordum.

''Niye o lan?''

Sorumun ardından umutsuzluk çöktü yüzüne. Biraz da çaresizlik. "Bilmiyorum ki Dinçer, bilmiyorum anasını satayım.''

''Uzak dur Efe, üzer seni.''

Dağ gibi adam birden beş yaşındaki çocuk gibi ağlamaya başladı. Ağlama demedim. Sarsılan omuzlarını tutup sarıldım, ötesi de gelmedi elimden.

Anlattı nasıl başladığını, nasıl devam ettiğini, nasıl biteceğine kadar anlattı. Bir kere bile sus demedim, bir kere bile susmadı. Anlatası olduğundan değildi anlatması, anlayacağımı bildiğindendi.

''Sikip attı canımı, canlı cenazem geziniyor peşinde.''

Efe'nin özeti buydu. Efe'nin hayatı yoktu. Hayatını bir hiçe sürtmüştü.

Efe'yi de yanımdan dövercesine alarak uzaklaştılar. Hepsinin elleri kolları doluydu. Kâzım önderliğinde ayrıldılar.

Bir Fırtına geçti üzerimden, şeffaf poşetlere sığdırdıkları hayatlarını da alıp gittiler hayatımdan. Burada bitmedi diyordu içimden bir ses, devamı ver bu hikayenin.

🌑

Zamanın hızlı geçmesi kimi zaman iyi değildi. En çok da Belçim'in yanındayken geçsin istemiyordum. Şimdi dizimin dibinde oturmuş bir şeyler örüyordu.

''İlmeği niye aşağıdan alıyorsun ki şimdi?'' diye söylendim onu takip edememiş olmama sinirlenerek, ''Yavaş yap kızım biraz.''

''Aşağıdan almazsam bozulur çünkü,'' Bıkkın bir ifadeyle baktı yüzüme, ''Yine mi yapamadın?''

Elimdeki örgüye baktı, görmesin diye gizledim, ''Ne alakası var? Yaptım ben.''

''Yapmışsın gibi durmuyor ama, o örgüye neler olmuş Dinçer?''

''Hiçbir şey olmamış, aslan gibi.''

Arkama saklamadığım örgüyü alma konusunda inat ediyordu. Ben de inatla arkama sakladım, ''Versene Dinçer, bakacağım. Kötüyse bile kötü demem.''

''Dersin sen, laf ettirmem ben örgüme.''

Alnına düşen saçlarını oflayarak geriye iterken ne kadar tatlı göründüğünden habersizdi.

Avuç içlerini göğsüme yaslayıp arkama uzandı. Çoktan yere inmişti ellerim. Yerine geçerek örgüyü incelemeye başladı.

''Kolların niye uzun senin?''

''Ne bileyim ben?''

''Gövden de kalın."

''Napalım, seven böyle sevsin.''

''Sever bence.''

''Ha? Sever mi?''

''Sever bence, yani seven kimse artık sever.''

''Pamuk sever mi?''

''O sevdi bile.'' dedi bacaklarıma uzanmış Pamuk'a gıcık bir bakış atarak.

Pamuk'la ayrılmaz ikili olmuştuk. Atlas'ın ramazanda keselim demesine kanmıyor dostumu koruyordum.

''Baksana hep ilmek kaçırmışsın, olmamış bu.''

''Tamam," dedim kabullenişle, "madem beğenmedin sökelim o zaman.''

Alacakken arkasına sakladı, ''Yok kalsın, bazen hatalı şeyler daha güzel oluyor.''

''Satacaksın bunu Belçim, düzeltelim.''

''Bu lifi de satmam Dinçer, kalsın dedim.''

''Ne yapacaksın?''

'Saklayacağım! Oldu mu?''

''Niye kızıyorsun ki? Tamam oldu.''

''Kızmadım,'' dedi tebessümle, ''Sana neden kızayım?''

''İyi kızma zaten.''

Her gün istisnasız buluşuyorduk. Ya test çözüyor, ya da örgü örüyorduk. Bazen birbirimize kitap okuyorduk. Onunla geçirdiğimiz her anı kazıyordum zihnime.

''Bence yanlış ilmek aldın.''

Başını örgüden kaldırıp ters ters yüzüme baktı, ''Hayatında kaç kere örgü ördün? Örgü profesörü seni.''

''Bilimsel değil, altıncı his.''

Gülümsedik.

''Atlas ne yapıyor?''

''Çalışıyor ne yapsın.''

''Çok gıcık bir kardeşin var.''

''Öyledir bal ve zehir arası. Kimi bal olsa da unutur, kimi zehir olsa da yutar.''

''Bana gönderdiği reyting cihazını kullanmaya başladım hemen.''

''Hemen mi?''

''Eğer takmazsam başıma bela olacağını söyledi. Büyü biliyormuş.''

''Ben belan olurum senin, o kimmiş?''

''Sen belam olma, başka bir şeyim ol.''

''Hım,'' diye mırıldandım yüzüne yaklaşarak, ''Neyin olayım?''

Hemen konuyu değiştirdi.

''Televizyonda daha kilolu çıkıyor Atlas, gerçekte zayıf. Evdekiler çok beğendi onu, Selvi aşk mektubu yazmaya başladı, facebook'a baktı ama bulamadı bulmasın diye önceden hesabına girip engellemiştim. Kardeşin ne de olsa korumak istedim."

''Ecdekiler nesini beğenmiş?"

''Niye beğenmesin? Çok eğlenceli haberler yapıyor. Sempatik, yakışıklı bir adam.''

''Ben değil miyim?''

''Bilmem.'' dedi omuz silkerek.

İşaret parmağımla yüzümü işaret ettim, ''Ne demek bilmem, baksana yüzüme.''

''Olsun o yakışıklı.''

''Ben değil miyim yani?''

''Ne bileyim ben, niye soruyorsun ki bana?''

''Tabii ya yerini tutamadık Atlas beyin.''

''Atlas çok gıcık, asla onunla anlaşamam. Bir kere kaba ve tutarsız, hep yemek yiyor. Ayrıca o gün salıncağımı kaptı, hâlâ sinirliyim.''

''Olmaz böyle aranızı düzeltmek lazım sonuçta yakın olacaksınız.''

''Niye yakın olacağız ki?''

''Adam benim abim Belçim.''

''Abin mi? Çok komiksin.'' dedi kahkaha atarak.

Bozulmuştum, ''O daha büyük bilimsel olarak.''

''Kaç saniye büyük?'' diye sürdürdü kahkahasını.

''Çok eğlendin bakıyorum.''

''Çok tatlısın ondan gülüyorum.''

''Eyvallah.''

''Tatlı falan olmuyor sana aslında, kalıplı adamsın. Bozuluyor musun?''

''Yok hoşuma gidiyorsun.''

''Gidiyor diyecektin herhalde?''

''Öyle demek istesem derdim, sen hoşuma gidiyorsun.''

''Atlas senden zayıfmış.'' dedi konuyu yine ona getirerek.

''Arıyorum Atlas'ı siz konuşun en iyisi, özlemişsin.''

Telefonumu cebimden çıkardığımda elimi tutmak için girişti, ''Arama o gıcığı, konuşmam ben.''

''Çok andın abimi, sesini duy.''

Atlas'ı arayıp hoparlöre verdim. Çok değil üçüncü çalışta açmıştı.

''Merhaba kardeşim.''

''Merhaba mı, kardeşim mi? Selam lana ne oldu.''

''Düzgün konuşsana oğlum,'' diye uyardım, ''Yanımda arkadaşım var.'' diye devam ettim kısık sesle.

''Paykik sendromu yıllar süren Demir mi geldi''

''Hayır.''

''O zaman atanarak özel güç sahibi olduğunu düşündüğüm Mustafa Kemal?''

''Hayır Atlas.''

''O zaman silikon taktırmayı düşünen Jüjü.''

''Atlas bir sus.''

''Çocukken ne zaman kek istesem yapan ama bana da iş yaptırmayı asla ihmal etmeyen aşkı dokuz sene zaman aşımına uğramış Halide yengem mi?''

''Atlas, kes lan.''

''Evde kalmış olan ama evlenmemenin kendi tercihi olduğunu söyleyen sahtekar Fırat amcam?''

''Ulan Atlas sus lan!''

''O kadar güzel kadınla nasıl evlendiğine her gün şaşırdığım kıllı Alphan amcam?''

''Ne bitmez geyiğin varmış, sus oğlum sus!''

''Çok güzel olmasına rağmen kaknem deyip aşağıladığım, benim arkadaşım olmadığı için kıskandığım, kurbanda kesip parasını amcama ödetmek istediğim Pamuk'un sahibi mi var yanında?''

Atlas'ın sözü biter bitmez Belçim yüzüme baktı öfkeyle, ''Pamuk'u kesemezsiniz!'' diye atıldı hırsla.

''Peki çevirme yapabilir miyiz?'' diye sordu Atlas gayet normal bir sesle, ''Çevirmesi de güzel olur bunun.''

''Bana baksana sen, uzak dur Pamuk'tan. O senin bildiğin kuzulardan değil.''

''Kuzunun da gururlusuna denk geldik, ne olacak yani kaç para bu kuzu?''

''Pamuk satılık değil!''

''Herkesin bir fiyatı vardır.''

''Senin ne kadar?''

''Benim paham biçilemez.''

''Kendini beğenmişsin sen ya.''

''Aynen de öyleyim, ben beni beğenmesem kim beni beğenir?''

''Aslında doğru diyorsun.'' dedi Belçim düşünceli bir sesle.

''Benim tek yanlış sözüm yok.''

''Şımarık.''

''Çok beğeniyorum kendimi, saçımdan ayak tırnaklarıma kadar kusur barındırmıyorum.''

''Bu kadar beğenmek fazla ama.''

''Sen daha fazla beğeniyorsundur beni, hadi bana de ki seni kıskanıyorum.''

''Ben seni niye kıskanayım ya?''

''Bir kere beni herkes kıskanır.''

''Ben kıskanmam, herkes değilim çünkü.''

''Aynen köylü kızı.''

''Köylü kızı demesene bana.''

''Yenge diyecektim dur dilim sürçtü."

Belçim bana bir bakış attı, "Yenge mi? O nereden çıktı?''

''Dinç eğer Belçim'e bir daha köylü kızı dersen sana maddi desteği keserim, kıza yenge diyeceksin yoksa sana verdiğim kıyafetleri geri alırım falan dedi. Kıyafet neyse de ben parasız yapamam.''

Aramızda geçen her şeyi ortalığa döken Atlas'a sinirle konuştum, ''Lan ne alakası var, ben ne zaman dedim.''

''Bir gazeteci kanıtsız konuşmaz. Bundan bir hafta önce telefonda konuşmuştuk. Ali amcam harçlık versin diye sübhanekeyle cumayı kıldığım gündü, hiç unutmam.''

Belçim söylediği onca şeyden birisine takılmıştı.

''Namaz sürelerini bilmiyor musun sen?''

''Biliyorum ama karıştırıyorum ablam ya.''

''Ablam mı? Ufal da cebime gir.''

''Kusura bakma da ben senden nereden baksan on yaş gencimdir.''

''Kaç yaşındasın sen? Dokuz mu?''

''Çok dedin ablam.''

''Anaokulu terk misin sen ya?''

''Beni iki sene anaokuluna göndermişler, sonra birinci sınıfa başladığımı söylediler. İki senedir sıfıra gidiyorum diye ağlamıştım.''

''Ben gitmedim anaokuluna görüyorum ki çok bir şey kaybetmemişim.''

Atlas'a laf sokarken arada ben de harcanmıştım. Beni buldu mahcup bakışları, dudağını dişliyordu, ''Sana demedim, alınma.''

''Ne demek sana demedim? O da iki sene gitti, bu ailenin tek sıfıra giden oğlu ben değilim.''

''Küçük kardeşiniz de mi gitti?''

''Kartal mı? Yok o sabiyi kurtardık sıfıra gitmekten, çünkü ben herkesin sahip olmak için can vereceği değerde bir ağabeyim.''

''Benim de abim olur musun?''

''Hoşt ya! Ben bu bebeksilikle nasıl ağabey olurum?''

''Zaten benim ağabeyim var, senden ağabeylik bekleyen yok.''

''Dinçer kaç, ağabeyi olan kızdan kaç kaç.''

''Niye kaçayım lan?''

''Oğlum Demir'le sen Ayaz, Yaz'la konuşuyor diye şafak operasyonu düzenleyen insanlardınız. Ağabeylik böyle bir şey ya hani.''

''Benim abim herkes gibi değil.'' dedi Belçim durgun bir sesle.

Atlas güldü, ''Ne kuzun herkes gibi, ne abin herkes gibi. Tamam en farklı sizsiniz köylü kızı.''

''Sen ne kadar çirkefsin ya.''

''Bu kadar kıskançlık yeterli, ben haber yazacağım.''

''Haberlerini izlemesi zevkli.''

''Beni izlemesi daha zevkli, Dinç'le idare et uçak biletimi alırsan gelirim yanına. Hadi görüşürüz köylü kızı.''

Atlas'ın telefonu yüzümüze kapamasının ardından bir süre Belçim'le bakıştık. O henüz Atlas'a alışamamıştı.

''Kardeşinle aranızda dağlar kadar fark var.'' oldu ilk sözü, ''Bununla vakit geçmez, boğar bu adamı. Hem kendini beğenmiş, hem çirkef, hem de terbiyesiz.''

Gülümsedim Atlas'ın arkasından atıp tutmasına. Muhtemelen Atlas da aynı şeyi yapıyordu.

''Hayır yani siz emin misiniz aynı ana babadan olduğunuza?''

''İkiziz adamla Belçim, onu ben sanacak kadar benziyoruz işte.''

''Dünyada bir tane daha senden olmasına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.''

''Sevin, iyidir Atlas. Bazen iyidir ama, nadir yani.''

''Bana iyiliği denk gelmedi.''

''Önümüzde koca ömür var, elbet gelir.''

''Koca ömrümü ikizlere mi adayacağım?''

''Sen kimseye bir şey adama, ben sana adarım kendimi.''

Gülümsedi, ''Böyle konuştuğunda heyecanlanıyorum.''

''Bu iyi bir şey.''

''İyi bir şey ama iyinin de fazlası zarar.''

''Dengede iyiyimdir.''

''Boyun uzun, değilsindir.''

''Dediğin gibi olsun ama iyiyimdir.''

Belçim'in hep dolu olan bez çıkınından sürekli bir şeyler çıkarmasına artık şaşırmıyordum. Elime ne verirse yiyordum. Şimdi de domatesle ekmeği katık ediyorduk, katık etmek bunu o söylemişti.

''Evde durumlar ne?''

''Evden kaçmak için yanına geliyorum, konuşmasak olur mu?''

Başımı salladım aklım takılsa da, ''Olur, sen ne istersen onu konuşalım.''

''Kış geliyor, atkın var mı?''

''Atkım... Yok. Niye sordun?''

''Atkısız olur mu?''

''Olmaz mı?''

''Olmaz tabii, Ankara'da değilsin bak bir etrafına, buranın soğuğu dondurur seni.''

''Seninle buluşacak mıyız kar kış fark etmeden?''

''Bizim köye çok kar yağar, yollar kapanır açılması uzun sürer. Artık hayvanlara da bakmıyorum. Kışın hazır ottan yerler. Evden sürekli çıkmam sorun olur evdekilere ama...''

Beklentiyle baktım yüzüne, ''Ama?''

''Ama buluşuruz, ben isterim.''

''Ben açarım yolu merak etme.''

''Karı mı kürüyeceksin?'' diye sordu heyecanlı bir sesle.

''Önümüzdeki engel karsa eritirim, dağsa aşarım. Sen bana güven.''

Güveniyorum der gibi bakan gözlerinden sonra dalıp gittim hayallere. Gerçek kılmak için her şeyi yapacağım hayallere.

🌘

Fırtına'nın izlerinin silindiği günlerde çok sakindi özel harekat. Hakaret ve alay eden olmayınca insan kendini daha iyi hissediyormuş, onu anlıyordum. Bu süreçte arkadaş bile edinmiştim, Yusuf abilerin yanı sıra birkaç kişiyle daha sohbetimiz vardı.

Belçim hayatıma girdiğinden beri arkadaş da aramıyordum ama eskisi gibi bir başıma değildim. Çayımı örneğin, arka bahçede tek içmiyordum. Birileri beni tek görecek halime acıyacak diye bir saatte bitirdiğim çayımı sohbet arasında içmeye fırsat bulamaz olmuştum.

İçimde Fırtına'nın bıraktığı boşluk yavaş yavaş kapanıyordu. Keşke böyle olmasaydı demiyordum artık, çok az anıyordum onları. Kâzım demeyeli sekiz gün olmuştu bile. Aylar, yıllar girecekti daha araya, biliyordum. Zamana tutunuyordum.

Bir ekibe dahil değildim artık. Diğer ekiplere destek oluyordum, yeni kızı doğmuş bir devremin yerine keskin nişancı tüfeğimi kuruyordum çatıya.

Yağmurlarla operasyona çıkmıştım. Ekrem şefin timiyle. Onlardan biri olmasam bile beni sahiplenmişlerdi. Her ekipte olduğu gibi bu ekipte de kurallar vardı. En önemli şey ilk kurşundu, ilk kurşunu sıkan o operasyonun adamıydı.

Uzun süren takibin ardından adamları bir depoda sıkıştırmıştık. Ben yine kendime bir çatı bulmuştum.

''Dinçer, görüşün ne?'' diye sordu Ekrem şef.

''Saydığım sekiz, odalarda hareketlilik saptadım.''

''İlk kurşuna az kaldı şef.'' dedi Yusuf abi.

''İlk kurşunu kim atacak şef?''

İlk kurşunun sahibini beklerken gözümü bir an kırpmadan karşıyı izliyordum.

''Dinçer!''

''Emret Şef!''

''Yağmur yağıyor mu?''

''Yağmıyor şef!''

''Artık yağacak. Vur gitsin, ilk kurşun senin hakkın. Artık resmi olarak benim ekibimdesin, benim evladımsın. Yağmurlara hoş geldin aslanım!''

Sözlerini henüz sindirememiş olsam da emrini yerine getirmek konusunda iyiydim. Kulaklığıma tebrik mesajları dolarken ben kurşun sıkıyordum.

Çatışmanın ardından hızlıca toparlanıp indim çatıdan. Az önce çatışmadan çıkmasına rağmen dipçik gibi duran o ekibin bir parçası olarak yanlarına adımladım. Son gelen bendim, hepsi beni bekliyordu.

''Yağmur yağmasa bile sen yağmursun artık,'' dedi Ekrem şef, ''Hoş geldin oğlum.''

''Sağ ol şef!''

''Sarılın sonra da etrafı toplanın, gidelim hadi.''

Ekrem şefin gidişinin ardından Yusuf abi geçti karşıma.

''Fırtınadan önce yağmur yağmalıydı zaten, zamanla sen fırtına olacaksın. Gerçek özel harekata hoş geldin kardeşim.''

Gülümseyerek başımdaki kaskı çıkardım, ''Hoş bulduk ağabey.''

Hepsiyle tek tek sarıldık, ilk defa bir şüphe yoktu aklımda. Yağmur olup yağacağım günler uzun olacaktı.

Operasyon dönüşü bana pasta bile almışlardı. Ekibe dahil olduğumu özek harekatta bilmeyen kalmamıştı. Kola içip pasta yemiştik.

Çok mutlu olduğunuzda başınıza kötü bir şey geleceğini düşünür ve mutluluğunuzu zehir edersiniz ya kendinize. İşte şimdi o durumdaydım. Bu hissi içimden söküp atmayı başaramayınca uyumakta bulmuştum çareyi. Duş alıp yatmıştım. Uyuyunca geçer diyorlardı, hadi geçsin, bekliyorum.

Yemeğe bile kalkmak gelmemişti içimden. Ekiptekiler zorla oturmuştu beni masaya. Sohbetleri içimi açıyordu. Yemeğin ardından bahçede sigara içtiler, onları izledim. Üşüdük diyerek içeriye geçmişlerdi. Onların ardından ben yaktım bir dal sigara. Keyifsizce düşünürken telefonum çaldı. Bilmesem de numarayı açtım.

''Dinçer, ben Feyyaz.''

Sesi kötü geliyordu, ''Bir şey mi oldu?''

''Bizimkilerin başı belada. Son operasyonda büyükbaşlardan birisi taktı bunlara. Açığa alındılar diye alenen yapmaya başladılar. Bizimkiler de uydu onlara. Sadece bir adres var elimde.''

''Adresi ver hemen.''

''Dinçer, eğer bu duyulursa mesleğe geri dönemezler. Aramızda kalacak.''

''Lan belki ölmek üzereler sen neyin derdindesin! Ver şu adresi!''

Tek bir an bile düşünmeden düştüm peşlerine. Beni onlara yakınlaştıran her adımda doğruyu yaptığımı hissediyordum. Araba yolculuğunun ardından yaya devam ettim yoluma. Siyah sırt çantam, silahım ve ben. Yalnız değildik.

Gecenin bir vakti, terk edilmiş surların arasında buldum onları. Ateşin etrafına toplanmışlardı. Kâzım, Zümra ve Efe... Bizimkilerin beş katı it vardı karşılarında. Kâzım'ın ateş ışığının aydınlattığı yüzü hiç değişmemişti. Karanlıkta gözleri beni seçse kesin küfür ederdi.

Hemen mevzi alıp etrafı incelemeye başladım. Aradan geçen zamanda bir hareketlilik olmuştu. Bizimkileri zapt etmeye çalışıyorlardı. Kâzım tek başına onca adamla baş edeceğine inanıyordu. Hiç değişmeyecekti bu adam, biliyordum.

Kurşun için doğru zamanı kollarken zaman da geçiyordu. Bizimkileri diz çöktürdüklerinde doğru yanlış birbirine girmişti. İlk Kâzım'ın alnına dayadılar silahı, onun infazı verilmişti çoktan. Tek kurşunumla bozdum infazını. Doğru zaman değildi ama yanlış zaman da değildi.

Hepsi bana sıkmaya başlamıştı ama ben orada değildim ki. Çoktan yer değiştirmiş adam sayısını azaltıyordum. Herkes kendi canının derdine düşmüş mevzi ararken bizimkilere yanaşıyordum.

''Kimsin lan sen!'' diye bağırıyordu Kâzım, ''Feyyaz, geldin mi lan?''

''Feyyaz değil, ben geldim.''

''Siktir git! Geldiğin yolu yokuşu sikeyim!''

''Kes sesini de bir silah kap, acemisiniz anladık da eliniz silah tutar herhalde!''

''Sensin lan ac-''

''Kes lan sesini!'' diye bağırdım sıkmaya devam ederken, ''Çık o saklandığın kayanın arkasından, silah al ve çatış! Hadisene!''

''Kurşunlar vızır vızır geçiyor!''

''Kurşunlar vızır vızır geçerken geldim yanınıza kadar. Hangimiz daha cesur?''

Kesti sesini çıkmadı o kayanın arkasından. Adım kadar emindim çıkmayacağından. Basit bit testti sadece doğru cevabı bulduğum.

''Çoğaldı bunlar! Tek başına niye geldin lan!''

''Ne oldu Kâzım, korktun mu şekerim?''

''Sesini soluğunu sikerim senin!''

Sırtımı duvara yaslayıp bir iki saniye soluklandıktan sonra devam ettim çatışmaya.

''Nasıl oluyormuş lan psikolojik baskı, yaşa da gör. Karı gibi kayanın arkasına saklanma, ağlama lan öleceğim diye, merak etme ben korurum seni Kâzım!''

Gıkı çıkmadı o saniyeden sonra. Kendimi perişan ediyordum onlara bir şey olmasın diye, kan akıyordu bir yerimden, önemsizdi. Hissetmiyordum bile.

Elimi kulaklığıma çıkardım, ''Ekip intikal etsin, atış serbest!''

Emrimle beraber beş dakika sürmedi ortalığın temizlenmesi. Yağmurları da almıştım yanıma, resmi bir operasyon değildi. Kardeşlik koymuştuk adına, yeni başlayan kardeşlik.

Ortalık itten çakalda temizlenirken benim ruhum yenileniyordu sanki. Sırtımı bir kayaya yaslamış etrafı izlerken soluklanıyordum. Alnımdan akan terler gözyaşımı ifade ediyordu bu gece.

Sırtımı kayadan ayırıp duruşumu dikleştirdim.

''Fırtına operasyonu başarıyla sonuçlandı.'' dedim gür bir sesle, ''Yağmurlar geri dönmeye hazır. Fırtınanın öncesi yağmurdu zaten, yanlışı düzelttik.''

Arkamı döndüğüm sırada Kâzım seslendi.

''Dinçer!''

Son kez sesini duymak için yüzüne baktım. Karşıma geçti, o kadar şey yaşamış olmamıza rağmen ne zaman karşıma geçse boyuma erişmeye çalışıyordu.

''Hakkını helal et.''

O da biliyordu son görüşümüz olduğunu. Aylarca yaşadığım her şey geçti gözümün önünden, bana yaşattıkları tüm duyguları hissettim sanki. Her şeye rağmen tek bir isteğim vardı.

''Ahirette karşıma çıkma, bunu son görüşmemiz say. Hakkıma gelirsek, helal olsun.''

Sıkışıp kaldığım o yerden çıktım. Onları tanımadan beş dakika öncesi gibi kokmuştu buralar. Bu kez sahiden arkamda bırakmıştım hepsini. Ahirette bile görmeyecektim artık, başarmıştım. Bu bir savaşsa eğer, ben kazanmıştım.

Bu gece yaşadığım şeyleri temize çekmek ister gibi onun yanında aldım soluğu. Saat gecenin ikisi, sokaklar karanlık. Yağmur yağıyor bardaktan boşalırcasına. Köpekler havlıyor, ay ışığı bile benim yanımda değil. Her şeye rağmen yürüyordum. Kabaca tarif ettiği köyüne geldim. Uzun toprak yolun sonundaki boyasız ev diye anlattığı evin bahçesinden girdim içeriye. Penceresi tarlaya bakıyor dediği odasının önündeydim şimdi.

Ben bu gece ne bok yiyordum lan?

Pencereye tıklattım bir iki kere. İnat etmiştim, görecektim o yüzünü. Bir ikiyi de geçti, camı kıracak kadar vurdum. Sabrım kalmadığında bir hareketlilik duyuldu, pencerenin güllü perdesi sıyrıldığında gördüm uykulu yüzünü. Ben gülümsüyordum, o ise şaşkındı.

Pencereyi açtı hızlıca, ''Senin ne işin var burada?''

''S- Sana geldim.'' dedim zorlanarak, neden zorlanıyordum lan ben?

''Sarhoş musun sen?'' diye sordu telaşla, ''Ne işin var burada?''

''Kola içtim, pasta bile vardı.''

Sorgular şekilde izledi yüzümü, ''Dinçer, iyi misin sen?''

''Geleyim mi yanına?''

''Amcamlar evde.'' dedi başını içeriye sokup odaya bakarken, ''Olmaz.''

''Bir şey olmaz, onlar da gelsin.''

''Hasta mısın?''

''Beni odana almazsan olacağım, yağmur yağıyor baksana."

''Korkuyorum, amcam görürse öldürür beni.''

''Kimse sana dokunamaz, ben varım yanında.''

''Dokunsam yıkılacak gibisin.''

''Dokun bakalım, ne olacaksa olsun.''

''Gel,'' dedi pencereyi sonuna kadar açarak, ''Ne olacaksa olsun.''

''Buradan gelmemi beklemiyorsun herhalde?''

''Kapıyı açıp kırmızı halı da sereyim istersen!'' Yükselttiği sesini hemen alçalttı, ''Gel şuraya, delirtme beni.''

''Sığmam ben buradan, diğerini de aç.''

''Koca adamsın tabii sığmazsın.''

Bir hamlede girdim odasına. Üzerine beyaz uzun bir gecelik vardı. Saçları tel tel dağınıktı, burnu ise kızarık. Alçak tavanlı bir odası vardı, mis gibi sabun kokuyordu. Oda ikiye bölünmüş gibiydi. Bir tarafı pembe, diğer tarafında renk bile yoktu.

''Odan güzelmiş.''

''Yalan söyleme.'' diye çıkıştı.

''Ne yalanı kızım, sen varsın o bile... G- güzelleştirir bu odayı.''

''Niye konuşurken zorlanıyorsun? Dinçer, niye gecenin bu saatinde yanımdasın? Bir şey olmadı değil mi?''

Gülümsedim sarhoş gibi, ''Oldu, çok şey oldu. Bugün Fırtına'ya veda ettim. Vicdanımda bıraktıkları lekeyi de çıkardım, iyiyim lan. Çok iyiyim.''

Kaşlarını çatarak izledi yüzümü, elini uzattı alnıma, ''Eğil.''

Başımı eğdim, sıcacık eliyle yüzümdeki yağmuru sildi önce ardından elini alnıma koydu, ''Ateşin var,'' gözlerini yumdu sıkıca, ''Bakmamak için direniyorum, kolundan kan akıyor. Sen yaralısın.''

Belçim'in sözleriyle kaşlarımı çattım. Ağır hareketlerle koluma baktım. Yeni fark ediyordum bunu, ''Lan ben de bir şey oldu sandım, kolummuş.''

''Vuruldun mu?''

''Sen dedin ya, vurulmuşum işte. Sen yalan söylemezsin.''

Gülümsedi, endişeli bir gülümseyişti bu.

''Şşşttt sorun yok. Önemli olsa baygın olurdum değil mi?''

''Çok sağ ol, içimi rahatlattın.''

''Yara çok önemli değil, sarmak lâzım sadece. Gideceğim kimse yok,'' dedim duraksayarak, ''Ama gideyim istersen.''

Hırçın gözlerini durdurdu gözlerimde, ''Gideceğin birisi olsa da göndermem seni, bekle bakarız çaresine.''

Gülümsedim, ''Gönderme beni, sende kalayım ben.''

''Gülme yaralısın, yaralı insan güler mi?''

''Annem gülümserdi, amcamlar da öyle.''

Anlamayan gözlerle baktı yüzüme. Kolumdan sızan kan yere akmasın diye elimi üstüne kapattım, ''Bez parçası var mı?''

''Amcam vurulmuştu bir kere evde bir sürü malzeme var getireyim.'' Sağlam koluma girdi, ''Uzan yatağa.''

Bir pembe başlıklı yatağa, bir de yer yatağına baktım, ''Hangisi senin?''

''Yerdeki,'' dedi kısık sesle, ''Selvi'nin yatağında yatırmam seni, yatacaksan yerde yat, yoksa kapı orada hadi git.''

''Şşttt sakinleş, senin yatağında yatmak için sordum zaten.''

''Bekle ben, ses çıkartma.'' diyerek gitti odadan. Kenarlarına kırmızı tüyler yapıştırılmış aynadan Usulca kolumu sıyırıp yaraya baktım. Görünce korkacağı kadar kötü gözükmüyordu. Bilseydim eğer vurulduğumu onda almazdım soluğu. Bilinçsizce yaptığım her şeyin sonu Belçim'in yanıydı sanki. Üzerimdeki ıslak gömleğin düğmelerini çözmeye başladığım sırada geldi.

Sessizce içeriye girip kapıya kilit vurdu, elindeki malzemeleri kenara bıraktı, ''Ne bulduysam getirdim, yeter mi?''

''Sakla bunları diğer yaralarımı sararsın.''

Karşıma geçip gömleğimin düğmelerini çözmeye başladı, ''Kolundan çıkartırsak acır, keseceğim ama giderken ne giyeceksin?''

''Hallederiz onu sen düşünme, kes gitsin.''

Gömleğimi dikkatle sağ kolumdan çıkartırken söyleniyordu, ''Niye içine bir şey giymedin?''

''Beni soyacağını bilmiyordum, kusura bakma.''

''Ben mi soyuyorum? Sen istedin.''

''Soy hadi beni, çok istiyorum.''

''Arsız.'' diye söylense de canımı acıtmadan çekip aldı gömleğimi.

Üstüm çıplaktı, ikimiz de sessizdik. Gözlerini kaçırıyordu, ben de ondan farklı değildim.

Dirseğime süzülen kanı sildi, ''Yat yatağa, halledelim hadi.''

''Yatağın kan olur.''

''Yıkarım Dinçer, zor duruyorsun ayakta hadi yat.''

Bir hamlede uzandım yatağına, ''Mis gibi kokuyor yatağın.''

Belçim yanıma oturdu usulcai Ne yapacağını bilmez, tedirgin halde benden bir şeyler duymak istiyordu. Önce avcuma aldım titreyen elini, ne yapması gerektiğini anlattım bir bir.

Kolum sızlasa da acısıyla baş edebiliyordum da Belçim'in korkmasıyla baş edemiyordum, ''Korkma Belçim, bir şey yok. Yan yanayız, yanındayım. Her şey yolunda.''

''Haklısın, iyisin. İyi görünüyorsun.''

İkna olmuş gibi uzandı malzemelere. Yanıma yaklaştı, başucumda duruyordu şimdi. Dediklerimi yapmaya başladı. Sık nefesler alıyor, yutkunuyordu. Gözleri arada gözlerime kaysa da çok kalmıyordu sahibinde.

''Sar gitsin.''

''Dürüm yapıyormuşum gibi konuşma Dinçer. Yara sarıyorum şu an.''

''Acımıyor.''

''O yüzden mi dişlerini sıkıyorsun?''

''O alışkanlık.''

''Yalancı.'' dedi burnunu dikerek.

''Hayatımdaki en garip yaram bu olacak, vurulmuşum farkında bile olmadan yanına geliyorum. Bana söve saya yaramı sarıyorsun, muhteşem lan.''

''Bu senin hoşuna mı gitti?''

''Çok hoşuma gidiyor.''

Üzerime eğilmiş yaramı dikkatle sararken kıvırcık saçları yüzüme düşmüştü. Askısı düşen geceliğini tutup omzunu kapadım, ''Çok eğilme.''

''Bakma sende,'' dedi öfkeyle, ''Açılır tabii şurada doktorculuk oynuyoruz.''

''Sen doktor olmak istemiyor musun zaten? Bir nevi alıştırma.''

''Benim alanım diş ya, diş. Ne işim olur kurşun yarasıyla?''

''Benim çok işim oluyor, hem kurşunla hem senle.''

''Benim de seninle çok işim var, belli oldu.''

Saçları yüzümde dolanırken yaramın acısını hissetmiyordum bile. Dalıp gitmiştim ona. Tek sorun uyuşuyordum.

''Güzel sardın merak etme, sorun yok.'' dedim zorlukla, ''İ- iyiyim.''

''Ateşin var.'' dedi eli alnımda gezinirken, ''Terliyorsun, doktor çağırayım kötü görünüyorsun.''

Gidecekken sağlam kolumu beline sarıp onu durdurdum, ''Gitme bir yere, iyiyim ben. Sakın kimseye haber verme, uyursam da uyanır giderim.''

''Dinçer, uyuma korkuyorum ben.''

Dişlerimi sıktım acıyla, sırtını okşadım güven vermek ister gibi, ''Bu gece korkma, ben hiç korkmadım. Hayatımın en güzel gecelerinden birisi. Geride kaldı bu kez, ardıma bakarsam namerdim.''

Dolan gözleriyle gülümsedi, dirensem de kapandı gözlerim. Bu manzaraya ölsem de olurdu.

Sıcacık bir el dolanıyordu yüzümde, nemli bir bez geziniyordu vücudumda. Terli yüzümü seviyordu, hatta dişlerimi sıktığım yerleri öpüyordu. Görmedim, duymadım sanıyordu. Hissedeceğimi bile bile öptü beni.

Kaç saat geçti aradan bilmeden araladım gözlerimi. Karşımda gördüğüm yüz aynı yüzdü. Dolu gözleri, kırık tebessümü yerli yerindeydi. Havanın karanlık olmasından anladım, yine aynı gecede tutukluyduk.

''İyi misin? Nasıl hissediyorsun? Doktora gidelim mi?''

Telaşlı sözlerinin sonu gelmeyecekti, araya girdim, ''İyiyim merak etme.''

''Telefonun çaldı, sonra da şarjı bitti kapandı.''

''Saat kaç?''

''Dörde geliyor.''

Odayı inceledim. Küçük sobadan odunların yanma sesi geliyordu. Yatağım sobanın yanı başındaydı. Işık kapalıydı, odadaki tek ışık sobanın kızıl aleviydi. Pencereye vuran yağmurun sesi duyuluyordu.

Kalkmak için hamle yaptığımda avuç içini omuzlarıma bastırarak engel oldu, ''Kalkma, yaralısın.''

''Telaşlanma, iyiyim.''

Doğruldum usulca, geceliğinin üzerine hırka giymişti. Saçları dağınıktı, burnu hala kırmızıydı. Onu ilk gördüğüm günkü gibi bakmıyordu yüzüme, tanıdık bir his vardı bakışlarında. Çok tanıdık ama tanımlayamadığım bir his.

''Belçim, yaramı falan siktir et.''

''Ayıplı konuşma.'' diye uyardı, ''Küfür eden insan sevmem ben.''

''Tamam pardon demedim say.''

''Bak terliyorsun hâlâ, titriyorsun da. Hadi kalk, gidelim doktora.''

Beni ikna çabasına girişmiş beni dinlemiyordu bile. Yanımdan kalkıp gidecekken elimi beline sarıp kendime çektim. İkimiz de onun yatağına uzanmıştık. Bu yakınlık beni yakmıştı bile.

''Gitme bir yere, sana diyeceğim var benim.''

Narin ellerini omuzlarıma koydu, başını kaldırdı, yüzlerimizi hizaladı. Heyecanlı nefesleri vuruyordu yüzüme.

''Ne diyeceksin sen bana?''

Gözlerimizi birbirine bağladım. Usul bir nefes aldım. Tek bir kere sallanmadı sözlerim, çoktan içimde yeşeren duyguları bir emir gibi söyledim.

''Belçim, ben sana aşık oldum.''

Çillendi hemen gözleri. ''Ateşin var,'' dedi titrek bir sesle, ''Saçmalıyorsun.''

''Ateşim varmış, sen ateş olmuşsun yakıyorsun kızım beni.''

''Dinçer, hastasın sayıklıyorsun.''

''Kapına geldim yara bere içinde, odana açtın bana, kalbini de aç. Öyle gelip geçici bir his değil bu, eminim ben kendimden. Sevdalandım ben sana, aşk de kara sevda de, ne dersen de. Yandım sana ben, bitiyorum, tükeniyorum. Seviyorum ben seni.''

Aramızdaki incecik mesafeyi kapattı, alnını alnıma yasladı. Titrediğini hissettim, kalbinin atışı bile yankı yaptı küçücük odada.

''Ateşin var, hastasın.'' dedi kendini ikna etmeye çalışır gibi.

''Devam sensin.'' Buz gibi olduğuna emin olduğum dudaklarımı sürttüm yumuşacık dudaklarına, ''Devam sen de,'' diye fısıldadım, ''Zehrim de dudaklarında, devam da.''

Dudaklarımı ondan ayırdığım an dudaklarını hissettim dudaklarımda. Kolumu daha sıkı sardım beline, birleştirdim ikimizi. Teni tenime, canı canıma değdi bu gece. Yanı başımızdaki soba cayır cayır yanarken bizim yangınımız ondan daha büyüktü.

 

Loading...
0%